"Senesimuhu âle'l-hurtum. İnnâ belevnâhum kemâ belevnâ ashabe'l-cenneti iz aksemû... Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız." şeklinde başlayan duanın anlamını açıklar mısınız?

Tarih: 30.06.2011 - 00:31 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Soruda geçen ifadeler Kalem suresinde geçen ayetlere aittir. Mealleri şöyledir:

“Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız! Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, 'Allah izin verirse.' gibi bir kayıt koymaksızın, sabah erkenden bahçenin meyvesini kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi." (Kalem, 68/16-18)

“Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız." dîye çevirdiğimiz 16. âyet mecazî bir anlatım olup, güç ve zenginliğinden dolayı şımararak Allah, peygamber ve kitap tanımayan kimseyi Yüce Allah'ın zelil ve perişan edeceğini, kibir ve gururunu kıracağım ifade eder. (bk. Kur’an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsiri)

Yüz, bedenin en değerli kısmıdır. Burun ise (yüze) olan önceliğinden/yüksekliğinden dolayı yüzün en değerli kısmıdır. Bu münasebetle onu (burnu), izzet ve kibir mekânı kabul etmişler ve ondan "enfe" kelimesini türeterek "burnu dağlandı ve falanca gururlandı/falancanın burnu havadadır" demişler. Hortumu damgalamak/nişanlamak ile de zelil ve hor kılmanın en ağırı ifade edilmiştir. (Zemahşeri, Keşşaf, ilgili ayetin tefsiri)

Buna göre, ayeti “onu yüz üstü bırakacağız. Kıyamet günü onun yüzünü karartacağız, onu burnu üzerinde sürteceğiz” şeklinde anlamak da mümkündür. (Semerkandi, B. Ulum, ilgili ayetin tefsiri; bk. Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü)

Kalem Suresinin 17-33. âyetlerinde anlatılan kıssada bir bahçe olayı örnek gösterilerek Allah'ın verdiği nimetlere şükretmeyen Mekke müşrikleri uyarılmaktadır. Rivayete göre geçmişte dindar bir adamın her türlü meyve, ekin ve hurma ağaçları bulunan bir bahçesi vardı. Hasat zamanı geldiğinde fakirleri çağırır, bahçenin ürünlerinden onlara ikramda bulunurdu. Adam ölünce oğulları, aile fertlerinin çokluğunu ileri sürerek yoksulların payını kesmeye ve bahçenin ürününü sabahleyin erkenden gizlice toplamaya karar vermişler, ancak gece gelen bir âfet ürünü imha etmişti. (bk. Râzî, Beydavi ilgili ayetlerin tefsiri)

Yüce Allah, Kur'an'da birçok yerde, verdiği nimete şükredenlere daha fazla nimet vereceğini, nankörlük edenleri de cezalandıracağını haber vermiştir. (bk. Nisa 4/147; İbrahim 14/7; Lokman 31/12) Nitekim Hz. Peygamber (asm)'i yalancılıkla itham edip getirdiği mesajı reddeden Mekke müşrikleri de Peygamber aralarından ayrıldıktan sonra eski refahlarını, özellikle ticarî imkânlarını giderek kaybetmişler, sonunda Müslümanlar karşısında varlıkları son bulmuştur.

17. ayette buyuruluyor ki, kuşkusuz biz onlara bir bela verdik. Yani mal ve oğullarına güvenip de öyle diyenleri, o yalanlayıcıları belaya düşürmüş, bir sınava sokmuşuzdur. O mal ve çocuklar onlara bir fitne, bir felaket kesilir. Nitekim peygamberliğin ilk yıllarında Mekkeliler öyle ahlâksızların sözlerine uyarak, Allah'ın âyetlerini yalanladıkları ve Peygambere eziyet ve sıkıntı vermede ısrar ettikleri için Allah Resulü:

"Allah'ım, Mudar'a vereceğin belayı şiddetlendir. Onlara Yusuf'un seneleri gibi kıtlık ver."

diye dua etmiş; Allah da onları yedi sene kıtlık ve kuraklık içinde ezmiş, belâlarını vermişti.

O mal ve çocukların yaratılmasındaki hikmeti bilmeyen ve onu hayrı için sarfederek şükredecek yerde, hayra engel olmak ve hakka karşı burun şişirmek için toplayanlara onların bir iyilik ve lütuf değil, birer bela olduklarını tanıtmıştı ki, burada o haber verilerek bir uyarıda bulunulmaktadır. Ve bunun, sadece onlara ait bir olmayıp önce ve sonra uygulanması gereken bir kanun olduğunu, misal ve hikmeti ile son derece sade ve fakat pek derin mânâlara içine alacak şekilde açıklanmaktadır. (bk. Elmalılı, Hak Dini, İligili ayetlerin tefsiri)

Müfessirlerin çoğunluğu 18. âyeti, "Bahçe sahipleri 'Allah İzin verirse' demeden ertesi gün yapacakları iş hakkında karar verdiler." şeklinde açıklamışlardır. "yoksulların payını ayırmaksızın" şeklinde de bir yorum vardır. (Şevkânî, ilgili ayetin tefsiri)

28-32. âyetlerden anlaşıldığına göre, bu kişiler içlerinden aklı başında birinin haklı uyarlarını dikkate almamışlar, fakat bahçelerinin mahvolduğumı görünce onun haklı olduğunu anlamışlar, nasihatine kulak vermişler ve yaptıklarına pişman olup tövbe etmişlerdir.

Ayetlerin mealleri ve kısa açıklaması şöyledir:

28. “Ben size ‘Rabbinizi tesbih etseydiniz ya!’ dememiş miydim? Keşke O’nu ansaydınız ve kötü niyetinizden O’na dönseydiniz.”

Ortancaları, onlar fakirleri mahrum etmeye kesin niyetlendiklerinde böyle söylemişti. Ayetin davamı bu manaya işaret eder:

29. "Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz, dediler.”

30. “Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.”

Çünkü bir kısmı bu görüşü ortaya atmış, bir kısmı tasvip etmiş, bir kısmı sükût ile razı olmuş, bir kısmı da bu görüşe katılmamıştı.

31. “Dediler: Yazıklar olsun bize, biz azgınlarmışız.”

32. “Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık sadece Rabbimize yöneliyoruz.”

Belki Rabbimiz tövbemiz ve hatayı itiraf edişimizin bereketine, bundan daha hayırlısını bize verir. Rivayete göre, daha hayırlı bir bahçe kendilerine verildi.

Biz O’ndan affedilmeyi umuyor, kendisinden hayır talep ediyoruz. (Kadı Beydavi, ilgili ayetlerin tefsiri)

Demek ki, bunlar önce dinlemedikleri öğüdü bu kez gördükleri felaket içinde dinlediler de, "Ey Rabbimiz! Seni noksan sıfatlardan uzak tutarız. Bizler doğrusu zalimlermişiz." dediler. Böyle Allah'ın noksanlıklardan uzak olduğunu söylediler ve kendi zalimliklerini, düşüncesiz yeminleriyle, yemin ederken istisna etmemek ve fakirlere bakmamaya kesin karar vermekle kendilerine yazık etmiş olduklarını itiraf ettiler.

Bununla da kalmadılar, dağılıp gidivermediler. Daha çok tövbe edip pişmanlık duyarak salih kişi olmaya yüz tuttular ve bir kısmı bir kısmına dönüp birbirlerini kınadılar. Gösterdikleri aşırılık ve ihmalden dolayı karşılıklı görüşme ve müzakereler yaparak her biri teker teker "ben şu kusuru ettim", "sen şöyle yaptın" diye kendi kendilerini kınayıp pişmanlıklarını anlattılar.

Nihayet şöyle dediler, yazıklar olsun bizlere, bizler gerçekten azgınlarmışız, cezayı hak etmişiz, bütün kusur bizim, Rabbimiz her yönden noksan sıfatlardan uzak, o hâlde öyle bir Rabbin kulu olan bizler niye ümidimizi keselim, niçin tövbe ile ona yüz tutmayalım, onu, o gelip geçici cenneti kusurumuzdan dolayı aldı ise, biz samimiyetle ona yüz tuttuğumuz takdirde, o bize onun yerine daha iyisini veremez mi?

Ola ki Rabb'imiz bize onun yerine ondan daha iyisini vere ki o asıl ahiret mükâfatı, öyle gam keder ve beladan uzak olan Naim cennetidir. Dünyada hayra yarayarak ona vesile olacak olan da onun başlangıcı demektir. Bununla beraber onlar bu isteği bile samimiyetlerini göstermek için yeterli bulmadılar da en sonunda şöyle dediler: Her halde biz ancak Rabbimizi arzulayıcıyız, bütün istek ve arzumuzu sadece ona çevirdik. Ona, onun rızasına ermek, bundan böyle hep onun için çalışmak isteriz. Verir veya vermez; ona karışmayız. O artık onun bileceği bir şeydir.

Bu cennet sahiplerinin daha sonlarının ne olduğuna gelince, İmam Mücahid'in, "Tövbe ettiler, Allah da kendilerine daha hayırlısını verdi." dediği nakledilmiştir. İbn Mes'ud (r.a)'dan da şöyle rivayet edilmiştir:

"Bana öyle ulaştı ki onlar çok ihlaslı davrandılar. Yüce Allah da oların bu doğruluğuna mükafat buyurdu da onun yerine öyle bir cennet verdi ki, ona 'el-Hayevân' denilir. Onda öyle bir üzüm olur ki, bir salkımını bir katır götürür."

"Âhiret yurdu ise, işte gerçek hayat odur." (Ankebut, 29/64) 

âyeti düşünülürse hayatın kendisi demek olan "el-Hayevân"ın ahiret yurdunun ismi olduğu anlaşılır. (bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetlern tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun