Dua konusunda en çok merak edilenler

1 Salaten Tüncina duası, meali ve fazileti nedir?

Farz namazından sonra dua etmek bidat değil, sünnettir.

Nitekim, Ebu Davud, Nesaî ve Tirmizî’in rivayet ettiği bir hadiste peygamberimiz(a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz namazı kıldıktan sonra, Allah’a hamdu sena etsin, sonra Peygamber’e salavat getirsin, ondan sonra dilediği dualar yapsın.” (bk. Neylu’l-Evtar, 2/577)

Saleten Tüncina Duası:

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَي مُحَمَّدٍ وَ عَلَي آلِ مُحَمَّدٍ صَلاَةً تُنْجِناَ بِهَا مِنْ جَمِيعِ الاَهوالِ وَ اْلآفاَتِ وَ تَقْضِي لَناَ بِهَا جَمِيعَ الْحَاجَاتِ وَ تُطَهِّرُنَا بِهَا مِنْ جَمِيعِ السَّيِّآتِ وَتَرْفَعُنَا بِهَا عِنْدَكَ اَعْلَي الدَّرَجَاتِ وَ تُبَلِّغُنَا بِهَا اَقْصَي الْغَيَاتِ مِنْ جَمِيعِ الْخَيْرَاتِ فِي الْحَيَاتِوَ بَعْدَ الْمَمَاتِ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ. 
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ * غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ 

 

"Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî'il-ehvâli vel âfat. Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min-cemîi's-seyyiât ve terfe'unâ bihâ ındeke a'lâ'd-deracât ve tubelliğunâ bihâ aksâ'l-ğayât min cemiîl-hayrâti fî'l-hayâti ve ba'del-memât birahmetike Yâ erhame'r-rahimîn. Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr."

Anlamı:

"Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e (asm) ve onun Ehl-i beytine salât eyle. Bu salâvat o derece değerli olsun ki: Onun hürmetine bizi bütün korku ve belalardan kurtarırsın. Bizim ihtiyaçlarımızı o salâvat hürmetine yerine getirirsin, bizi bütün günahlardan bu salâvat hürmetine temizlesin, o salâvat hürmetine bizi derecelerin en üstüne yüceltirsin, o salâvat hürmetine hayatta ve öldükten sonra düşünülebilecek bütün hayırlar konusunda gayelerin en sonuna kadar ulaştırırsın. Ey merhametlilerin merhametlisi, bize bunları merhametinle nasip eyle. Allah Tealâ bize kafidir ve ne iyi bir dost, ne iyi bir vekildir. Ey Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz, dönüş yalnız sanadır."

Bazı yerlerde, "Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr." kısmının olmadığını da belirtelim. Ancak bu kısmın söylenmesi de çok faydalıdır.

Bu Salâvat-ı Şerifenin büyük önemi ve sevabı vardır. Sürekli bu salavata devam edenin, belalardan emin, gelecek musibetlere perde, arzularının kolay, rızkının da bereketli olacağı ümit edilir.

Dua esnasında eller (duanın seması sayılan) yukarıya açık olarak (ayrı) şekilde tutulur. İki elin avuç içi terazinin iki gözü gibi muvazeneli şekilde göğüs hizasında, semadan gelecek Rahmet-i İlâhiyye’ye açık bekler.

Ancak, bazı zamanlarda bu iki elin yanyana birleşip, bitişik şekilde tutulması da sünnete aykırı değildir. Resûl-i Ekrem (asm) Hazretleri her iki halde de dua yapmıştır. Lâkin çoğu defa ellerini ayrı şekilde tuttuğu anlaşılmaktadır.

Nitekim Şafiî mezhebinde duanın korku mânâsına gelen cümlelerinde ellerin içinin yere çevrilip aşağıya tutulduğu gibi. Hanefi’de ise avuç içinin aşağıya çevrilmesi sadece yağmur duasında meşru kılınmış, diğerlerine şâmil olmamıştır.

Şafilerin dua ederken musibetten sakınmak için ellerini aşağıya çevirmeleri bazı hadislere dayanmaktadır ki sünnettir. Bu hadislerden birisi şöyledir:

“Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü vesselam, Allah’tan bir şeyin olmasını istediği zaman ellerinin içini yukarıya çevirirdi. Ancak bir şeyden sakınacağı zaman ise ellerinin içini aşağıya çevirirdi.” (Bu konuyla ilgili hadisler için bk. Müsned, Ahmed b. Hanbel IV/56; Mecmau’z- Zevaid, X/168; Cemu’l-Fevaid, II/618; el-Fethu’l-Kebir, II/357)

Bu nedenle ellerini dua ederken aşağıya çevirenler, bu hadislere göre amel etmiştir. Hanefiler ise bu konuda Şafileri taklit etmiş oluyor.

Konuyla İlgili Bir Hatıra:

Bu konuda İbni Fakihani "Fecri Münir" isimli kitabında özetle şu olayı nakleder:

Maneviyat büyüklerinden Ebu Musa, fırtınalı bir havada gemide imiş. Müthiş bir fırtına gemiyi batırmaya ramak kaldığı sırada Peygamber Efendimize iltica etmiş:

Ya Resulallah, gemimiz batacak, içindeki bunca masumlar suya gark olup ölecekler. Lütfen bize bir kurtuluş çaresi göster!..

O sırada kulağına şöyle bir hitap vaki olmuş: Ey Ebu Musa! Tüncina duasını okuyun! Yani, kurtaran duayı okuyun, kurtaran duayı...

Demiş ki: Ya Resulallah, bu Tüncina duası hangisidir, biz bilmiyoruz?

Efendimiz (asm) bugün namazlardan sonra okumakta olduğunuz (Salaten Tüncina)'yı okumuş, bunu okuyun, diye tenbih buyurmuş. 

Gemideki yolcular hep birlikte bunu Ebu Musa'dan öğrenip okumuşlar, fırtına dinmiş, sağ salim karaya ayak basmışlar.

Bu duanın bu gibi özelliklerinden doalayıdır ki bizim de hudutlarımızda düşman tehlikesi belirince, eli silah tutan askerlerimiz hudut boylarına gidip maddi silahıyla karşı koyarken, içerde seccadesi başındaki müminler de hep bu kurtaran duayı okumuşlardır. Maddi silah yanında manevi silahla da düşmanı sınırlarımızdan kovmuşlardır.

Bu konuyu Ehl-i sünnet mecmuasında yazan merhum Zapsu, bir teklifte bulunmuş ve demiştir ki: Harpte sınırlarımızda beliren düşman tehlikesini önlemek için camilerimizde diyanet tarafından okunması istenen (Salaten Tüncana)'yı artık bırakmalıyız. Zira tehlike geçmiştir. Yarın Allah korusun bir tehlike daha söz konusu olursa o zaman neyi okuyacağız.

Faslı Davut Efendinin yazdığı "Delailü'l-Hayrat"ta da geçen bu salavatı şerife için Bediüzzaman Hz. "Bir çok aktabların okumakta titizlik gösterdiği salavat." diye bahseder.

Bu salavatı şerife ilham ile yazılmıştır. Ne okuyana ne de okumayana bir ısrar olmamalıdır. Okunursa sevabı var, okunmazsa günahı yoktur. Ben şahsen okurum, okunmasını da isabetli bulurum. İsmi üstünde kurtaran salavat.

2 Zihin açıklığı ve hafızanın gelişmesi için dualar var mı?

Unutkanlıktan kurtulmak ve zekânın açılması için bu dua okunur:

"Bismillâhirrahmânirrahîm, Ferdün, Hayyün, Kayyûmun, Hakemun, Adlün, Kuddûsün(1). İyyâke na'büdü ve iyyâkenesta'în.(2) İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ."(3) On dokuz defa okunacak.

"Ya kebîrü entellezî lâ tehdil ukûlü livasfi azametih."(4) Bin defa okunacak. Sonra; "Subhane rabbiyel a'la." (5) denecek. Sonra, "Sübhane men hüve külle yevmin hüve fi şe'nin." (6) okunacak.

Bundan sonra ihtiyaç neyse o söylenecek ve şunlar okunacak.: "Ya ğıyâsel müsteğîsîne velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm."(7) (Mecmuatü'l-Ahzab)

Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:

"Annem ve babam sana kurban olsun, şu Kur'an göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum." dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevabı verdi:

"Ey Ebû'l-Hüseyin! (Bu meselede) Allah'ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?"

Hz. Ali (radıyallâhu anh):

"Evet, ey Allah'ın Rasûlü, öğret bana!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) şu tavsiyede bulundu:

"Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhûd bir andır. O anda yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Yakub da evlatlarına şöyle söyledi:

'Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin.'

"Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvaffak olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rekat namaz kıl. Birinci rekatta, Fâtiha ile Yâsin sûresini oku, ikinci rekatta Fâtiha ile Hâmim, ed-Duhân sûresini oku, üçüncü rekatta Fâtiha ile Eliflâmmîm Tenzîlü'ssecde'yi oku, dördüncü rekatta Fâtiha ile Tebâreke'l-Mufassal'ı oku. Teşehhüdden sonra Allah'a hamdet, Allah'a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salât oku, güzel yap. Mümin erkekler ve mümin kadınlar ve senden önce gelip geçen mümin kardeşlerin için istiğfar et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:

"Allah'ım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terk ettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allah'ım. Ey Allah! Ey Rahman! Celâlin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbar et. Seni benden razı kılacak şekilde okumamı nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü hakkı bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin. Her şeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah'tandır."

"Ey Ebû'l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah'ın izniyle duana icabet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, bu duayı yapan hiçbir mümin icabetten mahrum kalmadı."

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ali (radıyallâhu anh) beş veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:

"Ey Allah'ın Resûlü! Geçmişte dört beş ayet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık kırk kadar ayet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum." dedi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu söz üzerine Hz. Ali (radıyallâhu anh)'ye:

"Ey Ebû'l-Hasan! Kabenin Rabbine yemin olsun sen müminsin!" dedi." (Tirmizî, Daavât 125, (3565).

* * *
Zekânın açılması, hafızanın gelişmesi için dua okumanın yanında, maddi tedbirlere uymak ve yapılan işin gereklerini yerine getirmek gerekir. Dersine çalışması gereken bir öğrenci sadece diliyle değil haliyle ve bedeniyle de dua etmelidir. Buna fiili dua denilmektedir. Üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdikten sonra diliyle dua etmek de kavli duadır. İki kanatlı bir kuş gibi, hem fiili hem de kavli duayı beraber yapmakla istediği yere uçabilecektir.

Ayrıca öğrendiklerini unutmamak ve onları korumak için de bazı tedbirler almalıdır. Çünkü unutkanlığa sebep olan konular vardır. Bunlardan sakınmak gerekir. Bazılarını kısaca söyleyelim:

1. Harama bakmak.
2. Haramla beslenmek.
3. Zihni çok yoracak olan gereksiz şeylerle doldurmak. Televizyon, bilgisayar, telefon gibi...
4. Aşırı derecede bedene zarar verecek kadar cinsel ilişkiye girmek. Özellikle kendi kendine tatmin olmak.
5. Zihnin sürekli çalışmasını engelleyecek kadar boş durmak.

İlave bilgi için tıklayınız:

Unutkanlık Üzerine

Dipnotlar:

1) Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla..
FERDUN,  Allah birdir, tektir, yegânedir, biriciktir
HAYYUN,  Allah sonsuz diridir, ezelî, ebedî ve ölümsüz hayat Sahibidir
KAYYUMUN, Allah yarattığı herşeye hâkimdir, varlıkları dilediği gibi idare eder, sevk eder ve yönlendirir
HAKEMUN, Allah hüküm Sahibidir, hikmet Sahibidir, hak ve adâletle hükmeder
ADLUN, Allah adâlet sahibidir, her yarattığına hakkı olan herşeyi verir, adâletle hükmeder
KUDDÛSUN." Allah paktır, temizdir. İşlediklerinden pişman olup tövbe eden kullarını günahlarından arındırır ve temiz kılar.
2) Yalnız Sana ibadet eder, yalnız senden medet umarız.
3) Biz sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik.
4) Ey ezelî, ebedî Kibriya sahibi olan Allahım! Öyle azamet ve kibriya sahibisin ki; bütün kalpler ve akıllar o azamet ve kibriyanı anlaymaz. Hidayet nurunla safi ve basiret gözlerini parlak edersin.
5) Her şeyden yüksek, yüce olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim.
6) Her an yeni tecellilerle iş başında olan Zat'ı noksan soıfatlardan tanzih ve kemal sıfatlarla tavsif ederim.
7) Ey bütün yardım isteyenlere yardım eden Allahım, bize de yardım et.. Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah'ın yardımıyla elde edilir.

3 Kaybolan eşyayı bulmak için okunacak dua var mı?

KAYIP BULMAK İÇİN OKUNACAK DUA

Hz. Ömer (ra)'in oğlu Abdullah şöyle buyurmuştur:

Bir eşyasını kaybeden veya çaldıran kişi, iki rekât namaz kıldıktan sonra şöyle dua eder:

اَللّٰهُمَّ رَبَّ الضَّالَّةِ هَادِيَ الضَّالَّةِ تَهْدِي مِنَ الضَّلَالَةِ رُدَّ عَلَيَّ ضَالَّتِي بِقُدْرَتِكَ وَسُلْطَانِكَ مِنْ عَطَائِكَ وَفَضْلِكَ

"Allâhümme rabbe'd-dâlleti, hâdiye'd-dâlleti tehdî mine'd-dalâleti, rudde aleyye dâlletî bi kudretike ve sultânike min atâike ve fadlik."

ANLAMI:

"Ey kaybolanların Rabbi ve kaybolanları ve yolunu kaybedenleri doğru yola kılavuzlayan Allah'ım! Kudretin ve saltanatın hakkı için kaybettiğim şeyi bana iade eyle. Çünkü bu senin fazl ve keremindendir." (Bostanu'l-Arifin; Bilal Eren, Açıklamalı Dua Hazinesi, s. 304)

Kaybolan, çalınan bir şeyi bulmak için, her gün yirmi beş kere, "Yâ câmi’annâsi li-yevmin lâ raybe fihi innallahe lâ yuhlif-ül mi’âd icma’ beyni ve beyne …" duasını okuyabilir. Buluncaya kadar okumaya devam eder. Noktaların yerinde, kaybolan şeyin ismini söylemelidir. (İbni Âbidin)

4 Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu'l mülkü ve lehu'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr, tesbihini / duasını her sabah ve akşam okumanın faziletleri nelerdir?

Amr İbnu Şuayb an Ebîhi an Ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Duaların en faziletlisi Arefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. (Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, her şeye kâdirdir.) sözüdür." [Muvatta, Kur'ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da'avât 133, (3579)]

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim, 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu'l mülkü ve lehu'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiş gibi sevab verilir, ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Bu, ayrıca üç gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de getiremez. Kim de bir günde yüz kere 'Sübhânallahi ve bihamdihi.' derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile." [Buhârî, Daavât 54, Bed'ü'l-Halk 11; Müslim, Zikr 28, (2691); Muvatta, Kur'ân 20, (1, 209); Tirmizî, Daavât 61, (3464)]

AÇIKLAMA:

1. Bu dua, bir rivâyette:  يُحْيِى وَيُمِيتُ  (hayat verir ve ölüm verir), bir başka rivâyette de, بِيَدِهِ اْلخَيْرُ  (hayırlar O'nun elinde) ziyâdesiyle gelmiştir.

2. Bu duanın ne zaman okunacağı rivayetten rivâyete sarahat kazanır. Birinde "günde" diye mutlak iken, bir diğerinde "sabah olunca", bir diğerinde "sabah namazından sonra, konuşmazdan önce on defa" diye kayıtlanmıştır.

Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Kim, sabah namazının peşinden 'La ilâhe illallahu vahdehu la şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehû'l-hamdü bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' (Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur, mülk ona aittir, hamdler de ona layıktır, her çeşit hayır O'nun elindedir. O her şeye kadirdir.) derse kendisine, Hz. İsmail evlatlarından bir köleyi âzâd etmiş gibi sevap yazılır."

(Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)

5 "Salat-ı Tefriciye" veya "Salat-ı Nariye" olarak bilinen duanın 4444 defa okunması konusunda ayet veya hadis var mıdır; bu sayıda okumak şart mıdır?

Bu dua şu şekildedir:

Bilindiği üzere Peygamberimiz'e (sas) salat-ü selam getirmek, bizim ömür boyu mükellef olduğumuz hasbi görevimizdir. Bu konuda Ahzap Sûresi'nde geçen ayette ve birçok hadislerde salat-ü selam okuma emri vardır. Nitekim namazlarımızda tekrar ettiğimiz Allahümme salli..., Allhümme barik,.. salavatlarını da ömür boyu okur, her fırsatta Peygamberimiz'e salat-ü selam getirmeyi vazgeçilmez görevimiz biliriz, dünyevi bir karşılık beklemek de aklımıza gelmez..

İşte hiçbir dünyevi maksat beklemeden, sadece Peygamberimiz'in şefaatine vesile olacak bir dua niyetiyle okuduğumuz bu salat-ü selamlara bazıları, Salat-ı Tefriciye de olduğu gibi peşin dünyevi bir istek de yüklüyor, maruz kaldığı sıkıntı ve üzüntülerden kurtulmayı da niyet ederek okumaya başlıyorlar. Burada ise soru şu oluyor:

Böyle dünyevi bir niyetle okunan salat-ü selamdan beklenen dünyevi sonuç kesin şekilde elde edilebilir mi? Böyle dinî bir hüküm var mıdır?

Bu soruya sıhhatli cevap verebilmek için duanın bir ibadet olduğunu, ibadetin de karşılığının çoğunlukla ahirette verileceği gerçeğini bilmeye ihtiyaç vardır. Şöyle ki:

Salat-ı Tefriciye gibi salat-ü selamlar Peygamberimiz için yaptığımız birer makbul duadırlar. Dualar ise ibadet niyetiyle okunur. İbadetlerin karşılığı da bazen dünyada verilir, ama çoğunlukla da ahirete tehir edilir. Bu sebeple, dünyevi sonuç hemen alınmazsa "duam kabul olmadı, redde uğradı", diye ümitsizliğe düşülmez.. Belki karşılığı ebedi hayatta verilmek üzere ahirete tehir edildi, diye düşünerek salat-ü selama devam edilir...

Yani hangi sıkıntıdan kurtulmak niyetiyle okunursa okunsun, okuyan karşılığını hemen peşin olarak dünyada alacak, düşündüğü sonuca da mutlaka hemen varacak, diye bir hüküm yoktur. Kaldı ki, maruz kalınan sıkıntılar, bu gibi duaları okumanın da vakitleri olarak görülür. Nitekim Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki hatırlatmaları aynen şöyledir:

"Dua bir ibadettir! Kul, kendi aczini ve fakrını dua ibadeti ile ilan eder. Zahiri maksatlar ise dua ibadetinin vakitleridir! Hakiki faydaları değil. Çünkü ibadetin faydası, ahirete bakar! Dünyevi maksatları hasıl olmazsa, o dua kabul olmadı, denilmez, belki daha duanın vakti bitmedi denir, dua yapmaya devam edilir..."

Bu sebeple Salat-ı Tefriciye gibi salavat dualarını, sadece dünyevi ihtiyacımızı karşılama aracı durumuna düşürmemeli, ebedi hayatta karşılığını göreceğimiz bir ibadetimiz olarak yapmalı, peşin sonuç alınmazsa okuduğumuz salavatlar boşa gitti sanmamalıyız..

Peki, bu 4444 kere okuma âdeti nereden geliyor, insanlar bu miktara ulaşmayı sanki kabul olma şartı gibi görüyorlar?

Kolay hatırda kalması için 11, 21, 41, 313 ve 4444 sayısını söyleyenler olmuştur.

Örneğin, İmam Kurtubi'nin 4444 defa okunması halinde kabul olacağı yönünde bir ümidi olduğu nakledilir.

Konuyla ilgili İmam Kurtubi'nin ve diğer bazı alimlerin tavsiyeleri şöyledir:

Şeyh Muhammed Tunüsi dedi ki: “Kim bu Salat-ı Nariye’ye her gün on bir defa devam ederse onun için sanki rızık gökten yağıyor ve yer onu yeşertip bitiriyor gibi olur.”

İmam Dinuri de dedi ki: Kim bu Salavatı her farz namazı müteakib on bir defa okur da bunu kendine devamlı bir vird haline getirse, şüphe yok ki, o bir nice yüksek mertebelere ve geniş servetlere nâil olur. Her gün esrarı keşfetme niyetiyle bu salavatı Resuller sayısınca (313) defa okuyan kimse arzu ettiği birçok şeyleri görmeye başlar.

İmam Kurtubi diyor ki: Kim çok önemli bir işinin olmasını veya devam edip duran bir belanın def edilmesini arzu ediyorsa, bu salat-i tefriciyeyi dört bin dört yüz kırk dört (4444) defa okuyup çok yüksek ahlâkta ve yaratı-lışta olan Nebiyy-i Zişan Efendimiz’e bununla tevessül etsin. Şübhe yok ki, Allah onun muradının gerçekleşmesi için ona başarılı bir kapı açar ve niyetine göre arzusunu verir. (Muhammed Hakkı b. Ali Nazillili, Hazinetü’l-Esrar ve Celiletü’l-Ezkar, İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1891. s. 167-168; Hür Mahmud Yücer, agm, 256-257. https://archive.org/details/khaznatalasrrjal00nzil/page/169)

Demek ki, bunlar birer ümittir. "Bu miktarı bulan okumalar mutlaka kabul olur, bu sayıya ulaşamayanlar ise redde uğrar" demek değildir. Duadır bu... Az da okunsa çok da okunsa okuyanlar boş kalmazlar, dünyevî istekleri yerine gelmese de uhrevî sevabını kazanır.

NOT: Şu açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

4444 Tefrîciyye veya 41 Yâsîn gibi belli saylarda okunan dualar, zikirler, salavât, âyetler ve sureler hakkında (namazlardan sonra 33 adet olarak söylenen tesbîh, tahmîd ve tekbîr gibi pek az müstesna tutulursa) emreden, tavsiye eden bir nas yoktur. Müslüman istediği kadar Tefrîciyye diye anılan salavât veya Yâsîn suresi okuyabilir. "Bunu şu kadar okumak sünnettir, farzdır, dinin emridir..." derse veya böyle inanırsa bid'at gerçekleşir. Böyle bir inanç olmaksızın, şahsî veya başkasının tecrübesine dayanarak "Bu kadar okumanın şuna faydası oluyor, oldu" der, okur ve tavsiye ederse, bu bid'at olmaz ve sakıncası da bulunmaz. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Salât (Çoğulu: Salavât), Peygamberimiz (asm) için dua etmeyi ifade eder. Bu duada ona hem salat, hem de selam okunduğu için buna “salâtü selam” denir. "Salât-ı Tefrîciye" ise, Allah Rasulü Efendimize sıkıntılardan kurtulmak için okunan ve farklı cümlelerden oluşan salâtü selam demektir. Daha çok Mağrip ve havalisinde meşhurdur ve buna “Salât-i Nâriyye” de denir.

Kur'an-ı Kerimde şöyle buyrulur:

"Allah da melekler de o Nebiye salat ederler, ey müminler, siz de ona salat edin, bol bol selam gönderin." (Ahzâb, 33/56).

Allah'ın ona salât etmesi, onu bağışlaması, meleklerin salât etmesi bağışlanmasını dilemeleri, müminlerin salât etmesi de derecesinin yüceltilmesi için dua etmeleri anlamına gelir. Buna göre Peygamberimize salâtü selam okumamız bize Allah'ın bir emridir ve bunu bilerek hiç okumayanların küfre bile girecekleri söylenmiştir.

Hz. Peygamber de müminlerin kendisine salâtü selam okumalarını ister ve "sizin bana okuyacağınız salâtı, Allah on katıyla size iade eder", buyurur.

Sıkıntılarından ötürü Peygamberimize salâtü selam okuyup dua ederek Allah'tan tefric (yani sıkıntılarının defedilmesini) istemek meşrudur ve umulur ki, Allah onun hatırına bu duaları daha çabuk kabul eder. Yeter ki, isteyen ondan değil, Allah'tan istemiş olsun. Çünkü Allah bizim günde en az on yedi kez, "Ya Rab, sadece senden yardım isteyeceğim." ahdini tekrarlamamızı ister. Ama biz biliyoruz ki, o Rasulünü çok sever ve bizim de onu sevmemizi ister. Biz de eğer sevdiğimizi ona salâtü selam okuyarak gösterir ve bunu vesile tutarak da Allah'tan muradımızı istersek daha hızlı kabul olacağını ümit edebiliriz.

Buraya kadar yazdıklarımız, sorunuzun cevabı için gerekli temel bilgilerdir.

Ona nasıl, yani hangi cümlelerle salâtü selam okumamız gerektiği konusunda ise belirleyici bir emir yoktur. Herhangi bir salât ve selam kipini kullanabiliriz. Ama Allah Rasulü Efendimiz (asm) nasıl salât okuyalım sorusuna, bizim namazlarda okuduğumuz "Salli,.. ve Barik,.." dualarını öğreterek, "böyle söyleyin" diye cevap vermiştir. Yani bu dualar salâtü selamın en güzelidirler diyebiliriz. Ama Efendimizin bunları öğretmiş olması, başka cümlelerle salât okunamaz anlamına gelmediği için, herkes çok farklı cümlelerle salâtü selamlar okumuştur ve bunların okunamayacağını da kimse söylememiştir. Çünkü önemli olan, ona salâtü selam okumaktır, bunun hangi cümlelerle olması gerektiği ikincil bir meseledir. Ama elbette aşırılık içeren ifadelerle salatü selam okunmaz.

Buradaki bir inceliğe de işaret etmemiz de güzel olur: Biz sadece Allah için ibadet eder ve sadece Onun için namaz kılarız. Ama Allah (cc), Rasulünün kadrini iyi bilmemizi istediğinden olacak ki, sadece kendisi için kıldığımız namazlarda ona da salât, yani dua etmemizi hoş karşılamıştır.

"Salat-i Tefriciye" olarak bilinen salâtü selam cümleleri ise hadislerde bulunmamaktadır. Sadece bazı Şia kitaplarında ve Mağripte yazılmış dua kitaplarında yer almaktadır. Bizde dua kitabı yazanlar da bunu oralardan almış ve kitaplarına koymuşlardır. Bu kitapları yazanların, kitaplarının satışını artırmak için, "bunu şu kadar okuyan şöyle olur," gibi ümit verici müjdeler zikretmeleri bunun yaygınlaşmasına sebep olmuştur.

Ancak bu salatü selam, sağlıklı bir yorum yapılması kaydıyla, güzel manaları olan cümlelerden oluşur. Dolayısıyla bunları okumakta da bir sakınca olmaz. Ancak bu salatü selama özel bir yer verip, bunu diğerlerinden farklı bir konumda görmenin bir dayanağı yoktur. Hatta selefi bir yorumla yanlış manalar içerdiğine dair yazılar da okudum. Yani bunda öyle cümleler vardır ki, kastettiğiniz şeye göre manası güzel olabileceği gibi, caiz olmayan manalara da gelebilir.

Muhtemelen birisi bir derde müptela olmuş ve içinden gelen bu cümlelerle uzun süre salâtü selam okuyarak Allah'tan derdinin giderilmesini istemiş, Allah da duasını kabul etmiştir. Sonra da bu çokça okumayı, herkesin aklında kalsın diye 4444 sayısıyla sınırlamışlar ve bu salâvatı bu kadar okuyanın derdine Allah çare verir demişlerdir. Oysa duaların kabulünü sağlayan pek çok şartlar ve sebepler vardır: Dua edenin samimiyeti, çok bunalmış ve hatalarını sildirecek kadar sıkıntı çekmiş ve cezasını tamamlamış olması, çok candan ve ihlâsla dua etmesi, büyük bir iyilik yaptıktan sonra dua etmesi, Allah'ın veli bir kulu olması, belli zamanlarda ve belli yerlerde dua etmesi ve böylece okuduğu duayı bir ism-i azam duası haline getirmesi...

Dolayısıyla bu salâvat cümleleriyle dua edip isteğine kavuşan birisinin bulunmuş olması, herkesin bu sayıda bu salâvatı okuyarak isteğini elde etmesi anlamına gelmez. Hatta istediğini Allah'tan isteme yerine sanki bu salâvat cümlelerinin ve 4444 sayısının bir şifre ve sihirli bir etki oluşturduğunu zannetmek de yanlış düşüncelerin oluşmasına kapı aralar.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, "Salât-i Tefriciye", ya da “Salât-ı Nâriye” olarak bilinen cümleler, bilinmeyen bir insanın bir araya getirdiği cümlelerdir ve bir yorumla çok güzel manalar içermektedirler. Allah Rasulüne bunlarla da salâtü selam okumanın hiç bir sakıncası yoktur, hatta anlamları doğru bilinirse bu güzeldir. Ancak bu cümlelerden ya da bunların belli sayılarda tekrarlanmasından bir medet umma, insanı Allah'tan uzaklaştırabilir, kaş yapayım derken göz çıkarılmış olabilir. İnsan tesiri Allah’tan değil, bunlardan beklemiş olabilir. Dolayısıyla bunlar okunursa bu bilinçle ve manaları düşünülerek okunmalıdır. Bununla yapılan dua mutlaka kabul edilir diye de inanmamalıdır. Yani bu kelimelere ve bu sayıya bir kutsiyet vermemek gerekir. Çünkü kutsallık Allah’tandır ve Allah bu kelimeleri bize ne kendi öğretmiştir, ne de Rasulü vasıtasıyla öğretmiştir. Yani buna Allah’ın bir kutsallık verdiği bilinmemektedir.

“Salât-ı Terficiye” nin aslı, Latin harfleriyle okunuşu ve anlamı şöyledir:

"Allahumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ-seyyidina Muhammedin ellezi tenhallü bihi’l ‘ukadu ve tenfericu bihi’l-kürabu ve tukdâ bihi’l-havâicu ve tünâlü bihi’r-rağâibu ve husnu’l-havâtimi ve yusteska’l-ğamâmu bi-vechihi’l-kerîmi ve ‘alâ âlihi ve sahbihi fî-külli lemhatin ve nefesin bi-‘adedi külli ma’lûmin lek."

Anlamı:

“Ya Rab! Efendimiz Muhammed’e tam ve mükemmel bir salat ve selam eyle. O Nebi ki, onun yüzü suyu hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar dağılır, ihtiyaçlar karşılanır, arzulara ve güzel akıbetlere erişilir, bulutlardan yağmur dökülür… Onun âline ve ashabına da salât ve selam eyle Ya Rab! Her an, her nefeste ve senin bildiklerinin sayısınca.”

(Prof. Dr. Faruk BEŞER)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Dua’nın manası ve hikmeti nedir?...

- Okunan dualara, yapılan ibadetlere verilen sevaplarla ilgili rivayetler var. İbadetlere vadedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir?..

6 Sekine Duası hakkında bilgi verir misiniz?

Sekine Duası, tamamı Kur’an’da geçen Allah’ın güzel isimlerinden ve ayetlerden oluşmaktadır.

Sekine kelimesi sözlükte kalp huzuru, itminan duygusu, güven, sükûnet, dinginlik, vakar, ağırbaşlılık gibi anlamlara gelmektedir.(1)

Tasavvufta ise genel anlamıyla sekîne gaybın ve manevi feyzin gelişi esnasında kalbin yaşadığı tatmin hali ve gönül huzuru şeklinde tarif edilmektedir.(2)

Kitaplarımızda bir Sekine’den bahsedilir. Bu Sekine, Mecmuatü'l-Ahzab'ta da geçmektedir.(3)

Sekinenin aslı Allah’ın altı İsmi Azamı olan Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs isimleri ile yapılan bir duadır. Bu altı ismin manası kısaca şöyledir:

Ferd: Allah birdir, tektir, yegânedir, biriciktir, istiklal ve infirad sahibidir.  

Hayy: Allah sonsuz diridir, ezelî, ebedî ve ölümsüz hayat sahibidir. Her canlıya hayat veren ve ölümlerinden sonra tekrar onları dirilten O’dur.  

Kayyum: Allah daima kaimdir, tabir caizse daima ayaktadır / hiçbir şeye muhtaç olmayan ezelî varlığı, her zaman daim, kaimdir. Yarattığı her şeye hâkimdir, varlıkları dilediği gibi idare eder, sevk eder ve yönlendirir, her şey onunla var olur, onunla ayakta durur, onunla devam eder. Allah için ne bir uyuklama ne bir uyku ve ne de bir gaflet hali söz konusu olmaz. Göklerde ve yerde ne varsa, her şey onun iradesi ve kayyum sıfatının hükmü altında varlığını sürdürmekte ve ayakta kalmaktadır. Eğer kayyum sıfatı bir an kâinattan yüz çevirse, bütün varlıkları yokluğa mahkûm olacaktır. 

Hakem: Allah hüküm sahibidir, hikmet sahibidir, yarattığı her şeyde bir hikmet ve bir fayda gözetmesi onun yüksek âdetindendir. Faydasız ve boşu boşuna bir şeyi yaratmaz. Yarattıklarını gözetler ve denetler. Kullarından haklıyı ve haksızı ayırır, aralarında hak ve adaletle hükmeder.

Adl: Allah adalet sahibidir, her yarattığına hakkı olan her şeyi verir, hiç kimseye hiçbir zaman haksızlık yapmaz, mahşerde adaletle hükmeder, cezası zulüm veya haksızlık değil, adaletten ibarettir.  Allah kendisi adalet sahibi olduğu gibi, kullarına da her işlerinde adaleti emreder. 

Kuddüs: Allah paktır, temizdir, noksanlıktan, kusurdan, acizlikten, küfür ve dalâlet ehlinin düşündüğü her türlü eksik sıfatlardan münezzehtir. 

Allah kemâl sıfatlar sahibidir. Onun her sıfatı, her ismi, her işi, her fiili mükemmeldir. Varlıkları mükemmel, kusursuz, temiz ve pak yaratır. Temizliği sever, temizliği emreder, işlediklerinden pişman olan ve tövbe eden kullarını günahlarından arındırır ve temiz kılar.

Sekine’de bu isimlerin zikrinden sonra on dokuz harfli on dokuz ayetle Allah’tan istimdat edilir, Allah’a sığınılır, muhtelif isimleri ile Allah zikredilerek dünyevî ve uhrevî her sıkıntının aşılması için bu isimlerin feyiz ve bereketi istenir.

Bediüzzaman Hazretleri "Sekîne" olarak isimlendirilen duanın okunma şeklini de “yetmiş bir âyet ile yüz yetmiş bir defa daimî vird eden Risale-i Nur Müellifi...”(4) şeklinde ifade etmiştir. Daha sonraları kendisi yetmiş bir ayetten on dokuz tanesini seçtiği için, “Sekine duası” şimdiki okunmakta olan son hâlini almıştır.(5)

Sekine Duasının Sırları

Sekine on dokuz sistemine dayalı olarak ortaya konulan bir ism-i azam duasıdır. Besmelenin on dokuz harfine uygun olarak, on dokuz harfli olan Allah'ın altı tane ismi şeriflerinin yer aldığı bu duanın büyük bereketinin olduğunu söyleyen İmam-ı Ali (ra), hem Celcelutiye, hem Ercuzesinde bu isimlerin üzerinde özellikle durmaktadır.

İmam-ı Ali (ra)'nin, on dokuz sistemine dayalı bu Sekine'yi doğrudan Kuran'dan aldığını gösteren birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır.

1) Sekine'de İsm-i Azam:

Sekine’de yer alan altı isimi azamdan veya ismi azamın altı nurundan (Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs) meydana gelmektedir. Kuran'da “sekine” kelimesi de altı defa zikredilmiştir.(6) 

2) Kuran'da geçen sekine kelimesi birçok yönden 19 sayısını göstermektedir, şöyle ki:

a) Bakara suresinde geçen Sekine kelimesi, Talut’un hükümdarlığının bir alameti olarak söz konusu edilmiş ve Tabut denilen bir sandığın içinde ilahi yardımın bir simgesi olup, Allah tarafından inananlar için büyük bir moral olup sükûnet, güven ve huzur anlamında kullanılmıştır. Bakara suresinin bu ayetin başına kadarki ayetlerin sayısı: 247=13x19’dur.

b) Sekine kelimesinin diğer tekrarları, Hz. Peygamber (asm) ve Müslümanlar için söz konusudur. Bu beş tekrardan ilk üçü Fetih Suresinde söz konusudur. Son ikisi ise Tevbe Suresinde geçmektedir. Bu iki surenin tertip numaralarının (9+48) toplamı: 57=3x19’dur.

c) Bu iki sure arasına yerleştirilen surelerin sayısı: 38=2x19’dur.

d) Söz konusu beş ayet numarasının (Tevbe 9/26, 40; Fetih 48/4, 18, 26) toplamı: 114=6x19’dur. Bu sayı, Kuran'ın 114 sure sayısına uygundur.

e) Nüzul sırası itibariyle “sekine” kelimesi ilk defa Fetih Suresinde zikredilmiştir. Bisetin / Kuran ve Peygamberin (asm) ilk gönderildiği tarih itibariyle bu surenin nüzul tarih yılı: 19’dur.

f) Fetih suresinin içinde yer aldığı şifresiz (Başında şifreli harfler bulunmayan) sureler sistemine göre, ilk ayetinin tertip sırası: 1938=102x19’dur.

g) Sekine kelimesinin ilk defa zikredildiği (Fetih, 48/4,18) ayetlerdeki şekli olan “el-Sekinet” kelimesinin (okunmayan vasıl elifi hariç) ebced değeri: 570=30x19’dur.

- Vasıl elifi sayılsa bu sayı 571 olur ki Efendimizin (asm) doğum tarihidir. Bu tevafuk, Peygamber Efendimizin (asm) dünyaya teşrifleri insanlık için bir huzur, sekinet ve güven kaynağı olduğuna işaret sayılmalıdır.

3) Sekine olarak isimlendirilen altı ismin harf sayısı da 19’dur.

4) Sekine’nin temel unsurlarından biri de besmeledir. Besmelenin harf sayısı da 19’dur.

5) On dokuz harfli besmelenin geçtiği ayet numarası (Neml, 27/30) ile on dokuz cehennem zebanilerin sayısı için söz konusu edilen ayet numarası (Müddesir, 74/30) aynıdır. Bu tevafuk besmele ile zebaniler arasında bir ilişkinin varlığını göstermekte ve büyük sahabi Abdullah b. Mesud’un şu sözlerini tasdik etmektedir:

“Besmelenin harfleri cehennem zebanilerinin sayısı kadar olup 19’dur. O halde, 19 zebaniden kurtulmak isteyen kimse, 19 harfli besmeleyi okusun. Bunu okuyan kimse için Allah, bu harflerden her birisini bir zebaniye karşı bir zırh yapar. Cehennem melekleri olan zebaniler de bütün işlerini besmele çekerek yapar ve bütün güçlerini besmeleden alırlar.”(7)

İlginçtir on dokuz harfli besmele ile on dokuzdan söz eden ayetin numarası olan 30 sayısı 19 sayısı ile çarpıldığı zaman, yukarıda geçtiği üzere, “el-sekinet” kelimesinin ebced değeri olan 570 rakamını buluruz.

6) “Sekinet” kelimesinin tehecci usulü ebced değeri : (sin=120, kaf=101, ya= 12, nun=106, ta=402) 741=39x19'dur.

Yine ilginçtir, on dokuzdan bahseden Müddessir Suresinin ilk ayetinin, sondan itibaren Kuran'daki tertip sırası: 741=39x19’dur.

7) Sekine farklı maksatlar için, altı ism-i azama farklı ayetler eklenerek okunur. Ancak bu ayetlerin on dokuz sayısına uygun olması gerekmektedir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, bir zamanlar bu altı isme 171 (9x19) ayet ilave ederek okuduğunu belirtmektedir.

8) Bediüzzaman tarafından düzenlenen elimizdeki şekliyle “Sekine” duası değişik yönlerden on dokuz sayısını göstermektedir, şöyle ki:

a) On defa Allahu ekber (Allah en büyüktür) diye tekbir getirildikten sonra Besmele okunur ki harf sayısı:19’dur.

b) Besmeleden sonra Allah'ın bir ism-i azamı olarak “Ferdün, Hayyun, Kayyumun, Hakemün, Adlün, Kuddüsün” şeklindeki altı ismine yer verilmektedir, ki bunların da harf sayısı:19’dur.

c)  Söz konusu on dokuz ayetin her birinin harfleri de 19’dur.

 - Yalnız “ve anetil-vucuhü lil-hayyil-kayyum” şeklindeki Sekine'nin ikinci ayeti, içinde bulunduğu Kuran’ın yirminci suresinin tertip numarasına uygun olarak yirmi adet harften oluşmaktadır. Ancak bu ayetin başındaki “vav” harfi atıf vavıdır. Yani bir önceki ayetle bu ayeti bağlayan bir bağlaçtır. Türkçedeki “ve” ile aynı işlevi görmektedir. Bağlacı saymadığımızda ayetin asıl ifadesi olan “anetil-vucuhü lil-hayyil-kayyum” kalır ki bunun da harf sayısı: 19’dur.

- Şimdi Sekine'nin Arapça aslını vereceğiz. Böylece buna bakarak konuyu tetkik ve tahkik etmek mümkündür:

d) “Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur” mealindeki ayetin Sekin'deki tertip numarası: 19’dur.

Sekinenin son ayeti olan bu ayetin, (vav'lı olarak “velhamdülillahi Rabbilalemin) şekliyle Saffat Suresinin sonunda 82. ayeti olarak geçmektedir.

d) Bu ayetin harf sayısı 19’dur.

e) Bu ayet kendi sisteminde (başında şifreli harfler bulunmayan sureler sistemine göre) Kuran'daki tertip numarası: 1824=96x19’dur.

f) Bu ayetin başında yer alan “elhamdülillah” cümlesinin Kuran’ın başından itibaren buradaki tekrar sayısı: 19’dur.

g) Bu ayetin ebced değeri: 589 =31x19dur.

Sekine Duasının Okunuş Şekli

Bildiğimiz kadarıyla sekine duasının iki farklı okunuş şekli vardır.

Birincisi: Bildiğimiz üzere besmele ile on dokuz defa okunmasıdır. Bu şekil Cevşenlerde yer alan ve Nur talebeleri tarafından okunan ve en yaygın olan bir şekildir.

İkincisi ise, bazı kimseler, şu şekilde de okunabileceğini söylemiştir:

1. Niyet (ne için ve ne maksatla okunduğuna niyet etmek)

2. İstiğfar (7 defa)

3. Salavat-ı Şerife (7 defa)

4. Allahü Ekber (10 defa)

5. Altı Esma her ayetle beraber okunacak. (19 defa)

- Besmeleden ve altı esmadan (Ferdun, hayyun, Kayyumun, Hakemun, Adlun, Kuddusun) sonra, birinci ayet on dokuz defa okunacak. Arkasından tekrar besmele altı isim sonra ikinci ayet on dokuz defa okunacak.

Örnek: Bismillahirrahmanirrahim, Ferdün, Hayyun, Kayyumun, Hakemun, Adlun, Kuddusun- “Seyec’alullâhu ba’de ‘usrin yusrâ” on dokuz defa okunur. Sonra tekrar besmele, altı isim ve ikinci ayet okunur, böylelikle bütün ayetler okunmuş olur.

Bu okuma şeklinin şöyle olduğu da söylenmektedir:

Şayet sekine okuyan kişi belli bir amaca göre okuyacaksa, Besmele ve altı isimden sonra amacına uygun olan ayeti 19 defa okumalıdır.

Okuma şeklindeki on dokuz sayısı hakkında şunları da göz önünde tutmakta fayda vardır:

19x19=361 eder. 361 çemberin açısıdır. Ancak matematikçiler hesaplarda kolaylık olması için bunu 360 olarak kabul etmişlerdir. Sekine'de her ayet 19 harftir ve 19 defa okunur.

Kanaatimizce, 19x19 olarak okunan sekine ile okuyanın çevresinden nurdan bir kalkan oluşmaktadır.

Yapılan Bir Tenkide Cevap

On Sekizinci Lem'a da geçen aşağıdaki metin bazıları tarafından tenkit edilmektedir.

“Sonra Hazret-i Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâimü's-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum..."

Görüldüğü üzere, Hz. Ali’ye (k.v.) inen bir Sekine’den bahis vardır, yoksa -haşa- Peygamberane bir vahiyden değil! Bahse konu Sekine, Allah’ın altı İsm-i Azamı olan “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimleri ile bir dua-yı münacattır. Bediüzzaman Hazretleri bu Lem'a’nın ön sözünde: Gizli kalmış gaybî mühim bir Mucize-i Ahmediyeyi (a.s.m.) beyan eder.” diyerek, konunun öncelikle Efendimiz (asm)’in bir mucizesi ve “Ben ilmin şehriyim. Ali ise, onun kapısıdır." işaretine mazhar Hz. Ali (k.v.)’nin bir kerameti olarak takdim etmektedir.

İtiraz edilen husus; ifadede geçen “Sekine namıyla bir sayfa” ise, sayfadan murat ilahi bir ilhamvari mesajdır, yoksa Efendimize (asm) inen “vahiy” ile karıştırılmamalıdır.

Şayet itiraz Cebrail aleyhisselamı görmüş olma keyfiyeti ise, başta Hz. Aişe, Hazret-i Ömer, İbni Abbas, Üsame bin Zeyd, Ümmü Seleme, Sa’d ibni Ebî Vakkas gibi pek çok sahabe Cebrail aleyhisselamı Dıhye veya bir süvari veya başka keyfiyette gördüklerini ilan etmektedirler.(8)

Şayet itiraz sayfanın Hz. Ali’nin kucağına düşme keyfiyeti ise, İmamı Gazali bu hususu veciz bir şekilde açıklamıştır:

"Onlar vahiyle Peygambere (asm) nazil olduğu vakit, İmam-ı Ali’ye (r.a.) emretti: Yaz, o da yazdı, sonra nazmetti."(9)

Konuyu özetlemek gerekirse; Cebrail (as) Peygamberimizin (asm) huzuruna geldiği vakit altı İsm-i Azam’lı münacat duasını, murad-ı ilahi gereği, “İlim Şehrinin Anahtarı Hz. Ali’ye (k.v.)” nazmetmesi için getirmiş, Efendimiz de (asm) Hz. Ali’ye (ra) Sekineyi bir kaside şeklinde düzenlemesi için bildirmiştir. İlahi hikmet, nazmetme işlevini Hz. Ali’nin (ra) yapmasını öngördüğünden, Bediüzzaman Hazretleri “Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş” şeklinde belirtmektedir.(10)

Sekinede Geçen -bulundukları sıraya göre- Ayetlerin Mealleri

1. Allah her sıkıntıdan sonra kolaylık lütfedecektir. (Talak, 65/7)

2. Bütün yüzler gerçek hayat sahibi, her şeyi ayakta tutan Allah'a baş eğmiştir. (Taha, 20/111)

3. Şüphesiz, Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid, 57/9)

4. Şüphesiz, Allah tövbeleri çok kabul edendir, kullarına çok merhamet edendir. (Nisa, 4/16)

5. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. (Nisa, 4/23)

6. Muhakkak ki, Allah çok af edicidir, çok güçlüdür. (Nisa, 4/149)

7. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi hakkıyla görür. (Nisa, 4/58)

8. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir, her işi hikmetle yapandır. (Nisa, 4/11)

9. Muhakkak ki, Allah sizin üzerinizde gözeticidir ve her halinizi görür. (Nisa, 4/1)

10. Biz sana apaçık bir fetih yolunu açtık. (Fetih, 48/1)

11. Ve Allah sana pek şerefli / izzetli bir zaferle yardım eder. (Fetih, 48/3)

12. Şüphesiz Allah’a tabi olan topluluk gerçek galiplerin ta kendisidir. (Maide, 5/56)

13. Muhakkak ki Rabbin (Allah), pek kuvvetlidir ve çok kudretlidir. (Hud, 11/66)

14. Muhakkak ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve her türlü övgüye layık olan ancak Allah’tır. (Lokman, 31/26)

15. Allah bana yeter. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. (Tevbe, 9/129)

16. Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. (Al-i İmran, 3/173).

17. En büyük korku olan kıyametin dehşeti onlara üzüntü vermez. (Enbiya, 21/103).

18. Biz yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz. (Fatiha, 1/5).

19. Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. (Saffat, 37/182)

Sonuç:

Manevi hayatın merkezi olan kalp dünyamızı canlı ve hayattar tutmada evradda devamlılık ve disiplin şarttır. Evrad u ezkarı terk etmek iç dünyamızdaki bozulmanın alametidir. Bunu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:

“...günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.”(11)

Bir asra yaklaşan hayatı boyunca karşılaştığı dehşetli fitnelerden harika bir surette korunmuş olan Bediüzzaman Hazretlerinin, Hazret-i Ali (ra)’den ders aldığı Sekîne gibi yüksek bir evradı kendisine daimî bir vird edinmesi ve hiç terk etmemesinin işaretiyle, Sekine'nin sıkıntı ve gaflet anlarında bize bir kalkan ve nur olacağı kanaatindeyiz.

Kaynaklar:

1) İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut ts., 13/213; Tâcu’l-arûs, 1/8069-8071.
2) İbn Arabî, Istılâhâtü’s-sûfiyye, s. 13; Seyyid Şerif Cürcânî, Ta’rifât, Neş. Darul-kütübil-ilmiye, Beyrut, 1403/1983,  I/120.
3) bk. Ahmet Gümüşhanevi, Mecmuatul Ahzab, S. 582-597.
4) Lem'alar, s. 448.
5) Hizbü’l-Envâri’l-Hakâikı’n-Nûriye, s 119.
6) Bakara 2/248, Tevbe 9/26, 40; Fetih 48/4,18,26.
7) bk. Kurtubi I, 12; Beki Niyazi, Namazın Sayısal Mucizesi, s.15.
8) bk. Buhârî, Fedâilü’l-Eshâb: 30, İmân: 37; Müslim, Fedâil: 46, 47, İmân: 1-7; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1/361.
9) Şualar, s. 635.
10) bk. Cevşenü'l-Kebir ve Meali İcmali, Tercüme: Dr. Niyazi Beki, Tenvir Neşriyat.
11) Lem'alar, s. 9.

7 Çocuk sahibi olmak için okunacak dualar nelerdir?

ÇOCUK SAHİBİ OLMAK İÇİN OKUNACAK DUA:

Allah'tan her şeyin hayırlısını istemelidir. Bizim için ne­yin hayırlı olup olmadığını bizler bilemeyiz. Bir âyet-i keri­mede de bildirildiği gibi, hayır zannettiğimiz şeyler bazen bi­zim için şer, şer sandıklarımız da hayır olabilir. Onun için Al­lah'tan her şeyin, bu arada çocuğun da hayırlısını istemeliyiz. Çocuk sahibi olmak elbette her kesin istediği bir şeydir. Yara­tılış kanunları da bu yöndedir. Ama bazı durumlarda bazı in­sanlar için çocuk sahibi olmamak hayırlı olabilir.

Çocuğu ol­mayanlar, bunun sebeplerini araştırıp bu sebepleri ortadan kaldırmak ve çocuk sahibi olmak için çalışabilirler. Fakat bü­tün gayretlere rağmen yine çocuk olmuyorsa bunu dert etmek, ısrarla bu konu üzerinde durmak da doğru değildir. Belki de onlar için hayırlı olan öylesidir. Belki çocukları olsaydı başla­rına bilinmedik belâlar gelecekti ve Allah onları o belâlardan korumak için çocuk vermedi.

Evet, çocuk istemeli, bunun yol­larını da aramalı, ama işi çığırından çıkarıp takıntı haline getirmemelidir. Her şeyin hayırlısını istemelidir. Cenab-ı Hak, hakkımızda her şeyin haylırlısını versin. (Amin)

1. "İnne rabbeke hüve'I-hallâku'l-alîm." = "Muhak­kak ki Rabbin her türlü yaratma şeklini bilir." (Hicr, 15/86) âyetini gecele­ri 1267 kere tekrar eder ve bunu üç ay boyunca sürdürür.

2. Veya; "Fallâhu hüve'l-veliyyü ve hüve yuhyî" = "Muhak­kak ki Allah dosttur ve yaratandır." (Şura, 42/9) âyetini, beraber olmadan önce 289 kere tekrar eder.

3.  Veya; "HüvaIIahü'l-hâliku'l-bâriü" = "O yaratandır ve yok­tan var edendir." (Haşr, 59/24) âyetini 1054 kere tekrar eder.)

4. Veya; tıbbî bir arızası olmamak şartıyla, çocuğu olmayan bir kadın, eğer aybaşı halinden üç gün sonra, öğle saatlerine ya­kın bir zamanda temiz bir kâğıt üzerine 110 defa "Bismillâhirrahmânirrahîm" yazıp o kâğıdı üzerinde taşıyarak eşiyle beraber olursa, Allah'ın izniyle hâmile kalır. (Hâmile kalın­caya kadar kâğıdı üzerinde taşımalıdır.)

ERKEK ÇOCUK SAHİBİ OLMAK İÇİN OKUNACAK DUA

"Oğlan olsun, kız olsun, eli-yüzü düz olsun." sözü çok önemli bir gerçeği ifade etmektedir. Gerçekten de oğlanın mı, yoksa kızın mı hakkımızda hayırlı olacağını bilemeyiz. Al­lah'tan çocuğun da hayırlısını istemeliyiz. Erkek de kız da is­teyebiliriz. Ama bu konuda da ısrarcı olmamalıyız. Bu konu­da şöyle demelidir:

"Allah'!ım, Senden erkek (veya kız) çocuğu istiyoruz. Ama sen daha iyi bilirsin. Hakkımızda hangisi ha­yırlı ise onu ver."

Evet böyle demeli ve doğan çocuk ister erkek ister kız olsun asla itiraz etmemeli veya memnuniyetsizlik gös­termemelidir. Zaten bunun faydası da yoktur. Zira bu, kimse­nin elinde olan bir şey değildir. Tamamen Allah'ın takdiridir. O'nun takdirine itiraz ise kimsenin haddi değildir. Bu durum kullukla, Müslümanlıkla asla bağdaşmaz. Allah'ın takdirine gönül rızası ile boyun eğmek, bize verdiğini baş-göz üstüne ka­bul etmek gerekir. Baştaki cümleyi bir kere daha tekrarlaya­lım: "Oğlan olsun kız olsun, eli-yüzü düz olsun." Amin.

Erkek çocuk isteyen, birleşme öncesinde besmele ile üç defa ihlâs sûresini, sonra da şu duayı okur:

"Allahümmec alnî min ledünke zürriyyeten tayyi-beten mutîaten." = "Allah'ım, bana yüce katından temiz ve saygılı bir nesil ihsan eyle."

(Bilal Eren, Açıklamalı Büyük Dua Hazinesi, sh. 165-166)

İlave bilgi için tıklayınız: 

Hayırlı bir evlat sahibi olmak için hangi duayı okumamız gerekir?

Hastalık ve sıkıntılar için okunacak dua ve sabır hakkında...

8 "Estağfirullah el azim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etûbu ileyh tevbete abdin,.." duasının anlamı nedir?

Bu duanın anlamı:

"Kendisinden başka ilah olmayan, hakikî hayatla diri olan Hay, her şeyi ayakta tutan Kayyum olan büyük Allah’dan beni bağışlamasını istiyor ve -bütün benliğimle- ona tövbe edip, yöneliyorum; nefsine / kendine zulmetmiş, üstelik nefsi için ne ölümü, ne hayatı ve ne de öldükten sonra dirilmeyi elinde tutamayan bir kulun tövbesiyle / yönelişiyle (tövbe ediyorum)."

9 "Allahümme ecirna minennar," ne demektir?

"Allahümme ecirna minennar."

Meali: 

"Allah'ım, bizi cehennem ateşinden koru." 

Bu dua ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

"Sabah namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa

'Allahümme ecirnî minennar = Allah'ım, beni cehennem ateşinden koru.'

de. Eğer o gün ölürsen, Allah senin için cehennem ateşinden koruyucu bir berat yazar. Akşam namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa

'Allah'ım, beni cehennem ateşinden koru.'

de. Eğer o gece ölürsen Allah senin için Cehennem ateşinden koruyucu bir berat yazar." (Müsned, IV/234)

10 Celcelutiye duası vahiy midir; kaynakları nedir?

Cevap 1:

Hz. Peygamber (asm)'e gelen vahiy, biri sarih/açık vahiy, diğeri zımnî/gizli vahiy olmak üzere iki çeşittir.

Sarih Vahiy: Bu çeşit vahiy, doğrudan doğruya Allah'tan geldiği için, Hz. Peygamber (asm)'in onda hiç bir müdahalesi yoktur. O, bu hususta sadece bir tebliğci veya bir tercümandır. Bu sarîh vahiy iki şekilde ortaya çıkmıştır:

a. Kur'an-ı Kerim: Hz. Peygamber (asm)'in buradaki görevi, sırf tebliğden ibarettir.

b. Kudsî hadisler: Mânası Allah tarafından ilkâ edilen bu çeşit vahiyler konusunda da Hz. Peygamber (asm)'in görevi sadece tercümanlıktır.

Zımnî Vahiy: Zımnî vahiylerde söz konusu olan her hangi bir husus, özet halinde gelir ve genel hatlarıyla vahiy ve ilhama dayanır. Konunun tasviri, şekillendirilmesi, detaylarla ilgili açıklanması ise, Hz. Peygamber (asm)'e bırakılır. Hz. Peygamber (asm), vahy-i zımnî ile gelen hususları bazen ilhamla, bazen vahiyle, bazen de kendi feraset ve içtihadıyla açıklar. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.86)

Celcelutiye kasidesinin kendisi değil, onun aslını teşkil eden muhtevası itibariyle bir kudsi hadis gibi veya zımnî bir vahiy olarak telakki edilebilir. Bu tür vahiylerin Kur’an’da yeri yoktur.

Cevap 2:

Aslî muhtevası itibariyle zımnî bir vahiy olarak telakki edilen Celceltuye'yi, Hz. Ali (ra) şerh edip açıklayarak manzum bir kaside halinde düzenlemiştir. Kasidenin kendisi Arapça’dır ve Arapça kaside sitilinde tanzim edilmiş, ancak Allah’ın bazı isimleri ve diğer bir takım sözcükler Süryanîce'dir. Bunun bir çok hikmeti olabilir:

Evvela, âlimlerin birldirdiğine göre, Celcelutiye, engin bir kapsama sahip sırları ihtiva eden ve ism-i azam sırrını taşıyan bir kasidedir. Daha önce İbranîce ve Süryanîce konuşan bir çok peygamber bu kasidenin aslî muhtevasıyla münacatta bulunmuş ve o sayede değişik sıkıntılardan kurtulmuşlardır.(bk. Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, Şazelî bölümü, s. 508-525). Hz. Ali (ra) de bu muhtevayı tanzim ederken eski peygamberlerin hatırasını yad etmek maksadıyla Süryanîce sözcükler kullanmış olabilir.

İkincisi; Bu sırlı ve ism-i azam sırrını taşıyan bu kasideyle ehil olanların dikkatini çekmiş ve bazı sırları onlarla paylaşmış olabilir.

İmam Gazalî, hocası İmam Nureddin el-Isfahanî, İmam Ahmed el-Bunî ve Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî’ye göre, Celcelutiye kasidesinin aslı vahiydir. Zahir ve batın ilimlerinin ünlü üstadları olan bu alimlerin kanaatlerine iştirak etmek ve onların bilgi ve beyanlarına itimat etmekte -ilmen ve dinen- bir sakınca görmemekteyiz. Ancak bu kasidenin aslının vahiy olduğuna inanmamak da, inanmak da kişiyi dinen bir sorumluluk altına sokmaz.

Cevap 3:

Celcelûtiye, Hz. Resul-i Ekrem'in (asm) derslerine istinaden, Hazret-i Ali (ra) tarafindan te'lif edilen Süryanice bir kasidedir. Esas manasi bedi' demektir. Mecmuatü'l-Ahzab'ın birinci cildinde yer almaktadır. Bediüzzaman, Gazali gibi çok imamların Celcelûtiye'yi şerh ettiklerini söylemiştir. Konu ile ilgili bir çok kitap mevcuttur.

İmam Gazali’nin celecelutiye şerhi, Ziyaaddin Gümüşhanevî Hazretlerinin derlediği Mecmuatu’l-Ahzap adlı eserinin “Şazelî” adlı cildin 508. sayfasından itibaren başlar. Ancak bu şerhler, kelimelerin açıklamasından ziyade kasidede yer alan beyitlerin hassalarını açıklayan bir mahiyettedir. Süryani kelimelerden az bir kısmının anlamı verilmiştir.

Celcelutiye'nin kendisi ise, aynı cildin, 499-531 sayfaları arasında yer almaktadır. Kasidedeki bütün beyitlerin altında onların ebced değerleri de yazılmaktadır.

Hazret-i Ali (ra) tarafından Celcelutiye adıyla ve cifir ilmine göre bir çok tarih de düşürülerek Süryani diliyle nazmedilmiş ve kaside haline getirilmiştir. Yüksek ve tesirli bir duadır. Bir isimler hazinesidir. Allah`ın rahmetini celb etmesi hasebiyle bir rahmet hazinesi veya bir cennet hazinesi demek de mümkündür. Allah`ın en büyük ismi olan ism-i a'zam bu duanın içerisinde gizlenmiş olduğundan, bu duayı okuyarak Allah`a sığınan kimsenin, dünya ve ahiret işlerinde çok kolaylıklar ve bereketler göreceği müjdelenmiştir.

İmam-ı Gazali Hazretleri nakleder ki:

Cebrail Aleyhisselam Peygamber Efendimiz`e (asm) dedi ki:

"Ya Muhammed! Rabb'in sana selam ediyor ve selamın en mükerremini sana tahsis buyuruyor. Sana bu hediyeyi ihsan buyurdu."

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm): "Ey kardeşim Cebrail! Bu hediye nedir?" dedi.

Cebrail Aleyhisselam: "Bu hediye, içinde İsm-i Azam ile en kapsamlı kasem bulunan büyük duadır." diye cevap verdi.

Peygamber Efendimiz (asm): "Ey kardeşim Cebrail! Bu duanın adı nedir? Keyfiyeti nasıldır?" diye sordu.

Cebrail Aleyhisselam dedi ki: "Ya Muhammed! Bu duanın adı Bedi`dir (Celcelutiye). İçinde en yüksek kasem ve İsm-i Azam vardır. O İsm-i Azam ki:

1. Arş-ı Ala`nın kenarına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, Allah`ın arşını taşıyan melekler bu arşı kaldıramazlardı!

2. Güneşin kalbine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, güneşin ışığı ve nuru olmazdı!


3. Ay`ın kalbine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, ay ışık veremezdi.

4. Cebrail Aleyhisselam`ın kanadına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, Hazret-i Cebrail yer yüzüne inemez, semaya çıkamazdı!

5. Mikail Aleyhisselam`ın başına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı yağmurlar ve damlalar ona itaat etmezlerdi.

6. İsrafil Aleyhisselam`ın alnına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı sur üfleyemezdi.

7. Azrail Aleyhisselam`ın elinin üzerine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, mahlukatın canlarını alamazdı.

8. Yedi kat göklere yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı gökler yükselemezdi.


9. Yedi kat yerlere yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, yedi kat yerler, şimdi olduğu gibi sabit olmazdı! Bu ismi Adem Aleyhisselam okumuştur! (İmam-ı Gazali, Celcelutiye, s.561)"

Cevap 4:

Celcelutiye Duası

"Bede'tü bibismillahi ruhi bihi nehtedet
Ila keşfi esrarin bibatinihi intavet"

"Ve salleytü fişşani ala hayrı halkihi
Muahmmedin men zahaddalalete velğalet"

"Ilahi lekad aksemtü biismike daiyen
Biacin ehvecin celcelutin helhelet"

"Efizli min’el envari ya rabbi feyzuhü
Bissirri ve ahya meyyiti kalbi bisalsalat"

"Linuhyi hayătel kalbi min densin feyzuhü
Bikayyumin kămessirru fîhi feeşrekat"

"Ve subbe ală kalbi şeăbiybe rahmetin
Bihikmeti mevlănel aziymi binăalet"

"Fesübhăneke Allahümme yă hayre hălikin
Veya hayre hallăkin ve ekreme ben beat"

"Tübelliğuni kasdi ve küllü măribi
Binuri senail ismi verruhi kad alet"

"Ifdi li minel envâri feyzate menzilin
Aleyye ve ahyâ meyyiti kalbi bağlemehet"

"Elâ ve elbisni heybeten ve celâleten
Ve feffe yedel a’dâi anni bitaytağat"

"Ela vahcubnî min adüvvin ve hâsidin
Bi hakkı şemâhın eşbehin selemet semet"

"Elâ vakdi yâ rabbâhü binnuri hâcetî
Ve yessir ümurî ba’de usrin kad inkadat"

"Ve hallısni min külli hevlin ve şiddetin
Bineassin hakîmin katiussirri esbelet"

"Ve selleme bibahrin va’tini hayre berrihâ
Vesbel aleyyessetre ve esfi minel ğalet."

"Ve asmim ve ebkim sümme a’mâ adüvvünâ
Vâharesi yâ zelcelâli bihavsemet"

"Ve fî havsem mea devsem ve berasem
Tehasnet bil’ismi aziymi minel ğalet"

"Ve ellif kulûbel âlemiyne biesrihâ
Aleyye ve elbisnîl kabûle bişelhemet"

"Ve âhrisni ya zelcelâli bikâfi kemen
Ve besrin ümûri bihurmeti taytağat"

"Ve ahzilhüm yâ zelcelâli bifazli men
Ileyhi sehat daben elfelâti ve şettet"

"Ve bârik lenâ Allahümme fî külli kesbenâ
Ve halle ukûdel usri ya yûhirtecet"

"Feyâhü ve yâyûhü ve yâ hayre bâriin
Ve yâ men lenel erzâke min cûdihi nümet."

"Nerüddü bikel a’dâe ve seyyidî
Ve bil’ismi nermiyhim minel büdi bişşetet"

"Feente ricaî ya ilâhi ve seyyidî
Fekul limîmil ceysi in rame bî ğalet"

"Feyâ hayre mes’ûlün ve ekrim men atâ
Veya hayre me’mûlin ilû ümmetin halet"

Celcelutiye Kasidesi Tercümesi

Bismillahirrahmanirrahim

1. "Bismillah ile başladım; ruhum, onun sayesinde o besmele içinde saklı olan çok sırları keşfetti."

2. "İkincisinde O'nun yarattıklarının en hayırlısı olan Hz. Muhammed'e salavat getirdim. O Muhammed ki (dünyadan) bütün dalalet ve yanlışlıkları gidermiştir."

3. "Ey İlâhım, Senin ismine dayanarak dua ettim. Hep açık olan ve gittikçe parlayan Ehad ve Bedi' isimlerinle sana yalvarıyorum."

4. "Kadîr ve şanı yüce olan isminle senden istedim. Ey güçlü (kadîr) Allah’ım, sen işlerimi kolaylaştır."

5. "Ey Hayy ve Kayyûm olan Allah’ım, daima, umut ederek sana yalvarıyorum. Ehad ve Bedi' isimlerini şefaatçi yaparak yüksek sesle bağırıp sana yalvarıyorum."

6. "Denizin ortasına vurulan kılıç gibi olan isimlerinle ey yaratanların en hayırlısı olan Allah’ım; hadiseleri yönlendiren, savaş ve barışı sağlayan isimlerinle sana yalvarıyorum ki, bu fitne ateşi söndürülsün!"

7. "Ey İlâhım, her derde, her işe ânında müdahale eden ve süratli bir şekilde icabet eden Allah, Ehad ve Bedi' isimlerinle sana yalvarıyorum."

8. "Ki kalbin hayatını canlandırasın, yani ondaki kirleri gideresin. Kayyûmiyetinle onu ayakta tutasın, o kayyûmiyet sırrı onda hep var kalsın, ve daima parlasın."

9. "Bu Hayy ve Kayyûm nûrunun çok şimşeklerinden bir ziya üzerime parladı, yüzüme (kalbime) bir parıltı geldi ve şimşek çaktı."

10. "Ve kalbimin üzerine rahmet sağanakları döküldü. Kerîm olan, Mevlâ’mız Allah’ın hikmetiyle... Ve bu şekilde, bu rahmet, hikmet, kerem hakikatleri konuştular."

11. "Bundan sonra her yönden nurlar beni kuşattı. Ve büyük olan sahibimiz Allah’ın haşmeti, bizi yüceltti."

12. "Allah’ım seni tenzih ederim, sen yaratanların en hayırlısısın. Ve çok mükemmel bir şekilde çok çok yaratansın ve biat (antlaşma) yapanların en iyisisin!"

13. "Allah’ım, beni maksadıma ulaştır, bütün ihtiyaçlarımı gider. Hece harfleri seklinde toplanan Hurûf-u Mukattaa hakkı için..."

14. "Muskama emanet olarak bırakılan harflerin sırrı hürmetine; isimlerinin nûrunun parlaklığı hürmetine; yüce olan ruhların hürmetine;"

15. "Bana nurlardan parlak bir feyiz akıt; üzerime gelsin, Nûr isminle kalbimin ölülüğünü dirilt!"

16. "Ey Allah’ım, bana bir heybet ve celâl giydir. Düşmanların ellerini ilim sayesinde benden uzaklaştır."

17. "Allah’ım, benimle her nevi düşman ve kıskançlık arasına perde koy, yüce olan ve barışı sağlayan Kadîr ve Azîz isimlerinin hürmetine!"

18. "Tecelli etmekte olan Celâl ve büyüklüğünün nûruyla; merhamet ve şefkatinle; çok çok bereketli olan Kuddüs isminle, sen bu karanlıkları aydınlığa çevir."

19. "Ey bu milletin Rabbi olan Allah’ım, sen Nûr ile ihtiyacımı yerine getir. Öyle bir Nûr ki, tecellisi seri olur. Ve hemen iş biter."

20. "Her bir peygamberini bir ism-i a'zama mazhar edip onları mucizelerle muvaffak ettiğin gibi, sen Kâfi isminle işlerimi kolaylaştır." (Mucize değil de sen bana yetersin!)

21. "Ey yüce büyüklük Sahibi, sen sadece bana (ilmî) bir keramet ver; ilim esrarı bana açılsın çünkü sen bütün akılların ve zekâların sahibisin. Onlar ancak seninle açılıyorlar." (Burada " Halîm " kelimesi şefkatli manasından ziyade aklı, zekâyı hikmet dairesinde kullanan ve taşkınlıklara yol vermeyen zat demektir. Ki Araplar böyle kişilere akıllı / hikmetli manasında "Halîm" derler. Bu hakikat Sabûr isminin bir nevî tecellisidir.)

22. "Beni her türlü korku ve şiddetten kurtar; esprisi, kesin olan, hikmetli bilimsel ve kuşatıcı bir söz ile..."

23. "Ey Celâl Sahibi Allah’ım, beni "kün" kef' i ile koru, ey heybetten ve başarısızlıktan dolayı kırılan kırık kalpleri tamir eden ve onları canlandıran Allah’ım!"

24. "Bana (ilimden) bir deniz ver, ve o denizin karasının en hayırlı kısmini bana nasip et; çünkü sen benim sığınağımsın, ve bütün sıkıntılar, ancak seninle gider..."

25. "Ve üzerime rızkı rahmet seli gibi yağdır. Çünkü insanlar azsa da sen onların umudusun."

26. "Sen düşmanlarımızı sağır, dilsiz ve kör et; (bizim ne yaptığımızı bilmesinler...) Ey güçlü Allah’ım, sen Celâl ve büyüklüğünle onları kekeme eyle!" (Millete yanlışı anlatmasınlar!)

27. "Alîm ve Ganî isimlerinle beraber Kudretinin dairesinde, Ism-i A'zam'ınla yanlış yapmaktan korundum."

28. "Bütün insanların kalplerini üzerime cevir. Ve Selâm isminin hürmetine bana onlardan bir kabul duygusu nasip et!"

29. "Ya İlâhî işlerimi kolaylaştır, ve bize izzet ve yücelik ver. Alî ve A'lâ isimlerinin hürmetine!..."

30. "Ve üstümüze örtünü sarkıtıver; kalplerimize şifa ver; Sen, korkulardan dolayı hastalanan kalplere şifanın ta kendisisin!"

31. "Ey Allah’ım, bütün çalışmalarımızı bize bereketli kil, ve her şeyi kolaylaştıran "Hû" isminle bütün zorluk düğümlerini çöz!"

32. "Ey İlâhî, Allah, Hû, Hàyra'l-Hàlikîn isimlerinle; ve bütün rızıkların, güzelliklerin onun cömertlik hazinesinden gelişip gelen Cevad isminle sana yalvarıyorum."

33. "Senin gücünle, her yönden gelen bütün düşmanları reddediyoruz, geri gönderiyoruz! Ve sen Ism-i A'zam'ınla, uzaktan onlara vurup, onları dağıtıyorsun!"

34. "Ya Rabbi, ya Ze'l-Celâl Allah’ım, çöl kelerinin gelip kendisine şikayette bulunduğu, Hz. Muhammed hürmetine sen o düşmanlarımızı rahmetinden mahrum et!" (Onları başarısız kıl!

35. "Ya İlâhî, umudum sensin, efendim sensin; eğer bana tam isabet edecek bir ok atmak istemişlerse, sen onların okunu yamult!" (onlara dönsün!)

36. "Ya Rabbi, kesin olan iraden ile bütün zarar verenlerin tuzaklarını ve içlerinde sakladıkları kinlerini benden çevir."

37. "Ey kendilerinden dilekte bulunulanların en hayırlısı, ve ihsan edenlerin en hayırlısı; ey umut edilenlerin en hayırlısı, Sen gelmiş geçmiş bu ümmete rahmet eyle!" (Onları başarılı kıl!)

38. "İsmi Nûr ve güzellik olan yıldızımı parlat; günler ve çağlar boyunca, ey sürekli parlayan Nûr olan Allah’ım!"

39. "Senin Allah, Ehad, ..., Celâl, Celîl, Bedi', ..., isimlerin hep parlamaktadırlar."

40. "Bütün dualara kesin cevap veren isimlerini sayarak.........." "O isimlerinin ortaya çıkıp parlamasıyla çevrenin bereketiyle....."

41. "Nûr lambasi, tutuşturuluyor, gizlice açıklanıyor. Lambaların lambası tutuşturuluyor, gizlice aydınlanıyor."

42. "Celâl ve Hàlik isimlerinin nûruyla; ve kibriyanla; çok bereketli olan Kuddüs ismiyle; bu fitne ateşi söndürüldü."

43. "Allah, Hû, Samed, Cebbar, Kahhar isimleriyle ve savaş deniziyle yükselen düşmanlık ateşi söndürülecektir."

44. "Allah, Hak, ..., Cemîl, Vedûd ve Mucîb, ... isimlerinin hürmetine..."

45. "Mürîd, Cemîl, Zâhir isminle taksim edilen; yüce ve yüceltilen ayetlerin (ve tefsirlerinin) şanı hürmetine..."

46. "..." ; 47. "..."; 48. "..."(1)

49. "Selâm isminle duamı kabul et ve benimle beraber ol; düşmanlara karşı bana sen kâfi gel; çünkü onlar çok azdılar."

50. "Ey yüceler yücesi, sen gerçekten yücesin; sen gerçek Hakksın, diğer işler sadece araya giren bir rüzgar esintisi gibidir."

51. "Senin dergahına gelen ve iltica eden bütün havl (kasdî güç) ve şiddetli saldırı, ancak seninledir ve senin bu kuvvetinle ancak zulmet dağılır."

52. "Tâhâ, Yâsîn ve Tâsîn ile bizim için ol, mutluluğumuz için Tâ Sîn Mîm ile bize dön!"

53. "Kâf Hâ Yâ Ayn ve Sadlarıyla; bizi kuşatan her kötü gözden korunuruz!"

54. "Hâ Mîm, Ayn sonra Sîn ve Kaflarıyla; Selâm isminle her nevi kötülükten korunuruz!"

55. "Kaf ve Nûn ve onlardan sonraki Hâ Mîm ile yine korunuruz, Ve Duhan suresinde sağlam bir sır vardır."

56. "Elif Lam ile ve Nîsâ sûresiyle ve Mâide ukùduyla; En'âm ve Nûr surelerinde bir nur parlamıştır."

57. "Elif Lâm sonra peşlerindeki "Ra" sırrıyla; Nûr isminle bütün (süflî) ruhanilerin üstüne çıktım."

58. "Elif Lam sonra Mîm ve Ra'sı ile ruhların mecmaına yükseldim. Fakat gerçek Ruh çok yücedir."

59. "Kitabın (Kur'an'ın) bütün Hâ Mîm' lerinin sırrıyla üzerime Nûr isminin fazlı aksın, ey bölümlere ayrılmış Nûr!"

60. "Amme, Abese, Nâziat ve Târik sûrelerinle Ve's-Semâ-i Zâti'l-Burûc ve Zilzal sûrelerinde..."

61. "Tebâreke, sonra Nûn sonra Seele Sâil sûreleri hürmetine. Hümeze, Ve'ş-Şemsi Küvvirat surelerinde..."

62. "Ve'z-Zâriyât-i Zerven, Ve'n-Necmi İzâ Hevâ, Ve İkterabet sûreleriyle bana işler yakınlaştırıldı."

63. "Bütün Kur'an sûrelerinin içinde hizip ve ayet olarak, okuyanın okuduğu ve manen nâzil olduğu kadar sırlar vardır."

64. "İste ey Allah’ım, senin fazlınla bu şekilde yazdırdığın üstün kitaplar hürmetine sana yalvarıyorum."

65. (Mealen) "Rahman ve Rahim isminin tecellisiyle yeni ve harika olarak esmâ-i hüsnâna dayanılarak yazılmışlar ve Hakîm ismiyle taksim edilmişler."

66. "... Senin esmâ-i hüsnân sırrıyla fetih ve nasrı (ilâhî yardımı) süratli netice verirler."

67. "Kibriya ve hâkimiyetinin nuruyla ey efendim; ve Âyetü'l-Kübra ile beni ani felaketlerden emin kil!"

68. "Ey İlâhım, zuhûr ve kemalâtının hakki için ve bu şekilde odaklanan esmâ-i hüsnân ile beni dağınıklıktan kurtar..."

70. "Bunlar Nûr harfleridir. Yüce ve yüksektirler. Asâ-yı Mûsa ismiyle de karanlık dağıldı."

71. "Ya Rabbi onun sırrıyla sana yalvarıyorum. Gayet zillet içindeki birinin yalvarışıyla… Ki; onunla insanlar hidayet buluyor…"

72. "Bu manadaki bütün kelimelerin şan ve şerefi, üstünlüğü vardır. Günler ve çağlar devam ettikçe; Ya Rabbi sen şefkat et!"

73. "Ya Rabbi, gerçekten ben Seni çağırdım; bütün ayetlerle ve ayetlerin içindekileriyle Sana yalvardım!"

74. "İşte bütün bunlar nur kelimeleridir, onların özelliklerini topla. Ve manalarını tahkik et; bütün hayır onlarla tamamlanır…"

75. "İşte Ya Rabbi, bana muahhar bir yardımcıyı daima hazır et: Allah’ın ifriti; onunla bütün sıkıntılarımı gider…"

76. "O ifrit içinde bana itaat eden bir hizmetkarı musahhar kıl; Fatiha ve peşinde gelen Kur'an hurufâtı hürmetine…"

77. "İşte Ya Rabbi, Senin o Ism-i A'zam'ınla Sana yalvarıyorum ki; onunla dua edildiği zaman bütün işler kolaylaşır."

78. "Ya İlâhî, sen zayıflığıma acı, zellelerimi bağışla; o dua sayesinde ki, bütün peygamberler onlarla dua etmiş ve yalvarmıştır…"

79. "Ey Hàlikım, Ey Efendim, ihtiyacımı kaza et. Ya Rabbi bütün işlerim sana teslimdir…"

80. "Ya Rabbi, Hz. Muhammed'in sana olan yakınlığıyla (velayetiyle) sana yalvarıyorum; ve Onda birleşen Esmâ-i Hüsnâ'n ile Sana yalvarıyorum."

81. "Sen cömertliğinle, af ve safhınla tövbelerimizi kabul etmekle miskin olan kuluna muamele et; beni kötü bakışlardan koru!"

82. "Beni hayra, doğruluğa ve takvaya muvaffak eyle; ve yüksek cemaat ile Firdevs Cennetine yerleştir."

83. "Hayatımda ve öldükten sonra ve kabrin karanlıklarını üstümden atıp, nuru görünce bana şefkatle muamele et."

84. "Ve haşirde ya İlâhî amel defterimi beyaz kıl; eğer tartılarım hafif gelirse Sen onları ağırlaştır."

85. "Beni hızla Sırat sınırından geçir. Beni ateşin (cehennemin) ve içindekilerin sıcaklığından koru!"

86. "Ve işlediğim bütün günahlarda bana müsamaha göster. Çok çok kabarık olsa da benim bütün günahlarımı affet…"

87. "İste ey şanı yüce Ism-i A'zam'ı taşıyan! Sen tehlikeli bütün durumlardan kurtulacaksın, sonunda selamete ereceksin."

88. "Dövüş, çekinme; savaş, korkma; vahşilerle mamur olmuş bütün her yere bas!"

89. "Karşıla, kaçma; dilediğin her düşmanla mücadele et; her yeri kuşatmış olsalar da kralların şiddetinden korkma!"

90. "Korkacağın bir yılan olmayacak; göreceğin bir akrep olmayacak; ve sallanarak sana gelen bir arslan olmayacak!"91. "Kılıçtan korkma, hançerin darbesinden korkma, mızraklardan korkma ve okların şerrinden de korkma!"

92. "İşte bunu okuyanın mükâfâtı Zât-i Ahmediye'nin şefaatidir. Ve cennetlerde saf olmuş hurilerle beraber haşrolacaktır."

93. "Ve bil ki, Hz. Muhammed Mustafa peygamberlerin en hayırlısıdır. Ve Allah’ın dağınık (çeşit çeşit) yaratıklarının en üstünüdür."

94. "Her ihtiyacın anında O'nun (asm) makamını kendine şefaatçi yap; Ondan iste ki zulümden ve azgınlardan kurtulasın…"

95. "Ya Rabbi, her gün ve her saat, her nesne hareket ettikçe, Sen, seçkin olan Hz. Muhammed Mustafa'ya salât ve rahmet indir."

96. "Sen o Seçkine ve bütün ailesine salât indir; yer bitkileri ve rüzgarın esintileri kadar."

97. "Yeri ve göğü dolduran bir salât ile Ona salavât indir. Parlayan gök gürlemeleriyle beraber, yağan bulutların yağmuru kadar…"

98. "Ey Muhammed (asm), bizzat Allah ve meleklerinin sana salât ve selam etmesi sana yeter."

99. "Sen de daima, yalvararak O'na selam ve barış elini uzat. Güneş doğup günler ve çağlar geçtikse…"

100. "Haşim ailesinden temiz olanlara da selam et. Hacıların hac edip verdikleri selam sayısınca…"

101. "Ya İlâhî Ömer ile beraber Ebu Bekir'den razı ol; sâbit-kadem olan Haydar ile beraber Osman'dan da razı ol:"

102. "Ve böylece bütün Âl ve Ashaptan da razı ol, evliya, salihler ve içlerinde barınanlardan da razı ol…"

103. "Bu Hz. Muhammed'in amcasının oğlu olan Ali'nin makalesidir. Yaratıklarla ilgili bütün bilgi sırları ve gizli bilgiler onda toplanmıştır."

Dipnot:

1) Bu isimlerin meali tam bilinmemektedir. Bu üç beytin geniş izahı için bk. Nursi, Bediüzzaman, Şualar, Sekizinci Şua. Süryanî papaz Aziz Günel Bey bu üç beyte söyle meal vermiştir:

"Rahatlık buldu, kanallara girince;
Yükseldi zirveye yürüyerek çıkınca;
Kanallardan geçerken yardıydı vadileri;
Mayalanmış, büyümüş ve yükselmiş bir gelişme ile;
Şişmiş, süratli yükselmiş dağlar
Onun varlığıyla kâinat mamur olmuş."

11 Rızkın artması, bereketlenmesi için yapılabilecek şeyler nelerdir, rızıkla ilgili okunabilecek dualar var mıdır?

Kainatın her tarafında Allah’ın koyduğu kanunlar, cari olduğu gibi, rızkın taksiminde de yine Allah’ın kanunları geçerlidir. Mesela, rızkı hırs ile isteyenlerin rızkında darlık, sebeplere müracaat ettikten sonra tevekkül ile isteyip beklemek ise, rızıkta bolluk meydana getirir. Bu ilahi kanun ile görüyoruz ki, bir insan çok mal istiyorsa sebeplere müracaat edecek ve tevekkül ile isteyecektir. Bu kanuna müracaat edenlerin rızıklarında genişlik meydana gelecektir.

Bir Müslüman, çalışmadan kazanılamayacağını bilerek, dünya işleri için gerekli bütün tedbirleri aldığı gibi, ibadet etmeden ve Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmadan da cennete gidilemeyeceğini bilerek kulluk vazifesini yerine getirir ve sonunda Allah’a tevekkül eder.

Tevekkül, sebeplere teşebbüs ettikten ve gerekli bütün tedbirleri aldıktan sonra, Cenab-ı Hakk’ın verdiği neticeye razı olmaktır. Böyle bir insan huzurlu yaşar, maişet noktasında endişeye kapılarak ruhuna elem çektirmez, Peygamberimizin (asm) şu hadis-i şerifi ona büyük bir ümit kaynağı olur:

“Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül ederseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.”

Tevekkül hiçbir zaman çalışmayı, sebeplere teşebbüs etmeyi men etmez. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:

“Doğrusu, insan için kendi çalışmasından (gayretinin neticesinden) başka bir şey yoktur.”(Necm, 53/39)

Bir adam Peygamberimize (a.s.m.) gelerek, “Ben devemi salı vererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” demiştir. Efendimiz ise, “Deveni bağla sonra tevekkül et.” (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurmuş, böylece tevekkülün ölçüsünü en güzel şekilde ortaya koymuştur.

Rızkın genişlemesi ve bereketlenmesi için bazı tavsiyeler:

1. İnsana verilen maddi ve manevi, bedensel ve ruhsal, içimizde ve dışımızda olan her nimetin kıymetini bilmek. Onun bize Allah’ın bir ikramı, ihsanı ve lütfu olduğunu asla unutmamak. Çünkü nimeti vereni bilmek manevi bir şükürdür.

2. İsraf etmemek. Zaruri olmayan alışverişleri azaltmak ve sadece helal dairesinde harcama yapmak.

3. İman ve İslam esaslarını anlatan eserleri okumak ve aile içinde çoluk çocukla beraber imani, ahlaki ve diğer faydalı konularda sohbetler etmek.

4. Namazı tadili erkan ile kılmak. Hadis- Şerift:

“Bir adamı namazın rüku ve secdesini hafifletir (tadili erkanı terk eder) görürseniz, onun çoluk çocuğuna acıyınız.”(Ruhul Beyan)

Yani tadili erkanı terk eden maişet darlığına düşer, tadili erkana riayet eden ise maişet genişliğine kavuşur.

5. Namazlardan sonra okunması sünnet olan tesbihatı (33 sübhanellah, 33 elhamdülillah, 33 Allahü Ekber) okumayı asla terke etmemek. Çünkü kelime-i tenzih (sübhanellah) günahları söküp atar, kelime-i tahmid (elhamdülillah) her türlü nimete şükürdür, kelime-i tekbir (Allahu Ekber) ise kulun ibadetini ve tövbesini Allah Tealaya layık hale getirir.

6. Zekatını tam, hatta fazla fazla vermek. Malın şükrü mal iledir. Yani zekat, malın şükrüdür. Toprak mahsullerinin zekatı onda birdir ve “öşür” diye isimlendirilmiştir, ticari malların ve paranın zekatı ise kırkta birdir. Şükür ise malın artmasına sebeptir. Ayet-i kerimede,

“…Eğer nimetime şükrederseniz onu elbette ve elbette çoğaltırım…” (İbrahim, 14/7)

buyurmuştur. Yani zekat, malı hem telef olmaktan muhafaza eder, hem de ilahi hazineden artmasını temin eder,

7. Sabah vakti uyanık olmak. Hadis-i Şerif  “Sabah uykusu rızka manidir.” (Beyhaki, Şuabu’l-İman, 6/401) Yani bir Müslüman sabah namazını ve manevi ilticalarını ihmal etmemelidir.

8. Vakıa suresini okumaya devam etmek. Hadisi Şerif

“Kim ki vakıa süresini her gece okursa ona ebediyyen sefalet isabet etmez, kim ki bu sureyi her sabah okursa ona ebediyyen fakirlik yaklaşmaz.” (Havassul Kur'an, İmamı Ya’fi)

9. Kuşluk namazına devam etmek.

10. Kazancın da helal olması gerekir. Az da olsa haram karışmasına engel olmak.

11. Akrabaları ziyaret etmek, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarına yardımcı olmak.

12. Misafir kabul etmek, özellikle fakir ve muhtaçlara destek olmak ve onları evine alarak bir yudum su da olsa ikramda bulunmak.

Hırs Etmemek, Tevekkül ve Kanaat Etmek

Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. Evet her milletten ziyade hırs ile dünyaya saldıran Yahudi Milletinin zillet ve sefaleti, bu hükme bir şahid-i katı'dır. Evet hırs, zîhayat âleminde en geniş bir daireden tut, tâ en cüz'î bir ferde kadar sû'-i tesirini gösterir.

Tevekkülvari taleb-i rızk ise, bilakis medar-ı rahattır ve her yerde hüsn-ü tesirini gösterir. İşte bir nevi zîhayat ve rızka muhtaç olan meyvedar ağaçlar ve nebatlar, tevekkülvari, kanaatkârane yerlerinde durup hırs göstermediklerinden, rızıkları onlara koşup geliyor. Hayvanlardan pek fazla evlâd besliyorlar.

Hayvanat ise, hırs ile rızıkları peşinde koştukları için, pek çok zahmet ve noksaniyet ile rızıklarını elde edebiliyorlar. Hem hayvanat dairesi içinde za'f u acz lisan-ı haliyle tevekkül eden yavruların meşru' ve mükemmel ve latif rızıkları hazine-i rahmetten verilmesi; ve hırs ile rızıklarına saldıran canavarların gayr-ı meşru ve pek çok zahmet ile kazandıkları nâhoş rızıkları gösteriyor ki:

Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.

"Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırs ile dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi Milleti pek çok zahmet ile kazandığı, kendine faidesi az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet-i ribaî ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ü sefalet, katl ü ihanet gösteriyor ki: Hırs maden-i zillet ve hasarettir."

"Hem harîs bir insan, her vakit hasarete düştüğüne dair o kadar vakıalar var ki, 'hırs sebeb-i hasarettir ve vesile-i haybettir' darb-ı mesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir hakikat-ı âmme olarak kabul edilmiştir. Madem öyledir; eğer malı çok seversen, hırs ile değil, belki kanaat ile malı taleb et, tâ çok gelsin."

"Ehl-i kanaat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki; büyük bir zâtın divanhanesine giriyorlar. Birisi kalbinden der: 'Beni yalnız kabul etsin, dışarıdaki soğuktan kurtulsam bana kâfidir. En aşağıdaki iskemleyi de bana verseler, lütuftur.'

"İkinci adam güya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona hürmet etmeye mecbur imiş gibi mağrurane der ki: 'Bana en yukarı iskemleyi vermeli.' O hırs ile girer, gözünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister. Fakat divanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. Ona teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor. Teşekkür değil, bilakis hane sahibini tenkid ediyor. Hane sahibi de ondan istiskal ediyor."

"Birinci adam mütevaziane giriyor; en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor. Onun o kanaati, divanhane sahibinin hoşuna gidiyor. 'Daha yukarı iskemleye buyurun.' der. O da gittikçe teşekküratını ziyadeleştirir, memnuniyeti tezayüd eder."

"İşte dünya bir divanhane-i Rahman'dır. Zemin yüzü, bir sofra-yı rahmettir. Derecat-ı erzak ve meratib-i nimet dahi, iskemleler hükmündedir."

"Hem en cüz'î işlerde de herkes hırsın sû'-i tesirini hissedebilir. Meselâ: İki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek; diğer sâkin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder. Hem meselâ: Gecede uykun kaçmış, sen yatmak istesen, lâkayd kalsan uykun gelebilir. Eğer hırs ile uyku istesen:"

"Aman yatayım, aman yatayım" dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın. Hem meselâ: Mühim bir netice için birisini hırs ile beklersin; 'Aman gelmedi, aman gelmedi.' deyip en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin; bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o mühim netice bozulur."

"Şu hâdisatın sırrı şudur ki: Nasılki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüb eder. Öyle de: Tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle teenni ile hareket etmediği için, o tertibli eşyadaki manevî basamakları müraat etmez; ya atlar düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır; maksada çıkamaz." (Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, s. 272)

GEÇİM DARLIĞI (FAKİRLİK) ÇEKENİN OKUYACAĞI DUALAR

1. "Allâhümme ikfînî bi helâlike an harâmike, ve emnî bi fazlike ammen sivâke." (Hz. Ali'den-Tirmizi, Daavât 121)

ANLAMI: "Allâh'ım, helâlinle beni haramından koru. Lûtfunla beni Senden başkasına muhtaç etme."

2. "Bismillâhi alâ nefsî ve mâlî ve dînî. Allâhümme raddınî bi kazâike, ve bârik lî fi mâ kuddira lî, hattâ lâ uhibbe ta'cîle mâ ahharte, ve te'hîra mâ accelte."

ANLAMI: "Kendim, malım ve dînim hakkında her işe Allah'ın adıyla başlarım. Allah'ım, hükmüne beni razı et. Benim için uygun gördüğün şeyleri hakkımda mübarek eyle. Tâ ki; benim için öne aldıklarını geri bırakmanı, geriye bıraktıklarını da öne almanı istemeyeyim."

3. "Allâhümme innî eûzü bi vechike'l-kerîm, ve is-mike'l-azîm, mine'l-küfri ve'l-fakri." (Hz. Ali'den-Tirmizi, Daavât 121)

ANLAMI: "Allah'ım, küfürden ve fakirlikten Senin keremine ve büyüklüğüne sığınırım."

BORCA BOĞULANIN OKUYACAĞI DUA

Borç yükünden beli bükülmüş bir kişi Hz. Ali'ye (ra) gelerek kendisine yardımcı olmasını istemişti. Hz. Ali (ra) kendisine şöyle demiştir:

Rasûlüllâh'ın bana öğrettiği bir duayı sana öğreteyim de, üzerinde Sebîr dağı kadar borç olsa Allah Teâlâ o borcu ödemen için yardım eder." demiş ve aşağıdaki duâya devam etmesini tavsiye etmiştir:

1. "Allâhümme ikfinî bi helâlike an harâmike ve emnî bi fazlike ammen sivâke." [Hz. Ali'den (ra) Tirmizi, Daavât 121]

ANLAMI: "Allah'ım, helâlinden bana yetecek kadar vererek beni haramından koru. Lûtfunla beni Senden başkasına muhtaç etme."

2. Peygamber Efendimiz (sav) bir gün mescide girdi. Orada ashabdan Ebû Ümâme'yi gördü. Ona;

 "Ey Ebû Umâme, namaz vakti olmadığı halde neden burada oturuyorsun?" diye sordu. O da:

 "Sıkıntı ve borç içindeyim Yâ Rasûlâllah!" dedi. Bunun üzerine Efendimiz ona aşağıdaki duayı sabah - akşam tekrarlamasını tavsiye buyurdular:

"Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hemmi, ve'l-huzni, ve eûzü bike mine'I-aczi ve'l-keseli; ve eûzü bike mine'l-cübni ve'I-buhli, ve eûzü bike miıığalebeti'd-deyni ve kahri'r-ricâli."

ANLAMI: "Allah'ım, dünya ve âhirette gam ve kederden Sana sığınırım: Acizlikten ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım. Borç altında ezilmekten ve insanların beni aşağılamasından Sana sığınırım."

Nitekim bu duâ'ya devam eden Ebû Umâme (ra) kısa bir zaman sonra borçlarından kurtulduğunu haber vermektedir.

Burada dikkatimizi çeken bir durum vardır. Peygamber Efendimiz (sav) borç'tan önce beş özellikten Allah'a sığınmayı tavsiye etmiştir. Bu beş özellik, fakirliğin ve borçlanmanın sebepleridir. Önce sebeplerden, yani üzüntü, acizlik, tembellik, korkaklık ve cimrilikten Allah'a sığınmayı tavsiye etmiştir.

Sığınmak, bu özellikleri terk etmek demektir. Yani bir insan, onları terk ederse bunların sonunda borçtan kurtulmak çok daha kolay hale gelir. Yani Peygamber Efendimiz (sav), çalışmadan, sebeplerine yapışmadan oturduğu yerde bir borçtan kurtuluş beklemeyi değil borçluluğun sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışmayı tavsiye etmiştir.

DUALAR BİZE HEDEF GÖSTERİR:

Allah Rasulü (s.a.v.) bir gün mescidde Ebu Ümatne el-Bâhilıyi, gayet sarsık şekilde otururken görür. Sebebini sorduğunda "fakirlik" cevabını alır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) ona şu duayı öğretir: Mealen,

 "Allah'ım tasadan ve hüzünden, tembellikten ve acizlikten, korkaklıktan ve cimrilikten, borç altında ezilmekten ve insanların bana galebesinden sana sığınırım."

Bu cümleleri tek tek ele alarak, fakirlikle ilgisini veya insana hedef göstermesini birlikte inceleyebiliriz:

"Allah'ım tasadan, gamdan, hüzünden sana sığınırım" Şimdi tasa, gam ve hüzünden Allah'a sığınan bir insan, -afedersiniz- gidip yan gelip yatar mı? Tasa ve hüzne sevkedecek şeylere kendini hiç kaptırır mı? Aksine kalkar, bunlardan kurtulmanın yollarını mı araştırır?

"Tembellikten ve acizlikten sana sığınırım"; fakirlik deyip bir kenarda -velev ki bu mescid, hatta Mescid-i Nebevî de bile olsa oturmak ve elâlemin avucuna bakmak tembellik ve acizlik değil midir?

"Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım" ve son olarak "borç altında kalmaktan ve insanların baskısından (galebesinden) Sana sığınırım. "

Görüldüğü gibi bu duanın bütün öğeleri, fakirlikten mescide sığınan bir insana, ondan kurtulma yollan göstermenin yanında aynı zamanda hedef veriyor. Artık bu safhada kula düşen, dua ettiği şeyleri fiiliyata dökmekten ibarettir.

3. Hz. Âişe (ra), Peygamber Efendimiz'in (sav) aşağıdaki duâ'yı kendisine öğrettiğini ve:

"Uhud dağı kadar borcun olsa da bu duâ'ya devam edersen, Allah Teâlâ sana o borcu ödemen konusunda yardım eder." buyurduğunu söylemiştir:

"Allâhümme fârice'l-hemmi, kâşife'l-ğammi, mucibe da'veti'l-muzdarrîn, rahmâne'd-dünyâ ve'l-âhireti ve rahîmehümâ, ente terhamünî, fe'rhamnî. Bi rahme-tike tuğnînî bihâ an rahmeti men sivâke,"

ANLAMI: "Tasayı açan, kederi gideren, darda kalanların duasına icabet eden, dünya ve âhiretin Rahman ve Rahîm'i olan Allah'ım; bana merhamet eden Sensin. Senden başkalarının merhametine ihtiyaç bırakmayacak rahmetinle bana merhamet eyle. Beni borç sıkıntısından kurtar ve beni borçlanacak hallere düşürme."

4. "Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hemmi, ve'l-hazeni ve'l-aczi, ve'l-keseli, ve'l-buhli, ve dalai'd-deyni ve ğalebeti'r-ricâl."

ANLAMI: "Allah'ım, sıkıntıdan, üzüntüden, güçsüzlükten, tenbellikten, cimrilikten, borcun yükünden ve kişilerin tahakkümünden Sana sığınırım."

5. "Ey mülk'ün sahibi Allah'ım! Sen malı ve mülkü dilediğine verir, dilediğinden de alırsın. Dilediğin kulunu azız, dilediğin kulunu zelîl edersin. Hayır, Senin elindedir. Şüphesiz Senin her şeye gücün yeter." (Âl-i İmrân, 3/126)

RIZIK DARALDIĞINDA OKUNACAK DUA

"Allâhümme raddmî bi kazâike ve bârik lî fi mâ kuddira lî hattâ lâ uhibbe ta'cîle mâ ahharte ve lâ te'hîra accelte."

ANLAMI: "Allah'ım, beni hükmüne razı kıl ve bana takdir olunanda bereket ihsan eyle ki, ben senin geri bıraktığını öne almanı, Öne aldığını da geri bırakmanı istemeyeyim."

(Bilal Eren, Açıklamalı Dua Hazinesi)

12 Hastalık ve sıkıntılara dayanmak, başımıza gelen bela ve musibetlere karşı sabırlı olmak için okunacak dualar nelerdir?

Şu dualar Peygamberimiz (asm)'in hastalara okuduğu dualardır:

"Es'elü'llâhe'l-azîm. Rabbe'l-arşi'l-azîm en yeşfiyeke."

"Arş-ı Azimin Rabbi olan Allahü Azîmüşşan'dan sana şifalar ihsan etmesini dilerim."

Aile fertlerinin birinin hastalanması halinde Efendimiz (asm) mübarek elini hastanın alnına koyardı ve şöyle duâ ettiği olurdu:

"Allahümme Rabbenâ. Ezhibi'l-be'se, işfi, ente'ş-Şâfi. Lâ şifâen illâ şifâüke, şifâen lâ yuğâdiru sekamen."

"Allah'ım, sen bütün insanların Rabbisin. Bu hastanın ızdırabını gider. Şifa ver. Şifayı veren sensin. Senden başka şifa yaratan yoktur. Ancak senin şifan vardır. Bu kuluna da hastalıktan eser bırakmayacak şekilde şifalar ihsan eyle."

Hz. Eyüp (as) çok şiddetli bir hastalığa yakalanmış, hastalığı uzun sürmüş ve çeşitli imtihanlara, musîbetlere maruz kalmıştı... Fakat tüm musîbetler, O’nu hep sabredici bulmuş ve "SABIR KAHRAMANI" ünvanını almıştı... Sonra imtihan daha da şiddetlenmiş, hastalık o kadar ilerlemişti ki; Allah’ı anan diline ve kalbine zarar vermeye başlamıştı. İşte o zaman kendi bedenî sağlığı için değil, Allah’ı anmasına zarar gelmemesi için, O’na (c.c) şu şekilde dua etmişti;

“Rabbi İnnî messeniyedurru ve Ente Erhamurrâhimîn.”

"Bana zarar dokundu, Ey Rabbim sen en merhametli ve en şefkatlisin."

Bunun üzerine Allah, O’nun sabrına ve halis niyetine hürmetle şifa vermişti...

Allah'tan sabır (oruç) ve namaz ile yardım dilemenizi tavsiye ederiz.

Allah'a içinizden geldiği gibi dua edebilirsiniz. Ama duaların kabul olması için bazı hususlara dikkat etmek gerekir.

- Evvela dua kabul çerçevesi dahilinde olacak.

- Sonra samimi ve günahsız bir ağızla olacaktır.

- Mümkünse abdestli ve helal lokma alınmak suretiyle bereketlenecektir.

- Mübarek mevkilerde, özellikle mescit ve camilerde,

- Mübarek zamanlarda, özellikle Ramazan ayı ve Kadir Gecesi, Berat Gecesi gibi mübarek gecelerde,

- Namazlardan sonra, özellikle sabah namazından sonra dua edilmesi,

kabule karin olması hikmet-i ilahiye ve rahmet-i ilahiyece matluptur. Bu şartlardan uzaklaşıldığı taktirde de duanın tesiri azalacaktır.

Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah'ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşrû olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musîbetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için, sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.

Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir. Her türlü rezaletin sebebi sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir. Sabır her faziletin üstünde bir değer taşır.

"... Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 2/153, 155).

Sabrın sonu selamettir, başarıdır. Sabır acıdır. Fakat sonucu tatlıdır. Hz. Peygamber (asm);

"Sabreden başarıya ulaşır." (Müsned, 1/307);

"Sabır başarının anahtarıdır." (Acluni, Keşfü’l-Hafa, 2/21);

"Sabır bir ışıktır." (Müslim, Taharet 1);

"Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir." (Gazalî, İhya: 4/61);

"Sana sıkıntı veren şeylere karşı sabretmende birçok hayır vardır." (Müsned, 1/307)

buyurarak, sabrın faziletini anlatmıştır.

Hz. Peygamber (asm);

"Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür." (Buhârî, Cenâiz, 32)

sözüyle bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrın önemini vurgulamıştır. Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez.Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caîz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir.

İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir. Rasulullah (asm) şöyle dua etmiştir:

"Ya Rabbi! Acizlikten ve tenbellikten sana sığınırım." (Buhari, Cihad, 25) .

Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü aşar. Böyle felaketler başa geldiği zaman heyecana kapılmadan ve şikayet etmeden takdir-i ilâhiye razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir. Nitekim Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir. (Yusuf, 12/18).

Rasulullah (asm), "Sabr-ı cemil, şikayet edilmeyen sabırdır."  (İbn Kesir, Tefsir, IV / 303) buyurmuştur. Aslında elden bir şey geldiği zamanlarda sabır, gelmediği zamanlarda sabırsızlık göstermenin bir faydası yoktur ve lüzumsuz bir harekettir.

Kur'ân-ı Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.

Mü'minler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, mü'minin güç kaynağı, imanının koruyucusudur. Hz. Musâ (as)'ya inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar:

"Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür." (Araf, 7/126)

diye duâ etmişlerdi. Sevgili Peygamberimiz (asm) ve ilk Müslümanların, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri bilinen bir husustur.

İbadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiç bir sıkıntı duymadan oruç tutarız. Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda böyledir. Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:

"Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir." (Şurâ, 42/43);

"İçinizden mücahitleri ve sabredenleri belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz." (Muhammed, 47/31).

Çoğu zaman insan nefsine uyar, Allah Teâlâ'nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak ona zor gelir, nefse hoş gelen fena arzularını tatmin etmek ister, iyilik ve faziletlerden kaçınır. Meselâ, cebindeki parasını eğlence ve zevkleri için harcamak, bir yoksula vermekten daha hoş gelir. Bir çocuk için oyun oynamak, ders çalışmaktan daha ilgi çekici görünür. Gezip tozmak, çalışıp kazanmaya tercih edilir.

İşte bu durumda, insanın, kendisine zor gelse bile, iyi olanı, faydalı olanı seçmesi, sabır ve tahammülle onu yerine getirmeye çalışması çok güzel bir davranıştır.

Ayrıca insanlar hayat boyunca, bolluk veya yokluk içinde kalabilir, sağlıklı iken hastalanır, sel, deprem, yangın gibi felâketlerle karşılaşabilir; bütün bu durumlarda insanın en büyük dayanağı sabırdır. Aksine davranış, insanı Allah Teâlâ'ya isyana ve nankörlüğe sürükler. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felâkete sabrederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükafatı boşa, çıkarmaz." (Yusuf, 12/90).

Peygamberler sabrın en büyük örnekleridir. Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır. Dileğimiz Allah (c.c.)'ın bizi, "belâlarına çok sabreden ve nimetlerine çok şükreden" kullarından eylemesi olmalıdır (İbrahim, 14/5).

Sabrın sonu selâmettir. Sabır, iman ve ibadetin, ilim ve hikmetin, kısaca bütün faziletlerin başıdır. Sabırlı insan iyi insandır. İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa ereceklerini Allah Teâlâ haber vermiştir. Sabır zafere giden yoldur (Asr, 103/1-3).

Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki:

"Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hak sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiçbir kimseye verilmemiştir." (Tirmizi, Birr, 76).

"Hoşlanmadığın şeye sabretmende büyük fayda vardır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/307)

Ayrıca Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele." (Bakara, 2/155).

Bu ve benzeri âyetlerden Allah Teâlâ'nın insanları çeşitli sıkıntılara uğratarak imtihan ettiğini ve bu imtihanı sabredenlerin kazandığını öğreniyoruz.

Sabırla bütün zorluklar halledilmekte, her türlü engel aşılmaktadır. Onun için atalarımız: "Sabırla koruk, helva olur." demişlerdir.

Hz. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor:

"Mü'minin işi hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu özellik yalnız mü'mine özgüdür. Zira sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına belâ gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır." (Riyâzüs-Sâlihin, I/54).

Bizim için mutlaka hayırlı olduğuna inandığımız sabır, bütün peygamberlerin ortak sıfatıdır. Allah'ın dinini tebliğ ederken hepsi çeşitli sıkıntılara uğramış, kendilerine eziyet edilmiş, yurtlarından çıkarılmış. Hükümdarlar tarafından zindana atılmış ama onlar daima sabretmişlerdi. Kur'an-ı Kerim'de peygamberlerin sabrını dile getiren pek çok ayet-i kerime vardır. Rasulullah (asm)'ın hayatı ise baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Bu sebeple her Müslümana düşen görev, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek, Allah'tan sabır dilemek ve sabırlı olmaktır.

13 Ölü adına yapılan hayırların ve okunan surelerin ölüye fayda vereceğini ayet ve hadislerle açıklar mısınız?

Hayatta iken yaptıklarının, vefatından sonra kişinin kendisine ulaşacağını ifade eden ve hayatta iken hayır yapmaya teşvik eden pek çok hadis-i şerif vardır.1 Peygamber Efendimiz (s.a.v)

"İnsan ölünce (salih) ameli kesilir. Ancak üç amel (in sevabı) kesilmez: Sadaka-i câriye (kamuya yararlı sadaka), faydalanılan bir ilim ve arkasında kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk bırakmak”2

buyurarak buna işaret etmiştir. Ebû Hureyre'den rivâyet edilen hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) amellerin sayısını (sadaka-i cariyeyi tafsil etmek suretiyle) çoğaltarak:

"Mü'min'e ölümünden sonra amel ve hasenatından ulaşacak şey: Öğretip yaydığı ilim, bıraktığı salih evlat, miras bıraktığı Mushaf, yaptığı mescit, yolcu için yaptığı ev, akıttığı ırmak ve sağlığında malından verdiği sadakadır."3 buyurmuşlardır.

Başka bir hadisin ifadesiyle;

"Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır."4

Bu ve benzeri5 hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere insan, dünyada iken kendisinin yaptığı veya başkalarının yapmasına vesile olduğu amellerden istifade edecektir. Zaten bunda alimler de ittifak etmişlerdir.6 Fakat kişinin ölümünden sonra başkalarının kendisi için yapacakları iyi işlerin sevabının veya bunlardan hangisinin ulaşıp ulaşmayacağı konusunda ihtilaf edilmiştir.

Mu'tezile mezhebi, ölüye dirilerin yaptıkları hiç bir şeyin fayda vermeyeceğini iddia eder.7 Onlar iddialarına delil olarak da

"İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur."8

"Siz, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz."9

"Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine, yaptığı fenalığının zararı da yine kendinedir.”10

gibi ayetleri gösterirler. Halbuki Ehl-i Sünnet alimlerinin hepsi, hangi amelin fayda verip, hangisinin fayda vermeyeceği meselesinde ihtilaf etmişler ise de, ölüye başkalarının yapacağı amellerin de fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu konuda, bazı amel ve iyiliklerin fayda vereceğine dair, apaçık ayet ve hadisler vardır. Mesela, dua ve istiğfarın faydalı olacağına,

"Onlardan, sonra gelenler şöyle derler: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce imanla geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma.”11

ayet-i kerimesi delalet etmektedir. Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, daha önce iman edip de göçmüş olan kardeşleri için istiğfar eden mü'minleri övmüştür. Eğer istiğfarın ölülere bir faydası olmasaydı, Allah Teâlâ onları övmezdi.12

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de

"Ölüye namaz kıldığınız zaman ona gönülden dua edin.”13

buyurmuş ve kendisi de kıldığı cenaze namazlarında ölü için dua etmiştir. Şayet bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı, Rasulullah (s.a.v) bunu ne kendi yapardı ne de başkalarına emrederdi.14 Halbûki O, kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken

"Allah'ım, filan oğlu filan senin güvencende, senin koruman altındadır. Onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Sen vefa ve övgü sahibisin. Allah'ım onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok acıyansın.”15

diye dua etmiştir. Kaldı ki cenâze namazının kendisi de ölü için bir duadır. Allah için namaza, meyyit / meyyite için duaya... diye niyet edilir. Eğer ölünün ruhuna yararı yoksa bunun bir anlamı kalmaz.

Kendisi zaman zaman Bakî kabristanını ziyaret ederek kabirdekilere selam vererek dua ederdi.16 Eğer selamı onlara ulaşmasa ve duası fayda etmeseydi, bunu yapması abesle iştigâl olurdu ki O, bundan münezzehtir.

Geride kalanların, ölüleri için yaptığı ibadet ve hayırların faydasını iki bakımdan ele almak gerekir:

Birincisi: Müteveffânın borçtan kurtulup kurtulmaması: Bir kimse üzerinde namaz, oruç, hac, zekat, adak, kul borcu gibi borçlar bulunarak ahirete intikal etmiş ise geride kalanların-ölünün vasiyeti olsun veya olmasın- bunları eda etmeleriyle borçtan kurtulur mu?

İkincisi: Başkasının yaptığı ibadetin sevabının ölüye ulaşıp ulaşmaması: Fukahâ ibadetleri üçe ayırmışlardır:

a) Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler: Başkalarının yapmalarıyla bu borçlar düşmez, sorumluluk devam eder.

b) Zekat, nezir ve mâlî keffaret gibi mâlî ibadet ve borçlar: Bunlar, başkalarının ödemesiyle ödenmiş olur, borç kalkar.

c) Hac gibi hem mâlî, hem de bedenî ibadetler: Birisi ölü namına bunu yaparsa o borçtan kurtulmuş olur. Fakat mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir. Ancak İmam Şafiî'ye göre vasiyet etmiş ise mecbur olurlar.

Ahmed b. Hanbel, Evzaî, Ebû Sevr, Nevevî gibi müçtehidler ile muhaddislerin çoğuna göre, ölünün yakınlarının, onun borçlu olduğu oruç, hac gibi ibadetleri de kaza etmesi caiz ve sahihtir.

İslam ulemasının ekseriyeti, sevabını ölüye bağışlamak niyetiyle yapılan ibadetlerin sahih olduğuna ve dünyadan göçmüş olanların bundan istifade edeceklerine kani olmuş ve bu hükmü benimsemişlerdir.17

Konumuzun daha iyi anlaşılabilmesi için başkalarının ölünün yararına yapabilecekleri işleri maddeler halinde açıklamaya çalışalım:

1. Ölünün borcunun ödenmesi:

Bir kişi öldüğünde başkalarının onun hakkında yapabilecekleri, hatta yapmaları gereken en önemli işlerden birisi, varsa o kişinin borçlarını ödemek ve böylece onun üzerinden kul haklarının kalkmasını temin etmektir. Çünkü hadisteki ifadesiyle;

"Mü'minin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.”18

Bundan dolayı, borçlu olarak ölen kişi, şayet miras olarak bir şeyler bırakmışsa ondan borçları ödenir.19 Böylelikle ölünün borcunun ödenmesi kendine fayda verip, borçtan kurtulmasına sebep olur. Burada mâlî borçlarının ödenmesinde borcu ödeyen kişinin, ölünün bir yakını olması şart değildir. Kim öderse ödesin, ölen kişi kurtulmuş olur.20

2. Dua ve istiğfar:

Ölmüş birisi için yapılabilecek en büyük iyiliklerden birisi, onun için dua etmek ve istiğfarda bulunmaktadır. Nitekim "Ey Allah'ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?" diye soran Ebû Ubeyd Mâlik İbn Rabîa es-Sâidî (r.a)'ye Peygamber Efendimiz (s.a.v):

"Evet vardır. Onlara dua, onlar için Allah'tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babasının dostlarına ikramda bulunmak.”21 cevabını vermiştir.

"Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla...”22

gibi ayetler, cenaze namazı, dua ve istiğfarın ölülere fayda vereceğini ispat etmektedir.23

Bu mevzudaki ayet ve hadis-i şerifleri24 göz önünde bulunduran ilim adamları, ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüye fayda vereceğinde. Ancak kendisi için dua edilen kimsenin mü'min olması şarttır.25 Zira imanı olmayanlara hiçbir şey fayda vermez. Zaten onlar için dua etmek de meşru değildir.26 İmam Eş'ari'ye göre, Hadisçiler ile Ehl-i Sünnet'in çoğunluğu, dua ile sadakanın, Müslümanlar için ölümlerinden sonra fayda vereceğini kabul ederler.27 Öyleyse dua meşru ve faydalıdır.28

Bu mevzuda bilinen en meşhur hadis-i şeriflerden biri olarak Müslim'de Ebu Hüreyre (r.a)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"İnsan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak üç şey (bunları yapan üç kişi) müstesna: Sadaka-i cariye (bırakan) veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan).”29

Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre:

     a. Sadaka-i cariye denilen, insanların istifade edebileceği yol, köprü, cami, çeşme, mescit, ve vakıf müesseseleri ile bunları en verimli ve hayırlı şekilde kullanacak nesillerin yetişmesi içinde okul ve öğrencilerin barınabilecekleri yurt gibi müesseseler yapmak gibi salih amellerde bulunmaktır ki, arkada bırakılan bu türden bir müessese hayatta kaldığı müddetçe, -Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) beyanları çerçevesinde- iyi bir çığıra vesile olunduğu için kıyamete kadar orada yetişenlerin kazandıkları sevapların bir misli de bu müesseseleri kuranların amel defterlerine kaydedilecektir.

     b. İlim erbabının bıraktığı eserler de sadaka-i câriyedendir. Alim, kapasitesine göre bunlardan mükafatını alır. Ayrıca ilim erbabına sahip çıkma ve onların kitap, defter, yiyecek ve giyeceğini temin etme şeklinde yapılan çalışmalar da, hayır cihetinde kapanmaz birer sadaka-i cariye sayılmaktadır.

     c. Ölen kişi giden ruh, ardından hayırlarda bulunacak ve hayırlı nesiller yetiştirecek hayırlı bir evlat ister. Ancak bıraktıkları böyle bir nesildir ki, ahiret hesabına onlara yararlı olacaktır. Yoksa ölü ne helva, lokma yemek; ne yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gece, ne mevlit, ne paralı hatim, ne telkin, ne devir, ne de duvara asılacak eski bir resim bekler.

3. Sadaka vermek:

Sadakanın da ölen kişiye faydası olduğu mevzuunda Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir. Peygamber (s.a.v)'in buna delalet eden hadisleri30 vardır.31

İbn Abbas (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona faydası olur mu?" diye sordu. Peygamberimiz: "Evet" deyince, adam; "Benim bir meyveliğim var. Sizi şâhid kılıyorum, onu annem için tasadduk ediyorum." dedi.32 Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci derecede bir yakını isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağında ittifak olduğu bildirilmektedir.33

Sa'd İbn Ubâde hadisinde ise, ölünün arkasından yapılacak sadakanın hangisinin daha efdal olduğu beyan edilmektedir. Sa'd (r.a) şöyle anlatır: "Ey Allah'ın Resulü dedim, annem vefat etti, (onun adına) yapacağım sadakanın hangisi efdaldir?" Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Su!.." buyurdular. Bu cevap üzerine Sa'd bir kuyu kazdı ve: "Bu kuyu Sa'd'ın annesi için." dedi.34

Bu hadis-i şerif de, ölü adına hayır yapılabileceğini gösteren delillerdendir. Nesâî'nin rivayetinde Sa'd, önce vefat eden annesi adına sadaka verip veremeyeceğini sorar. Cevap müspet olunca hangi sadakanın efdal olduğunu sorar. Bunun üzerine, "su" cevabını alır.35

Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin bütün inananlara (mü'min ve mü'minelere) niyet etmesi en faziletlisidir. Çünkü bunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından da herhangi bir şey eksilmez.36

4. Ölenin borcu olan oruçlarının geride kalan akrabaları tarafından tutulması:

Üzerinde Ramazana ait kaza orucu bulunduğu halde ölen kimse ile ilgili iki durum söz konusudur:

     a. Vakit darlığı, hastalık, sefer ve oruç tutmaktan âciz olmak gibi özürler sebebiyle oruç tutma imkanını elde edemeden ölmüş olmak: Alimlerin ekserisine göre, bunların her hangi bir kusuru olmadığı için hiç bir şey gerekmez, günahkâr olmaları da söz konusu değildir. Çünkü bu oruç, ölünceye kadar, tutma imkanını elde edemediği bir farzdır. Dolayısıyla hacda olduğu gibi, hükmü bedelsiz olarak düşmüştür. Bunun için, kişi hasta yahut yolcu olduğu bir durumda ölmüş ise tutamadığı orucun kazası gerekmez.

     b. Oruç borcu olan kişi oruçlarının kazasını yapma imkanını elde ettikten sonra ölmüşse velisi onun için oruç tutamaz. Yani fakihlerin ekserisine göre, ölünün kazası olan oruçları tutmak vacip değildir. Şafiîlere göre, velisi oruç tutacak olsa, sahih olmaz. Çünkü oruç, halis bir beden ibadetidir. Şeriatın aslı ile farz kılınmıştır. Gerek hayatta, gerekse öldükten sonra bunda vekalet ve niyabet caiz değildir. Bu yönüyle o namaz gibidir. Bir hadis-i şerifte bununla ilgili olarak:

"Hiçbir kimse başka bir kimse adına namaz kılamaz, oruç tutamaz. Fakat onun adına her güne karşılık bir müd (ülkelere göre değişen bir ölçek. Iraklılara göre 2 rıtıl sığan ölçek, yani yaklaşık 18 litrelik ölçek) yiyecek fakirlere yedirir."

buyurulmuştur.37 Hanbelilere göre ise, velinin ölü adına oruç tutması mubahtır. Çünkü bu durum, ölünün kurtuluşunu sağlamak bakımından daha ihtiyatlı bir harekettir.38

Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Aişe (r.anhâ) validemiz, Resulullah (s.a.v)'in:

"Kim, üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, onun orucunu velisi tutar."

buyurduğunu haber vermiştir.39 Yine Hz. Câbir İbn Abdullah (r.a) da rivayet ettiği bir hadis-i şerifte; bir kadın, Resulullah Efendimize (s.a.v) gelerek, annesinin üzerinde oruç nezri olduğunu ve onu yerine getiremeden öldüğünü haber verir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): "Velisi ona bedel oruç tutsun." buyurur.40

Buharî ve Müslim'de zikredilen diğer bir hadis-i şerifte ise, bir kadının üzerinde bir aylık (nezir) oruç borcu olduğu halde vefat ettiği ve çocuğunun Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Ben onun yerine oruç tutsam olur mu?" diye sorduğu Resulullah'ın (s.a.v) da ona: "Annenin üzerinde borç olsaydı onu öder miydin?" diye sorduğu Onun: "Evet." diye cevap vermesi üzerine de: "Allah'ın borcu, ödenmeğe daha layıktır." buyurduğu haber verilmektedir.41

Oruç tutmak, bedenî ibadetlerdendir. Burada oruç ibadeti zikredildiği ve başkalarının tutacağı orucun sevabının ölüye ulaşacağı haber verildiğinden, diğer bedenî ibadetlerde de aynı durumun söz konusu olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Oruç konusunda rivayet edilen hadislerden bazı alimler, farz olan Ramazan orucundan üzerinde borcu olarak ahirete göçmüş olanların oruçlarının bile geride kalanlar tarafından tutulabileceği hükmünü çıkarırlarken, bazıları da sadece nezir orucunu tutabileceğine kail olmuşlardır.42

Ölenin yerine oruç tutma meselesinde Ahmed İbn Hanbel, ölü üzerinde Ramazan, nezir veya keffaret orucu borçları bulunduğu takdirde, velisinin ona bedel tutabileceğini söylemiştir. İmam Mâlik, Şafiî ve Ebu Hanife'ye göre, ölünün velisi, her bir oruç için bir sa' (bin dirhemlik bir hububat ölçeği) arpa veya yarım sa' buğday tasadduk etmelidir. Keza her bir namaz (veya bir günlük namaz) için de aynı miktar mal tasadduk etmelidir. Fakat çoğunluk, (ölünün) bedenî ibadetlerinin niyabeten başkası tarafından ifa edilemeyeceğini söylemiştir.43

Ancak, böyle bir kapı açmanın, insanları sağlıklarında kendilerinin yapmaları gereken ibadetleri ihmal etmeye sevk edeceği endîşesiyle bazı alimler, "hiçbir orucu tutamayacağını ancak keffaretini verebileceğini" söylemişlerdir.44

5. Ölen kişi yerine yapılacak hac:

Bir kimse, ölmüş birisinin yerine hac yapıp sevabını ölüye bağışlayabilir. Nitekim Ebu Davud'da Büreyde (r.a)'den rivayet edilen hadis-i şerifte, hayatında iken hiç hac yapmayan annesinin yerine hac yapıp yapamayacağını soran bir kadına, Rasulullah Efendimiz (s.a.v): "Evet, ona bedel haccet." buyurarak ölmüş annesinin yerine haccetmesine izin vermiştir.45

Her ne kadar cumhur, bedenî ibadetlerin niyabeten başkası tarafından ifa edilemeyeceğini söylemişse de, acz şartıyla, sadece hac farizasının bir başkası tarafından ifasını caiz görmüştür. Acz'den murat, kişinin ölmüş olması ve iyileşme ümidinin kesilmesidir, kötürüm bir kimse âcizdir. Bazı alimler, ölü adına nafile hac yapılabileceğini de söylemişlerdir.46

Bir başka hadis-i şerifte ise, ölenin yerine yapılan ibadetlerle onun borcunun ödenmiş olacağı ve bunun ölünün semadaki ruhuna müjdeleneceği şöyle anlatılır: Zeyd ibn Erkam (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki:

"Kim ebeveyninden birine bedel haccederse, bu hacla onun borcunu ödemiş olur. Bu durum, semadaki ruhuna müjdelenir. Kişi, anne ve babasına karşı isyankâr bile olsa (bu iyiliği sebebiyle) Allah'ın nezdinde (iyi kullar meyanında) yazılır."

Diğer bir rivayette ise: "Babası için bir hac, kendisi için yedi hac yazılır." buyurulmuştur.47 Tabii ki, bu rivayetlerde zikredilen mana, sadece bir ibadetin yapılıp, sevabının ölüye bağışlanmasının cevazına delalet eder. Cenab-ı Hakk'ın o engin rahmetinden ümit edilir ki, o sevap nedeniyle, huzuruna ibadet borcuyla gelen kullarını affeder, yoksa sağlığında fırsat elde iken bu ibadeti terk eden ve bu halleri üzere ölenlerin elbette hesapları görülecek ve cezaları verilecektir.

İbn-i Kudâme'nin de ifade ettiği gibi ölü, başkaları tarafından yapılan ve sevabı kendisine bağışlanan ibadetlerden istifade edebilir. Çünkü oruç, dua, istiğfar, hac gibi ibadetler, bedenî ibadetlerdir. Allah Teâlâ, bunların ve bunlar gibi diğer ibadetlerin sevaplarını da ölüye ulaştırır.48

Yalnız bu gibi ibadet borçlarının üzerinde kalması için kişinin, mesela, oruç için borçlandıktan sonra, hastalanıp ölünceye dek borcunu tutacak kadar sıhhate kavuşamaması gibi meşru bir mazereti olmalıdır. Ancak böyle bir özre binaen yapamamış olanlar için, geride kalanların, Allah'a karşı olan borcunu onun adına ödemeleri sebebiyle Allah Teâlâ affeder, kasıtlı olarak terk edenleri değil.49

6. Ölü adına kurban kesmek:

Ölü adına kurban kesilerek tasadduk edilip sevabı ölüye bağışlanabilir. Zikredeceğimiz şu vak'a ölünün gıyabında kurban kesilip sevabının ölüye bağışlanabileceğini göstermektedir: Hâneş (r.a) anlatıyor:

"Hz. Ali (r.a)'yi gördüm, iki koç kesmişti." Dedi ki, "Biri kendim için, diğeri Resulullah (s.a.v) için." Ve ilave etti: "Resulullah (s.a.v) böyle vasiyet etti. Ben (hayatta olduğum müddetçe) ebediyen (bunu yapmayı) terk etmeyeceğim.”50

Hz. Ali (r.a)'nin kestiği bu kurban Resulullah (s.a.v)'ın vefatından sonrası için söz konusudur. Ebu Davud, hadisi "Ölü adına kurban" adını taşıyan bir bapta kaydeder. Tirmizî ise, ölü adına kurban kesmeye, bir kısım alimlerin cevaz verirken bir kısım alimlerin caiz bulmadığını kaydeder.

Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v)'in ümmetinden Allah'ın birliğine ve kendisinin peygamberliğine şehadet edenler adına da kurban kestiği de muhtelif rivayetlerde gelmiştir.51

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ölülerin arkasından kurban kesip sevabını onlara bağışladığına göre, ölüler, kendileri için yapılan hayır-hasenâtın hepsinden haberdar olmakta ve onların sevaplarından faydalanmaktadırlar kanaati hasıl olmaktadır. Ancak, avamdan bir çok insan, ölülerin arkasından onları memnun etmek ve böylece isteklerine kavuşmak için kabir başlarında kurban keserler veya bunu ölüye adarlar ki bu, tamamen yanlış bir inanç ve bid'at bir harekettir. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (s.a.v);

"Kabirde sığır, deve, koyun kesmek İslam'da yoktur.”52

buyurarak bunu yasaklamıştır. Çünkü, kurban bir ibadettir ve ibadetler sadece ve sadece Allah için yapılır. Bu sebeple bir kabir yada yatır için kesilen bir kurban, bırakınız sevaba vesile olmasını, kesenin imanını alıp götürebilecek ve şirk olabilecek bir davranıştır. Ve kesinlikle sakınmak gerekir.53 Bu, cahiliyye döneminden kalma bir âdettir. Çünkü o dönemdeki Araplar, belirli zamanlarda veya ölü defnedilir edilmez hemen sığır, deve veya koyun cinsinden bir hayvan getirip mezar başında kurban ederler ve etini dağıtırlardı. Halbuki Allah Resulü (s.a.v),

"Dine muhalefetten sakının. Dine sonradan sokulan her şey bid'at ve her bid'at da dalalet (sebebi)tir."54

diyerek bid'atlara karşı bizi uyarmış ve

"Size sıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah'ın kitabı ve peygamberlerin sünneti...”55

buyurarak da bid'at ve sapıklıklara düşmemek için Kur'an'a ve sünnetine sarılmayı tavsiye buyurmuştur.56

7. Kur'an okuyup sevabını ölüye bağışlamak:

Alimler, namaz kılmak ve Kur'an okumak gibi ibadetlerin sevabının, yapandan başkasına ulaşıp ulaşmayacağı konusunda ihtilaf edip iki görüş ileri sürmüşlerdir:

Hanefî ile Hanbelî alimlerine ve Şafiî ve Malikîlerin sonradan gelen alimlerine göre, ölü yanında okunan Kur'an'ın sevabı ile Kur'an okumanın peşinden yapılan dua, orada bulunmasa da ölüye ulaşır. Kur'an okumanın akabinde dua etmek ise daha çok kabule şayandır ve kabul edilmesi daha çok umulur.

Malikîlerin önceki fakihleriyle ilk Şafiîlerin meşhur olan görüşleri, ibadetlerin sevabının yapandan başkasına ulaşmayacağı yolundadır.

Hanefîlere göre, insan yaptığı amelin sevabını başkasına bağışlayabilir. İster namaz olsun, ister oruç olsun, ister sadaka ve benzeri şeyler olsun fark etmez. Bunların sevabını ölüye bağışlamak, kendi sevabından bir şey eksiltmez.

Hanbelîlere göre, kabrin yanında Kur'an okumakta bir sakınca yoktur.

Mâlikîlere göre, öldükten sonra kişi yahut kabri üzerine Kur'an okumak mekruhtur. Çünkü selef böyle bir şey yapmamıştır. Fakat sonradan gelen Mâlikîlere göre, Kur'an okuyup zikir yapmakta ve bunların sevabını ölüye bağışlamakta bir sakınca yoktur. Ölü için de Allah'ın izniyle sevap hasıl olur.

Şafiilerde meşhur olan görüşe göre, ölüye kendi amelinden başkası fayda vermez. Ancak Şafiîlerin sonradan gelen fakihleri, Kur'an okumanın sevabının ölüye ulaşacağı yolunda açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu şekilde Şafiîlerin sonraki fakihlerinin görüşü de diğer üç mezhebin görüşlerine uygunluk arz etmektedir.

Kur'an okumak, belli bir maksat için diriye fayda verince, ölüye fayda vermesi daha evladır. İbn Salâh'a göre, Kur'an okuma sonunda: "Allah'ım okuduğumuz Kur'an'ın sevabını filancaya ulaştır." demesi ve okunan Kur'an'ı dua kılması da uygun olur. Bu hususta uzak, yakın aynıdır değişmez. Bunun fayda vereceğine kesin olarak inanmak lazımdır.57 Nitekim Peygamber (s.a.v) de, zaman zaman kabirlere uğrar ve oradakilere dua ederlerdi. Bu konuda İbn Ebî Şeybe'den rivayet edilen hadis şöyledir: "Hz. Peygamber (s.a.v) her yılın başında Uhud'daki şehitlerin kabirlerine gelir ve şöyle derdi:

"Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selâm ve selâmet! Dünyanın en güzel neticesi budur!"

Allah Resulü (s.a.v), Bazen de Bakî' mezarlığına çıkar ve şöyle derdi:

"Ey mü'minler yurdunun sâkinleri! Selâm size! Bizler de inşallah sizlere kavuşacağız. Allah Teâlâ'dan bizim ve sizin için âfiyet, ahiretle ilgili korku ve sıkıntılardan selâmet ve siyanet dilerim.”58

Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.v), dünyamızdan ayrılan insanlar için dua edip onlar hakkında âfiyet ve selamet dilemektedir. Şayet ölülerin arkasından yapılan duaların faydası olmayacak olsa idi Allah Resulü (s.a.v) böyle bir davranışta bulunmazdı. Aksi bir durum, Allah Resulü'nün abesle iştigali demektir ki, O, bundan fersah fersah uzaktır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle Efendimiz (s.a.v) asla hevâ'dan konuşmaz. O ne konuşmuşsa vahiy kaynaklıdır.59 Okunan Kur'an'ın sevabının önce Hz. Peygamber (s.a.v)'e hediye edilmesi müstehaptır. Çünkü bizleri sapıklıktan O kurtarmıştır. Bunda bir nevi Ona teşekkür ve güzel bir mukabele vardır. Ölülerin arkasından okunan Fatiha, Yâsin ve Kur'an hatmi gibi virtlerden her biri, bir anda sayısız kişilerin ruhlarına yetişebilir ve onların hepsi de bu hediyeden nasiplerini alabilirler. Çünkü bu Allah'ın kudretine ağır ve zor değildir.

Bazı alimler, okunan kıraatin sevabının ölüye ulaşmasının yanında, sevabı ölüye bağışlanmak şartıyla her güzel amelin sevabı da ulaşır demişlerdir.60 Yalnız bunların sevap kazanılacak şekilde yani sırf Allah rızası için yapılması şarttır. Yoksa çoklarının yaptığı gibi parayla Kur'an okutup ta ölüye bağışlatılmaz. Çünkü Kur'an okumak bir ibadettir. İbadet ise parayla değil de Allah rızası için yapılınca sevabı olur ve bu sevap onların ruhlarına bağışlanır. Aksi halde sevap olmaz ki bağışlansın.

Malikî ve Şafiî mezhebinde meşhur olan görüşe göre, kendi ameli ve kesb'i olmadığı için, Kur'an okumak da dahil, bedenî ibadetlerin hiçbirinin sevabı ölüye ulaşmazken kabrin yanında okunduğunda, ölü, okunan Kur'an'ı dinlediği için, dinleyici sevabı alır.61

Diğer bazı müçtehitler de ancak evladın veya yakın akrabanın oruç, namaz ve haccının vasıl olacağını ileri sürmüşlerdir. Fakat en isabetlisi, borç ve mesuliyetlerin düşmesi bahis mevzuu olmadan, bağışlanan sevaptan Müslüman ölülerin istifade edecekleri hükmü olsa gerektir.62 Fakat şurası bir gerçektir ki, ölü, kendi yapmadığı ve ihmal ettiği ibadetlerden mutlaka sorguya çekilecektir. Bazı kimselerin zannettikleri gibi, ıskatını vermekle, yahut fidye ve keffaretini vermekle ölü, yüzde yüz mesuliyetten kurtulmuş olmaz. Eğer usulüne uygun şekilde yapılmışsa, yapılan bu gibi iyi amellerin sevabı bağışlanmakla sadece affı umulur.63

Kabir Ziyaretleri ve Kabir Başında Kur'an Okumak

Kabirler, insana ölümü ve ahireti hatırlatır. Bunun içindir ki, Efendimiz (s.a.v), daha önce, cahiliyye devrinden yeni çıkan Müslümanların kabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve âdetleri hatırlamalarını ve hataya düşmelerini önlemek için yasakladığı kabir ziyaretlerini

"Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim; artık şimdi onları ziyaret ediniz, çünkü bu size ahireti hatırlatır.”64

hadisleriyle tavsiye ve emir buyurmuşlardır.

Mevzuumuzla alakalı olarak Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet edilen diğer bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

"Resulullah (s.a.v), anasının kabrini ziyaret etti, kendisi ağladı, çevresindekileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:

"Rabbimden anam için istiğfar etmeyi istedim, izin vermedi. Kabrini ziyarete izin istedim, verdi. Kabirleri ziyaret edin, zira bu size ölümü hatırlatır.”65

İbret almak, Allah'ı hatırlamak için erkeklerin kabir ziyareti cumhura göre menduptur. Kadınların kabir ziyaretine gitmeleri ise mekruhtur. Fakat, gayrimeşrû davranışlarda bulunmadıkları takdirde, onlar için de caiz olduğu cumhurun görüşüdür.66

Kabir ziyaretinden üç türlü fayda hasıl olmaktadır:

1. Ziyaret eden ölümü ve ahireti hatırlar.

2. Salih kişilerin kabirlerinin ziyareti, ruhlara inşirah verir.

3. Ziyaret, zaman zaman bundan haberdar olan ölülere ünsiyet bahşettiği gibi, ziyaret vesilesiyle edilen dualar ve okunan ayetlerden istifade etmelerini de sağlar.67

Kadınların kabir ziyaretlerinin caiz olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Ancak Hz. Aişe ve Hz. Fatıma'nın kabirleri ziyaret ettikleri göz önünde bulundurularak68 meşru dairede olmak kaydıyla ziyaretlerinde sakınca olmadığı ve onların da ibret alma ihtiyacında oldukları düşünülebilir.

Ölüler Kendilerini Ziyaret Edenlerden Haberdar Olurlar mı?

Bedir savaşında harbin sonunda Kureyş'den ölenler bir kuyuya dolduruldu. Allah Resulü (s.a.v) onlara hitap ederek: Ey filan oğlu filan ve falan oğlu falan! Allah ve Resulünün size va'd ettiklerini gerçek buldunuz mu? Ben Allah'ın bana va'd ettiğini gerçek buldum, dedi. Hz. Ömer: Ey Allah'ın Resulü! Ruhsuz cesetlere nasıl hitab ediyorsunuz? diye sorunca Peygamberimiz:

"Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Şu kadar var ki, onlar cevap veremezler.”69 buyurdu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir kabrin yanından geçerken yanındakilere "Selam size ey mü'minler yurdunun sakinleri!" diyerek selam vermelerini emir buyurmuşlardır.70 Selam anlayana verileceğine göre ölüler kendilerini ziyaret edenleri tanıyorlar demektir. Müdakkik alimlerden birisi olarak tanınan İbn Kayyım el-Cevziyye de ölülerin özellikle Cuma ve Cumartesi günleri ziyaret edip dua edenlerden ve çocuklarının güzel davranışlarından duydukları sevinci nakleder.71

Kişi kabrin başında kolayına gelen Kur'an ayetlerinden okur. Kabirde Kur'an okunması sünnettir. Çünkü Kur'an okumanın sevabı orada olanlara ulaşır. Ölü de hazır olan gibidir. Onun hakkında da Allah'ın rahmeti umulur. Kur'an okumanın peşinden kabulünü umarak ölüye dua edilir. Çünkü dua ölüye fayda verir. Kıraatin peşinden yapılan dua kabul olunmaya daha yakındır.72

Kabri ziyaret eden kimsenin Yâsin suresini okuması müstehaptır. Çünkü Hz. Enes'ten rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Her kim kabristana girer de Yâsin'i okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, o gün Allah Teâlâ onların azabını hafifletir. Kendisinin de bu kabristandaki ölüler sayısınca sevabı olur."73

Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Ölülerinize Yâsin suresini okuyun.”74

Bir kısım Hanefîler, bu hadise dayanarak "Kişi amelinin sevabını bir başkasına bağışlayabilir, ameli -kıraat, namaz, oruç, sadaka veya hac- hangi çeşitten olursa olsun fark etmez.”75 diye hükmetmişlerdir.

Kabir ziyareti yapılırken ölünün yüzüne doğru dönülerek selam verilmeli ve dua edilmelidir. Bu esnada kabri öpmekten, yüzünü gözünü sürmekten ve etrafında dönmek (tavaf) den sakınılmalıdır. Çünkü bu gibi davranışlar bid'attır ve dinde yeri yoktur.76

İlave bilgi için tıklayınız:

Ölünün arkasından Kur'an okunur mu?

Dipnotlar:

1. Ebû Davud, Vesâyâ, 3; Tirmizî, Vesâyâ, 7.
2. Müslim, Vasiyyet, 14; Ebu Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36, Nesâî, Vesâyâ, 8; Dârimî, Mukaddime, 4; Ahmed İbn Hanbel, 2/372.
3. İbn Mace, Mukaddime, 20.
4. Buhari, Sahih, Rikak,42; Müslim, Sahih, Zühd, 5.
5. Buhari, Enbiya, 1; Müslim, Vasiyyet, 3, İlim, 6; Ebu Davud, Sünen, Vesaya,14, Cihat,15; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/372 (Meymeniyye-Kahire 1313); İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 20, 1975.
6. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453, 2. Baskı, Sebat Ofset, Konya, 1989.
7. İbn Kayyım el-Cevziyye, er-Ruh, 117; Beyrut, 1975.
8. Necm,53/39.
9. Yasin, 36/54.
10. Bakara, 2/286.
11. Haşr, 59/10.
12. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
13. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 59.
14. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
15. Ebu Davud, Cenâiz, 56.
16. Müslim, Cenâiz, 103; İbn Mâce, Cenâiz, 36; Nesâî, Cenâiz, 103.
17. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 105-107, Marifet Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1984.
18. Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 76; İbn Mace, Sünen, Sadakat, 12.
19. Abdülkadir Mutlaku'r-Rahbavi, Ahiret Günü, 33; Terc. Ahmet Serdaroğlu-Lütfi Şentürk, Nur yay., 5. Baskı.
20. Buhari, Sahih, Havalat, 3; Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
21. Ebu Davud, Sünen, Edeb, 12; İbn Mace, Sünen, Edeb, 2.
22. Haşr, 59/10.
23. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 107.
24. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/509,6/252, (Meymeniyye-Kahire 1313); Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 72; İbn Mace, Sünen, Edeb, 1.
25. Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/568, Beyrut, ts.
26. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
27. Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 282.
28. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
29. Müslim, Sahih, Vasiyyet, 3; Ebu Davud, Sünen, Vesaya, 14.
30. Buhari, Sahih, Cenaiz, 94; Müslim, Sahih, Zekat,15; Ahmed İbn Hanbel, 2/371.
31. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
32. Buhari, Sahih, Vesaya, 15, 20, 26.
33. Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/568.
34. Ebu Davud, Sünen, Zekat, 42; Nesei, Sünen, Vesaya, 9.
35. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme ve Şerhi, 10/54, Akçağ yayınları, Ankara, 1990.
36. Vehbe Zühayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, (Terc. Heyet) 3/9; Risale yayınları, İstanbul, 1990.
37. Cemalüddin Ebî Muhammed Abdillah İbn Yusuf el-Hanefî ez-Zeyleî, Nasbu'r-Râye li ehâdîsi'l-Hidâye, 2/463; Dâru'l-Hadîs, Kahire, ts.
38. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/207-208.
39. Buhari, Sahîh, Savm, 42; Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.
40. Nasıruddin el-Elbânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi'd-Daîfe ve'l-Mevzûa, 1/169-170; Dımaşk, 1964.
41. Buhari, Sahîh, Savm, 42; Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.
42. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 459.
43. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.
44. Nâsıruddîn el-Elbânî, Ahkâmu'l-Cenâiz, 170; Beyrut, 1969.
45. Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.
46. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.
47. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.
48. Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/99.
49. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 460-61.
50. Tirmizi, Dâhâyâ, 2; Ebu Davud, Dâhâyâ, 2.
51. İbrahim Canan, a.g.e, 6/61.
52. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 70.
53. İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, 1/146; İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/379; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/97; Şeyh Ali Mahfuz, el-İbdâ, 186.
54. Dârimî, Mukaddime, 16.
55. İmam Malik, Muvatta', Kader, 3.
56. İsmail Lütfi Çakan, Hurafeler ve Batıl İnanışlar, 64; Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 109; Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 471; Recep Aktaş, İslam Dininin Yasak Ettiği Batıl İnanışlar, 43; Bahar yayınları, İstanbul, 1973.
57. Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/98-100.
58. Müslim, Sahih, Cenaiz, 102; Farklı rivayetler için bkz.: Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 79; Neseî, Sünen, Taharet, 109, Cenaiz, 103; İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 36, Zühd, 36.
59. Necm, 53/3.
60. Seyyid Sabık, a.g.e, 1/383.
61. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 462.
62. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 108.
63. Azîmâbâdî, Avnu'l-Ma'bûd, 3/160, Hindistan Baskısı, Aynî, Umdetü'l-Kari, 5/283, İstanbul Baskısı, İbn Kudâme, İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/423-424; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/98-100, Mısır, 1952; Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/567-569, Beyrut, 1969; Reşid Rıza, 8/255; Şeyh Ali Mahfûz, el-İbdâ fî Madarri'l-İbtidâ, 235 (4.Baskı); Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 460.
64. Müslim, Sahih, Cenaiz, 106; Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 81; Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 60.
65. Nesei, Sünen, Cenaiz, 101.
66. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/91.
67. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 99.
68. Buhârî, Cenâiz, 151; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/117-120.
69. Müslim, Cennet, 76, 77.
70. Müslim, Cenaiz, 102; Ebu Davud, Cenaiz, 79; Nesâî, Taharet, 109; İbn Mace, Cenaiz, 36, Zühd,36; Muvatta', Taharet, 28.
71. İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitâbu'r-Ruh, 10.
72. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/91-92.
73. İbn Kudame, el-Muğni, 2/422; İbn Abidin, 2/243; Umdetu'l Kari Şerhu Sahihi Buhari, 3/118.
74. İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 24; Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 4.
75. İbrahim Canan, a.g.e, 15/239.
76. Gazali, İhya, 1/473; İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/422; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/117-120; Şeyh Ali Mahfuz, el-İbdâ, 192; Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/566; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, 1/146.

(Doç. Dr. Hüdaverdi ADAM, Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kelam Anabilim Dalı Öğretim Üyesi)

14 Salavat duaları ve anlamları nedir? Bütün salavat dualarını ve anlamlarını yazar mısınız?

Peygamber Efendimize (asm) salat ve selam getirmek için sadece "Allahümme salli ala Muhammed" demek de yeterlidir.

Salavat çeşitleri çoktur. Ancak en meşhuru namazlarda tahiyyattan sonra sonra okuduğumuz "salli ve barik" dualarıdır:

"Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammedin, kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim, inneke hamîdun mecîd."

"Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ İbrahim'e alâ âli İbrahime, inneke hamîdun mecîd."

Anlamları:

"Allah'ım! Muhammed'e ve ailesine rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e ve ailesine rahmet kıldığın gibi. Sen övülmeye lâyıksın, şerefi yücesin."

"Muhammed'i ve ailesini mübarek kıl, tıpkı İbrahim'i ve ailesini mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye lâyıksın, şerefi yücesin." (bk. Buhârî, da'avât 33: Müslim, salât 66-68)

“Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” yahut da “Sallallahü aleyhi ve sellem” veya "aleyhissalatü vesselam" diyerek de salavat getirilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Peygamberimiz'e (s.a.v) salavat getirmenin önemi hakkında bilgi verir misiniz?

Efendiler Efendisine (Tavsiye edilen) Salâvat Duaları...

15 Kenzü'l-Arş duası var mıdır? Duaların faydalarını görmek için ne yapmamız gerekir?

Cevap 1:

Kenzü’l-Arş duâsı:

"Kenzü’l-Arş duası", başta “Bismillahirrahmanirrahim” hakkı ve hürmeti için ve Fatiha Sûresinden başlayıp Kur’ân’ın Sûre-i Celîlelerinin tamamının ilk âyetlerini zikrederek, sûrelerin hakkı ve hürmeti için, Kur’ân’daki kelime ve hecâ harflerinin hakkı ve hürmeti için, peygamberlerden, büyük meleklere ve büyük zatlara kadar bütün muhterem zatların hakkı ve hürmeti için, insanoğlunun ve melâikenin muhtelif hâl ve sıfatları esnasında zikrettikleri Allah’ın isimleri hakkı ve hürmeti için Allah’tan af, bağışlanma, mağfiret ve çok geniş bir çerçeve içinde ihtiyaçlarımızın karşılanmasını isteyen geniş, faziletli ve tesirli bir duadır.

Kenzü’l-Arş duası, Bismillahirrahmânirrahîm ve Elhamdülillahi Rabbi’l-Âlemin hürmetine, Elif lâm mim ile başlayan Bakara Sûresi, Elif lâm mim ile başlayan Al-i İmran Sûresi hürmetine, Nisa Sûresi, Mâide Sûresi, En’âm Sûresi, Elif lâm mîm sâd ile başlayan A’râf Sûresi, Enfâl Sûresi, Tevbe Sûresi, Elif lâm râ ile başlayan Yûnus Sûresi, Elif lâm râ ile başlayan Hûd Sûresi, Elif lâm râ ile başlayan Yûsuf Sûresi, Elif lâm mîm râ ile başlayan Ra’d Sûresi, Elif lâm râ ile başlayan İbrâhîm Sûresi, Elif lâm râ ile başlayan Hicr Sûresi, Nahl Sûresi, İsrâ Sûresi, Kehf Sûresi, Kâf hâ yâ ayn sâd ile başlayan Meryem Sûresi, Tâhâ Sûresi hürmetine ve devam ederek sıra ile Kur’ân’ın yüz on dört sûresinin her birisinin ilk ayetlerini zikri içine alarak, bu sûrelerin ve âyetlerinin şefaatleriyle Cenâb-ı Hakk’tan af ve bağışlanma talebini içeriyor.

Surelerin ardından Peygamber Efendimiz (asm)’e nazil olunan Kuran’ın ayet, kelime ve harflerinin hürmetine, ayrıca yirmi dokuz harfinin her birisini isim isim zikrederek, bu harflerin hürmetine af, mağfiret ve ihtiyaçlarımızla ilgili isteklerimizi Allah’a arz eden dua metni, daha sonra yüz yirmi dört bin peygamber hürmetine, insanlığın atası Hazret-i Âdem ve Havva hürmetine, dört büyük meleklerin hürmetine, Kerrûbîn ve Hamele-i Arş melekleri hürmetine, yedi kat gökyüzü ile yedi kat yeryüzü ve bu mülklerde bulunan melekler hürmetine bağışlanma dileğini içeriyor.

Duada daha sonra aynı dilek ve isteklerimizi Hazret-i Âdem (as) ve Havva, Hazret-i Nuh (as), Hazret-i Musa (as), Hazret-i İsa (as), Hazret-i Muhammed (asm) hürmetine, Cebrail (as), Mikâil (as), İsrafil (as), Azrail (as) hürmetine.. ardından Allah’ın isimlerini farklı bir açıdan ele alan dua metni, bu isimlerin hepsiyle bağışlanma ve af talebini dile getiriyor. 

Ardından peygamberlere ve vahye tâbi olan ve istikamet üzere bulunan muhterem zatların hürmetine istek ve dileklerimizi Cenâb-ı Hakk'a arz ediyor.

Hazret-i Ali (ra) tarafından tertip edildiği ve Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edildiği tahmin edilen ve aslı Kuran’dan alınmış bulunan bu dua, Gümüşhanevi hazretlerin derlediği "Mecmuatü’l-Ahzab" isimli eserde geçiyor. Ne kadar sıklıkla okuduğunu bilmesek de, bu duayı bir hususî vird olarak kabul ettiğini bildiğimiz Bedîüzzaman Hazretleri, Rumuzât-ı Semâniye risâlesi olan Yirmi Dokuzuncu Mektûb’un Sekizinci Kısmının İkinci ve Üçüncü remizlerinde bu duadan bahsetmektedir. Üstad Hazretleri bu remizleri, “Kenzü’l-Arş Duasının Feyzinden Gelen Bir Nükte-i Kur’âniye”, “Kenzü’l-Arş’ın Birinci Nükte-i Kur’âniyesi”, “Kenzü’l-Arş Duâsının Feyzinden Gelen Üçüncü Nükte-i İcâziye” başlıkları ile işlemektedir.

Kuran’dan ve hadislerden alınan bu dua metnini, sıkıntılı hallerimizde, günahlarımızdan af ve bağışlanma istediğimiz ve ihtiyaçlarımızın giderilmesini şiddetle arzuladığımız her an, Allah’ın merhametine ve şefkatine sığınmak için okuyabiliriz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Okunan dualara, yapılan ibadetlere vadedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir?

Cevap 2:

Kenzü’l-Arş Duâsı

بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ

الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓۚ ذَٰلِكَ الْكِتَابُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓۚ اللَّـهُ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓصٓ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَسأَلونَكَ عَنِ الأَنفالِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بَراءَةٌ مِنَ اللَّـهِ وَرَسولِهِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓـرٰ تِلكَ آياتُ الكِتابِ الحَكيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓـرٰ كِتابٌ أُحكِمَت آياتُهُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓـرٰ تِلكَ آياتُ الكِتابِ المُبينِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓرٰ تِلكَ آياتُ الكِتابِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓـرٰ كِتابٌ أَنزَلناهُ إِلَيكَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓـرٰ تِلكَ آياتُ الكِتابِ وَقُرآنٍ مُبينٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * أَتى أَمرُ اللَّـهِ فَلا تَستَعجِلوهُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سُبحانَ الَّذي أَسرى بِعَبدِهِ لَيلًا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الحَمدُ لِلَّـهِ الَّذي أَنزَلَ عَلى عَبدِهِ * الكِتابَ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * كٓهٰيٰعٓصٓ ذِكرُ رَحمَتِ رَبِّكَ عَبدَهُ زَكَرِيّا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * طٰهٰ ما أَنزَلنا عَلَيكَ القُرآنَ لِتَشقى * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيم * اقتَرَبَ لِلنّاسِ حِسابُهُم * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سوُرَةٌ أَنزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * طٰسٓمٓ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * طٰسٓ تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * طٰسٓمٓ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓ أَحَسِبَ النَّاسُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓ غُلِبَتِ الرُّومُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓمٓ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الٓـمٓ تَنزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللَّـهَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الْحَمْدُ لِلَّـهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يٰسٓ وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * صٓ وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّـهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّـهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ عٓسٓقٓ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ إِنَّا أَنزَلْنَاهُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّـهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * حٰمٓ تَنزِيلُ الْكِتَابِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّـهِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّـهِ وَرَسُولِهِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قٓ وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالطُّورِ وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الرَّحْمَـنُ عَلَّمَ الْقُرْآنَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سَبَّحَ لِلَّـهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قَدْ سَمِعَ اللَّـهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سَبَّحَ لِلَّـهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سَبَّحَ لِلَّـهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يُسَبِّحُ لِلَّـهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا جَاءَكَ الْمُنَافِقُونَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يُسَبِّحُ لِلَّـهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الْحَاقَّةُ مَا الْحَاقَّةُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سَأَلَ سَائِلٌ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ *عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * عَبَسَ وَتَوَلَّى * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا السَّمَاءُ انفَطَرَتْ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا السَّمَاءُ انشَقَّتْ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالسَّمَاءِ وَالطَّارِقِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى الَّذِي * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالْفَجْرِ وَلَيَالٍ عَشْرٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * لَا أُقْسِمُ بِهَـذَا الْبَلَدِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَى * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالضُّحَى وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحاً * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * الْقَارِعَةُ مَا الْقَارِعَةُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَالْعَصْرِ إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّـهِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قُلْ هُوَ اللَّـهُ أَحَدٌ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ * قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ * عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ أَرْبَعَةَ عَشَرَ وَمِائَةِ سُوَرِ القُرْآنِيَّةِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ سِتٍّ وَسِتِّينَ وَسِتِّمِائَةٍ وَسِتِّ آلافِ آيَةِ القُرْآنِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ أَرْبَعِمِائَةٍ وَسِتٍّ وَ سَبْعينَ أَلْفَ كَلِمَةِ القُرْآنِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ الَّذي هُوَ مَوْجُودٌ في كُلِ سُوَرِ القُرْآنِ عَلَيْكَ يا رَبِّ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ سِتِّ مِائةٍ وَعِشْرينَ أَلْفاً وَثَلَاثِمِائةِ أَلْفِ حَرْفِ القُرْآنِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الأَلِفِ الَّذي هُوَ مَوْجُودٌ في سَبْعينَ و ثَلاثَمِائَةٍ وَأَرْبَعينَ أَلْفَ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ البَاءِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَمانِيَةَ عَشَرَ وَأَرْبَعِمِائةٍ وَإحِدى عَشَرَ أَلْفِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ التَاءِ الَّذي في القُرْآنِ في تِسْعٍ وَتِسعينَ وَمِائةٍ وَعَشْرِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ الثَاءِ الَّذي في القُرْآنِ في سِّتٍ وَتِسعينَ وَاثْنَي أَلْفِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الجيمِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَلاثٍ وَتِسْعينَ وَمَاِئَتَيْنِ وَ ثَلاثَةِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الحاءِ الَّذي في القُرْآنِ في سَبْعينَ وَتِسْعِمِائَةٍ وَ ثَلاثَةِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الخاءِ الَّذي في القُرْآنِ في سِتٍّ وَ أَرْبَعِمِائَةٍ وَأَلْفَيْ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الدَّالِ الَّذي في القُرْآنِ في إثنَي وَ تِسعينَ وَ أَرْبَعِمائَةٍ وَ ثَلاثَةِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الذَّالِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَلاثينَ وَ ثَلاثَمائَةٍ وَأَلْفَي مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الرَاءِ الَّذي في القُرْآنِ في سبعةِ آلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الزَاءِ الَّذي في القُرْآنِ في مائةٍ وَأربعةِ آلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ السينِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَلاثينَ وَ ثَلاثَمِائَةٍ وثَلاثَةِ أَلْاف مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الشينِ الَّذي في القُرْآنِ في تِسعينَ وَ أَرْبَعَةِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الصّادِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَلاثَمِائَةٍ وأَلْفَي مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الضّاد الَّذي في القُرْآنِ في أَرْبَعَةِ وَ سَبْعينَ وَ مِائةٍ وَأَلْفِيّ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الطّاءِ الَّذي في القُرْآنِ في أَرْبَعَةِ وَ سَبْعينَ وَ مائتَينِ وَأَلْفِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الظّاءِ الَّذي في القُرْآنِ في أَرْبَعْينَ وَ سِتِمِائةِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ العَينِ الَّذي في القُرْآنِ في عِشْرينَ وَ مِائتَين وَتِسْعَةِ آلاف مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الغَيْنِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَمَانٍ وَ مِائتَين وَاثنَي أَلْفِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الفاءِ الَّذي في القُرْآنِ في أَرْبَعِمِائَةٍ وَ ثَمانِيَةِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ القَافِ الَّذي في القُرْآنِ في ثَلاثَةٍ وَسَبْعِمِائَةٍ وَ سِّتِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الكَافِ الَّذي في القُرْآنِ في سِتّينَ وَخَمْسِمَاِئةٍ وَتِسْعِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ اللّامِ الَّذي في القُرْآنِ في اثْنَيْنَ وَثَلاثينَ وَاَرْبَعِمِائَةٍ وَ ثَلاثينَ ألْفِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الميمِ الَّذي في القُرْآنِ في عِشْرينَ أَلْفَ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ النُّونِ الَّذي في القُرْآنِ في سِتّينَ وَخَمْسِمِائةٍ وَسِتَّةٍ وَعِشْرْينَ أَلْفَ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الواوِ الَّذي في القُرْآنِ في سِتَّةِ أَلْافِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ الهاءِ الَّذي في القُرْآنِ في سَبْعِينَ وَ تِسْعَةَ عَشَرَ أَلْفَ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ اللَّامِ الألِفِ الَّذي في القُرْآنِ في تِسْعَةَ عَشَرَ أَلْفِ مَوْضِعٍ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَرْفِ اليَاءِ الَّذي في القُرْآنِ في ألْفٍ وَ تِسْعِمِائَةٍ وَتِسْعِينَ مَوْضِعاً عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ تِسْعٍ وَعِشْرِينَ حَرْفَ القُرْآنِ الذي أنْزَلْتَهُ على مُحَمَّدٍ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ أرْبَعَةٍ وَعِشْرِينَ وَمِائَةِ ألْفِ نَبِيٍّ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ آدَمَ وَحَوّا عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ جَبْرَائيلَ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ ميكَائيلَ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ إسْرافيلَ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ عَزْرائيلَ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ مَلائِكةِ الكَروُبِيّينَ عَلَيْهِمُ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَمَلَةِ الْعَرْشِ عَلَيْهِمُ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ السَّمَوَات السَّبْعِ وَالْأَرَضِينَ السَّبْعِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ الاِسْمِ الَّذي ذَكَرَكَ بِهِ الأنْبِياءُ وَ الأَوْلِياءُ وَالعُبَّادُ وَالزُهّادُ وَالأَبْدَالُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ قَطْرَةِ المَاءِ الَّتي تَجْري مِنْ أَعْيُنِ المَظْلوُمينَ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ أبي بَكرٍ الصِّدِّيق رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ عُمَرَ بْنِ الخَطّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ عُثْمَانَ بِنْ عَفَّانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ عَلِّيِ بْنِ أبي طَالِبٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ حَسَنْ وَحُسَيِنْ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا وَ بِحُرمَةِ زَيْنِ العَابِدينَ وَ بِحُرمَةِ موُسىَ بْنِ جَعْفَرٍ وَ بِحُرمَةِ عَلّيِ بْنِ موُسىَ وَ بِحُرمَةِ عَلّيِ بن مُحَمَّدٍ وَ بِحُرمَةِ حُسَيِنْ بْنِ عَلّيِ وَ بِحُرمَةِ أولادِهِمْ رِضْوَانُ الله عَلَيْهِمْ أجْمَعينَ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ المُصَلْينَ بِاللَّيْلِ وِالنَّهَارِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي تُعِزُّ وَتُذِّلُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي تُحّيي وَتُميتُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ المَحبَّةِ الَّتي بَيْنَكَ وَبَيْنَ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ أَحَدٍ وَألْفٍ مِنْ اِسْمِكَ الَّذي يُحَرَّكُ بِهِ الأرْجُلُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ البَيْتِ المَعْمُورِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ المَشْعَرِ الحَرَامِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ الغُزَاةِ وَالشُهَدَاءِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي صِفَاتُكَ مَكْتُوبَةٌ فيهِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي بِهِ يَأخُذُ مَلَكُ المَوتِ رُوَحَ الخَلَائِقِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي ذَكَرَكَ بِهِ حُورُ العِينِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي ذَكَرَكَ بِهِ أهْلُ البَلَاءِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي ذَكَرَكَ بِهِ إبْرَاهيمُ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَخَلَّصْتَهُ مِنْ نَارِ نَمْرُودَ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي لَقِيَ بِهِ يَعْقُوبُ يُوسُفَ عَلَيْهِ السَّلَامُ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي ذَكَرَكَ بِهِ أيُّوبُ عَلَيْهِ السَّلَامُ فَكَشْفَتَ عَنْهُ الضُّرَّ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ اسْمِكَ الَّذي ذَكَرَكَ بِهِ سُلَيْمانُ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَرَدَدْتَ مُلْكَهُ إلَيْهِ عَلَيْكَ يا رَبِ

وَأَسْئَلُكَ بِحَقِّ بِحُرمَةِ إلهِنَا وَسَيْدِنَا وَفِّق لِعَبِيدِكَ العَاجِزِينَ التَّوْبَةَ وَثَبِّتْ لَنَا الإيمَانَ وَارْحَمْنَا وَارْضَ عَنَّا أُمَّةَ مُحَمَّدٍ وَارْحَمْ آبَائَنَا وَأُمّهَاتَنَا وَأقْرَبَائَنَا وَعَشَائِيرَنَا وَأعْمَامَنَا وَعَمّاتِنَا وَاحْفَظْ ايمَانَنَا مِنْ شَرِ الشَّيْطَانِ وَاغْفِرَ لَنَا بِفَضْلِكَ يَا رَحْمنُ وَارْزُقْنَا رُؤْيَةَ جَمَالِكَ وَجَمَالِ حَبيبِكَ في فِرْدَوْسِ الجِنَانِ بِرَحْمَتِكَ يا أَرْحَمَ الرَّاحِمِين

16 Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahi'l azim, tesbihinin / duasının fazileti hakkında bilgi verir misiniz?

Kabîsa b. Muharik anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (a.s.m)'e gittim. “Ey Kabîsa! Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de: “Yaşım ilerledi, kemiklerim inceldi, bu sebeple Allah’ın beni faydalandıracağı bir şeyi bana öğretmen için sana geldim.” dedim. (Şöyle buyurdu):

“Ey Kabîsa! (Şu dediklerimi yaparsan), yanından geçtiğin her bir taş, ağaç ve toprak parçası mutlaka senin için Allah’tan bağışlamanı dilerler. Ey Kabîsa! Sabah namazını kıldıktan sonra, üç defa ‘Subhanellahi’l-azîm ve bi hamdihi’ duasını okuduğun zaman, körlükten, cüzamdan ve felçten muaf olacaksın. Ey Kabîsa! De ki: ‘Allah’ım! Ben senin nezdinde bulunan(lütfun)dan isterim. Üzerime ikramlarından akıt, rahmetinden üstüme yay ve üzerime bereketlerinden indir.” (Cem’ul-Fevaid, 1/20; Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, 3/431)

Ebû Hüreyre'den: Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"İki söz vardır ki onlar dile hafiftir­ler, terazide ağırdırlar; Rahman olan Allah'a sevimlidirler, bunlar:

'Sübhânellâhi ve bihamidihî, Sübhânellâhil'azîmi./ Allah'a hamd ederek onu noksanlıklardan tenzih ederim, Yüce Al­lah'ı tenzih ederim.'." (Buhari, Kitâbu'd-Daavât, 65)

Ebü Zer'den (Radıyallahu Anh) bize rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

"Allah katında en sevimli olan sözü sana bildireyim mi? Allah'a en sevimli olan söz: 'Sübhânellâhi ve bihamdihî'dir."

Ve bir rivayette de: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e soruldu, hangi söz daha faziletli­dir? Peygamber buyurdu: "Allah Tealâ'nın melekleri için yahud kulları için seçtiği şu sözdür: Sübhânellâhi ve bihamdihî / (Allah'a hamd ederek onu noksanlıklardan tenzih ederim)." (Müslim, Mesacid, 17)

Cabir'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

"'Kim Sübhânellâhi ve bihamdihî / Allah'a hamd eder olduğum halde onıı noksanlıklardan tenzih ede­rim' derse; onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.’’ (Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Daavat, 60)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

'Kim, Allah’ı hamdiyle tesbih ederim.' derse denizin köpükleri kadar bile günahı olsa bağışlanır." (Buhârî, Deavat: 27; Müslim, Zikr: 17)

Dualara verilecek sevaplar konusunda bilgi almak için tıklayınız:

Okunan dualara verilen sevaplarla ilgili rivayetler var. Dualara vaadedilen netice ve sevaplara ...

17 İsm-i a'zam ne demektir ve hangi isimdir?

Allah’ın isimleriyle dua etmek şüphesiz çok sevaplıdır. Özellikle, bu iki duanın, ism-i a'zam hakikatine dair bir muhtevaya sahip olması, duanın makbuliyetini kat kat arttırır.

"Tercuman-ı İsm-i A'zam" duasında, Allah’ın değişik isimleri şefaatçi kılınarak cehennem ateşinden Rahman’a sığınmak vardır. Bu duanın sabah ve ikindi namazlarından sonra okunması ayrı bir tevafuk özelliğine sahiptir. Çünkü, Kur’an’da  yer alan,

“Allah, o adamı ötekilerin kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini de azabın en beteri kuşattı. Sabah-akşam, ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de şöyle denir: 'Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!' " (Mümin, 40/45-46)

mealindeki ayette, kabir/berzah aleminde kâfirlerin sabah ve akşam ateşe atıldıklarına işaret edilmektedir.  Onun için bir Tercüma-ı İsm-i A'zam ile o vakitlerde dua edip ateşten Allah’a sığınmak, inanan insanlar için çok önemli bir münacattır.

İsm-i A'zam duası da diğer namazlardan sonra okunmak suretiyle, ilgili isimler şefaatçi yapılarak Hz. Peygamber (a.s.m)’e özel dua olan salavat getirilmekte ve o alemlere rahmet olan Efendimiz (a.s.m) de ilahî rahmete kavuşmak için bir vesile yapılmaktadır.

İsm-i A'zam, Allah’ın bütün esmâ-i hüsnasının mânâsını içinde toplayan ismi. En büyük isim. Â'zam, “en büyük, en ulu, en azim” demektir. Buna göre, ism-i â'zam, “ilâhî isimler arasında bütün isimleri ihtiva eden en kapsamlı isim” demek olur. Hangi ismin ism-i â'zam olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Bu ismin gizli bırakılmasının hikmet, bütün isimlerin, ism-i â'zam olabileceği ihtimaliyle zikredilmelerini teşviktir.

Ramazanda Kadir Gecesi'nin, cuma gününde duaların kabul saatinin,.. bu hikmet için gizli kaldığı gibi, ism-i â'zam da isimler içinde gizli kalmıştır.

Ayrıca her ismin de azamî bir mertebesi vardır ve evliyanın ism-i â'zamı farklı görmeleri, kendilerinin mazhar oldukları esmânın farklı oluşuyla izah edilir.  Bu nedenle her ismin de â'zamî bir mertebesi var ki, o mertebe ism-i â'zam hükmüne geçiyor. Evliyaların ism-i â'zamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Bu açıdan ism-i â'zam herkes için bir olmaz; belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ, İmam-ı Ali (Radıyallahu Anh) hakkında Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs, altı isimdir. Ve İmam-ı Âzam'ın ism-i â'zamı; Hakem, Adl, iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzam'ın ism-i â'zamı; Yâ Hayy'dır. Ve İmam-ı Rabbânînin ism-i â'zamı; Kayyûm ve hâkezâ, pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i â'zam görmüşlerdir. (Nursi, Lem'alar, Otuzuncu Lem'a)

Diğer taraftan, her ismin tecellî yönünden “azamî bir mertebesinin” bulunduğunu bildirir. Örneğin, bir zerrenin yaratılışındaki Hâlık isminin tecellîsi ile bütün âlemin yaratılışındaki Hâlık isminin tecellîsi arasındaki fark, işte bu mertebe farkıdır ki, bunlardan ikincisi azamî mertebede bir tecellîyi ifade etmektedir.

Hazret-i Ali'nin (r.a.) "Ercûze" namında bir kasidesi Mecmuatü'l-Ahzab'da vardır. İsm-i â'zamı altı isimde zikrediyor. İmam-ı Gazâlî onu "Cünnetü'l-Esmâ" namındaki risalesinde, Hazret-i Ali'nin zikrettiği ve ism-i â'zamın muhîti olan o esmâ-i sitteyi şerh ve hassalarını beyan etmiştir. O altı isim de Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs'tur."

İSM-İ Â'ZAM DUASI

Bismillâhirrahmânirrahiym.

"Yâ Cemîlu Yâ Allâh
Yâ Karîbu Yâ Allâh
Yâ Mücîbu Yâ Allâh
Yâ Habîbu Yâ Allâh
"

 "Yâ Raûfu Yâ Allâh
Yâ Atûfu Yâ Allâh
Yâ Ma’rûfu Yâ Allâh
Yâ Latîfü Yâ Allâh
"

"Yâ Azîmü Yâ Allâh
Yâ Hannânü Yâ Allâh
Yâ Mennânü Yâ Allâh
Yâ Deyyânü Yâ Allâh"

"Yâ Subhânü Yâ Allâh
Yâ Emânü Yâ Allâh
Yâ Bürhânü Yâ Allâh
Yâ Sultânü Yâ Allâh"

"Yâ Müste'ânü Yâ Allâh
Yâ Muhsinü Yâ Allâh
Yâ Mütealü Yâ Allâh
Yâ Rahmânü Yâ Allâh"

"Yâ Rahîmü Yâ Allâh
Yâ Kerîmü Yâ Allâh
Yâ Mecîdü Yâ Allâh
Yâ Ferdü Yâ Allâh
"

"Yâ Vitru Yâ Allâh
Yâ Ehadü Yâ Allâh
Yâ Samedü Yâ Allâh
Yâ Mahmûdu Yâ Allâh"

"Yâ Sadıka'l-va’di Yâ Allâh
Yâ Aliyyü Yâ Allâh
Yâ Ganiyyü Yâ Allâh
Yâ Şâfî Yâ Allâh
"

"Yâ Kâfî Yâ Allâh
Yâ Muâfî Yâ Allâh
Yâ Bâkî Yâ Allâh
Yâ Hâdî Yâ Allâh"

"Yâ Kâdiru Yâ Allâh
Yâ Sâtiru Yâ Allâh
Yâ Kahhâru Yâ Allâh
Yâ Cebbâru Yâ Allâh
"

"Yâ Gaffâru Yâ Allâh
Yâ Fettâhu Yâ Allâh
"

"(Eller açılır) Yâ rabbe's-semâvâti ve'l-ard, yâ zelcelâli ve'l-ikrâm. Es’elüke bi hakkı hâzihi'l-esmâi küllihâ en tüsâlliye alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, verham Muhammeden kemâ salleyte ve sellemte ve bârekte ve râhimte ve terahhamte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhime fil alemin. Rabbenâ inneke hamîdun mecid. Birâhmetike yâ erhâme'r-râhimin. Velhamdü lillâhi rabbi'l-âlemin." denir.

İsm-Â'zam Duâsından Bir Bölümün Anlamı:

"Ey eşsiz ve sonsuz güzellik sahibi Allah!
Ey  her şeye her şeydan daha yakın olan Allah! 
Ey duâ ve ihtiyaçlara cevap veren Allah!
Ey kullarının gerçek sevgilisi olan Allah! "

"Ey sonsuz şefkat sahibi olan Allah!
Ey merhameti nihayetsiz olan Allah!
Ey kâinat çapında varlığı tanınmış olan Allah!
Ey yarattıklarına karşı lütufları çok olan Allah! "

"Ey sonsuz büyüklük sahibi olan Allah!
Ey kullarına karşı pek çok acıyan Allah!
Ey bütün varlıklara iyilikte bulunan Allah!
Ey amellerin karşılığını en güzel şekilde veren Allah!"

(...)

"Ey göklerin ve yerin Rabbi, ey celâl ve ikram sahibi!  Bütün bu isimlerin hakkı için, senden İbrâhim’e ve İbrâhim’in âline salât, selâm, bereket, rahmet ve pek çok şefkat ihsan ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Muhammed’in âline bütün âlemlerde salât ve merhamet ihsan etmeni diliyorum. Rabbimiz! Şüphesiz sen övgüye en lâyık olan Hamîd ve şânı yüce olan Mecîd’sin. Bunu sonsuz rahmetinle yap, ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur."

TERCUMAN-I İSM-İ Â'ZAM DUASI

Bismillâhirrahmânirrahiym

"Subhaneke ya Allâh, tealeyte yâ Rahmân, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Râhîm, tealeyte yâ Kerîm, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Hamîd, tealeyte yâ Hakîm, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Mecid, tealeyte yâ Melik, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Kuddüs, tealeyte yâ Selâm, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Mü’min, tealeyte yâ Müheymin, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Âziz, tealeyte yâ Cebbâr, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Mütekebbir, tealeyte yâ Hâlık, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Evvel, tealeyte yâ Âhir, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Zâhir, tealeyte yâ Bâtın, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Bâri, tealeyte yâ Musâvvir, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Tevvâb, tealeyte yâ Vehhâb, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Bâis, tealeyte yâ Vâris, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Kâdim, tealeyte yâ Mukim, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Ferd, tealeyte yâ Vitr, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Nur, tealeyte yâ Settâr, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Celil, tealeyte yâ Cemil, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Kâhir, tealeyte yâ Kâdir, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Melik, tealeyte yâ Muktedir, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Alim, tealeyte yâ Âllâm, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Aziym, tealeyte yâ Gâfur, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Hâlim, tealeyte yâ Vedud, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Şehid, tealeyte yâ Şâhid, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Kebir, tealeyte yâ Müteâl, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Nur, tealeyte yâ Lâtif, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Semi', tealeyte yâ Kefil, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Kârib, tealeyte yâ Bâsiyr, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Hâk, tealeyte yâ Mübin, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Râuf, tealeyte yâ Râhiym, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Tâhir, tealeyte yâ Müteâhhir, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Mücemmil, tealeyte yâ Mufâddil, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Müzhır, tealeyte yâ Mün’im, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Deyyân, tealeyte yâ Sultân, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Hannân, tealeyte yâ Mennân, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Ehad, tealeyte yâ Samed, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Hayy, tealeyte yâ Kayyum, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Adl, tealeyte yâ Hakem, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân

Subhaneke ya Ferd, tealeyte yâ Kuddûs, ecirnâ mine'n-nâr bi afvike yâ Rahmân."

"(Eller açılır) Subhâneke âhiyyen şerâhiyyen tealeyte lâ ilâhe illâ ente ecirnâ ve ecir üstâdenâ ve vâlideynâ ve rufekâenâ ve âkribâenâ ve ahbâbene'l-mü’minîne'l-muhlisîyne mine'n-nâr ve min külli nâr (eller aşağıya çevrilir) vahfaznâ minşerri'n-nefsi ve'ş-şeytan ve min şerri'l-cinni ve'l-insân ve min şerri'l-bid’âti ve'd-dalâleti ve'l-ilhâdi ve't-tuğyân (eller yukârı çevrilir) bi âfvike yâ Mücir, bi fadlike yâ Gaffâr, bi rahmetike yâ erhame'r-râhimîn. Allâhumme edhilne'l-cennete mea'l-ebrâr, bişefâati nebiyyike'l-muhtar. Amîn ve'l-hamdülillâhi rabbi'l-âlemin."

Tercüman-ı İsm-i Âzâm Duasının Bir Bölümünün Anlamı

Bismillahirrahmanirrahim

"Sübhânsın, münezzehsin, Sana sığınırım ey binbir esma sahibi, mutlak ve gerçek mabûd olan Allah! Herşeyden üstün ve yücesin, ey bol rahmet eden, fark gözetmeden herkesi rızıklandıran Rahman! Affınla bizi azap ateşinden ve cehennemden kurtar ya Rahman."

"Sübhânsın. münezzehsin, Sana sığınırım ey hususi rahmet gösteren, sevgili kullarına mağfiret edip Cennet bahşeden Rahim! Her şeyden üstün ve yücesin, ey bol kerem sahibi, umulmadık yerden ihsan eden Kerîm! Affınla bizi azap ateşinden ve cehennemden kurtar ya Rahman."

"Sübhânsın, münezzehsin, Sana sığınırım ey her övgüye lâyık olan, ancak kendisine hamd ve sena olunan, bütün varlıkların hâl ve kal dilleriyle övülen Hamîd! Her şeyden üstün ve yücesin, ey her şeyi yerli yerine koyan hikmetle yapan, faydalı yaratan Hakîm! Affınla bizi azap ateşinden ve cehennemden kurtar ya Rahman."

(...)

"Sen Sübhânsın bütün kusur ve noksanlıktan uzak ve paksın, Sübhaniyyetine sığınıyorum, ey çok merhamet eden, latif rahmetini gösteren Hannân ve en çok ihsan eden, hakikî iyilik ve nimet sahibi olan Mennân! Senden başka ilâh yoktur. Sen her şeyden yüce ve muallâsın. Bizi, Üstadımızı, anne babamızı, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı, hâlis dostlarıınızı cehennem ateşinden, diğer bütün ateşlerden kurtar. Bizleri nefis ve şeytanın şerrinden, cin ve insanın şerrinden, bid'aların, dalaletin, şirkin ve azgınlığın şerrinden muhafaza eyle. Affının hürmetine azaptan koruyan ey Mücîr! fazlının bereketine çok bağışlayan ey Gaffâr! Rahmetinin hatırına, ey merhametlilerin merhametlisi Erhamerrâhimin!.."

"Allah'ım! seçkin peygamberinin şefaatiyle, iyilerle beraber, bizleri Cennet'e idhal eyle! Dualarımızı kabul buyur. Hamd olsun Âlemlerin Rabbi Allah'a ki, hamd ancak kendisine mahsustur."

İlave bilgi için tıklayınız:

İSM-İ A'ZAM...

18 Salat-ı nariye niçin okunur?

“Salat-ı nariye” olarak bilinen salavat-ı şerifenin Arapça olarak yazılışı “Cevşen-i Kebir”in (Büyük Cevşen'in) “Delailü'n-Nur” bölümünde yer almaktadır. Okunuşu şöyledir.

“Allahümme salli salaten kamileten ve sellim selamen tammen ala seyyidina Muhammedi'nillezi tenhallü bihi'l ukadü ve tenfericü bihi'l kürabü ve tükda bihi'l havaicü ve tünalü bihi'r regaibü ve hüsnü'l havatimi ve yüsteska'l ğamamü bi-vechihi'l kerimi ve ala alihi ve sahbihi fi külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lumin lek”

Okunması ve fazileti büyük olan bu salavat-ı şerife esas itibariyle bir duadır; okunmasında büyük sevap olan bir salavattır. Anlamı ise şöyledir:

"Allah' ım! Her göz açıp kapamada ve her nefeste, Sana malum nesneler adedince mükemmel bir salat ve tam bir selamı Efendimiz Muhammed (asm)'in ve bütün Âl ve Ashabının üzerine indir ki; Onunla düğümler çözülür, sıkıntılar dağılır, ihtiyaçlar giderilir, istekler ve hüsn-ü hatimeler elde edilir ve mübarek yüzü hürmetine bulutlardan yağmur istenilir."

Bu çeşit duaların hem maddi hayatımız için hem de uhrevi istikbalimiz için şüphesiz pek çok faydası vardır. İhtiyaçlar bu duayı okumanın vakti ve zamanı olarak değerlendirilmeli ve dua Allah rızası için okunmalı ve istediğimiz şeyin hakkımızda hayırlı ise tahakkuk etmesi istenilmelidir.

Kur'an-ı Kerim'in şu ayetleri bu hususta İlahi takdirin karşısında en büyük tesellisi olmalıdır:

“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onlara hem kız, hem erkek çocuklarını birarada verir. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi bütünüyle bilendir. Her şeye gücü yetendir.”(Şura, 42/49-50)

Bunun için Allah'tan hakkımızda hayırlı olan ne ise onu istemeli. Dua ederken bu husus dikkatten uzak tutulmamalıdır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

"Salat-ı Tefriciye" veya "Salat-ı Nariye" olarak bilinen duanın 4444 defa okunması konusunda ayet veya hadis var mıdır; bu sayıda okumak şart mıdır?

19 Duanın yapılış şekli nasıl olmalıdır, makbul dualar nelerdir ve ne zaman dua edilmelidir?

Duanın nasıl yapılması gerektiği hakkında yüce Rabbimiz bize yol gösteriyor ve açıkça, başka hiçbir izaha gerek kalmayacak şekilde:

“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki o, haddi aşanları sevmez. ... Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.”(1);

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle, sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.”(2) buyuruyor.

Yine, dua etmekten kibirlenip kaçınmak gibi, dua ederken de tiz perdeden bir sesle ve ölçüsüzce ellerini avuçlarını açarak, büyüklenerek dua etmekten men ediyor ve mütevazi bir şekilde, kapısında bir dilenci gibi, boynu bükük ve kalbi kırık, dudağı buruk ve mahzun bir eda ile dua edilmesini emrediyor.(3)

Dua, yalnız Allah için ve Allah’a yapılır. Yani, insan istediğini sadece Ondan ister, başkasından bir şey istenmez. Çünkü,

“El açıp yalvarmaya layık olan ancak odur. Onun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.”(4)

Ayrıca, Cenab-ı Hakk'ın en hoşlandığı ve kabule en şayan olan dua da herkesin uykuda veya başka işlerle meşgul olduğu gafil saatlerde yapılan duadır. Büyükler hep bu vakitleri gözleyip dua etmişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v) de, en geniş kapsamlı dualarını gece namazından (teheccüd) sonra yapmıştır. Uykuyu, gafleti bir kenara bırakıp, gecenin bir kısmında uyanık bulunarak münacatta bulunmak insanı Allah’a yaklaştırır.

“Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.”(5)

Mühim bir iş için duaya başlamadan önce sadaka vermek ve iki rekat namaz kılıp abdestli ve kıbleye yönelik olarak dua etmek, önce Allah’a hamd edip sonra da Peygamberimize salavat getirmek, duanın kabulü için önemli şartlardan biridir.

Dualar için belli vakitler ve uygun saatler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ezan ve kamet arası, ezan okunurken, gecenin sonunda, farz namazların ardından ve özellikle sabah namazından sonra, secde halinde, Kâbe ve Mescid-i Nebevi gibi mübarek yerlerde, üç aylarda ve kandil gecelerinde, ramazan ayında ve Kadir Gecesi'nde vs. gibi.

Bir de duası reddedilmeyen kimseler ve reddedilmeyen dualar vardır. Bunlar da başta anne ve babanın evladına duası, misafirin duası, mazlumun duası müminin mümine gıyabında yaptığı dua.

Dipnotlar:

(1) A’raf, 7/55-56.
(2) A’raf, 7/205.
(3) A’raf, 7/206.
(4) Ra’d, 13/14.
(5) Secde, 32/16.

20 İşlerin düzelmesi için okunan duanın anlamı nedir?

Bu duanın manası şöyledir:

SÜBHANALLAHİ VE BİHAMDİHİ = Allah’ı hamd ile tesbih ederim.

SÜBHANALLAHİL AZİM VE BİHAMDİHİ = Büyük Allah’ı hamd ile tesbih ederim.

ESTAĞFİRULLAH = Allah’tan bağışlanmamı isterim.

YA KAFİ = Ey her şeye kâfi gelen.

YA GANİ = Ey hiçbir şeye ihtiyacı olmayan / Zengin.

YA FETTAH = Ey suretleri, şekilleri, kapıları açan. 

YA REZZAK = Ey her canlının rızkını veren.

YA KERİM = Ey ihsanları bollan / Cömert. 

YA VEHHAP = Ey bağışları çok olan.

YA ZE'T-TAVİLİ = Ey geniş güç ve servet sahibi / lütuf ve ihsanı pek geniş olan. (ZE'T-TAVİLİ / Zi’t-tavli ismi Mümin / Gafir Suresi'nin 3. ayetinde geçmektedir.)

YA MECİD = Ey Yüce olan.

21 Karınca duası diye bir dua var mıdır? Ayrıca bu duayla tuvalete girilebilir mi?

Genellikle bir kısım ticarethanelerde, dükkanlarda çerçeve içerisinde muhafaza edilen, adına "Karınca Duası" veya "Bereket Duası" denilen, okuyanın veya ticarethanesinde bulunduranın hayırlı ve bereketli kazançlar elde edeceğine inanılan, kim tarafından yazıldığı bilinmeyen, dinî bir temele de dayanmayan levhalar yer alır.

Karınca duası veyahutta bereket duası (ikisi de aynı şey) halk arasında okunan meşhur olmuş dualardan birisi. Kaynaklara baktığımızda Peygamber Efendimiz (asm)'den böyle bir duanın gelmedigini görüyoruz.

Ancak duanın metnine baktığımızda duada geçen ifadeler âyet ve hadis kaynaklıdır. Bu sebeple bu duanın okunmasında ya da taşınmasında herhangi bir sakıncanın olmadğını söyleyebiliriz.

Günümüze kadar gelen çok çesit dualar vardir. Hatta bu duaları Gümüshanevi Hazretleri "Mecmuatu'l-Ahzab" isimli kitabında bir araya getirmiş. Buradaki dualara baktığımızda tamamına yakını aynıyla Efendimiz (asm)'den gelmediği görülmektedir. Ancak Efendimiz'den sonra gelen  âyet ve hadislerdeki dua ifadelerini mana büyükleri birleştirmişler ve bu şekilde ortaya yeni dua metinleri çıkmıştır.

Bu ve buna benzer dualarda dikkat etmemiz gereken en önemli konu ise, içlerinde geçen âyet ve hadisleri okuyarak ve anlamlarınıı öğrenerek onların manalarına uygun yaşamaya çalışmaktır.

İçinde âyet ve hadis bulunan kitapçık ve diğer yazılarla tuvalete girmeye gelince:

Önce tedbirine bakalım. Şüphesiz ki, böyle Cevşen, çeşitli âyet ve duaları ihtiva eden kitapçıkları kirli yerlere götürmemek, tuvalete sokmamak en güzelidir. Mümkün olsa da buralara girerken münasip bir yere konsa, çıkarken de alınıp yine cebe indirilse. Ama bu, en güzeli olmasına rağmen her zaman mümkün değildir.

Öyle ise bu gibi, gerek okumak, gerekse korunmak için cepte gezdirilen kitapçığı "üzerine alma, gezdirme" demek de uygun olmasa gerekir.  Bu sebeple değerli fıkıh kitabı "Mülteka"nın şerhi "Dâmâd"dan bir nakil yaparak çıkış yolu tesbit ve tercih edeceğiz. Şöyle denmektedir bu kayıtta:

“Cebinde Kur’an âyetlerinden, yahut da Allah’ın isimlerinden yazılar bulunan kimsenin, bunlarla tuvalete girmesinde beis yoktur. Bunlar bir şeye sarılı olursa yine beis yoktur. Sarılı olmak hürmete daha yakındır. Bununla beraber, mümkün olduğu kadarıyla tedbir alıp dışarıda temiz bir yere bırakmak daha güzeldir.”

Bu konuda verilen bir misalde, yüzük üzerindeki âyet ve mübarek kelimelerden de söz edilmekte, âyet yazılı yüzükle tuvalete girilmemesi gerektiği ifade edilirken, yüzüğün âyet yazılı kısmı avuç içine alınıp da muhafaza edildiği takdirde girilebileceğine de işaret edilmektedir.

Demek ki bu gibi kitapların ya da yazıların bir beze, yahut da münasip bir kağıda ve benzeri özel sargılara sarılıp da cepte bulunması halinde mahzur olmayacağı noktası kuvvet kazanmaktadır.

Tuvalete giremeyeceğinden korkarak bunları terk etmektense, cebine koyup hürmetli şekilde muhafaza ederek taşımayı tercih etmekte isabet olsa gerektir.

22 Peygamberimize salavat getirmenin önemi hakkında bilgi verir misiniz?

Bilindiği üzere Efendimiz (asm) Hazretleri’nin adı anıldığında, duyan her Müslüman’ın salavat getirmesi ihmal edilmez bir görevi, unutulmaz bir vefa borcudur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

"Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin." (Ahzab, 33/56)

Veya “tam bir teslimiyetle ona teslim olun.”

Peygambere Allah’ın salât etmesi, rahmet etmek; meleklerin ve bizim salât etmemiz de onun için rahmet duası etmek anlamına gelir. Onun rahmete erişmesi ise, ümmeti olarak bizim rahmete erişmemiz demektir. Çünkü hayatı boyunca görüldüğü gibi, onun bütün kaygısı ümmetinden ibarettir. Bir gece sabaha kadar ümmeti için Rabbine yakardıktan sonra Allah ona Cebrail ile

“Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz.” (Müslim, İman: 346.)

 şeklinde haber göndermiştir. İsra Suresi 79. âyette de ona “Övülmüş Makam” adıyla şefaat makamının verileceği müjdelenmiştir ki, bu durum, bizi Allah’ın Resulü ile çok yakın ve sıcak bir ilişki içinde bulunmaya davet etmektedir. İşte salâvat, onunla bizim aramızda bu sıcak ilişkiyi kuran, devam ettiren ve pekiştiren en önemli bir vasıtadır.

O kadar ki, O’nun irşadıyla var oluş hikmetini anlayan her Müslüman’ın üzerine bu salavatın ömründe bir keresi farz, sonrakileri vacip, tekrarlarda ise sünnet olduğu bildirilmiş, salavatın terki ise şefaatten mahrumiyete sebeptir, denmiştir.

İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hatta bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedi hayatını kurtarmaya vesile olan Resulüllah (asm)’a da elbette minnettarlık duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle salavat getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nail olacaktır.

"Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin." âyetinin emri gereği olarak, ömürde bir defa salavat getirmek farz, sonraları her ilk duyuşta vacip, aynı yerde tekrarlanmalarda ise sünnet olduğu ifade edilmiştir.

Anlaşılan odur ki, getirilen salat–ü selamdan hem Rabbimiz, hem de melekleri razı olmakta, ayrıca melekler salavat getirenlere de dua etmekteler. Hadis kitaplarında görüyoruz ki, Efendimizin (asm) cennetteki makamının yükselmesine sebep olan salavatı okuyan insana melekler, “Allah da senin makamını yükseltsin!” diye dua etmekte, öteki melekler de bu duaya amin demekteler. Salavat getiremeyene ise, “Allah da senin makamını yükseltmesin!” diye tepki göstermekte, öteki melekler de bu tepkiye amin diyerek iştirak etmekteler.

Demek ki, Efendimizin (asm) adını duyunca salavat getirenler meleklerin hayır duasını alır, getirmeyenler ise bedduasına maruz kalırlar. Ayrıca, Peygamberimiz (asm) de, adını duyduğu halde salavat getirmeyen vefasız ümmetine kırılmakta, bunu da “Burnu sürtülsün!” sitemiyle dile getirmektedir.

Salavatın çeşidi sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en meşhurları da namazlarda tahiyyattan sonra okuduğumuz, “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ile “Sallallahü aleyhi vesellem” salavatlarıdır. Manaları şöyle özetlenebilir: Rabbimizin rahmeti, meleklerinin istiğfarı ve bizim de selamımız Efendimiz Hazreti Muhammed ve ailesi üzerine olsun.

Bu konuda Peygamberimiz (asm)'in birçok hadisi bulunmaktadır ki, bunlardan birkaç tanesi şöyledir:

“Kabrimi bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm edin. Çünkü nerede olsanız salât ve selâmınız bana ulaşır.” (Ebû Davud, Menâsik: 97.)

“Günlerinizin en üstünü Cuma günüdür. O gün bana çok salât ve selâm getirin. Çünkü sizin salât ve selâmlarınız bana sunulur.”

“Ey Allah’ın Elçisi, sen ölüp de senden bir iz kalmadıktan sonra, salât ve selâmlarımız sana nasıl sunulur?” diye sordular. Peygamberimiz buyurdu ki:

“Allah, peygamberlerin cesetlerini çürütmeyi toprağa yasaklamıştır.” (Ebû Davud, Salât: 201.)

Übeyy ibni Kâ’b bir gün Peygamberimize (asm) şöyle sordu:

“Ey Allah’ın Elçisi, ben sana çok salâvat getiriyorum. Duamın ne kadarını salâvata ayırayım?” Peygamberimiz

“Dilediğin kadarını” buyurdu. Übeyy yine sordu:

“Dörtte birini ayırayım mı?” Peygamberimiz yine

“Dilediğin kadarını, ama arttırırsan senin için daha iyi olur.” buyurdu.

“Yarısını?”

“Dilediğin kadarını. Ama arttırırsan senin için daha iyi olur.”

“Peki, duamın tamamını salâvata ayırsam?”

“İşte o zaman Allah senin bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını da bağışlar.” (Tirmizî, Kıyamet: 23.)

“Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır; ümmetimin selâmlarını bana ulaştırırlar.” (Müstedrek, 2:456, no. 3576.)

“Ey Allah’ın Elçisi, sana selâm vermeyi anlıyoruz; peki, nasıl salât edeceğiz?” sorusuna karşılık ise, Peygamberimiz, namazların teşehhüdlerinde okumakta olduğumuz “Allahümme salli, Allahümme bârik” duâlarını öğretmiştir. (Buhârî, Tefsir 33:10; Tirmizî, Tefsir 33:23.)

Bu gibi salavatlar Efendimize has bir dua olduğundan, O’na mahsus duayı Rabbimiz reddetmez. Bu niyetle bizler de özel dualarımıza redde uğramayan salavatla başlar, salavatla bitirirsek iki makbul dua arasına aldığımız duamızın kabul olacağını ümit ederiz.

Okuma ve yazmalarda ise Efendimizin (asm) adı geçince açıkça: “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” yahut da “Sallallahü aleyhi ve sellem” demek en güzeli olduğu gibi, yazanların salavatın baş harfleriyle (asm) yahut da (asm) şeklinde işaretlemeleri de salavatı hatırlatmak demektir. Ancak yazıda bu gibi salavat getirme işaretleri çoğalınca, okuyanlar bazen zorlanmakta ve maksadının aksine, hürmet için konan işaretler bazen hürmet zedelenmesine de sebep olmaktadır. Böyle bir hürmet eksilmesine sebep olmaktansa işaretleri azaltıp okuyanın irfanına bırakmakta isabet olsa gerektir.

Efendimize getirilen salavat, günahının affına sebep denemez. Çünkü O’nun böyle bir durumu söz konusu değildir. Makamının yükselmesine vesiledir. O yüzden Efendimizin makamını kimse tahmin ve tespit edememektedir. Çünkü her saniye, iyiliğine sebep olduğu ümmetinden nehirler gibi salavat duaları akmakta, böylece yükselmenin hiç durmayıp kıyamete kadar da devam edeceği anlaşılmaktadır.

Tarihi Bir Saygı Örneği:

Sultan Mahmud Gaznevi, Muhammed adındaki hizmetçisine her defasında çok sevdiği bu Muhammed adıyla hitap ettiği halde, bir defa da babasının ismiyle hitap eder. Buna üzülen hizmetçi, neden çok sevdiği güzel ismiyle değil de babasının ismiyle çağırdığını sorunca Sultan’dan şu cevabı alır:

– Ben her defa abdestli bulunuyor, o yüce ismi abdestle söylüyordum. Bu defa abdestim yok! O mübarek ismi abdestsiz ağzıma almaktan utandım!

Mübarek ismi duyduğu hâlde gönlü kıpırdamayan salavat tembellerine ithaf olunur.

Elleri Yüze Sürmek

Efendimiz (asm)'in ismi anıldığında salavat getirmek sünnettir. Salavat da bir dua olduğu için, nasılki dualardan sonra eller yüze sürülür, öyle de salavattan sonra da eller yüze sürülebilir.

23 Amentü duası nerde, ne zaman ve ilk nasıl okunmuştur?

Amentü, İslâm dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden terimdir. Arapça'da âmene fiilinin birinci tekil şahsı olan ve “inandım” mânasına gelen âmentü, Kur'an'da üç yerde, söz sahibinin imanını açıklarken kullandığı bir ifade olarak geçer.(bk. Yûnus Suresi, 190; Yâsîn Suresi, 36-25; Şûrâ Suresi, 42/15.) Şûra sûresinde doğrudan doğruya Hz. Peygamber (asm)'e “âmentü” demesi emredilir. Buna daya­narak âmentünün Kur'an'da yer alan bir terim olduğunu söylemek mümkündür.

“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakk eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh”

“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğu­na şahadet ederim.”

şeklinde sıralanan ve mü'menün bih olarak da adlandırı­lan itikadı esasların hepsi âmentü teri­miyle ifade edilir.

Âmentü'de sıralanan ve Ehl-i sünnet inancına bağlı herkesin kabul etmesi ge­reken bu iman esasları, Kur'an'da çeşitli ifadelerle yer almıştır. Bir yerde mümi­nin vasıfları olarak Allah'a, âhiret günü­ne, meleklere, kitaba (Kur'an'a) ve pey­gamberlere iman şeklinde sıralanırken (bk. Bakara Suresi, 2/177.) başka bir yerde müminlere “Allah'a, peygamberine (Hz. Muhammed'e), peygamberine indirdiği ki­taba (Kur'an'a) ve önceden indirdiği ki­taba iman etmeleri emredilir. (bk. Nisâ Suresi, 4/136)

Buna karşılık Allah'ı, me­leklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr edenin koyu bir sapıklık içinde olduğu belirtilir. (bk. Nisâ Suresi, 4/136.)

Bu âyetlerde değişik şekillerde sıralanan iman esasları Allah'a, meleklere, kitap­lara, peygamberlere ve âhirete iman ol­mak üzere beş ilkede toplanmış ve ge­leneksel âmentü metninde bulunan ka­der, yani hayır ve şerrin Allah'tan oldu­ğu inancı bunlar arasında zikredilmemiştir.

Âmentüdeki iman esaslarının sa­yısı ve muhtevası hadislerde de farklı­dır. Buhârinin rivayet ettiği Cibril hadisinde, “İman nedir?” sorusuna, “Allah'a, meleklerine, Allah'ın görüleceğine, pey­gamberlerine ve öldükten sonra diril­meye inanmandır.” (Buhârî, İmân, 37.) cevabı verilerek sayılan beş değişik esas arasında da kader zikredilmediği hal­de İbn Hanbel (Müsned, I, 21.)  Müslim (İmân, 1); Tirmizî (İmân, 4); İbn Mâce (Mukaddime, 9); Ebû Dâvûd (Sünnet, 17) ve Nesâînin (İmân, 4)  rivayetlerinde hayrı ve şerri ile birlikte kadere iman esası diğerlerine ilâve olarak zikredilir.

Tirmizî'nin diğer bir rivayetine göre Hz. Peygamber (asm), “âmentü” lafzıyla başlayan bir hadisinde (Fiten, 63.) “Ben Al­lah'a, meleklerine, kitaplarına ve âhiret gönüne inandım.” demiştir. Bu hadiste de iman esaslarının yine beş noktada top­landığı ve Kur'an'da olduğu gibi burada da İman esaslarını formülleştiren âmentü metninden bir kısmının eksik olduğu görülür.

İman esaslarını âmentü formü­lünde olduğu gibi topluca konu edinen bazı âyet ve hadislerde kadere imanın yer almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebi­len özelliğine bağlı olsa gerektir. Yoksa Mu'tezile'nin ve günümüzdeki bazı araş­tırmacıların iddia ettiği gibi İslâm'da kader inancı­nın bulunmayışından dolayı değildir. Ni­tekim özellikle kader inancı üzerinde duran başka âyet ve hadisler de vardır.  Aslında İslâm literatüründe iman esasları “Allah'a, peygambere ve âhiret gününe iman” şeklinde önce üç (el-usûlü's-selâse). sonra kelime-i şehâdette belirtildiği üzere Allah'a ve Hz. Muhammed'in peygamberliğine iman şek­linde iki, son olarak da Allah'a iman şek­linde (aslü'l-usûl) tek bir esasta özetlen­miştir. Bu son yaklaşıma göre Peygamber'e iman, Allah'a imana ulaşmanın yo­lu, âhiret de Allah'ın fiillerinden biri olduğundan Allah'a iman edilince ötekiler kendiliğinden benimsenmiş olur.

İş­te Hz. Peygamber (asm) imanı, “Allah'tan baş­ka ilâh olmadığını tasdik etmektir.” diye tarif ederken (bk. Müslim, İmân, 33, Tirmizî, İmân,  5.) ve “Allah'tan başka ilâh yoktur, diyen cennete girer.” müjde­sini verirken (bk. Tirmizî, İmân, 17.) bu gerçeği ifade etmiştir.

Dini bilgilerin öğretilmesinde ilk sırayı alan ve ilk devirlerden beri ögretilegelen Ehl-i sünnetin geleneksel itikad metni olan âmentünün, başta Cibril hadisi ol­mak üzere, Hz. Peygamber (asm)'in “İman ne­dir?” sorusuna verdiği değişik cevap­lardan (bk. Müsned, I, 19; Tirmizî, Ka­der, 17; Ebû Dâvûd, Sünnet, 34; İbn Mâce, Mukaddime, 9.) derlendiği anla­şılmaktadır. Zira Tirmizî'nin bir rivaye­tinde (Fiten, 63.) yer almayan kısımlar Müslim'de (İmân, 46, 53); İbn Mâce'de (Mukaddime, 10) ve Tirmizinin başka bir rivayetinde (Kader, 10.) aynı lafız­larla zikredilmektedir.

İbn Hacer ve Aynî'nin Cibril hadisine yaptıkları şerhler de bu görüşü teyit etmektedir (bk. Fethu'l-bârî, I, 197; 'Ümdetul-kârî, 1, 326, 335)

Âmentü klişesine akaid kitapları içinde ilk defa İmâm-ı Âzam'ın el-Fıkhü'l-ekber"ine rastlanır. (s. 1) Daha sonra Hakîm es-Semerkandî es-Sevâdü'l-A'zam'da (s. 5) ve özellikle Ebü'l-Leys es-Semerkandî Beyânü 'akideti'l-usûl adlı eserinde iman esaslarını âmentü biçiminde özetlemiştir.

Müteahhir devirde Ubeydullah b. Muhammed es-Semerkandinin âmentüyü şerhederek (bk. el-Akîdetüz-zekiyye, vr. 2a vd.) başlattı­ğı “âmentü şerhi” telif türü, kendisin­den sonra da devam etmiştir.

Âmentü öğretiminin Mâtürîdîler arasında son derece yaygın olmasında, konuyla ilgili ilk eserleri Semerkandlı âlimlerin yazmış olmalarının etkisi büyüktür. (bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Amentü md.)

24 Delailü'l-Hayrat hakkında bilgi verir misiniz?

DELAİLÜ'L-HAYRAT

Şeyh Muhammed b. Süleyman el-Cezûlî (ö. 870/1465) tarafından derlenen salavat mecmuası.

Türkler arasında daha çok Delû'il-i Şerif, Delâ'il-i Hayrat ve Dela'il diye bilinen risalenin tam adı "Delâ'ilü'l-hay­rat ve şevâriku'l-envâr fî zikri's-salât 'ale 'n - nebiyyil-muhtar"dır. Şâzeliyye tarikatının Cezûliyye kolunun kurucusu olan Şeyh Cezûlî'nin bu risalesi müridleri arasında bir tarikat evradı olarak çok okunmuş ve dolayısıyla çok sayıda istin­sah edilmiştir. Eserin nüshaları arasın­da bazı farklar görüldüğünden Cezûlî'­nin müridi ve halifesi Ebû Abdullah es-Sehlî farklılık gösteren nüshaları düzen­leyerek vefatından sekiz yıl önce şeyhi­ne sunmuş, şeyh de bu fazlalıkların bir bölümünü Delâ'il metnine dahil etmiş­tir. Delâil'in bu tür nüshalarına "Nüsha-i Dâhiliyye-i Sehliyye", satırların dışı­na kaydettiği fark ve fazlalıkları ihtiva eden nüshalarına ise "Nüsha-i Hâriciyye-i Sehliyye" adı verilmiştir.

Delâ'il'in Sehlî tertibi olmayan nüshaları da mu­temet olan ve olmayan diye ikiye ayrılır. Mutemet olanların satır içine yazılanına "mu'temede-i dâhiliyye", satır dışına ya­zılanına "mu'temede-i hâriciyye" denir. Mutemet olmayanlar ise daima satır dışına yazılır. Bu farklar "sin", "gayın" ve "mim" harfleriyle gösterilir. Bu durum eserin metnine verilen değeri açık bir şekilde göstermektedir.

Delâ'il'i sadece Cezûliyye veya Şâze­liyye mensupları değil diğer tarikat men­supları, hatta bir tarikata bağlı olmayan Müslümanlar dahi, faziletine inanarak düzenli bir biçimde okumuşlardır. Ön­ sözünde, salavatı belli zamanlarda düzenli bir şekilde okuyanların çok sevap kazanacakları, Hz. Peygamber (asm)'in şefaatına nail olacakları, günahlarının affedileceği, kötü huyları terkedip iyi huylar edinecekleri, maddî ihtiyaçlarının karşı­lanacağı ve dünya işlerinin düzeleceği belirtilmiştir. Bu salavatı düzenlemiş ol­ması sebebiyle Cezûli'nin kabrinin misk gibi koktuğuna inanılır.

Dela'il'in yazılış sebebini anlatan bir menkıbeye göre keramet sahibi bir kız çocuğu, Cezûliye bu mertebeye Hz. Peygambere (asm) salavat okuyarak ulaştığını söy­lemiş, ancak onun ısrarına rağmen bu salavatın metnini kendisine söylemeyip belli salavatlann içinde bulunduğunu ifa­de etmiş, bunun üzerine Cezûlî bütün meşhur salavatları derleyip kıza göster­miş, kız da söz konusu salavatın bu der­lemede birkaç defa geçtiğini bildirmiş­tir. Diğer bir menkıbeye göre ise Cezûli'nin bu eseri yazmasına keramet sahi­bi olan hanımı sebep olmuştur.

Delâ'il her gün, gün aşırı, dört gün­de veya haftada bir defa olmak üzere beş tertip üzere okunur. Okumaya pazar­tesi günü başlanır; hangi gün nerelerin okunacağı sayfa kenarına not edilmiştir. Delâil'i okumaya başlamadan önce ni­yet ve istiğfar etmek, esmâ-i hüsnâ oku­mak, başlama ve bitirme duası yapmak âdâbdandır. Delâil okumak için izin almak gerektiğine, izinsiz okuyanların çıl­dırdıklarına dair söylentilerin aslı yok­tur. Fakat ehlinden usulüne göre Delâ'il okumanın öğrenilmesi tavsiye edilir.

Kuzey Afrika'da ve özellikle Anadolu'­da büyük bir rağbet gören Delâ'il, Mısır ve İstanbul'da 1260-1320 (1844-1902) yılları arasında on dört defa basılmıştır.(bk. Karatay, Arapça Basmalar, s. 441). Ri­salenin ayrıca Petersburg'da yapılmış bir baskısı bulunmaktadır (1258/1842).

Birçok şerhi yapılan eserin Türkçe şerhleri de vardır. Bunların en meşhuru Kara Dâvudzâde Mehmed Efendi'nin (ö 1170/ 1756) yaptığı şerh olup, "Tevfîku muvaffikı'l-hayrat fî îzâhi meânî Delâili'l-hayrat" adını taşıyan bu eser birçok defa basıl­mıştır. Kara Dâvudzâde diğer kay­naklardan aktardığı tasavvufi menkıbe ve bilgilerle eserin hacmini oldukça ge­nişletmiştir.

Şeyh Hasan el-Adevî'nin "Bulûğu'l-müsirrât alâ Delâ'ilil-hayrat", Muhammed Mehdî el-Fâsi'nin "Metâli'u'l-müsirrât bi-cilâ'i Delâ'ilil-hayrat" adlı Arapça şerhleri basılmıştır.(DiA, Delailü'l-Hayrat Md.)

Delâil-i Hayrât Bedîüzzaman Hazretleri tarafından yeniden düzenlenmiş ve zenginleştirilmiş ve "Delaili'n-Nur" ismini vermiştir. İçinde hemen her salâvattan sonra büyük dertlerimizin devası, Allah’tan yüksek dereceler ve makamlar istenir; dünyevî ve uhrevî cümle âfetlerden ve musibetlerden Allah’a sığınılır, bütün ihtiyaçlarımızın karşılanması, bütün günahlardan arınmamız ve bütün hayırlara ulaşmamız, duânın ilerleyen satırlarında istenir. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri bu büyük salâvat metninin adını "Delâli’n-Nur" koyarak, kendisine ve talebelerine hususî bir vird yapmıştır.

Delaili'n-Nur'un salavattan başka diğer bölümleri şunlardır:

     a. Sekine: Sekine tamamı Kur’an’da geçen Allah’ın güzel isimlerinden ve ayetlerden oluşmaktadır. Bilindiği gibi Hz. Ali (ra), Hz. Peygamberimiz (asm)'in ifadesiyle “ilim şehrinin kapısıdır”. Çocukluğundan beri Peygamberimiz (asm)'in özel terbiyesi ile yetişmiş müstesna bir kabiliyettir. Peygamberimiz (asm)'den Kur’an’ın bazı özel sırlarını ders almıştır. Bu sekine de Peygamberimiz (asm)'in Hz. Ali (ra)’ye özel ders verdiği ism-i a’zam manası taşıyan altı esma ile her biri 19 harfli, 19 Kur’an ayetinin, 19’ar defa okunduğu bir metindir.

Sekine hakkında esas olan özetle şudur:

1) Tamamı Kur’an kaynaklıdır. Dolayısıyla vahiy kaynaklı olduğunda zerrece şüphe yoktur.

2) Metnin tertibini ve okunuş şeklini de Peygamberimiz (asm)'in has talebesi ve velilerin şahı ünvanına sahip Hz. Ali (ra)’in ya bizzat Peygamberimiz (asm)'den ders aldığı veya kendisinin tertip ettiği mühim bir Kur’an’î virddir. 

     b. Münâcat-ı Veyse’l-Karânî: Veysel Karânî Hazretlerinin çok kuvvetli bir duâsıdır. Bu münâcat, Risâle-i Nur’un önemle işlediği “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” mesleğine uygun duâ cümlelerinden meydana geliyor. Üstad Bedîüzzaman daimî bir virt olarak kabul etmiş, kendisi daima okumuş ve talebelerine de tavsiye etmiştir.

     c. Dua-i Tercüman-ı İsm-i Azam: Bu duânın aslı vahiyle Peygamber Efendimiz (asm)'e hediye edilmiştir. Allah’ın isimleri şefaatçi kılınarak cehennem azabından Allah’a sığınmamızı sağlayan bir duâdır. Bu duayı Üstad Bedîüzzaman Hazretleri sabah ve ikindi namazlarından sonra okunacak şekilde Namaz Tesbihatı'na almıştır.

     d. Dua-i İsm-i Azam: Allah’ın isimlerinden bir demet olup, aslı vahiy ile Peygamber Efendimiz’e (asm) bildirilmiştir. Üstad Hazretleri bu duayı öğle, akşam ve yatsı namazlarının Namaz Tesbihat'ına dâhil etmiştir.

25 İbadetlere vadedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir?

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir:

Dua etmek bir ibadettir. İbadet ise Allah emrettiği için ve yalnız Onun rızasını kazanmak adına yapılır. Faydalarını ve sonuçlarını ahiret alemlerinde göreceğiz ve alacağız. Fakat esas maksat olmamak, kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar; ikram edilen ve istenilmeyerek verilenler, bu ibadete zarar vermez. Çünkü, zayıflar için teşvike ve o duaları çokça yapmaya vesile olur. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o duaları sırf Allah rızasını kazanmak adına, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür.

Sorunuza gelince:

Hadis ve dua kitaplarında geçen bu gibi sözlerin bazıları zayıf olabilir. Ancak son derece güvenilir olanları da vardır. Bu nedenle bu gibi sözlerin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durmak istiyoruz:

1. Bir kaide vardır: Bir söz mutlak söylendiğinde en mükemmeli anlaşılır. Örneğin “insan” denilince akla Peygamberimiz (asm) gelir. Fizikçi denilince en meşhuru aklımıza gelir. Bunun gibi "Şu duayı okuyan şu sevabı alır." sözünden aklımıza ilk gelecek olan o duanın zirvesidir, en son neticesidir. Yani bu duanın en mükemmel sonucu budur, anlamına gelmektedir.

2. Her sözün bazı şartları vardır. Örneğin bir arabanın katalogunda 200 hız yapabileceği yazılı olsun. Sadece bunun yazılmış olması o arabanın her zaman ve her sürücünün 200 yapacağı anlamına gelmez. Stabilize bir yolda, benzinine su karışmış, ön düzeni bozuk, gece vakti farları yanmayan veya başka yere bakan, üstelik de şoförü acemi olan bir araba aynı hızı yapmayınca bu sözün yanlış olduğu anlamına gelmez. Tam tersine söz doğrudur ama bazı gerekli şartları yerine getirilmediği söz konusudur. Bu nedenle araba bize fayda verecektir fakat istediğimiz hıza ulaşamayacaktır. Bunun gibi biz de Allah’ın yarattığı mükemmel ve canlı bir arabayız. Bu arabanın farları olan gözler, yedikleri, içtikleri, gezdikleri, düşündükleri, ayakları gibi her şeyiyle mükemmel olacak ki o duayı okuduğu zaman o neticeyi alabilsin. Demek ki söz doğrudur. Ancak o şartları yerine getirmek kaydıyla.

3. “Her çekirdek bir ağaçtır.” sözü doğrudur. Ancak her çekirdek bir ağacın programını taşıdığı halde şartlarına uyarak ekilmezse ağaç olamaz. Bunun gibi her duada insanı Allah’a götüren ve günahlarının silinmesine sebep olan bir sır vardır. Ancak çekirdek gibi olan bu sırrın açılması için de bazı şartlar lazımdır. İman, ibadet, niyet ve haramlardan sakınma gibi şartları yerine getiren onu ağaç gibi açacaktır. Geçmiş günahlarının silinmesine vesile olacaktır. Yoksa çekirdek olarak kalacak ve neticeye ulaşamayacaktır. Hatta hayatını yanlış yerde harcadığı için aynı zamanda sorumlu da olacaktır.

4. Doktora giden bir hastaya, teşhis konduktan sonra kendisine iki tane ilaç yazılır. Doktor ilaçların neler olduğunu ve nasıl kullanılması gerektiğini vurgu yaparak hastaya anlatır. Israrla: "Bu ilaçları yemekten önce sabah, öğle  ve akşam birer tane alacaksın. Dediklerimi aynen tatbik edersen, bir ay sonra hiçbir şeyin kalmaz inşallah.", diye tembih eder. Bunun üzerine, hasta ilaçlarını aldıktan sonra, doktorun tavsiyelerini titizlikle tatbik eder. Fakat kendisini hep aç bırakır. Soğukta dışarıda saatlerce dolaşır, soğuk alır. Sağlıklı olmayan suları içer. Geceleri uyumaz, sabahlara kadar gereksiz şeylerle meşgul olur. Dengesiz ve sağlıksız beslenme onun iyileşmesini engeller ve tekrar hastalanarak doktora gider. Doktorun odasına girdikten sonra sitem dolu ifadelerle: “Doktor bey, hani bir aya kadar hiçbir şeyim kalmayacaktı. Bütün ilaçları aynen dediğiniz gibi kullandım ama hiçbir şey değişmedi, daha da ağırlaştım?” derse, bu itirazında ne kadar doğru ve haklı olabilir. Haklı olamaz. Zira bunlar zaten uymamız gereken temel konulardır.

Aynen öyle de "Şu duayı okuyan veya şu nafile ibadeti yapan şöyle sevap alır, şundan kurtulur." gibi rivayetler de bir ilaç gibidir. Namaz, oruç zekat gibi dinin temel meseleleri ise bizim maneviyatımız için ekmek, su ve hava gibi temel gıdalardır. Zina, içki kumar gibi haramlar da zehir, ateş, virüs gibi manevi hayatımıza zarar veren hastalıklardır. İbadetler yapılmak ve haramlardan sakınılmak şartı ile tavsiye edilen dua ve nafile ibadet tesirini gösterecektir. Aksi takdirde beklediği sonucu bulamayabilir. Faydası olsa da tavsiye edildiği kadar olmayacaktır.

Sözün özü; ruhumuzun temel gıdaları alınmak ve zararlardan da sakınmak şartı ile tavsiye edilen dualardan, her mümin derecesine göre, netice elde edilebilecektir. Ayrıca bu duaları bir defada okumak şart değildir. Farklı zamanlarda okumanın bir sakıncası olmadığı gibi, birden fazla kişi de okuyabilir.

Bu açıklamalar, diğer ibadetler için vadedilen mükafatlar ve sevaplar için de geçerlidir.

Bahsettiğiniz salavat ise "Salat-ı tefriciyye"dir. Bu konudaki rivayetler doğrudur.

Salât-ı Tefriciye / Salât-ı Nariye

"Allâhümme salli salâten kâmilaten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallü bihil'ukadü ve tenfericü bihil'kürabü ve tükdâ bihil'havâicü ve tünâlü bihir'regâibü ve hüsnül'havâtimi ve yüsteskal'ğamâmü bivechihil'kerimi ve alâ âlihi ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin biaded-i külli mâlûmin lek."

Meali:  

"Kendisiyle düğümlerin çözüldüğü, sıkıntıların açılıp zâil olduğu, ihtiyaçların yerine getirildiği, arzu, istek ve güzel neticelere ulaşıldığı, kerim yüzü suyu hürmetine yağmur istendiği Efendimiz Muhammed'e, Onun âl ve ashabına her göz açıp kapama, her nefes alıp verme, sana malum her şey sayısınca kâmil salât ve eksiksiz selâm et Allah'ım."

İlave bilgi için tıklayınız:

"Salat-ı Tefriciye" veya "Salat-ı Nariye" olarak bilinen duanın 4444 ...

26 Huzurlu olmak için okunacak dua var mı?

İÇİNDE KORKU, DEHŞET VE HUZURSUZLUK HİSSİ DUYULDUĞUNDA OKUNACAK DUALAR:

1. "Eûzü bi kelimâtillâhi't-tâmmâti min gadabihî ve şerri ibâdihî ve min hemezâti'ş-şeytâni ve en yahdurûn."

ANLAMI:

"Allah'ın bana kızmasından, kulların kötülüklerinden, şeytanın vesveselerinden ve bana kurduğu tuzaklardan Allah'ın tam kelimelerine sığınırım."

AÇIKLAMA:

Hz. Hâlid bin Velid (ra) bir gün Peygamber Efendimiz'e (sav) gelerek:

"Yâ Rasûlâllah, içimde korku ve sıkıntı var, insanlardan uzaklaşmak istiyorum." dedi. Peygamber Efendimiz (sav) ona: "Yatacağın zaman bu duayı okursan, o hallerden kurtulursun." buyurmuştur.

Böyle durumlarda bu duaya sabah-akşam temiz bir niyetle en az yedi gün devam edilmelidir.

2. "Sübhâne'l-meliki'l-kuddüsi rabbi'l-melâiketi ve'r-rühi celelte's-semâvâti ve'l-arda bî'l-izzeti ve'l-ce-berût."

ANLAMI:

"Meleklerin ve rûhun Rabbi Melik ve Kuddûs Allâh'ım, Sen göklere ve yeryüzüne izzet ve ceberûtunla tecellî ettin."

AÇIKLAMA:

Bir kişi Peygamber Efendimiz'e (sav): "Yâ Rasûlâllah, her şeyden korkup ürküyorum, ne yapayım?" deyince Efendimiz (sav) ona yukarıdaki tesbihi çok okumasını tavsiye etti. O kişi bu tesbihi okumaya devam etti ve o hallerinden kurtuldu. 

(Bilal Eren, Açıklamalı Dua Hazinesi)

27 Siğil ve temreği/temriye /demre için hangi dua okunmalı ve bu okunan duaların faydası olur mu?

Öncelikle ifade edelim ki, bir hastalığın tedavisi için gerekli olan ilaçları almak gerekir. Bu ilaçları ve ilaçlar vesilesiyle şifayı yaratanın Allah olduğunu bilmek imanımızın gereğidir. Böyle bir anlayışla tedavi olmak ibadettir.

Bu tedavinin yanında dua etmek ve eğer varsa tavsiye edilen duları okumak da ibadettir.

Dua ile tedaviye inanma, insandaki bağışıklık sistemini harekete geçirir. Bu konuda tıbbi tedavileri de denemek gerekir. Bizim görevimiz dua ve diğer tedavi yollarıyla Allah'tan şifa istemektir. Şifayı veren Odur.

Siğil için okunması tavsiye edilen dua:

Üç adet boğumlu arpa veya buğday çubuğu alınır, boğumları siğillerin üzerine sürülür ve Taha suresinin 105, 106 ve 107. âyetleri bir defa okunur. Sonra çubuklar rutubetli bir yere gömülür ve çürümeye terk edilir. Çubukların çürümesiyle siğiller de Allah Teâlâ'nın izniyle düşer.

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

"(Ey Resûlüm!) Sana (kıyâmet gününde) dağlar(ın nasıl olacağın)dan soruyorlar; de ki: “Rabbim (o gün) onları ufalayıp savuracak!”

 “Onları(n yerlerini) dümdüz, bomboş bir hâlde bırakacak!”

“Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin!”

İmam Kurtubi Hazretleri buyuruyor ki: Kendim ve başka kişilerde tecrübe ettim faydalı oldu. (Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, ilgili ayetlerin tefsiri)

Temreği için de Zuhruf suresinin 79. ayeti okunabilir.

 اَمْ اَبْرَمُوا اَمْرًا فَإنَّا مُبْرٍمُونَ    Latince okunuşu: “Em ebremû emren fe innâ mumbrimûn.”

Yüzde ve elde bulunan temreler için kenarları kalemle işaretlenerek 3-5 ve 7-40 defa bu ayet okunursa Allah şifa verir, inşallah.

Ayrıca, Kalem suresi 16-20 . ayetler 7 defa okunarak, her okuyuşta 20. ayet 7 defa tekrar edilir ve temreye üflenebilir.

28 Samimi olarak dua edildiğinde dua hemen kabul olur mu?

Dua bir ubudiyettir. Bizim dualardaki ana prensibimiz ibadet kastı ve gayesi hakim olmalıdır. Yoksa duayı sırf kabul edilmesi gereken ve ihtiyaç dilekçesi olarak görmek yanlıştır.

Bazen bir şey için dua edilir; fakat istediğimiz bu şey, zahiren kabul edilmez. Buna rağmen bizim duayı bırakmamamız lazımdır. Şayet istediğimiz şey elde edilse ve Cenab-ı Hak duamızı kabul etse nurun ala nur. Ama zahiren kabul edilmese bile biz “duam kabul olmadı” demeyeceğiz. Aksine “Allah bu duamı ahiretim için veya dünyada daha iyi bir şekilde kabul etti.” denilir.

Hakikaten bu dua boşa gitmedi, ibadet olması dolayısıyla ahirette mükafatını göreceğim diye duasını bırakmak değil, aksine daha fazla dua etmeye gayret ve şevk taşımalıyız.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim'de “Bana dua edin size cevap vereyim.” (Mü’min, 40/60) buyurmaktadır. Bazıları bu ayet-i kerimeyi öne sürerek şöyle demektedirler: Madem Allah “Bana dua edin bende kabul edeyim.” demiştir; neden çokça dua ettiğimiz halde bazıları kabul edilmiyor. Bu hususta alimlerimiz ittifakla bu ayette Allah “cevap veririm” demektedir, “kabul ederim” dememektedir. Nasıl ki, sen bir hekime gitsen ve desen “Ey hekim bana şu ilacı ver” elbette hekim sana cevap verir ve “Buyurun” diye cevap verir. Fakat istediğin şey ya hikmetsiz, ya faydasız veya sana zararlı bir ilaç ise, onu değil de daha güzelini sana verir.

Aynen onun gibi, mutlak hikmet sahibi Cenab-ı Hak bize ve dualarımıza cevap verir. Ama kabul etmek hikmetine tabi olduğundan bazen istenen şeyin aynısı bazen de daha güzelini bazen de zararlı olduğunu bildiği için hiç vermez.

Bu kısa açıklamadan sonra duaların kabul şartlarına geçelim:

Evvela, dua kabul çerçevesi dahilinde olacak. Sonra, samimi ve günahsız bir ağızla olacaktır. Mümkünse abdestli ve helal lokma alınmak suretiyle bereketlenecektir. Mübarek mevkilerde özellikle mescit ve camilerde, mübarek zamanlarda özellikle ramazan ayı ve kadir gecesi, berat gecesi gibi mübarek gecelerde, namazlardan sonra özellikle sabah namazından sonra dua edilmesi kabule karin olması hikmet-i ilahiye ve rahmet-i ilahiyece matluptur. Bu şartlardan uzaklaşıldığı taktirde de duanın tesiri azalacaktır. 

Dua kalben yapılabileceği gibi hem kalben hem de dil ile yapılabilir.

29 "Estağfirullah el-Azim el-Kerim ellezi la ilahe illahüvel hayyül kayyumu ve etübü ileyhi subhanehu" duasının manası nedir?

Tevbe için okunan,

"Estağfirullah el-Azim el-Kerim ellezi la ilahe illahüvel hayyül kayyumu ve etübü ileyhi subhanehu"

Duasının manası:

"Azamet ve Kerem sahibi olan Azîm, Kerîm, kendisinden başka ilâh olmayan, ezelî ve ebedî hayat sahibi olan Hayy ve her şeyi ayakta tutan Kayyûm olan Allah'dan mağfiret diliyor ve tevbe ediyorum. O bütün ayıp, kusur ve kötülüklerden münezzeh olan Sübhan'dır."

(11 - 33 veya 100 defa okunur.)

30 Duaların kabul olması için nasıl yapmak gerekir?

Dua bir ubudiyettir. Bizim dualardaki ana prensibimiz ibadet kastı ve gayesi hakim olmalıdır. Yoksa duayı sırf kabul edilmesi gereken ve ihtiyaç dilekçesi olarak görmek yanlıştır.

Bazen bir şey için dua edilir. Fakat istediğimiz bu şey, zahiren kabul edilmez. Buna rağmen bizim duayı bırakmamamız lazımdır. Şayet istediğimiz şey elde edilse ve Cenab-ı Hak duamızı kabul etse nurun ala nur. Ama zahiren kabul edilmese bile biz “Duam kabul olmadı.” demeyeceğiz. Aksine “Allah bu duamı ahiretim için veya dünyada daha iyi bir şekilde kabul etti.” denilir.

Hakikaten bu dua boşa gitmedi, ibadet olması dolayısıyla ahirette mükafatını göreceğim diye duasını bırakmak değil, aksine daha fazla dua etmeye gayret ve şevk taşımalıyız.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim'de, “...Bana dua edin size cevap vereyim...” (Mü’min, 40/60) buyurmaktadır.

Bazıları bu ayet-i kerimeyi öne sürerek şöyle demektedirler: madem Allah “Bana dua edin bende kabul edeyim.” demiştir. Neden çokça dua ettiğimiz halde bazıları kabul edilmiyor? Bu hususta alimlerimiz ittifakla bu ayette Allah “cevap veririm” demektedir, “kabul ederim” dememektedir. Nasıl ki, sen bir hekime gitsen ve desen “Ey hekim bana şu ilacı ver.” elbette hekim sana cevap verir ve Buyurun.” diye cevap verir. Fakat istediğin şey ya hikmetsiz, ya faydasız veya sana zararlı bir ilaç ise, onu değil de daha güzelini sana verir.

Aynen onun gibi, mutlak hikmet sahibi Cenab-ı Hak bize ve dualarımıza cevap verir. Ama kabul etmek hikmetine tabi olduğundan bazen istenen şeyin aynısı bazen de daha güzelini bazen de zararlı olduğunu bildiği için hiç vermez.

Bu kısa açıklamadan sonra duaların kabul şartlarına geçelim:

- Evvela dua kabul çerçevesi dahilinde olacak.
- Sonra samimi ve günahsız bir ağızla olacaktır.
- Mümkünse abdestli ve helal lokma alınmak suretiyle bereketlenecektir.
- Mübarek mevkilerde, özellikle mescit ve camilerde,
- Mübarek zamanlarda, özellikle Ramazan ayı ve Kadir Gecesi, Berat Gecesi gibi mübarek gecelerde,
- Namazlardan sonra, özellikle sabah namazından sonra dua edilmesi,

kabule karin olması hikmet-i ilahiye ve rahmet-i ilahiyece matluptur. Bu şartlardan uzaklaşıldığı taktirde de duanın tesiri azalacaktır.

Dua bir ibadet midir?

Âlemlerin Rabbi, semâ âlemini de arz âlemini de insana göre ve insan için terbiye etmişti. İns ve cinne hak yolu, doğru yolu, kendine vâsıl olan yolu göstermek üzere inzal buyurduğu Kur’an-ı Kerim’i de “âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd” ile başlıyordu. Fâtiha Sûresinde Cenâb-ı Hak, Rahman ve Rahîm olduğunu kullarına haber veriyor ve din gününün yegâne mâliki olduğunu bildirdikten sonra, sanki sözü insana bırakıyor, o da “biz yalnız sana ibadet eder ve senden yardım dileriz” demekle âlemlerin terbiyesindeki gerçek gayenin ibadet olduğunu, yalvarma, medet dileme olduğunu böylece ilân etmiş oluyordu. Ve sûrenin bundan sonraki kısmı duaya ayrılıyordu...

Malûmdur, insanın dünya hayatı iki esas üzere yürüyor: Menfaati celp, zararları def. Mânevî hayat da öyle; onun da fayda ve zarar bölgeleri var. Onun da dostları ve düşmanları mevcut. O da sıhhat bulabiliyor ve yara alabiliyor. O da besleniyor, büyüyor; hastalanıyor ve ölüyor...

İşte bu iki esası yâni menfaat celbi ve zarar def’i meselesini sûrenin son kısmında harika bir şekilde görüyoruz.

Bizi sırat-ı müstakime, yâni “peygamberlerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin yoluna” hidayet et, demekle ruhumuzun en büyük ihtiyacını dua ile dile getirmiş oluyoruz. Ve sanki bu mutlu günün parıltıları ufukta görünmüşte kaybolma tehlikesi belirmiş gibi, yeniden Rabbimize sığınıyoruz: “Bu istikamet erlerinden ayrılarak gazabına uğrayanların yoluna değil...”

İnsanın yaratılışında ibadet vardır, sığınma vardır, dua vardır... Ve insan bu büyük şerefe kolayca ulaşabilmesi için son derece fakir ve zaif yaratılmıştır.

“Asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.” (bk. Sözler, s. 398)

İnsan zaiftir. Nur Müellifinin tatlı beyanıyla, göz ile görülmeyen ve çok defa büyütüldükten sonra ancak görülebilen bir mikrop, onu yere serer öldürür.

İnsan âcizdir. Hiçbir ihtiyacını kendi başına görebilecek güçte değildir. Sebze için toprağa, meyve için ağaca muhtaç. Ve ikisini de yapmaktan âciz. Güneşin doğmasına da muhtaç, batmasına da. İkisi de onun kudreti haricinde. Kanının temizlenmesine de muhtaç, hücrelerinin değişmesine de. Bunlar da onun gücü ve kuvvetiyle icra edilmiyorlar.

Ve insan nihayetsiz fakir. Hiçbir şey onun kendi mülkü ve malı değil. Gözünden kulağına, dişinden tırnağına kadar her şeyi emanet. İşte insan mahiyetinin, zaaf, acz ve fakrdan yoğrulmasındaki hikmet, İlâhî isimlere en parlak bir âyine olabilmesi.

Göz güneşe muhtaç ve onu getirmekten de âciz. İşte bu küçük yağ parçasının hâl diliyle ettiği duayı Allah kabul ediyor ve onun imdadına koca güneşi gönderiyor. Biz de cennete muhtacız, ebede muhtacız, rızaya muhtacız... Ve bunlar bizim cüz’i iktidarımızla ve sönük ibadetlerimizle kazanılacak gibi değil...

Namaz, oruç ve sair ibadetlerin her biri birer dua... Gözü güneşe kavuşturan Allah, bizi de cennete kavuşturmaya kâdir. Yeter ki, duamız kabul olsun...

Hiçbir şeye gücü yetmeyen ve her şeye muhtaç olan insan, nasıl dua kapısını çalıyorsa, aynı şekilde, defetmesinden âciz kaldığı hadsiz düşmanlarına karşı da istianeye başvuruyor, Rabbine sığınıyor, O’ndan medet diliyor.

Rabb-ül-âlemine hamd ile başlayan Kur’an sûreleri, “Rabbülfelâk” ve “Rabbünnâs” olan Allah’a sığınmakla son bulur... Uçan bir sineği tutmak isteseniz, sizin şerrinizden kaçar ve odanın kuytu bir köşesine sığınır. Ama, o sineğe içinde uçuştuğu hava unsuru düşman kesilirse artık nereye kaçacaktır? Yapacağı tek şey kalmıştır: O unsurun Hâlikına sığınmak.

Bizim de bütün mahlûkatın şerrinden, şeytana kanabilen nefsimizin ve diğer insanların şerrinden Rabbülfelâk ve Rabbünnâs olan Allah’a sığınmamız bunun gibi...

Nur Külliyatından Mektûbat’ta tatlı ve tafsilatlı bir dua bahsi vardır. Oradan bir hakikat dersi:

“Hem dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise o nev’i dua ve ibadetin vakitleridir.”

İmam-ı Rabbani’nin Mektûbat'ında da, “İbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir.” buyrulur. İşte insanın kendi aczini, zilletini en kâmil mânâda hissettiği ve kalbi buruk olarak Rabbine müteveccih olduğu güzel anlarından birisi de dua vaktidir.

İnsan dua ederken, A’raf Sûresinde geçen “Rabbinize yalvara yalvara, için için dua edin.” emrine uyar. O’na sığınır, O’ndan ister, O’nun mağfiretini talep eder. İşte bu hâl bir ibadettir ve meyvesini âhirette verecektir. Bir de istenen şeylerin dünyada tahakkuk etmesi meselesi var. İbadet onlar için edilmez, onlar ancak ibadete birer vesile. Ve o ihtiyaç anları birer dua vakti. İnsan o vakitlerde fakrını, aczini daha iyi anlar ve bunları yerine getirmeye ancak Rabb-ül-âlemin’in kâdir olduğunun idraki içinde ellerini O’nun dergahına açar, O’na yalvarır.

İstemenin en ileri, en ulvî derecesi, O’ndan yine O’nu istemek... Rızasını dilemek. Yakınlığına talip olmak. O’na imanda, O’nu sevmede ve O’ndan korkmada kemâle ermeyi istemek. “Kalpler ancak O’nun zikriyle mutmain olur.” mealindeki âyetin verdiği derin mesaja kulak vererek, O’ndan O’nu anmayı dilemek. Bize bizden daha yakın olduğunun şuuru içinde, O’nun yakınlığını kalbimizde duymayı ve böylece O’ nunla olmayı istemek.

Nefis, duada bile araya girer. Ve O’nun huzurunda O’na yalvaran kulu, bir bakıma O’ndan gaflete düşürür. Ve O’nu istemek yerine, dünya nimetleriyle oyalanmayı kalbe telkin eder.

31 Bayanların doğum yapmalarının kolaylaşması için, hamile iken ve doğum anında okunacak dua var mı?

Doğum, yerine göre hayatî tehlike arz eden bir ameliyat olabilir. Böylesine ciddî bir olay, elbette sadece mânevi dua ile geçiştirilemez. Önce maddi tedbirler alınır, yâni gereken ebeye, doktora gidilir, alâka ve muayenesi temin edilir, bundan sonra sıra manevî tedbire, yâni duaya gelir.

Nasıl sadece doktor kesin şifaya vasıta değilse, sadece dua da öyle kesin şifaya sebep olmaz. Zira ikisini de Rabbimiz emretmekte, hem maddî, hem de manevî tedbiri dinimiz istemektedir. Birini icra edip ötekini ihmal eden, elbette yarım iş yapmış olur. Tek kanatlı kuşun uçtuğu kadar başarı temin edilir.

Maddî tedbirden sonra alınacak manevî tedbiri, yâni okunacak duayı, Efendimiz (asm) şöyle tavsiye buyurmuştur:

"Doğum yapacak hanımın sıhhat ve kolaylıkla doğumunu yapması niyetiyle, önce Âyete’l-Kürsî okunur, sonra Felâk ve Nâs sûreleri okunur. Bunlardan sonra da şu âyet okunur:"

"İnne rabbekümüllahüllezi halekas semavati vel erda fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasisev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül alemin."(A'raf, 7/54)

(Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!)

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) kızı Fâtıma (r.anha) validemizin doğumunda bu duayı okutmuş, netice sevindirici şekilde huzurlu ve sıhhatli bir doğum olarak tecelli etmiştir. Mübarek nesil Hazret-i Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz böyle dualarla dünyaya gelmişlerdir.

Sıhhatli bir doğum haberini alınca Allah’a şükretmek, konu komşuda bulunan yoksullara yardım etmek, münasip olan bîr cömertliktir.

32 İçinde korku, dehşet ve huzursuzluk hissi duyulduğunda hangi dua okunmalıdır?

Korku ve nazar gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir:

"Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: 'Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım.' O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez."

Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı. (Tirmizi, Daavat, 94)

İçinde korku, dehşet ve huzursuzluk hissi duyulduğunda şu dua da okunabilir:

"Euzü bi kelimatillaha't-tammati min gadabihi ve şerri ibadihi ve min hemezatiş-şeytani ve en yehdurun."

Anlamı:

"Allah'ın bana kızmasından, kulların kötülüklerinden, şeytanın vesveselerinden ve bana kurduğu tuzaklardan Allah'ın tam kelimelerine sığınırım."

Açıklama: Hz. Halid bin Velid (ra) bir gün Peygamber Efendimize (sav) gelerek:

"Ya Resulallah, içimde korku ve sıkıntı var, insanlardan uzaklaşmak istiyorum." dedi. Peygamber Efendimiz (sav) Ona

"Yatacağın zaman bu duayı okursan, o hallerden kurtulursun." buyurmuştur.

Böyle durumlarda bu duaya sabah-akşam temiz bir niyetle en az yedi gün devam edilmelidir.

(bk. Bilal Eren, Dua Hazinesi)

33 Namaz tesbihinden sonra, nasıl dua edilir?

Namazdan sonra dua edilirken kişi içinden geldiği şekilde dua edebilir. Ayrıca Peygamberimizin (asm) okuduğu duaların okunması tavsiye edilir.

Ebû Bekri's-Sıddîk -radıyallahu teâlâ anh-Hazretleri:

"Yâ Resûlellah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta'lîm buyur." dedikte Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Şöyle duâ et:

"Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur." (Buhârî, Ezân, 149, Deavât, 16;)

“Ya Rabbi sensin ilah, senden başka ilah yoktur. Sübhansın, bütün noksanlıklardan münezzehsin, yücesin. Doğrusu ben kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!”

“Rabbimiz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ki ziyana uğrayanlardan oluruz.”

"Allah'ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizleri de affet."

34 Hayırlı evlat sahibi olmak için hangi duayı okumalı?

Aşağıdaki ayetler dua makamında okundukları vakit, çocuk istemeye ve hayırlı bir mirasçı dilemeye yaramaktadır. Çünkü Zekeriya aleyhisselam ve diğer peygamberler böyle dua eylemiştir. Bu bakımdan bizlerin de bu çeşit sıkıntısı olduğu zaman, bu ayetlerle dua etmemiz menfaatımız icabıdır.

Kur'an-ı Kerim'in bu ayetlerini yerinden orjinal olarak okumak daha iyi olur. Ancak bunu bilmeyenler mealinden de dua edebilir.

"Rabbimiz, bizim soyumuzdan, neslimizden göz aydınlığı olacak zürriyetler nasip eyle ve bizleri takva sahibi kimselere önder kıl Ya Rabbi..." (Furkan, 25/74.)

"Rabbimiz bize hayırlı evlat ver. Eğer hayırlı evlat bahşedersen elbette sana şükredenlerden olacağız." (A'raf, 7/189.)

"Rabbimiz bize salih evlat ver." (Saffat, 37/100)

"Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim. Eşim de kısır! Bana lütf-u kereminden öyle bir vâris nasib et ki bana da Yâkub hanedanına da vâris olsun. Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbî!" (Meryem, 19/5-6)

35 Namazdan sonra "Allahümme entesselam ve-minkesselam tebarekte ya zelcelal-i vel-ikram" demenin hükmü nedir?

Hz. Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup:

"Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm. (Allah'ım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi." [Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80, (3, 68).]

AÇIKLAMA:

1. Müslim'in rivâyetinin devamında şu ziyâde yer alır: Velîd der ki: "Evzâî'ye, sordum, hadiste zikredilen istiğfar nasıl olur?" Bana: "Estağfirullah, estağfirullah, dersin" diye cevap verdi."

2. Selâm, Allah'ın isimlerindendir. Hadiste: "Allah'ım sen, mahlûkata has her çeşit kusurlardan, noksanlıklardan selâmettesin, uzaksın." demektir. "Selâmet de sendendir." sözü de, "İnsanlara selâmeti sen verirsin, dilersen sen alırsın, selâmetin varlığı da yokluğu da sendendir." mânasını ifâde eder.

Tebârekte, mübârek oldun, münezzeh oldun mânalarına gelir. Bu tâbirin aslı bereket'tir. Bereket ise kesret, çokluk ve nemâ (artma) mânasına gelir. "Celâl ve kemâl sıfatlarının çokluğu sebebiyle, noksan sıfatlardan uzaksın, büyüksün..." gibi mânalarla te'vil edilebilir.

Hülâsa, selam verdikten sonra okunan bu zikr, hürmet makamında sena ve tenzih maksadıyla söylenmektedir.

(bk. Prof.Dr. İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte Şerhi, , Cilt 16-17)

36 Allah'tan başkasından yardım istemek, dua ederken vesile kılmak, evliyalardan medet istemek hakkında bilgi verir misiniz?

Meded dilemek, yardım istemek demektir. Her türlü yardımın kaynağı ve başvurulacak mercii Allah Teâlâ'dır. Allah Teâlâ'dan başkasından yardım dilemek söz konusu olamaz. Tasavvufta Hz. Peygamber (asm), şeyh veya benzeri maneviyat büyüklerinden istimdad, doğrudan onların şahıslarından bir talab demek değildir. Belki onların indi ilahideki itibar ve derecelerinden yararlanmak için bir tevessüldür. "Meded ya şeyh", "Meded ya Abdelkadir", "Meded ya Gavs-ı Azam" gibi lafızlar ve levhalar, bu şahıslara duyulan manevi sevginin bir ifadesidir.

İnsan, beşer olmanın gereği sığınma duygusu taşır. Çocuk anne babasına, talebe hocasına, mürid şeyhine sığınmak ve yakın olmak ister. İstimdad bu sığınma duygusunun tezahürüdür. Vahdet-i vücud inancındaki "insan-ı kamil", Allah Rasülü'nün ahlakıyla ahlaklanmış, Hakk'ın mazharına nail olan demek olduğu için, ruhani bir tasarrufa da mazhardır. Mazhardır diyoruz çünkü gerçek tasarruf Allah'ındır. Kul veya kişi bu tasarrufun görüntüsüdür. Bu itibarla salik ve derviş, insan-ı kamil olarak gördüğü şeyhinden tarikat piri ve pirlerinden birinden istimdad ve istiane ettiğinde, aslında talebini Allah'a arzetmiştir. Kudret ve kudret sadece ona aittir. Konuya bu açıdan bakıldığında şer'i bir tehlike söz konusu değildir. Ancak istimdad edilen kişinin bizzat kendisinde bir güç ve kudret görüp taleb ondan olacak olursa, elbetteki caiz olmaz. (Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikat, Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, s. 323)

İstiğase ayrı, vesile ayrı bir şeydir. İstiğase yardım istemek anlamını ifade eder. Vesile ise gayeye vasıta olan şeydir.

Zevilukul olan kimseden istiğase etmek meselesine gelince, bakılır, kendisinden istiğase edilen kimse salih ve mü'min değilse, ister gaib olsun kendisinden istiğase etmek caiz değildir. Fakat salih bir kul olursa, huzurunda veya kabri başında olursa, şefaat dilemek maksadıyla ondan istiğase etmek caizdir.

Çünkü ölü olan kimse her ne kadar berzah alemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır. Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

"Peygamberler kabirlerinde diridirler." (İbn Mâce, Cenâiz 65)

Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına bir delil de, Hz. Peygamber (asm), mir'ac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, Peygamberimiz (asm)’in selamını almasıdır. Yine Bedir savaşında ölmüş müşrikler hakkında da şöyle buyurdular:

"Siz bunlardan fazla işitmezsiniz; ancak cevap veremezler."

Ehli tasavvufa göre makam sahibi olan bir veli, ister ölü ister uzakta olsun ondan istiğase edilir. O yardım etme yetkisine sahiptir. Özellikle ehli tasarrufun yardımı dünyada olduğu gibi dünyadan göç ettikten sonra da vardır, devam eder.

Vesile ise, demin dediğimiz gibi, gayeye yetişmek için vasıta olarak kullanıları şeydir. Bunların çeşitleri vardır:

1. Cenab-ı Allah'ın isimlerini vesile kılıp tevessül etmek: İbni Mace, Hz. Aişe'den şunu rivayet etmiştir: Hz Peygamber bir duasında şöyle buyurdular:

"Allah'ım, temiz, hoş ve mübarek ismin hakkı için senden istiyorum.”

2. Kendisiyle tevessül edilen zatın duasını vesile kılıp istemek.

3. Büyük ve salih kimsenin zatını vesile kılmak suretiyle tevessül etmek: Mesela, "Allah'ım şu dileğim yerine gelmesi için Peygamberi veya Ebu Bekir'i vesile kılıyorum." demek gibi, Hz. Ömer (ra) yağmur duasında Hz. Abbas'ı (Peygamberimizin amcası) vesile kılarak şöyle dua etti:

"Allah'ım, biz Peygamber'in amcasını sana vesile kılıyoruz, bunun için bize yağmur yağdır.” (Buhari, İstiska, 3).

4. İşlenen salih amelleri vesile kılarak tevessül etme: Mesela, "Allah'ım, senin için eda ettiğim şu hac veya şu ibadeti sana vesile kılıyorum; şu musibetten veya şu beladan beni kurtar." demek gibi.

Yukarıda saydığımız vesile çeşitleri İslam'da mevcuttur. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Vesile edinilen kimsenin vesile edenden üstün olması gerekmez. Hz. Peygamber (asm) Umre'ye gitmek için izin isteyen Hz. Ömer'e: ”Kardeşim, bizi duadan unutma.” (Ebu Davud, Vitir 23) dedi. Hem de Veysel-Karani'nin kendisine dua etmesi için Hz. Ömer'e emir verdi.

Yalnız peygamberi veya herhangi bir zatı bağımsız olarak tasavvur edip istiğase etmek, küfre kadar götürebilir. Buna dikkat etmek lazımdır. Yani Allah’ın sevgili kulu ve Allah’ın izniyle bu işleri yapıyor diye bilmek ve istemek caizdir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, vesilelikten öteye geçmemek şartıyla, tevessül etmek caizdir.

Tevessülü tamamen haram sayanlar, Haricîler ve onları taklit eden zihniyetlerdir.

Meleklerin insanları koruduğu bilgisi bizzat Kur’an’da vardır:

“O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.” (Rad, 13/11)

mealindeki âyette bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Meleklerin koruması şirk olmadığı gibi, başka mahlukların yardımları da korumaları da şirk olmaması gerekir. Yeter ki, bunları vesilelikten, sebeplikten, yaratıcılık vasfına çıkarmayalım. Çünkü, “kâinatta Allah’tan başka hakikî müessirin olmadığı” gerçeği, imanımızın gereğidir.

Dinde vasıta, vesile var mıdır?

Hikmet; hayatta ve başarıda vazgeçilmez unsurlardan biri olduğu gibi, bütün varlıkların sevk ve idaresinde de bir maya ve önemli bir kanundur. İnsanlar; varlıklarını ve başarılarını, bu hikmet denen kaide ve kurala, riayet ve itibarla paralel olarak elde ederler ve koruyabilirler.

Hikmet: Yaratıcı ve yaratılanlar arasında; sebebi, vesileyi ve vasıtayı zorunlu kılmaktadır. Zira yaratıcının izzet ve büyüklüğü, kendisi ile varlıklar arasındaki münasebet ve denge, hikmetle ilgilidir.

Ayrıca varlıkların, yaratıcısına delil ve burhan olması ve onların bir kitap gibi ehil insanlarca mütalaa edilip araştırılması ve en önemlisi de, insanların kendilerinin imtihan ve test edilerek dünyada ve ahirette başarılarının  esası, temeli ve alt yapısı; hikmettir ve hikmetle ciddi münasebettir.

Hikmetin nasip olduğu insanlar ise, varlıkların en şereflisi ve kıymetlisidir. Bu esasa binaen varlıklar, eşya ve insan ile Yaratıcı arasındaki münasebet olgusunun genel adı, hikmettir.

- Cansızlar ve canlılar arasındaki irtibatlar,
- Yaratılma ve yaratma arasındaki perdeler,
- Hastalık ve afiyet arasındaki sebepler,
- Kulluk ve ona bağlı neticeler,
- Tebligat ve hidayet arasındaki ilişkiler,
- Ziraat, ticaret, sanat ve ibadetlerin, neticeleri ile münasebetlerinde hikmet esas olup, onun gereği olan sebepler, vesileler ve vasıtalar, işin mahiyeti icabı olacaktır ve vardır.

Burada vasıtaların olması, hikmet açısından kudret ve izzeti ilahiyece lüzumlu olmakla beraber, Cenab-ı Hakk’ın birliği ve celali de bu vasıtaları müessiriyetten azletmektedir. Sadece ve sadece vesile olarak kalmasını, hikmet icap ettirmektedir.

Demek ki vasıtalar, Allah’ın Hakim ismi iktizasınca yaratılışın bir esasıdır.

İşte bu manadaki vasıtalar; mahiyeti icabı dinimizde de vardır ve gereklidir. Mesela:

- Hidayetin vasıtası, peygamberlerdir.
- Allah’ın peygamberlerine emirlerinin vasıtaları, meleklerdir.
- Kelam-ı ezelinin  vasıtaları, kitaplar ve suhuflardır.
- Tecelliyatın ve tezahüratın vasıtaları, mucizeler ve sanatlardır.
- Affın ve mükafatın vasıtası, ikramlar ve cennettir.
- Kahrın ve cezanın vasıtası, hadler ve cehennemdir.
- Ubudiyetin ve kulluğun vasıtası, ibadetlerdir.
- Allah’a yaklaşmanın vasıtası ise, marifet ve takvadır.

O halde; vasıtanın olmadığı hiçbir yer, durum ve zaman yoktur. Vasıtasız olan şeylerin idraki, anlaşılması ve münasebetleri bilinmez.

Buraya kadar anlattıklarımızda önemli olan nokta şudur: Bu vasıtaların; sadece vesileden ileri geçmemesi, şeffaf ve nezih olması, hakikatleri perdelememesi ve örtmemesi, özellikle de, kul ile Allah arasındaki münasebete kuvvet vermesi ve kesmemesidir.

Hakikatler ile muhatapları arasındaki, hikmet icabı olan vasıtalar; kesif olup irtibatı keser ise, o zaman hikmet ortadan kalkar ve mahsurlar meydana gelir. O vasıta, vasıta olma özelliğini kaybeder.

Mesela; bir matematik kitabı ile, talebelerin arasına öğretmenlerin girmesi, talebe ile kitabı kaynaştırır. Muhabbeti artırır. İlme de kuvvet verir. Öğretmenler bu anlamda vasıta olarak bir yekun teşkil etmektedirler.

Sanatkârlar; sanatlarla çıraklar arasında, maharetin intikalinde vasıtadırlar. Aksi halde sanatların ve maharetlerin nesli kesilir ve güdük kalır.

Aynen öyle de maneviyat büyükleri de Allah ile kul arasında, kulun rabbi ile münasebetini teminde ve muhafazasında şeffaf vasıtadırlar. Bunların aradan çekilmesi kul ile Allah münasebetini bozar ve irtibatı keser.

Ancak, vasıta olmak da kolay bir şey değildir. Bu işe ehil olmak ve erbabı olmak meselenin önemli noktasıdır. Yani matematik kitabı ile öğrenci arasına vasıta olarak, öğretmen girmelidir. Ancak bu, müzik öğretmeni olursa, o işten hayır gelmez.

Hasta ile hastalık arasına hikmet icabı şeffaf vasıta olan doktor girmelidir. Ancak, doktor yerine mühendis girer ise, ölüm meleğine hizmetten başka bir şeye yaramaz.

Nasıl ki göz ile eşya arasına, gözlükler giriyor. Kulak ile seslerin arasına duyma cihazları giriyor. Ve bunlar vasıta olarak, gözleri ve kulakları avam olanların, daha iyi görmesini ve işitmesini temin ediyor. 

Aynen öyle de aklı ve kalbi avam olanların, hakikatlerle aralarına vasıflı ve ehil insanların girmeleri onların marifetlerini ve faziletlerini artırır ve inkişaf ettirir. Manevi hayatlar nizam ve intizam altına girer. Çünkü avam-ı nas çıplak hakikatleri göremezler ve idrak edemezler. Ancak vasıtalarla hakikatleri algılayabilirler.

Kur’an-ı Kerim’deki teşbihler, temsiller ve alışıla gelmiş misaller ve örnekler; insanlar ile zorlanacakları hakikatler arasında bir çeşit numaralı gözlük ve dürbün gibi kutsi ve şeffaf vasıtalardır. Buna binaen vasıtayı inkâr; hikmeti, yardımı, faydayı, nizamı, iyiliği ve maslahatı inkÂr ve yalanlama demektir. Fıtrata ve hakikate zıt bir davranıştır.

Fakat her şeyin istisnası ve suistimali olduğu gibi; vasıtalar da zamanla deforme olmuş, yanlış kullanılmış ve çirkin örnekleri maalesef zamanımıza kadar gelmiştir. Bunların düzeltilmesi ve nizama sokulması veya tadil edilmesi icab ederken, vasıtalık müessesesini toptan ve kökten yıpratmak ve inkâr etmek vicdana sığmaz. 

Islahı mümkün iken, ifnasını tercih etmek azim bir hata olur.

Demek ki vasıtalık; şeffaf cam gibi, hakikatle irtibatı sağlayan, münasebetleri nizam ve intizam altına alan bir tensib-i İlahî’dir. 

Her yerde olduğu gibi, dinimizde de vasıta vardır ve olacaktır. Ancak ruhbanlık tarzında kesif olan; ilgiyi, alakayı ve hürmeti sadece kendine hasredip, hakikatler ve Cenab-ı Hak ile münasebeti kıracak ve kesecek tarzda olan vasıtalar, bir nevi gizli şirktir. Bu anlamda vasıta, fıtratta ve yaratılışta olmadığı gibi, dinimizde de yoktur ve olamaz.

İşte vasıtalara yukarıdaki değerlendirmeler açısından bakmak, bizleri hem fikir hem de muamelat açısından ifrat ve tefritten korur, bütün duygu ve düşüncelerimizi sırat-ı müstakim olan orta yola çeker, hayata istikamet, huzur ve saadet verir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tevessül, ayet ve hadislere göre caiz midir?

37 Arabaya binerken okunacak duayı öğrenebilir miyim?

ARACA BİNİLDİĞİNDE OKUNACAK DUALAR:

1. İmam Mâlik'in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asm), sefer niyetiyle ayağını bineğinin özengisine koyduğu zaman şu duayı okurdu:

"Bismillah! Allah'ım! Sen seferde arkadaşım, ailemde vekilîmsin. Allah'ım, yeryüzünü bize hizmet ettir, yolculuğumuzu kolaylaştır. Allah'ım, yolun zorluklarından, üzüntülü bir şekilde eve dönmekten, malımızda ve ailemizde meydana gelebilecek kötülüklerden sana sığınıyorum." [Muvatta, İsti'zân 34, (2, 977).]

2. Hz. Ali'ye (ra), binmesi için bir hayvan getirildi. O, ayağını özengiye koydu ve: "Bismillah" dedi. Doğrulup hayvanın üzerine oturduğunda da aşağıdaki duayı okudu:

"Subhanellezî sehhara lenâ hazâ ve mâ künnâ lehû mukrinîn. Ve innâ ilâ Rabbinâ le münkali-bûn." (Zuhrûf, 43/13'den iktibas)

ANLAMI: "Bu bineği bizim hizmetimize veren Allah'ı tesbih ederiz. Öyle olmasaydı biz ona güç yetiremezdik. Biz elbette Rabbimize dönmekteyiz."

Sonra da şöyle dua etti:

"Sübhâneke, innî zalemtü nefsî, fa'ğfir lî, innehû lâ yağfîru'z-zünûbe illâ ente."

ANLAMI: "Allah'ım, seni tenzih ederim, ben kendime haksızlık ettim, beni affet, çünkü senden başka günahları affedecek yoktur."

3. "Allâhümme innâ nes'elüke fî seferinâ hâze'1-bir-ra ve't-takvâ ve mine'l-ameli mâ terdâ."

ANLAMI: "Allah'ım, bu yolculuğumuzda senden, hep iyilik üzere olmayı, dînî ölçüler içinde kalmayı nasip etmeni ve seni hoşnud edecek işler yapmaya muvaffak kılmanı istiyoruz."

(Bilal Eren, Açıklamalı Dua Hazinesi)

38 Sevdiğim kişinin bana eş olması için dua etmem caiz mi?

Sevdiğiniz kişinin size eş olması için dua etmeniz günah değildir. Hakkınızda hayırlı olması için Allah'a dua edebilirsiniz.

Aşık olmak günah değildir. Bir hadiste, bir kadına aşık olup onu gizleyen ve kimseye söylemeden ölen birinin şehit olacağı ifade edilir. Bu nedenle aşık olmak insanın elinde olan bir şey değildir.

Sizin de onu düşünmeniz elinizde olmadan aklınıza gelmesi caizdir. Ancak mukaddes şeyleri feda edecek kadar tapar gibi sevmek doğru değildir. Eğer evlenme imkanınız ve onu dini ölçüler dairesinde istetip almanız mümkünse hemen istetmenizi öneririz.

Eğer bu mümkün değilse demekki hakkınızda hayırlı değilmiş deyip, Allah'tan helal süt emmiş iyi bir eşi nasip etmesini isteyip aramak gerekir.

Hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz. Belkide mutlaka olmasını istediğimiz bir şeyin sonradan, "Keşke olmasydı!.." deme ihtimali vardı. Bu nedenle isterken hayırlısını istemek, olmazsa sabır ile beklemek en güzelidir.

Hz. Meryem'in annesi bir erkek evlat istemişti; Allah ona bir kız verdi. O çok üzülmüştü. Şimdi o annemize sorsak "Sen erkeklerden onlarca, ama kızlardan bir tane Meryem, hangini istersin?" Elbette tek Meryem'i isteyecektir; çünkü kızı peygamber annesi oldu.

İşte biz de buna göre hareket etmeliyiz.

Biz Allah'ın kullarıyız, O nasıl isterse öyle hareket etmek durumundayız. Nişanlı bile olsa nikahları yoksa kadın ve erkeğin beraber yalnız kalması haramdır. Çünkü nişan nikah değildir. Şahitler yanında nikahlanmalı ki oturup kalkmak helal olsun.

Örneğin senin bir bahçendeki meyveyi birisi senden izin alsa yese ne güzeldir; senden izin almadan yerse ve ne farkı var derse ne yaparsın?

Allah bize izinsiz dolaşmayı yasaklamıştır. İzin almak da nikah kıymakla olur.

39 "Euzü bi kelimatillahit-tammati min şerri ma haleka ve zerae..." diye başlayan şeytandan korunma duasının anlamı nedir?

“Eûzü bi kelimatillahi't-tammati min şerri ma haleka ve zerae ve berae ve minşerri ma yenzilü minessemai ve min şerri ma ya'rucu fiha ve min şerri fitnetilleyli vennehari ve min şerri külli tarikın illa tarikan yatruku bihayrin ya Rahman.”

Bu duada geçen bazı ifadeler hadislerde ve ayetlerde vardır. Örneğin “Bütün yaratıkların şerrinden Allah'ın kusursuz kelamlarına sığınırım.” kısmı hadislerde geçiyor:

“Kim bir yerde konaklar da sonra “Yarattıklarının şerrinden Alllah’ın mükemmel kelimelerine (âyet, sıfat ve isimleri) sığınırım derse, konakladığı o yerden ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar vermez.” (Müslim, Zikir 54, 55; bk. Tirmizî, Daavât 40)

Allah’ın mükemmel kelimeleri ifadesiyle Cenab-ı Hakk’ın takdiri veya O’nun şifalı sözleri yahut da Kuran-ı Kerîm’i kastedilmiş olabileceği gibi hepsi birden kastedilmiş de olabilir. Biz hepsin niyet ederek okuyabiliriz.

Ayrıca, “Yere giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen ne varsa O, hepsini bilir. O rahîmdir, gafurdur (merhamet ve ihsanı boldur, çok affedicidir)." (Sebe’, 34/2) ayetinde geçen ifadeler de soruda geçen bu duada yer almıştır.

Demek ki ayet ve hadislerde geçen ifadelerden toplanmış bir dua olduğu söylenebilir.

Ancak bu şekliye ve tamamı bir arada olarak bir rivayete ulaşamadık.

Yukarıda geçen duanın anlamı özetle şudur:

"Bütün yaratıkların şerrinden; gökten inen ve göğe çıkan her şeyin şerrinden; gecenin ve gündüzün fitnesinden; hayra açılan yollar hariç bütün yolların şerrinden, Allah'ın kusursuz kelamlarına sığınırım. Ey Rahman olan Allah'ım (beni muhafaza eyle)."

40 Peygamberimiz kimlere beddua etmiştir?

Tam adı Utbe bin Ebî Leheb bin Abdülmuttalib el-Kureyşî el-Haşimîdir. Künyesi ise, Ebû Vâsi’dir. Peygamberlikten önce Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) mübarek kızlarından Hz. Rukiye (r.anha) ile evlenmişti. Nübüvvetten sonra İslâm dinine olan düşmanlıklarından dolayı başta babası Ebû Leheb olmak üzere ailesinin de baskılarıyla Hz. Rukiye’yi (r.anha) boşamıştır.

Utbe, Necm Sûresi indiği zaman, Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'a gelerek küfrünü açıklamış, hakaretlerde bulunmuş ve bununla da kalmayıp mübarek gömleğinden çekerek yırtmıştır. Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) “Allah’ım ona bir itini musallat et.” buyurarak kendisine beddua etmiştir.

Abdullah İbn-i Abbas’dan (r.a.) yapılan rivayete göre bu olaydan sonra Utbe ticaret kafilesi ile birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Kervan Şam yolu üzerinde bulunan Ğadıra Vadisinde geceyi geçirmek üzere konakladı. Oradaki yerliler onlara, geceleri vahşi hayvanların geldiğini söylediler. Ebu Leheb arkadaşlarına, "Ey ehli Kureyş, oğlumu korumak için bir tedbir alın. Çünkü Muhammed ona beddua etti." dedi. Bunun üzerine, kafilede bulunanlar bir saf halinde dizildi ve Utbe de bu safın ortasına alındı. Develer de arka ve öne yerleştirilerek bir kalkan oluşturuldu. Kâfilede bulunan Hebbar bin Esved şöyle der:

“Gece bir arslan develerin arasından gelerek sıra ile herkesi kokladı. Sıra Utbe’ye geldiğinde onu pençeleri arasına alarak parçaladı.”

Utbe bin Ebî Leheb’in bu olayı, siyer ve tefsir kaynaklarında, Zemahşerî, Ebu’l-Fereç el-İsfehânî ve İbni Kesîr gibi âlimlerin ifadelerinde değişik üsluplarla anlatılır. Ayrıca söz konusu hadise Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şairlerinden olan Hasan bin Sabit’in (r.a.) şiirinde ise, olay Utbe’nin künyesiyle anlatılır:

“Benî Vasi’in (Utbe) başına gelen nedir? Arslanın onun parçalaması niçindir? Kuşkusuz bu hadisede, kendisine tabi olunan Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ve ona inananlar için büyük bir ibret vardır…”

Peygamber Efendimiz (asm) lânet kelimesini beddua, buğz, hakaret gibi anlamlarda kullanmıştır. Rivayetlerde Hz. Peygamber (asm)'in Bi'r-i Maûne olayında şehid edilen Müslümanlar nedeniyle Rıl, Zekvan, Lıhyan ve Usayya oğulları aleyhinde kırk sabah lânet okuyarak beddua ettiği bildirilir (bk. Buhari, Cihad 17). Buna karşılık Hz. Peygamber (asm), Müslümanları rastgele lânet etmekten menetmiş, özellikle ashabının birbirine ve tabiat kuvvetlerine lânet etmelerini yasaklamıştır. (Ebu Davud Edeb, 4908; Müslim, Birr, 80-87).

41 Duanın önemi nedir? "Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?" ayetini açıklar mısınız?

Dua Nedir?

Dua Arapça bir kelime olup çağırmak, birisine mesaj vermek, onunla irtibat kurmak manalarına gelir. Özel kullanımı esas alındığında ise, kulun Allah'a yalvarması, halini arzetmesi, içini dökmesi, ihtiyaçlarını dile getirmesi demektir.

Dua günümüzde sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülmüştür. Öncelikle dua, imanın en önemli göstergelerinden birisidir. Duâ, Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabb'e arz edilmesi şeklidir duâ. Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak'tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. O, helezonlar hâlinde kuldan Rabb'e yücelen tatlı bir nağmedir...

Duâ imanın en berrak bir göstergesi olduğu gibi aynı zamanda kulluktur, ibadettir. Hatta Peygamber Efendimizin (asm) beyanıyla ibadetin özüdür o. Duâ Rabb'e dönüş ve yönelişin adıdır. Yine duâ, kuldan Rabb'e yükselen kulluk nişanı, Rab'den kula inen rahmet simgesidir. Daha doğrusu o, Allah'la kul arasında olan münasebetin tam odak noktasıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duâdan bahsetmemek mümkün değildir.

Dua kulluğun simgesi ve başlı başına bir ibadet olduğuna göre sadece insana has bir olgu değildir. Bu yönüyle kainattaki bütün mahlukat onunla ilgilidir. Toprağın bağrına atılan bir tohum, çatlamak, başını topraktan çıkarmak ve güneşe doğru filizlenmek için dua eder. Ama biz onun dilini anlamayız. Yumurtaları üzerinde yatan kuş, yavruları için dua eder. Ama kendi lisanında. Ağaçlar, mevsimi geldiğinde meyve vermek için dua ederler. Ama insan bunun farkında değildir.

İşte müminin kainata bakışı budur. Kur'an-ı Kerim'de buyrulur ki

"Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını anlamazsınız."

Yine Kur'an'da Allah korkusundan yarılan, dağlardan yuvarlanan taşlardan bahsedilir. Gök gürültüsünün hamd ile Allah'ı tesbih ettiğinden bahsedilir. Peygamber Efendimiz (asm)

"Bu dağ Uhud'dur. O bizi sever biz de onu severiz."

buyurur. Yine Peygamberimiz (asm) hayvanların kendi dillerince Allah'ı andığını söyler. Evet Allah'tan korkan taşlar, insanları seven dağlar, Allah'ı zikreden canlı veya cansız mahluklar. Müminin kainata bakışı budur. Biz bu mahlukatın dillerini anlasaydık fırtınalı denizin "Ya Celil, Ya Celil" diye zikrettiğini duyacaktık. Dillerini anlasaydık, kedilerin "Ya Rahim, Ya Rahim" diye dua ettiğini işitecektik. Yani sözün kısası sadece insanlar dua etmez. Bütün mevcudat, bütün varlık kendi dilinde dua eder.

Duanın Hayatımızdaki Önemi

Biraz önce söylediğimiz gibi her şey dua etmektedir. Hayatı, duâsız düşünmek mümkün değildir. Yaşadığımız hayat, baştan sona kadar duâdan ibarettir. Duâ, Rıza-i İlâhî'nin şifresi ve cennet yurdunun da anahtarıdır.

Duânın bizatihi ibadet olduğunu, hatta ibadetin özü olduğunu ifade etmiştik. Onun için ibadetin önemi hakkında söylenen her şey dua için de geçerlidir.

Duanın önemi hakkında söylenmesi gereken en önemli şey Furkan suresinde geçen şu ayet olmalıdır:

"Habibim, insanlara de ki, duanız olmasaydı Allah katında ne ehemmiyetiniz vardı."

Evet Allah katında bizim ehemmiyetimiz, değerimiz duamız sayesindedir. Duamız yoksa bir değerimiz de yok demektir. Onun için Allah'ın bütün sevgili kulları duadan bir an bile uzak kalmamışlardır. Mesela Kur'an'da peygamberler anlatılırken hep onların duaları nazara verilir ve onların dua insanları oldukları vurgulanır. Hz. Âdem (as) dua eder ve hatası affedilir. Hz. Nuh (as) o denli gürül gürül dua eder ki, onun duası neticesinde tufan gerçekleşir ve o da tufan peygamberi olur. Hz. İbrahim (as) dua dua yalvarır ve nesiller sonra Peygamber Efendimiz (asm) diyecektir ki

"Ben dedem İbrahim'in duasıyım..."

Hz. Musa (asm) her dem dua halindedir ve duasıyla kardeşi Hz. Harun (as), bir insana lutfedilen en büyük makama mazhar olur, yani peygamber olma şerefiyle şereflendirilir. Hz. Yunus (as)'un, Hz. Eyyub (as)'un ne hazin duaları vardır. Hz. Zekeriya (as), Hz. İsa (as) hep dua insanlarıdır. Ve Peygamber Efendimiz (asm), ömründe bir an bile duadan uzak olmamıştır. Peygamber Efendimizin (asm) duaları bir araya getirildiğinde oldukça hacimli bir dua mecmuası ortaya çıkmaktadır.

Sonra peygamberlerin varisleri olan din büyüklerine baktığımızda onların da birer dua kahramanı olduklarını ve hayatlarını dua çevresinde örgülediklerini görüyoruz. Bir Muhyiddin İbn Arabi Hazretlerinin, bir Şah-ı Nakşibendi, bir İmam-ı Rabbani Hazretlerinin dualarına baktığımızda kalbimiz duracak gibi oluyor ve onların kulluk şuurlarına, Cenab-ı Hak karşısındaki saygılarına hayret ediyoruz.

Kısacası Allah'ın bütün sevgili ve değerli kullarının hayatında dua çok önemli bir yer işgal etmektedir. Onlar büyük insan olduklarından mı duaya bu kadar önem vermektedirler, yoksa duaya çok ehemmiyet verdiklerinden mi büyük insan olma payesine ermişlerdir? Şöyle veya böyle ayet bize diyor ki

"Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz vardı."

Başka bir ayette Rabbimiz

"Anın beni, anayım sizi."

buyurmaktadır. Cenab-ı Hakk'ın bizi anması ne büyük bir şeydir. İşte kul, bu büyüklüğe ve bahtiyarlığa O'nu anmakla ulaşır. Dua etmek de O'nu anmaktan başka nedir ki? Büyük bir zat çevresindekilere der ki "Ben Allah'ın beni andığı vakitleri biliyorum." Ona bunu nasıl bildiği sorulduğunda "Ben O'nu andığım zaman O da beni anmaktadır. Zira kendisi bunu ifade buyurmaktadır." diye cevap verir.

Evet dua çok ama çok önemlidir. Rahmet elinin üzerimizde dolaşması, duâ sayesindedir. Duâ, aynı zamanda gazabın da paratoneridir. Evet, hakkımızda rahmeti ve rızayı celp, gazap ve öfkeyi def edecek olan müessir bir ubudiyettir duâ. Çok defa beşer imkânının tükendiği noktada duâ şuuru başlar. Rabbin kapısına duâ ile varılır, o kapıda duâ ile konuşurlar ve rahmeti hakkımızda sağnak sağnak celbeden de duadır. Evet dua rahmetin celbine vesile olduğu gibi belayı ve musibeti de ortadan kaldırır.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"Allah katında duadan makbul ve kıymetli hiçbir şey yoktur."

Çünkü Rahmeti sonsuz bizden dua etmemizi istemektedir. Mümin suresi 60. ayette Rabbimiz buyurmaktadır ki:

"Bana dua edin size icabet edeyim, cevap vereyim."

Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurur Efendimiz (asm):

"Allah'ın fazlından isteyin. Allah kendinden istenilmesini sever."

Şu halde biz dua etmekle Allah'ın sevdiği bir şeyi yapmış oluyoruz. Allah'ın sevdiği bir iş olmasının yanında Onun emrettiği bir ibadeti yerine getirmiş oluyoruz.

Öte yandan dua, insanı hayırlara, iyiliklere yönlendirir. Evet istiğfar, günahlardan tövbe kötülüklere yönelmeye mani olduğu gibi dua da insanı iyiliklere yönlendirir.

Dualarda Neler Söylenmeli, Neler İstenmeli?

Dualarımızda her şeyi isteyebiliriz. Ancak öncelikle ve daima en önemli şeyleri istemeliyiz. Nedir en önemli olan şey? Dünyada mutlu bir hayat sürmek mi? Hayır. Çünkü bu dünyada mesûdâne bin senelik bir hayat, cennet hayatının bir saatine mukabil gelmez. O zaman en önemli şey cennet hayatı mı? Hayır. Zira gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen cennet hayatının bin senesi, bir an Rabbimizin cemalini müşahede etmeye denk değildir. Buna rağmen en önemli şey bu da değildir.

"Ve Rıdvânun minallahi ekber."

Her şeyden öte, her şeyin üstünde, her şeyden önemli olan Allah'ın rızasıdır. O kazanıldığı zaman diğerleri de kazanılmış demektir. Öyle ise dualarımızda mütemadiyen Onun rızasını istemeliyiz.

Bizim ne güzel adetlerimiz vardır. Birisinin bir iyiliğini gördüğümüzde "Allah razı olsun!.." deriz. Bu üç kelimelik basit cümle aslında en önemli duayı ifade etmektedir. Keşke hep birbirimizle karşılaştığımızda ve ayrılırken birbirimize böyle desek. Keşke her telefon konuşmamız bu duayla son bulsa. Keşke her radyo programı, televizyon programı bununla açılsa kapansa. Ve böylece bu kadar sık karşılaştığımız bu duadan birisi kabul edilince, ahirette beratımızı aldık demektir. Bu güzel âdet, dinî kitaplarımıza da yansımıştır. Bu kitaplarda geçen isimlerden sonra hep parantez içinde bu dua tekrar edilir.

Öyleyse dualarımızda en çok Allah'ın rızası istenmeli, ondan başka ahiret saadeti istenmeli. Peygamber Efendimiz (asm)

"Cenneti istediğin zaman Firdevsi iste!"

buyurmaktadır. Firdevs, cennetin en yüce mertebesidir. Ayrıca dünyada ve ahirette hasene, iyilik, güzellik istenmelidir. Her şeyin hayırlısı ve Allah rızasına muvafık olanı istenmelidir. Günahlarımızın bağışlanması talep edilmelidir.

"Sana ahvalimi arz etmeğe hacet mi var Ya Rab!
Günahkârım, recaya elde bir kuvvet mi var Ya Rab!"

şuuru içinde Necip Fazıl gibi demeliyiz ki:

"Bende sıklet, sende letafet...
Allah'ım affet!

Latiften af bekler kesafet...
Allah'ım affet!

Etten ve kemikten kıyafet...
Allah'ım affet!

Şanındır fakire ziyafet...
Allah'ım affet!

Acize imdadın şerafet...
Allah'ım affet!

Sen mutlaksın, bense izafet!
Allah'ım affet!

Ey kudret, ey rahmet, ey re'fet!
Allah'ım affet!"

Mü'min bencil değildir. Biz dualarımızda kendimiz için istediklerimizi en yakın daireden başlayarak ailemiz için de istemeliyiz. Peygamber Efendimiz (asm) bize bunu talim buyurmaktadır. Daha sonra akrabalarımız, komşularımız, tanıdıklarımız adına da dua etmeliyiz. Bu, mü'min olmanın gereğidir. Bir hadis-i şerifte buyrulur ki:

"Bir kimse kendisi için istediğini mü'min kardeşi için istemedikçe hakiki mü'min olamaz."

Daha sonra daireyi genişleterek ülkemizin dirliği birliği için dua etmeliyiz.

"Biz kısık sesleriz... minareleri,
Sen ezansız bırakma Allah'ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını;
Ya kovansız bırakma Allah'ım!
Mahyasızdır minareler.. göğü de
Kehkeşansız bırakma Allah'ım!"

"Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah'ım!"

"Yarının yollarında yılları da
Ramazansız bırakma Allah'ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma Allah'ım!"

"Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah'ım!"

                        (Arif Nihat Asya)

Evet vatanımızı milletimizi dualarımızda ihmal etmemeliyiz. Bununla da yetinmeyerek tüm İslam alemini duamızda yadetmeliyiz. Dünyanın değişik yerlerinde sıkıntıya maruz kalan din kardeşlerimizin kurtulması için, bugün dağılmış bir görüntü arz eden İslam aleminin yeniden derlenip toparlanması için dua etmeyi ihmal etmemeliyiz. Eğer bir günlük duamızda bunları dile getirmezsek, o gün vefasızlık ettiğimize inanmalıyız. Ümmet-i Muhammed (asm) için edilecek şu dua abdalların duası olarak meşhurdur:

"Allahümmerham Ümmete Muhammed." (Allah'ım, Ümmet-i Muhammed'e rahmet ve merhametinle muamele et)

Müslüman, himmeti alî insandır. Onun için duamız bu söylediklerimizdeh ibaret olmamalı, tüm insanları kapsayıcı olmalıdır. En yüce dinin mensupları olarak bütün insanlığın inandığımıza inanması, duyduğumuzu duyması, sevdiğimizi sevmesi için dua etmeliyiz.

"Keşke sevdiğimi sevse kamu halk u cihan
Sözümüz cümle heman kıssa-i canan olsa."

"Allah'ım sen adını dünyanın dört bir tarafında duyur.
Kalmasın sana inanmayan bir mahzun gönül.
Habib-i edibinin nam-ı celili, güneşin doğup battığı her yerde şehbal açsın."

sözleri her gün bizim vird-i zebanımız, dilimizden düşürmediğimiz duamız olmalı.

"Ya ilahi
Hak tanınsın: kimse gaddar, kimse mağdur olmasın;
Mest olup ikbal meyinden, sonra mahmur olmasın!
Bir misafirhanedir, dünyaya mağrur olmasın;
Ya ilahi, rahmetinden kimseler dur olmasın!"

Dualarımızda Dünyaya Ait İstekte Bulunabilir miyiz?

Dualarımızda elbette dünyaya ait isteklerde bulunabiliriz. Bir yazarımızın ifadesiyle,

"Dua kabın çok geniş olsun. Varsın ona kainat bile sığsın. Sen onu, sahibinden istiyorsun ya."

Mesela Peygamber Efendimiz (asm) yağmur duası yapmıştır ve yağmur duası, O'nun sünneti olarak o günden bugüne değin gelmiştir. Daha önce bahis mevzuu yaptığımız bir hadisi yine hatırlatalım:

"Allah'ın fazl-ı kereminden çok çok isteyin. Şüphesiz Allah kendisinden istenilmeyi sever."

Bakara suresi 186. ayette Rabbimiz şöyle buyurur:

"Kullarım sana beni sorduğunda söyle onlara ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulurlar."

Gafir Suresi 60. ayette de şöyle buyurulur

"Bana dua edin size icabet edeyim, cevap vereyim."

Allah Yaptığımız Dualara Çok Önem Veriyor. Ancak Bazen Duada İstediğimiz Şeyler Gerçekleşmiyor?

Dualarımızla alakalı bir-kaç hususa dikkat etmemiz gerekiyor. Birincisi: Dua ikiye ayrılır. Birisi fiilî dua (tavır ve hareketle yapılan dua), ikincisi kavlî dua (dilimizle yapılan dua). Bir şeyin gerçekleşmesi için bu iki duaya riayet edilmeli. Mesela hasat mevsiminde bereketli mahsul için dua dua yalvaran kimsenin bu duasının gerçekleşmesi için öncelikle fiilî duasını bihakkın eda etmesi ve toprağın bağrına tohum atması gerekir. Zamanı gelince tarlasını sürmesi, gerekiyorsa sulaması hep fiilî dua kapsamındadır. İmtihanında başarılı olmak için dua eden öğrencinin öncelikle ders çalışmak suretiyle fiilî duasını yapması gerekmektedir.

İkincisi: Duanın bir ibadet olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla duanın semeresi, neticesi uhrevîdir, ahirete aittir. Dünyaya ait maksatlar ise duanın sebebi değil vakitleridir. Mesela yağmursuzluk hali, yağmur duası ibadetinin vaktidir. Bir hadis-i şerif konumuzu aydınlatması bakımından önem arzeder:

"Kul duasında şu üç şeyden birisini mutlaka kazanır: ya duası sayesinde günahı bağışlanır veya dünyada mükafatını alır veya ahirette mükafatını kazanır."

Yani dua ettiğimizde, mutlaka kazanç içinde bulunmaktayız.

Üçüncüsü: Bize şahdamarımızdan yakın olan Rabbimiz, bizi bizden iyi bilmektedir. Dolayısıyla bir şey istediğimizde, o şeyin bizim için hayırlı olup olmayacağını da en iyi O bilir. Mesela erkek evlat isteyen bir kula Hz. Meryem gibi bir kız evlat lutfedildiğinde duası kabul olunmadı denmez. Allah daha hayırlısını verdi denir. Yine mesela ben mal istediğimde Allah'ın bana nasib edeceği mal benim Karun gibi yerin dibine batmama sebep olacaksa, Allah'ın beni fakir yaşatması Onun ayrı bir rahmet tecellisidir.

Nasıl Dua Etmeliyiz? Duanın Adab ve Erkanı

Peygamber Efendimiz (asm)'in ve maneviyat büyüklerimizin talim buyurduğu bir takım dua adabı ve erkanı vardır:

Birincisi: Dua için bazı şerefli vakitleri kollamak. Mesela sene içinde bayram ve arefe günleri, duanın makbul olduğu günlerdir. Aylardan Ramazan dua için en uygun, altın bir zaman dilimidir. Bir hadiste ifade buyurulduğuna göre oruçlunun duası kesinlikle kabul edilir. Dolayısıyla mübarek Ramazan'da oruçlu dillerimizle mümkün olduğu kadar çok dua etmeye gayret etmeliyiz. Mesela cuma günleri de dualar için en elverişli günlerdir. Gün içinde seher vakitleri tam dua vakitleridir. Efendimiz (asm) buyurur ki;

"Allah seher vakitlerinde rahmetiyle dünya semasına nüzul eder. 'Yok mu dua eden duasını kabul edeyim, yok mu bağışlanmak isteyen onu bağışlayayım.' der."

Evet, seher vakitleri dua için en elverişli vakitlerdir.

"Ey dîde nedir uyku, gel uyan gecelerde
Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde
Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire,
Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde
Dil beyt-i Hudâ'dır ânı pâk eyle sivâdan,
Kasrına nüzul eyler o Sultan gecelerde."

İkincisi: Kıbleye yönelinir ve eller kaldırılır. Bir hadis meali şöyledir:

"Kulları, ellerini kaldırıp bir şey istedikleri zaman Allah onları boş çevirmekten haya eder."

Üçüncüsü: Her hayırlı şeye besmele ile başlanıldığı gibi duaya da besmele ile başlamalı. Başta Cenâb-ı Hakk'a, canıgönülden bir iştiyakla hamd ve senâ edilir. Meselâ,

"Rabb'im, gökleri ve yeri yaratan sensin. Kalbimden geçenleri bilen sensin. İçime îmân ve itminânı yerleştiren sensin. Gönlümü arzuyla dolduran ve buna mukâbil cenneti de şimdiden donatan Sen'sin. Bülbülü şakıtan, güle rengini bahşeden yine Sen'sin."

İşte böyle umum âlemde cereyan eden tasarrufları sayıp, hepsini Cenâb-ı Hakk'a isnât ettiğini, tazarru ve niyâz dolu bir üslûpla ifâde etme hamd ve senâ demektir ki, Allah Râsûlünün (asm) duâlarında bunu açıkça görmekteyiz. Bundan sonra salavat-ı şerife okunmalı. Peygamber Efendimiz (asm) için yaptığımız salât ü selamlar mutlaka kabul edilecek dualardır. Bundan dolayı duanın başında ve sonunda salât ü selam okunur ve ikisi arasında dile getirilen duaların da bunlarla beraber kabul edileceği ümidi beslenir.

Dördüncüsü: Duayı hafif sesle, gönülden ve hüzünle yapmaktır. Âraf suresinde buyurulur ki:

"Rabbinize gönülden ve için için yakararak dua edin."

Duada yapmacık sözlerden kaçınılmalı ve ses yükseltilmemelidir.

Beşincisi: İstenilen şeylerin muhakkak surette Cenâbı Hak tarafından kabul göreceğine, zerre kadâr tereddüt göstermeden, kıvrana kıvrana ve duânın ayrılmaz bir şartı olan yalvarış, yakarış edâsıyla.. meselâ; deniz ortasında, bir tahta parçası üzerinde kalmış ve bütün kurtulma ümidinin ortadan kalktığını anlamış bir insanın teslîmiyeti içinde ve böyle bir ruhla teveccüh edip Cenâb-ı Hakk'a yönelmektir ki, duânın özü, hayatı da işte bu ihlâs ve bu samimiyettir.

Duânın kabul edilmediğini düşünmek katiyyen yanlıştır. Duâ, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabul görür. Ancak kabul edilen dua, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazan bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenâb-ı Hak bize, istediğimizi değil de esas istememiz gerekeni ihsan buyurur. Bazan da duâmız âhiretimiz hesabına kabul görür. Onun için, yapılan duâların mutlak surette kabul edileceğini düşünerek duâ etmek çok mühimdir. Hem niye kabul edilmesin ki Rabbimiz şeytanın duasını bile kabul etmiştir. Cennetten kovulduğunda şeytan, kıyamete kadar mühlet istemiş ve Cenab-ı Hak ona istediği bu mühleti vermiştir.

"Sen Allah'ı seversen, Allah seni sevmez mi?
Sen O'na dua etsen, lebbeyk kulum demez mi?"

Bir Allah dostu şöyle diyor:

"Allah'tan yirmi senedir bir şey istiyorum. İstediğim şeyi vereceğinden hiç ümidimi kesmedim."

İşte dualarımızda böylesine ümitli ve ısrarlı olmalıyız.

Altıncı husus: Duaların kabul olmasında günahlardan tövbe etmek ve kul haklarını ifa etmek çok önemlidir. Onun için çevremizdekilerle helalleşmeli ve dualarımızı istiğfar ve tövbe ile bezemeliyiz.

Çoğunlukla Duası Makbul İnsanlardan Söz Edildiğini Duyarız. Duaları Makbul İnsanlar Kimlerdir?

Evet, Allah katında bazı makbul kulların duaları da makbuldür. Mesela Allah'ın en sevgili kulları peygamberler. Burada aklınıza şöyle bir soru gelebilir:

"Peygamber Efendimiz (asm) aramızdan ayrılmıştır. Onun duasına nasıl mazhar olabiliriz ki?"

Evet Efendimiz (asm)'in duasına mazhar olabiliriz. Zira O bize bir miras bırakmıştır. Onun tavsiye ettiği pek çok hayırlı ve güzel ameller vardır ki O bunları yapan için hayır duada bulunmuştur. İşte biz bunları yaptığımızda Onun duasına mazhar olabiliriz. Öte yandan Peygamber Efendimiz (asm) her ne kadar bedenen aramızda bulunmasa bile ruhen bizimle beraberdir. Kur'an'da

"Şehidlere ölü demeyin. Onlar hayattadır ama siz hissetmezsiniz."

buyurulmuyor mu? Madem şehidler hayattadır, şehitlik mertebesinden daha yüksek makamda bulunan peygamberler de hayattadır. Ama biz onları hissedemeyiz. Peygamber Efendimiz (asm) buyurmaktadır ki:

"Ümmetimden bana salât ü selam getirenin bu selamı bana ulaştırılır. Ben de karşılık veririm."

Öyleyse biz Peygamber Efendimiz (asm)'in sünnetine uygun bir hayat yaşayarak Onun duasına ve şefaatine mazhar olabiliriz ümidindeyiz.

Duası makbul insanlardan bir zümresi de Allah'ın sevgili kullarıdır. Çevremizdeki böyle muhterem büyüklerimiz varsa hayır dualarını almaya gayret etmeliyiz.

Bundan başka yaşlıların da duası kabule şayandır. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

"Cenab-ı Hak saçı başı ağarmış bir pir-i fani dua ettiğinde, onun duasını kabul etmemekten hicab duyar."

Ana-baba duası da çok önemlidir. Bu yazıyı okuyanlar hiç durmasınlar. Anne-babası yakınında ise varsınlar yanına, ellerini eteklerini öpsünler ve hayır dualarını talep etsinler. Anne-babası uzakta bulunanlar bir telefon çevirsinler, hal-hatır sorup hayır dualarını alsınlar.

Bunlardan başka mazlumun, mağdurun duası da çok çabuk kabul görür. "Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste." derler. Evet, mazlum ve mağdurun duasına çok rağbet edilmeli ve bedduasından da çok sakınılmalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak onlarla beraberdir. Bir kudsi hadiste şöyle buyrulur:

"Ben kalbi kırıklarla beraberim."

(Halim Çalış)

İlave bilgi için tıklayınız:

Duanın manası ve hikmeti nedir?

42 Namaz tesbihatındaki ifadelerin anlamını bildirir misiniz?

1. "Subhanallahi vel hamdu lillahi ve la ilahe illellahu vallahu ekber. Ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim."

Anlamı:

"Allahı bütün noksan sıfatlardan tanzih eder, kemal sıfatlarla muttasıf olduğunu kabul ederim. Bütün hamd ve şükürler Allah'adır. Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur. İhtiyaçları gideren ve zararları yok eden yalnız yüce ve güçlü olan Allah'tır."

2. "La ilahe ilallahu vahdehu la şerike leh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şeyin Kadir"

Anlamı:

"Allah Teala'dan başka ilah yoktur, tek ilah sadece odur, ortağı da yoktur. Bütün mülk ona aittir. Bütün hamdü senalar onadır. Her şeye kadirdir."

Subhane rabbiyel aliyyil ağlel vehhab:

"Âli, a'la ve vehhab olan Rabbimi tesbih ederim," demektir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Namazdan sonra yapılacak tesbihatın anlamı nedir?...

EL-VEHHÂB.

43 Epilepsi (sara) hastalığı için okunacak bir dua var mıdır?

SARA NÖBETİ TUTANA OKUNACAK DUALAR

1. Sara nöbeti tutmuş hastanın başında 21 kere Âyetü'l-Kürsî okunursa inşâallah şifâ bulur.

2. Bir kadın Peygamber Efendimiz'e (sav) gelerek çocuğunun sara nöbetine tutulduğunu, bunun için kendisine dua etmesini istedi. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz ona şu âyeti okumasını tavsiye etti. Kadın onu okuyunca çocuğu şifâ buldu.

"Bismillâhirrahmânirrahîm. Ve nünezzilü mine'l-Kur'âni mâ hüve şifâün ve rahmetim li'l-mü'minîn. Ve lâ yezîdü'z-zâlimîne illâ hasârâ." (İsrâ, 17/82)

ANLAMI:

"Biz Kur'an'ı mü'minlere şifâ ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zâlimlerin ise sadece zararını artırır."

3. Mü'minûn sûresinin 115. âyetinden sonuna kadar (118. âyet dâhil) okunmalıdır.

E fe hasibtüm ennemâ halâknâküm abesen ve en-tüm ileynâ lâ türcaûn.
Fe teâlâ'llâhü'l-melikü'l-hakku, lâ ilahe illâ hû. Rabbü'1-ar şî'1-kerîm.
Ve men yed'u maallâhi ilahen âhere lâ burhâne le-hû bîhî, fe innemâ hisâbühû inde rabbihî; İnnehû lâ yüflihu'l-kâfirûn.
Ve kul rabbî'ğfîr ve'rham, ve ente hayru'r-râhi-mîn." (Mü'minûn, 23/115-118)

ANLAMI:

"Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?
Mutlak hâkim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bereketli Arş'ın sahibidir.
Her kim Allah ile birlikte diğer bir tanrıya taparsa -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki, kâfirler kurtuluşa eremezler.
Resulüm! De ki: "Rabbim, bağışla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en iyisisin."

AÇIKLAMA:

Abdullah bin Mes'ud (ra) sara ve cin tutan bir kimsenin kulağına bu âyetleri okudu. Hasta hemen toparlanıp kendine geldi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) "Onun kulağına ne okudun?" dedi. İbni Mes'ud: "E fe hasibtüm ennemâ halâknâküm.. âyetlerini okudum" dedi. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz:

"Eğer bir kimse bu âyetleri tam bir iman ve sadâkatla bir dağa okursa, dağ harekete gelirdi." buyurdu.

(bk. Bilal Eren, Büyük Dua Hazinesi)

44 Suya dua okuyup şifa veya korunma niyetiyle içmek caiz mi?

Korku ve hastalık gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak ve suya okuyup onu içmek dinen caizdir.

Abdullah bin Ömer Peygamber (sav)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin:

'Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım.'

O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez."

Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı. (Tirmizi, Daavat, 94)

Ancak bunları istismar edip sanat haline getiren ve saf kadınlarla teşriki mesai edip onlarla haşir ve neşir olmak kesinlikle haramdır. Ayrıca suya okuyup onu içirmek gibi şeyler para karşılığında yapılması da caiz değildir. (Halil Günenç, Günümüz meselelerine Fetvalar, Yasin Yayınevi, 2/258)

Okuyup Üflemek Konusu:

Ayet-el Kürsi, Felak, Nas, Fatiha gibi sureleri veya ayetleri okuduğu zaman Peygamberimizin (asm) sağına, soluna, önüne, arkasına, ellerine ve hasta olan herhangi bir kimseye üflediği hadis kitaplarımızda yazılıdır.

Bunun sebebi, insanın maddi hastalıklardan korunmak için maddi tedbirler aldığı gibi, manevi ve zararlı şeylerden korunmak için de böyle tedbirler alması içindir. Bizi yaratan Allah Peygamberimiz vasıtasıyla nasıl korunacağımızın yollarından birisini göstermiştir.

Bu konuyu izah eden hadislerden birini açıklamasıyla beraber takdim ediyoruz:

Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:

"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i (Felak ve Nas surelerini) ve "Kul hüvallâhu ahad" suresini okur, ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi." [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn t5, (2,942); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902)]

AÇIKLAMA:

1. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân-ı Kerim'i hastalığı sırasında şifa için okuduğu, mevsuk rivayetlerde gelmiştir. Esasen Kur'ân'ın mü'minler için maddi ve manevî şifa olduğu âyet-i kerimede belirtilmiştir:

"Kur'ân'dan, iman edenlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz, O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır." (İsra, 17/82).

"Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, mü'minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir." (Yunus, 10/57).

2. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kendi vücuduna icra ettiği "nefes"in mahiyeti hakkında bilgi vermek için, İbnu Hacer, rivayetin farklı vecihlerini kaydeder. Buna göre, önce ellerini cemeder, sonra ellerine üfler, sonra okur ve okuma sırasında eline üflerdi. İbnu Hacer, bu üflemenin tükrüksüz veya hafif tükrüklü olabileceğini belirtir. Bu maksadla Felak, Nâs ve İhlas sûreleri okunmuştur.

Meshetme işi, bereket düşüncesiyle yapılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) ellerini önce başına, yüzüne sürer, ondan sonra elinin yetişebildiği yerlere kadar bütün vücuduna sürerdi. Hz. Aişe der ki:

"Resûlullah, kendini götüren hastalığa yakalanınca, ben okuyup üzerine üflüyordum. Kendi elleriyle de vücudunu meshediyordum. Çünkü onun elleri bereket yönüyle benim elimden çok üstün idi."

Bir başka rivayette Hz. Aişe meshedip, şifa için dua ederken kendine gelen Resûlullah'ın: "Artık hayır, (şifa değil), Allah'tan Refîk-i A'la'yı istiyorum." dediği belirtilir.

3. Bazı rivayetler, Kur'ân'dan okuyup nefes ederek tedaviyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi efradına da uyguladığını tasrih eder. Sahabe ve tâbiin de aynı tedavi usulüne başvurmuştur. Ulema bunun cevazında ittifak etmiştir.

4. Nefes'i "tükrüksüz hafif üfürük" diye tarifeden Nevevî, rukyede bunun müstehab olduğunu, ulemanın cevazında icma ettiğini belirtir. Hz.Aişe (radıyallahu anhâ)'ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)'in rukyede yer verdiği nefesten sorulmuştu, şu cevabı verdi:

"Onun nefesi, kuru üzüm yiyenin üfürüğü gibi idi, kesinlikle tükrük yoktu.'' ''  (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 14/183)

Kasıtsız olarak nefesle birlikte çıkacak olan rutubetin tükrük sayılmayacağı belirtilmiştir.

(bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, VII/50-51)

45 "Cezallahu anna muhammeden ma hüve ehlüh." ne demektir?

Bu dua Kur’an’da yoktur. Manası şudur:

“Allah, bizden taraf Hz. Muhammed (a.s.m)’e layık olduğu mükâfatı versin.” 

Elbette samimi olarak söylenen bu sözün pek çok sevabı vardır. "Yetmiş bin" tabiri kesretten kinaye olabilir. Yani birçok melek ona sevap yazar, demektir.

Bu ifade Hz. Peygamber (a.s.m)’e mahsus olarak kullanılan bir ifade değildir. Nitekim Hz. Ebu Bekir aynı ifadeyi Hz. Cafer için de kullanmıştır.(bk. Kenzu’l-Ummal, 14/56).

Sorudaki hadis rivayet ise, şöyledir:

Hz. Abdullah b. Abbas anlatıyor: Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu:

"Kim, 'Cezallahu anna muhammeden ma hüve ehlüh.' derse, yetmiş bin kâtibi / meleği sabahta çalıştırmış olur / ona sevap yazarlar.” (Mecmau’z-Zevaid, 10/163).

Hadis zayıf olarak değerlendirilmiştir.

46 Dua ederken ısrarcı olmalı mıyız?

Hz. Selmân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Rabbiniz hayiydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, o, ellerini boş çevirmekten istihya eder." [Tirmizî, Daavât 118, (3551); Ebû Dâvud, Salât 358, (1488)].

Hayiy, çok haya eden, fazlaca utanan demektir. Haya vasfını Allah hakkında lügat manasında kullanmak uygun değildir. Çünkü, lügat olarak haya, kişide ayıplanma ve kınanma korkusu gibi bir şey sebebiyle hâsıl olan değişme ve inkisâr mânasına gelir. Böyle bir hâl Zât-ı Zülcelâl hakkında muhaldir. Öyle ise lügat yönüyle "çok utanan" mânasına gelen hayiy kelimesi Allah hakkında kullanılınca, bundaki gaye maksuddur.

Hayadan maksad ve gaye ayıplanacak şeyin yâni hoş olmayan şeyin terki olduğuna göre, ulemâ, Allah hakkında şu mânada anlamıştır:

Allah'ın "hayiy" olması, kulu memnun edecek şeyi yapması, ona zarar verecek şeyi terketmesi demektir. Öyle ise sadedinde olduğumuz hadisi, "Cenab-ı Hakk, dua eden kuluna, kulun hayrına olan şeyi mutlaka verir, duasını sevapsız, boş bırakmaz" diye anlayacağız. Bu "verme" işinin Cenab-ı Hakk'ın hikmeti muktezasınca, ya "istediğine aynen kavuşması" yahut "daha iyisinin verilmesi" yahut da "sevap verilmesi, günahlarının azaltılması" şeklinde tecelli edeceği şeklinde anlamak gerekir...

Hz. İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere yapmaktan hoşlanırdı." (Ebû Dâvud, Salât 361, (1524).

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ısrar ve tekrar tavsiye etmektedir. Bu rivâyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, dua veya istiğfar ettiği zaman üçer sefer tekrarladığını göstermektedir.

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Acele etmediği müddetçe herbirinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi." [Buhârî, Daavât 22; Müslim, Zikr 92, (2735); Muvatta, Kur'an 29 (1, 213); Tirmizî, Daavât 145, (3602, 3603); Ebû Dâvud, Salât 358, (1484)].

Müslim'in diğer bir rivâyeti şöyledir:

"Kul, günah talebetmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder."

Tirmizî'nin bir diğer rivâyetinde şöyledir:

"Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek sûretiyle olur; yeter ki günah taleb etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde dua eden insanların bir zaafına dikkat çekmektedir: "İsti'cal" yani acelecilik. Bir başka ifâde ile duanın hemen karşılığını görme arzusu, Müslim'in bir rivâyetinde "Ya Rasulallah İsti'cal nedir?" diye sorulunca şu açıklamayı yapar:

"Dua ettim, ettim de hiçbir neticesini görmedim" der ve o anda duayı terkeder."

Şu halde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), duanın terkine sevkedecek bir aceleciliği hoş görmüyor. Bu sebeple, her hâlukârda dua etmeye devam edilmesi için, duanın mutlaka netice vereceğini kesin bir dille ifâde ettikten sonra bu kabulün şu sûretlerden biriyle olcağını belirtir:"1. Ya isteğe uygun olarak dünyada görülecek bir şekilde makbul olur.

2. Ya âhirette verilmek üzere sevap takdir edilir.

3. Yahut günahları affedilir."

Şu halde, bu hadis, neticeye hiç aldırmadan dua etmeye, Allah'tan hayırlı şeyler istemeye devam etmeye teşvik etmektedir. Duayı ibadetin, kulluğun bir gereği bilip, ara vermeden devam etmelidir. Mü'min ibadetten usanmaz, zaten hayatının gayesi ibadet ve kulluktur. Zîra Allah insanları sadece ve sadece ibâdet için yaratmış bulunmaktadır (Zâriyat, 51/56). İcâbetin gecikmesi, henüz vakti gelmediğinden, yahut daha çok ibadet edip mübâlağa göstermesi gereğindendir. Zîra, Cenâb-ı Hakk duada mübâlağa ve ısrarı sevmekte, çok dua edenlerin duasını kabul buyurmaktadır.

(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/545.)

47 Lanet ne demektir?

Şemseddin Sami, Kamus-u Türki’de “lanet” kelimesini açıklarken, bu kelimenin aynı zamanda “beddua” manasında kullanıldığını da belirtir. Bazı alimler ise, “Beddua, lanete yakın bir şeydir.” demişlerdir. Bazı hadislerde ise her iki kelime beraber zikredilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de “lanet” ifadesi yer almaktadır, fakat bu tabir başta müşrik ve Yahudi olmak üzere kâfirleredir. Çünkü “lanet”in manası, “insanın Allah’ın rahmet ve affından uzak kalmasını istemektir.”

Bu meseleye ışık tutması açısından bu hususta rivayet edilen bazı hadisleri nakledelim:

“Allah’ın laneti, gazabı ve cehennemi ile lanetleşmeyin.”(1)

“Mü’min lanet edici olamaz.”(2)

“Kamil bir mü’min kimseyi kötülemez, lanetlemez, aşırı gitmez ve hayâsızlık etmez.”(3)

“Şüphesiz ki, lanetçiler kıyamet gününde ne şehid olabilirler, ne de şefaatçi...”(4)

Bir seferinde Peygamber Efendimize, “Ya Resulallah! Müşriklere beddua edin.” denildiğinde, Resulullah (a.s.m.) şöyle cevap vermiştir:

“Ben lanetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak ve ancak rahmet olarak gönderildim”(5)

Yine bir defasında Hz. Ebû Bekir kölelerinden bazısına lanet ediyordu. Bu sırada Resulullah (a.s.m.) çıkageldi ve Hz. Ebû Bekir’e şöyle buyurdu:

“Hem sıddikler hem de lanet ediciler... Hayır, Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, bu olamaz.”

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir kölelerinden bazılarını azat etti ve daha sonra gelerek, “Bir daha yapmayacağım.” diye Resulullaha söz verdi.(6)

Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste ise, “Sıddik bir kimseye lanetçi olması yakışmaz.” buyurmuşlardır.(7)

Mü’mine yapılan lanetin mes’uliyetine gelince; bu hususta da Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Her kim bir mü’mine lanet ederse, bu, onu öldürmek gibi günahtır. Her kim bir mü’mine küfür isnat ederse, bu da onu öldürmek gibi günahtır.”(8)

Bu hadisin izahında şöyle denilmektedir: “Çünkü lanet, mü’mini uhrevi nimetlerden mahrum olmasını temennidir, öldürmekle müsavidir, günahtır.”

Bu meselede rivayet edilen bir başka hadis de şu mealdedir:

“Muhakkak, lanet bir kimseye tevcih edildiği zaman ona yönelir. Eğer ona bir yol ve menfez bulursa (o kimse laneti hak etmişse) onda kalır. Lanet hakkı değilse, 'Ey Rabbim, falan kimseye yöneltildim, fakat ona ne bir yol ve ne de bir menfez bulabildim.' der. Kendisine, 'Geldiğin yere geri dön.' denilir."(9)

Peygamberimiz (a.s.m.) birçok hadislerinde lanet ve bedduayı yasaklamış, bu şekilde davranışın mü’mine yakışmayacağını bildirmiştir. Yani hiçbir haklı ve meşrû bir sebep yokken bir mü’mine lanet okumak büyük günahlardan sayılmıştır.

İbni Hacer laneti ikiye ayırır: Birincisi, belli bir topluluğa, diğeri de belirsiz bir topluluğa yapılan lanettir. Belli bir topluluğa misal olarak, Resulullah (a.s.m.), Ra’lan, Zekvan ve Asabe kabilelerine lanet etmiştir; ancak bunların küfür üzerine öleceklerini biliyordu. Belirsiz bir topluluk üzerine yapılan lanete hadis kitaplarında pekçok misal verilmektedir ki, bu da genel bir ifade içinde geçmektedir.

Mesela, Peygamberimiz faiz yiyenleri, hırsızlık yapanları, malının zekatını vermeyenleri, içki imal edenleri, içenleri, rüşvet verip alanları, Müslümanları aldatanları, kadın elbisesi giyen erkeği, erkek elbisesi giyen kadınları... lanetlemiştir.(10)

Teftazani bu meseleyi, “Buradaki lanet hakiki manada lanet olmayıp asıl maksat, bu fiillerin kötülüğünü bildirip insanları onlardan sakındırmaktır.” şeklinde izah eder.

Kaynaklar:

1. Timizi Birr:48.
2. et-Tergib ve't-Terhfb, 3:470.
3. Tirmizi, Birr:48.
4. Müslim, Birr^B.
5. Müslim, Birr:B7.
6. et-Tergib ve't-Terhtb, 3:469.
7. Müslim, Biır:84.
8. Tecrid Tercemesi, 12:139.
9. et-Tergib ve'-Terhib, 3:473.
10. İbni Hacer el-Heytemi, ez-Zevacir, 2:60-61.

48 Kur'an'da geçen Hz. İbrahim'in "Rabbic'alni mukimessalati,.." duasının anlamınız yazar mısınız? "Celal" ne demektir?..

1. Hz.İbrahim’in bir duası:

“Rabbic’alni mukimessalati ve min zürriyeti. Rabbena ve tekabbel dua. Rabbenağfirli veli valideyye velil muminine yevme yekumul hisab.”

Meali:

(Rabbim beni namazı dosdoğru,mükemmel şekilde kılan bir insan yap. Zürriyetimden de böyle insanlar yarat. Ey Rabbimiz dualarımızı kabul et. Rabbimiz, kıyametin kopacağı günde, beni ana ve babamı ve müminleri bağışla.)

2. CELAL: Büyüklük, ululuk azamet sahibi Allah.

3. Allah'ım! Sen selamsın. Bütün noksanlardan berisin, uzaksın. Dünya ve ahiret selameti senin inayet ve yardımınla olur. Sen mukaddessin, tazime gerçekten layık olansın. Ey celal ve ikram sahibi olan yüce mabudum.

4. Allah Teala'dan başka ilah yoktur, tek ilah sadece odur, ortağı da yoktur. Bütün mülk ona aittir. Bütün hamdü senalar onadır. Her şeye kadirdir.

5. Biz seni bütün âlemlere sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.

6. Ezan ve kamet okumak sünnettir. Bu bakımdan ezan ve kamet okunmadan da kılınan kaza namazı geçerlidir.

49 Namazda okunan tesbihlerin ve duaların anlamları nedir?

Subhane Rabbiyel Azim: Benim Rabbim, eksikliklerden münezzehtir, büyüktür.

Subhane Rabbiyel A'la: Benim Rabbim pek yücedir. Bütün eksikliklerden tenzih ederim.

Semiallahu limen hamideh: Allah kendine hamdeden kimseyi duyar.

Rabbena lekel hamd: Ey Rabbimiz! Bütün övgüler sanadır.

Subhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim: Allah şerikten ve kusurdan uzaktır. Her türlü hamd ve minnet Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Güç ve kuvvet ancak yüce ve azamet sahibi olan Allah'a mahsustur.

Allahümme entes selam veminkes selam tebarekte ya zelcelali vel ikram: Allah'ım sen selamsın, selamet de ancak sendendir. Şanın yücedir Ey Celil ve İkram sahibi.

Estağfirullah: Allah'a istiğfar eder, beni affetmesini isterim.

Allahümme einni ala zikrike ve şükrike ve hüsni ibadetike: Ey Allah'ım! Bana seni zikretme, sana şükür ve güzelce ibadet etme hususunda yardımcı ol.

50 Peygamberimiz (s.a.s) beddua etmiş midir?

İslâm, Müslümanların kendileri ve diğer Müslümanlar aleyhinde beddua etmelerini yasaklamıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.):

"Kendi aleyhinize, evlâtlarınızın ve mallarınızın aleyhine sakın beddua etmeyiniz ki; duaların kabul olacağı bir saate rastlarsınız da bedduanız kabul olmuş olur." (Riyazü's-Sâlihin Tercümesi, III/82)

buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) beddua etmekten kaçınırdı. Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi. Mekke döneminde İslâmî tebliğ etmek üzere Tâif'e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı. O sırada Allah tarafından kendisine "Onlar aleyhinde yapacağı bedduanın kabul edileceği, dilerse onları helâk edeceği" bildirilmiş, fakat Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Hayır, belki bunların sulbünden sana ibadet edecek çocuklar doğar, yâ Rabbi!.." demişti. Uhud'da dişini kıran, yüzünü yaralayan düşmanları için:

"Allah'ım! Kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar." (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV /314)

diye dua etmiştir. Bütün çalışmalara rağmen İslâmiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince:

"Yâ Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat." diye dua etmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII / 344)

Bununla beraber, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in zaman zaman Allah düşmanlarına beddua ettiği de olmuştur. Bi'r-i Mâûne'de yetmiş İslâm davetçisini şehît eden Kilab kabîlesine Resulullah (s.a.s.) bir ay süre ile beddua ve lânet etmişti.

Kâbe'de namaz kılarken kendisiyle alay eden müşriklere de beddua etmiş, Bedir muharebesinde yere serildiklerini gözleriyle görmüştü. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, X / 43-45)

Hendek muharebesinde Medine önlerinde toplanan düşmanın perişan olup dağılmaları için dua etmiş, bunun üzerine geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına düşmanın altını üstüne çevirmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII / 342-343)

51 Korku için dua tavsiye eder misiniz, hangi dualar okunmalıdır?

İmam-ı Rabbani Hazretleri, talebeleri ile uzak bir yere giderken, gece, bir handa kaldılar. Şöyle buyurdu:

"Bu gece bir bela zuhur edecektir. Besmele ile 'Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim.' duasını üç defa okuyun."

Gece büyük yangın oldu. Her odada eşyalar yandı. Duayı okuyanlara bir şey olmadı.

Dert, bela, fitne, hastalık, nazar, sihir ve zalimlerin şerrinden korunmak için, bu dua sabah, akşam, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin bildirdiğini hatırlayarak, üç defa okumalıdır. Âyât-i hırz okununca da bu duayı okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

" ' بِسْمِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَا يَضُرُّ مَعَ اسْمِهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil ardi ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim.' duasını sabah üç kere okuyana, akşama kadar; akşam okuyana da sabaha kadar hiç bela gelmez." (bk. İbn Mace, Dua; 11; Ebu Davud, Edeb, 102-103)

Korkulu yerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Li ilafi’yi (Kureyş suresini) okumalıdır. Tecrübe edilmiştir. Gece ve gündüz, hiç olmazsa, on bir defa okumalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“ 'اَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّاتِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ Euzü bikelimâtillahittammâti min şerri mâ haleka' / 'Bütün yaratıkların şerrinden Allah’ın kusursuz kelamlarına (ayetlerine yani Kuran'a) sığınırım.' duasını okuyana, o yerden kalkıncaya kadar, hiçbir şey zarar veremez." (Müslim, Zikir, 54-55)

"Hasbiyallahü ve ni’mel vekil, sözü her korku için bir emniyettir." (Deylemi, Firdevs, 2/214, hno: 2509)

Korkulu şeyden kurtulmak ve bir dileğe kavuşmak için Taha suresinin 37. âyetinden "velekaddan" 39. âyetin sonuna "ala ayniye" kadar olan kısım, okunabilir veya üzerinde taşınabilir.

İmam-ı Rabbani Hazretleri, cinden korunmak için ve korkulu zamanlarda, "Lâ havle velâ kuvvete illa billah-il-aliyyilazim" okunmasını emrederdi.

Muhammed Masum Hazretleri buyuruyor ki:

"Dertlerden kurtulmak ve murada kavuşmak için beş yüz kere 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billah' demeli, okumaya başlarken ve okuduktan sonra yüzer kere salevât-ı şerife okuyup dua etmelidir."

Dertlerin, belaların gitmesi için, istiğfar okumak da çok faydalıdır, çok tecrübe edilmiştir. Hadis-i şerifte,

"İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allah Teâlâ dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır."

buyuruldu. İstiğfar, insanı her murada kavuşturur. Tövbe etmeli, istiğfarı çok okumalı. Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Allah Teâlâ buyuruyor:

"Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin." (Hud, 11/52)

Tehlikeyi önleme duası:

Şeyh Şihâbüddin Sühreverdi Hazretleri buyurdu ki:

Her sabah üç defa bu duayı okuyanı Hak Teâlâ yanmaktan, boğulmaktan ve ani ölümden emin kılar:

"Bismillâhi mâ şâallah lâ kuvvete illâ billâh. Bismillâhi mâ şâallah lâ yesűkul hayre illallah. Bismillâhi mâ şâallah lâ yekşifüssűe illallah. Bismillâhi mâ şâallah küllü ni’metin minallah. Bismillâhi mâ şâallah el hayrü küllühü biyedillah. Bismillâhi mâ şâallah lâ yasrifüssűe illallah. Bismillâhi mâ şâallah mâ kâne min ni’metin fe minallah."

İlave bilgi için tıklayınız:

- İbadetlere vadedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir? ...

52 "Vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi." sözü hadis midir? Vermeyi istediği halde, isteklerimiz neden olmaz?..

Bu söz hadis değildir. Büyük âlim ve mutasavvıflar arasında, büyük bir hakikati ifade etmek üzere kullanılan bir kelam-ı kibardır. Aslı Farsçadır ve şöyledir:

“Eğer ne hâhî dad, ne dadi hâh.” Manası şudur: “Vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi." (bk. Nursi, Mektubat, s.302).

Bunun açılımı şudur: Allah sonsuz merhamet sahibidir. Bu merhametinin bir gereği olarak yarattıklarının ve özellikle de insanın muhtaç olduğu her şeyi yaratmıştır. Mesela; insanın hayatını sürdürmesi için suya, havaya, ışığa, toprağa, gıdaya ihtiyacı vardır. Görmeye, işitmeye, düşünmeye, konuşmaya ihtiyacı vardır. Ve bunların hepsi de var edilmiştir. Bu durum, bu işlerin varlığı ile insanın varlığı arasında çok yakın bir ilişkinin, bir bağlantının olduğunu açıkça göstermektedir. Bu ise, söz gelimi; gözü yaratanla, güneşi yaratanın, kulağı yaratanla havayı yaratanın, gıdayı yaratanla mideyi yaratanın aynı usta olduğuna işaret etmektedir. Buna göre denilebilir ki: Eğer Allah insana gördürmek istemeseydi, ona görme arzusunu ve görme duyusunu, gözü vermezdi.. Şayet yiyecek vermek istemeseydi, yemek yeme arzusunu vermezdi. İnsandan evlenmelerini istemeseydi, onlara evlenme duygusunu vermezdi.

İşte bu noktada söz konusu kural -yukarıda açıklandığı üzere- Allah’ın sonsuz merhametine, nihayetsiz ilmine ve sınırsız kudretine bir delil olarak kullanılmaktadır. Bundan hareketle, insanlara verilen, beka arzusu/sürekli hayatta kalma isteği, onların ebedî bir hayata aday olduklarının, öldükten sonra bir gün mutlaka yeniden diriltilip yeni bir hayata başlayacaklarının çok açık bir belgesi olarak sunulmaktadır.

Nitekim Allah, o sonsuz rahmetini öteki hayatın varlığına güçlü bir gerekçe olarak takdim etmiştir. İlgili ayet mealen şöyledir:

“Allah sonsuz merhametiyle sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya getirip toplayacağını kendi kendine söz vermiştir.” (Enam, 6/12).

Yine Allah şöyle buyurmuştur:

“ Deki: Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki.”(Furkan, 25/77),

“Rabbiniz buyurdu ki; Bana dua edin ki, size icabet edeyim.” ( Mumin, 40/60).

İşte bu ifadelerden anlıyoruz ki; insanları kendisine muhtaç yaratan da, onlardan bu ihtiyaçları için kendisine dua etmelerini isteyen de, dualarına icabet edeceğini söz veren de Allah’tır.

Bu ayetlerin ışığında denilebilir ki; eğer Allah insanlara istediklerini vermek istemeseydi, onlara isteme kabiliyetini vermezdi. Midenin, açlık diliyle yaptığı duayı kabul etmek istemeseydi, ona ne açlık duygusunu, ne de açlığı seslendirme arzusunu verirdi. Öyleyse insana ebedi yaşama, varlığının sonsuz olmasını isteme, sevdikleriyle sürekli beraber olma duygusu ve sitekelrini veren Allah, elbette onların bu isteklerinin karşılığını da verecektir. Bu dünyada bunlar olmadığına göre demek ki başka ve ebedi bir alemde o isteklerin karşılığı da olacaktır.

Evet, bizi yaratan Zât, şu âlemi seyretmemizi istemeseydi, ana rahminde bize göz takar mıydı? Bu güzelim sesleri işittirmek dilemeseydi bize kulak verir miydi? Bu açıdan âhiretin varlığına en büyük bir delil insan ruhuna konulan bu “ebedî yaşama arzusu"dur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Allahu Teala bizden dua etmemizi istediği halde neden dualarımıza farklı şekillerde cevap veriyor. Her istediğimizi neden kabul etmiyor?..

53 Dua ne demektir ve niçin yapılır?

"Dua", istemek, talep etmek manasına gelir.

Malûmdur, insanın dünya hayatı iki esas üzere yürüyor: Menfaati celp, zararları def. Yani hayatına lazım olan şeyleri temin etmek ve ona zarar verecek şeylerden de sakınmak, emin olmak. Bu iki sahada da insan son derece acizdir. Hücrelerinde cereyan eden olaylar gibi, yer yüzünde ve sema aleminde cereyan eden olaylara da müdahale etme konusunda son derce güçsüzdür. İşte bu yaratılış onu dua ibadetine yöneltir. Kendi irade ve kudretinin yettiği kadarını eksiksiz yerine getirdikten sonra, geriye kalan sonsuz sahada bu aciz kulun en büyük vesilesi ve tesellisi Rabbine yalvarmak, Onun lütfuna sığınmak, uğraması muhtemel zararlar için de ondan medet dilemektir.

Namaz, oruç ve sair ibadetlerin her biri, bir yönüyle de birer duadır. Gözü güneşe kavuşturan Allah, bizi de cennete kavuşturmaya kâdirdir, yeter ki, ibadetimiz ve duamız kabul olsun...

Nur Külliyatı'ndan Mektûbat’ta dua konusunda şöyle buyrulur:

“Hem dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise o nev’i dua ve ibadetin vakitleridir.”

İnsan dua ederken, A’raf Sûresinde geçen “Rabbinize yalvara yalvara, için için dua edin.” emrine uyar. Ona sığınır, Ondan ister, Onun mağfiretini talep eder. İşte bu hâl bir ibadettir ve meyvesini âhirette verecektir.

İstemenin en ileri derecesi, Ondan yine Onun rızasını dilemek, yakınlığına talip olmak, Ona imanda, Onu sevmede ve Ondan korkmada kemâle ermeyi istemektir;

“... Kalpler ancak Onun zikriyle mutmain olur.” (Ra'd, 13/28)

mealindeki âyetin verdiği derin mesaja kulak vererek, Ondan Onu anmayı dilemektir; bize bizden daha yakın olduğunun şuuru içinde, Onun yakınlığını kalbimizde duymayı istemektir.

54 Bir şeyi çok istemek caiz midir; aşık olduğum kızla evlenmek için ısrarla dua edebilir miyim?

Evet, meşru olan bir şeyi ısrarla istemek caizdir. Bu notada daha çok günah ve malayani meşgaleler kasdedilmiş. İnsanın asıl vazifesini yapmasına hiçbir dünyevi meşgalenin engel olmaması üzerinde durulmuştur. Bu konuyu Otuz İkinci Söz'deki hakikatler açıklar; yani her şeyi Allah hesabına sevmek...

Buna göre bir kimse eşini Allah hesabına sevdiği zaman bu sevgi meşru olur. Bir kimsenin eşini sevmesi, latifelerinin sultanıyla Allah'a bağlanmasına ve onu sevmesine engel değildir. Bu durumda sizin sevdiğiniz şeyin Allah'ın koyduğu sınırlar içinde olup olmadığına dikkat etmelisiniz. Yani haramı sevmemeye ve haram metodlarla sevmemeye çalışmalısınız.

Aşık olmak günah değildir. Bir hadiste, bir kadına aşık olup onu gizleyen ve kimseye söylemeden ölen birinin şehit olacağı ifade edilir. Bu nedenle aşık olmak insanın elinde olan bir şey değildir.

Sizin de onu düşünmeniz, elinizde olmadan aklınıza gelmesi caizdir. Ancak mukaddes şeyleri feda edecek kadar -haşa- tapar gibi sevmek doğru değildir.

Eğer evlenme imkânınız ve onu dini ölçüler dairesinde istetip almanız mümkünse hemen istetmenizi öneririz. Eğer bu mümkün değilse, demek ki hakkınızda hayırlı değilmiş deyip, Allah’tan helal süt emmiş başka iyi bir eşi nasip etmesini isteyip aramak gerekir.

Hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz. Belki de mutlaka olmasını istediğimiz bir şeyin sonradan "keşke olmasydı" deme ihtimali vardı. Bu nedenle isterken hayırlısını istemek, olmazsa sabır ile beklemek en güzelidir.

Hz. Meryem'in annesi bir erkek evlat istemişti, Allah ona bir kız verdi. O çok üzülmüştü. Şimdi o annemize sorsak “Sen, erkeklerden onlarca, ama kızlardan bir tane Meryem olsa,, hangini istersin?” elbette tek Meryem’i isteyecektir. Çünkü kızı bir peygamber annesi oldu.

İşte biz de buna göre hareket etmeliyiz.

Biz Allah’ın kullarıyız. O nasıl isterse öyle hareket etmek durumundayız. Nişanlı bile olsa nikâhları yoksa kadın ve erkeğin beraber yalnız kalması haramdır. Çünkü nişan nikâh değildir. Şahitler yanında nikâhlanmalı ki oturup kalkmak helal olsun.

Örneğin, senin bir bahçendeki meyveyi birisi senden izin alsa yese ne güzeldir. Senden izin almadan yerse ve ne farkı var derse ne yaparsın? Allah bize izinsiz dolaşmayı yasaklamıştır. İzin almak da nikâh kıymakla olur..

55 Borç, sıkıntı ya da bu gibi bataklardan kurtulmak için dualar var mıdır? 4444 salatı tefriciye haricinde böyle dualar var mı, hangisidir, bana yol gösterir misiniz?

Hz. Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre anlaşmalı bir köle ona gelerek:

– Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et, dedi. O da:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder. Şöyle dua et, dedi:

اللَّهُمَّ اكْفِنِي بِحَلَالِكَ عَنْ حَرَامِكَ، وَأَغْنِنِي بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ

“Allâhümmekfinî bihelâlike an harâmik, ve ağninî bifazlike ammen sivâk. Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç etme!" (Tirmizî, Daavât 121)

İnsana her imkânı lutfeden Allah Teâlâ’dır. Bir borcu ödeyebilmek için elden gelen gayret gösterilirken, her işte olduğu gibi bu konuda da Cenâb-ı Hakk’ın yardımı istenmelidir. İnsan ticaret yaparken veya burada olduğu gibi bir açığını kapatmaya çalışırken hep helâl rızık peşinde olacak, haramlardan şiddetle kaçınacak, bunun yanı sıra kendisini haram kazançtan koruması için Allah Teâlâ’dan yardım isteyecektir.

“Haram helâl ver Allah'ım / Çoluk çocuk yer Allah'ım.”

diyerek, nereden geldiğine bakmadan kasasını doldurmaya çalışmak, bir Müslümanın kesinlikle iltifat etmeyeceği bir anlayıştır.

Müslüman, İslâm’ın izzet ve şerefini temsil eden bir kimse olması itibariyle Allah’tan başkasına muhtaç olmamayı hayat felsefesi kabul edecek, alan el değil veren el olmaya çalışacak ve böylece gerçek hürriyetine kavuşacaktır.

Ayrıca şu duayı okumak da sünnettir:

“Allah’ım! Gam ve üzüntüden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç sıkıntısından ve insanların zulümlerinden Sana sığınırım.” (Nesai, istiaze 8)

Borç altında ezilmek, insanın ağır bir borç altına girip de borcunu ödeyecek maddî imkâna sahip olmamasıdır. Alacaklının talebine olumlu cevap verememek tahammül edilmesi zor bir sıkıntıdır. Peygamber Efendimiz (asm) bize, ağır borç yükünden de Allah’a sığınmak gerektiğini öğretmektedir.

Borçlunun zamanında ödeme yapması için gerekli maddi ve manevi bütün tedbirleri alması gerektiği gibi, borcunu mutlaka ödeme niyeti ve çabası içinde olmalıdır. Ancak buna rağmen borcunu ödeyemeyene zaman tanımak, ödeme kolaylığı sağlamak, hatta gerekirse kısmen veya tamamen bağışlamak da alacaklıya düşen görevler arasındadır.

"Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye Allah rahmet etsin." (Buhârî, Büyû‘ 16),

"Kıyamet gününün sıkıntılarından Allah'ın kendisini kurtarmasından hoşlanan kimse, borcunu ödeyemeyene mühlet tanısın veya ondan bir bölümünü indirsin." (Müslim, Müsâkât 32)

gibi hadislere kulak vermelidir.

56 Cevşenü'l-Kebir duasının kaynağı hakkında bilgi verir misiniz?

Mecmuatu'l-Ahzab, 1/231'de Cevşen'in senedi kaydedilmiştir.

Cevşen ile ilgili pek çok düşünce ve görüş ortaya atılmıştır. Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i sünnet’in Cevşen’e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir. Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok, biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz:

1) Cevşen halisane yapılmış bir duâdır. Onun hangi cümle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlâs ve samimiyet yüklü duâ takattur eder. Durum böyle olunca, Cevşen kime izafe edilirse edilsin, özdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, “Bir sözün Efendimiz’e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur.” demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen’in asgarî vasfı onun bir duâ olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşen’e bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice özellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine âit şaibeden dolayı Cevşen’i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.

2) Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır. O’na ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edâya sahiptir. Bu sebeple de duâda O’na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih mes’elesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duâları hangi dille yaparsa yapsın, bu durum duânın aslına tesir etmez; zira Cenab-ı Hak bütün dilleri bilir ve duâya icabette sadece duânın samimî ve gönülden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O’nun kudretini ele veren âyetlerden değil mi?

3) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Sünnî kaynaklar Cevşen’e yer vermezler. Sadece Hâkim’in Müstedrek’inde Cevşen’den birkaç fıkrayı görebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen’e ait ibare ve ifadelerin birkaçının bile nakledildiğini görmedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış müşterek tavrın tezahüründen başka bir şey değildir ve Cevşen’in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği pek çok hadis var ki; aynı hadisleri çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Küleynî’nin el-Kafî’inde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i sünnet alimleri Küleynî’den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buharî ve Müslim’de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibariyle cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafî’de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen için de aynı durum söz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, öyle zannediyorum ki, bütün Sünnîlerce kabul görecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, senet yönüyle bir talihsizliğe uğradığı için, bunca insan sırf bu yüzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda böyle bir talihsizliği önleyecek güçte de değiliz. Asırların birikimiyle vücud bulmuş böyle bir kanaati bertaraf etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.

4) Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadis alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbanî der ki:

“Ben, İbni Mesud’dan, Muavvizeteyn’in Kur’ân’dan olmadığına dair rivayetini görünce, bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’ân’dan olduğuna dair ihtar aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım.”

Bazılarının bizim Kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’ân’dan kabul etmesi de yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbanî’den bir misal, diyor ki:

“Ben bazı hususlarda İmam Şafiî’yi taklid ediyordum. Ancak bana İmam Ebu Hanife’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsas edildi. Ben de Ebu Hanife’ye iktida ettim...”

Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar “keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.

Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen mânâsı itibariyle Efendimiz’e ilham veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır.

Bu hususlara şunu da ilave etmek faydalı olur kanaatindeyim. İmam Gazalî gibi bir allame, Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bediüzzaman gibi bir sahibkırân, Cevşen’i kabullenip onu vird edinmişlerdir. Hatta İmam Gazalî ona bir şerh yazmıştır. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhan olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüz binlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır.

NOT: Ayrıca şu yazıyı okumanızı da tavsiye ederiz.

Bazıları, çok fahiş bir hata işlemiştir ki, Cevşenü'l-Kebir adındaki Kur’anın zübde ve hülâsası, kâinat ve insanın yaradılış gayelerinin neticesi olan Tevhid-i Hâlık vazifesini en ekmel bir tarzda ifade eden ve binbir esma ve sıfat-ı İlâhiyenın nuranî ve kudsî dizisi olan Münacat-i Peygamberiye (asm) çok basit bir anlayışla ve âmiyane bir görüşle ve son derece sakat bir takım bahanelerle ilişmek istemişlerdir.

Oysa ki, kudsî olan Cevşenin hakikatları ve bunların tecelli ve tezahürleri Risale-i Nur’un eserlerinde nuranî semereler vermesiyle meydandadır.

Cevşenü'l-Kebir münacatına ilişmek isteyen münekkidlerin ileri sürdüğü başlıca bahaneleri şunlardır:

1. Cevşen Duası daha çok Şiîler arasında yaygın olmakla birlikte bir kısım Sünnîlerle müşterek tarafı var olduğu,

2. Ne Ehl-i sünnetin, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almayışı,

3. Cevşenü'l-Kebir duasının fazilet ve hâsiyetleri hakkında gelen rivayetlerde mübalağaların bulunduğu,

4. Cevşenü'l-Kebir rivayet yoluyla geldiği halde, kelimelerinin zaptında son derece bir titizlik içerisinde kayıt edilmesiyle hafızlardan nakledilen rivayetli hadislere benzemediği,

5. Cevşen duası herkesin vâkıf olabileceği bir açıklık içerisinde literatüre geçtiği için, gizli tutulmasının imkânsızlığı ki; rivayetteki ifadeye zıt olduğudur.

İşte kendini her şeyi bilir edası içerisinde bir köşe yazarı olarak takdim eden zat, basit bir akılcılık tufanına kapılarak kendi basit görüşüne, anlayışına yukarıda sıraladığımız vâhi bahaneleri âdeta bir ilmî kaide tarzında görmüş, ona göre davranmış ve çok yersiz bir ilimfuruşluk yapmak istemiştir. Oysa ki; “Ben biliyorum, ben âlimim” diyenin cahilliğini ilân eden hadis-i şerif vardır. Biz bu kabil davranışı ve sakat görüşü ağırbaşlılık, ilmî vakar ve tasavvuf anlayış ile kabil-i telif göremedik. Az sonra arzedeceğimiz mes’eleyi açıklığa kavuştumuş olacağız inşâallah...

CEVAPLARA GEÇİYORUZ

1. Cevşenü'l-Kebir duası gibi daha pek çok mes’elelerde Şialarla, Ehl-i sünnetin müşterekliği vardır. Şiaların iştirak ettiği her bir mes’eleyi alıp ilim ve irfan kütüphanemizden söküp atarsak, bir çok mes’ele ve hakikatları kaybetmiş oluruz.

Meselâ: Mehdi Mes’elesinde Şialarla Ehl-i sünnet esasta müşterektirler. Lâkin Şialar mes’eleyi mübalağalı ve hurafeli bir zemine götürmüşlerdir.

Hem meselâ: Hazret-i Ali’nin (ra) yüksek kemalâtı hakkında Peygamberimizin yüksek senâları Ehl-i sünnetin bütün hadîs kitablarında mevcuttur. Fakat Şialar mes’eleyi başka maksad ve gayelere yönlendimişlerdir.

Yine meselâ; bütün sahih hadîs kitaplarımızda: “Dağda, kırda, bayırda her yerde temiz toprak üstünde rahatlıkla secde edilip namaz kılınabileceği” manasında bir hadis-i şerif mevcuddur. Şialar ise bu hadîsi başka bir mecraya çekerek, kiremitten secdelik taşlar yaptırarak, sadece onun üstünde secde edilebileceği manasında uygulamışlardır.

İşte Cevşenü'l-Kebir Duası da böyledir. Şialar onun hakkında bir çok mübağalalar uydurmuş ve gayr-i murad yanlış tatbikatlar yapmış olabilirler. Kefenlerine özel tarzda Cevşeni yazdırabilirler; ki aslında Gümüşhanevî Şeyh Ahmed Ziyauddin Hazretlerinin “Mecmuatü'l-Ahzab” isimli eserinin cild 1 sahife 243’ün kenarında yazılı bulunan, Cevşenü'l-Kebir’in hasiyetleri hakkındaki bölümde: “Kefenin üstüne Cevşen'in metni yazılır.” diye bir şey yoktur. Belki “Kâfur ve misk ile bir kaba yazılsa, kabdaki yazılar su ile eritilip o su ölünün kefenine serpilse” diye yazılıdır.

2. "Cevşenü'l-Kebir duası hadîs kitablarımızda hattâ Şiaların da meşhur hadîs mecmualarında kayıtlı değildir." diyerek gayr-i sahihliğine delil gösterilmiş.

Cevap: Cevşenü'l-Kebir gibi daha bir çok hususi mes’ele ve büyük dualar, meşhur hadîs müdevvenatı olan kitaplarımızda mevcut olmaması, sahih olmadığına delil değildir. Sadece Cevşenü'l-Kebir değil, Kur’an’ın bazı sure ve âyetleri bir münacaat duası olan “Kenzü'l-Arş” duası gibi bir çok mühim dua ve münacatlar kat’iyen menba-ı Risaletten gelmiş oldukları halde meşhur hadîs kitaplarımızda kayıtlı değildir. Yine bu neviden olarak koskoca Nakşibendiye Tarîkatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (asm) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (ra) mağara içinde hususî bir tarzda talim edildiği başta İmam-ı Rabbanî (ra) “Mektubat"ında, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname"sinde, daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadîs kitabında yer almamaktadır. Bu durumda ve münekkid zatın kaidesine göre acaba hepsi kâmilîni ulema olan sâdat-ı Nakşibendiyenin kutup ve pirlerinin o tarz görüş ve telâkkileri asılsız bir hurafe midir?

(Bu münâcat, Üstad Bediüzzaman tarafından her gün vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun büyüklüğü, hakikatlılığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşenü'l-Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır:)

Sözler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şualar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Büyük Tarihçe sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir çok yerle­rinde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir kanaatla, Cevşenü'l-Kebir Duasının Resul-i Ekrem (asm)'ın kudsî bir münâcatı olduğunu beyan etmişlerdir.

Me'hazleri ise Mecmuatü'l-Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak’ta tab'edilmiş "Mecmuatu'd-Daavat" isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.

Cevşenü'l-Kebir Münâcatı, mütedavil hadîs kitaplarında tamamının bu­lunmadığını söylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşenü'l-Kebir'in bazı kısımları (Cevşenü'l-Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (asm) sair duaları içinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra nümunelerini arz edeceğiz.

Cevşenü'l-Kebir Münâcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İman-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Musafaha" Risalesi mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu:

"Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir taraf; bırakılır ve ilişilmez."

İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşenü'l-Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfi üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşen'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. Böylelikle Cevşenü'l-Kebir, usûl-ü Îslâmiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulade tavsifat göstermesi ve hiçbir arifin, hiçbir kâmil velînin münâcatlarına benzememesi, elbette Cevşenü'l-Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nübüvvet'ten geldiğini gösterir.

Hem koca Bediüzzaman gibi bir dâhî-yi hakikat, bir Allâme-i Küll Cevşenü'l-Kebir'e "Mütevatirdir" deyip, hayatının son kırk senelik kısmında onu kendine vird edinip her gün okuması ve ondan çok büyük feyizler, nur ve bereketler alması, Cevşen'in menba-ı Risaletten gelmiş olduğuna ayrı bir şâhiddir.

3. Kudsî ve emsalsız ve hârika bir münacat-i Peygamberî olan Cevşenü'l-Kebir duasının fazilet ve hasiyetleri hakkında gelen rivayette aşırı bir mübalağanın söz konusu olduğu mes’elesine cevabımız ise:

Evvelâ: Ehl-i sünnet’in ve bunlardan özellikle ehl-i tahkik bir mutasavvıf ve büyük bir veli, ayni zamanda hadîs usûlü ilmine âşina ve bu yolda te’lifatı var olan meşhur Şeyh Ahmet Gümüşhanevî Hazretleri’nin “Mecmuatü'l-Ahzab” eseri birinci cilt sahife 243’te yazılı olan rivayetteki ifadelerde; Ehl-i sünnetin akıl ve ilim kâidelerine ve sair hâdislerdeki Peygamberimiz (asm)'den mervi bazı dua ve Kur’an sureleri hakkında gelmiş rivayetlerdeki beyan tarzına hiç de bir mugayereti ya da bir ziyadeliği diye bir şey yoktur. Sözünü ettiğimiz rivayetlerde makam-ı tergibin icabından olan ve mübalağa gibi görünen bazı sözlerinin ve kelimay-ı Nebeviyenin aksamının vaziyetine âşınalığı olan kimselerin, Cevşenü'l-Kebir hakkında varid olmuş rivayeti de uygun bulacakları muhakkaktır.

Kaldı ki, Peygamber Efendimiz (asm) Cevşen ve emsali duaların fazilet ve sevaplarını evvelâ ve birinci derecede kendi hakkında vaziyetlerini görmüş öylece ifade buyurmuşlardır. Risale-i Nur bu mes’eleyi ve daha benzer birçok mes’eleleri kökten ve esastan halletmiştir. İsteyenler Yirmi Dördüncü Söz'ün Üçüncü Dal’ının on iki asıllarına ve hususiyle Emirdağ Lahikası sahife 162’deki Hazret-i Üstad'ın (ra) hârika izahatına bakabilirler.

Bütün bu izahatla beraber, Şiaların içinde ve Şia kaynaklı Cevşenler hakkında bazı ziyadelikler ve mübalağakâr ifadeler veya garip tatbikatlar bulunmuş olabilir. Şiaların o tip mübalağaları elbette Cevşen'in asliyetine ve metninin i’cazdarlığına ve Ehl-i sünnetin onun hakkında müstakim makbul ve mutedil telâkkilerina bir zarar îras etmez.

4. Rivayet yoluyla geldiği halde Cevşen'in kelimelerinin büyük bir titizlikle aynı aynısına, eksiksiz olarak kaydedilmesiyle hafızlardan nakledilen sair rivayetli hadislere benzemediği için uydurulmuştur.

Cevap: Her şeyi biliyorum diye arz-ı endam eden bîçare münekkid zât anlaşılıyor ki; Asr-ı saadette bir çok mühim hadîslerin ve i’caza dair bazı rivayetlerin, anında veya hemen akabinde yazi ile kaydedildiğinden haberi yoktur. Cevşenü'l-Kebir gibi vahy-i zımnî ile gelmiş fevkalade mühim bir duanın Hazret-i Ali’ye (ra) menba-i Risaletten intikal edildiğine İmam-ı Ali (ra) tarafından hemen yazı ile kaydedilmiş olduğuna neden ihtimal vermiyor?. Bilmiyoruz. Bu Hakikatla beraber münekkid olan zat bir gaflet ile kendi kendine tenakuza düşüyor. Diyor ki: “Şifa kaynaklı Cevşenlerle Sünnilerin tabettirdikleri nüshalarda bazı eksiklikler veya farklılıklar vardır.” Eğer düğüm böyle ise, münekkid zâtın az üsteki ifadesinde: “Onun kelimeleri titizlikle zaptedilmiş.” ile kendisinin tesbit etmiş olduğu o ziyadelikler veya eksiklikler vaziyeti; kendisini derince cerh etmekte oduğunun farkında değildir. Kaldı ki her bir dua veya sahih hadîslerin de mutlaka nusha farkları bulunmaktadır. Cevşen'inki de öyledir. Bazı farkları vardır; ve bunlar “Mecmuatü'l-Ahzab”ın ilgili yerinde işaretlenmişlerdir.

5. Cevşenü'l-Kebir duasındaki mânâlar herkesin anlayabileceği bir ifade ile geldiği için, onun gibi bırakılmasına imkân yoktur.

Cevap: Bu mes’elede bu münekkid zât, bilmediği halde biliyorum hülyasıyla kendi canibinden bir hükme varmış; amma bilmezliğini itiraf ederek arayıp da bir bilene sormayı ihmal etmiş. Evet, Cevşenü'l-Kebir gibi daha birçok dualar ve sırlı hususi mes’eleler var ki, ilk başlarda hususi ve mahrem tutulmuşken, lâkin zamanla hususilik ve mahremiyet tarafları naehil insanlar yüzünden zedelenmiş, herkese gösterilmiş, şuyu’ bulmuştur. Haliyle o dualardaki mıknatıs gibi hâsiyetler de gaib olmuşlardır. Buna göre Cevşen’in asıl mahrem tutulan yanı ise herkes tarafından kolayca anlaşılabilen onun muazzam metni değil; belki fazilet, sevab ve hasiyetleridir. Veya bunlar hakkında gelen rivayet şeklidir.

Evet, Kur’anla beraber umuma bakan ve her vakit herkese lâzım olan âyetleri, hadîsleri veya sahabenin tefsirlerini herkese bildirmek ve yaymak lâzım ve vâcib bir vazife olduğu gibi, İslâm ailesinin hususi ve mahrem ve ancak ehline gösterilebilir sırlı ve özel bazı dua ve rivayet kısımlarının varlığı da muhakkaktır. Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre’nin (ra) ve İmam-ı Ali’nin (ra) söyledikleri ve dikkat çekdikleri sözleri kat’î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (ra) bu hususta şöyle der:

“Ben Resulullah’tan (asm) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir.” (Buhari, II/185)

Hazret-i İmam-ı Ali (ra) ise der ki:

“Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda 'Ali yalancıların yalancısı, fâsıkların fâsıkıdır.' diyeceksiniz.” (Burusevi, Ruhu'l-Beyan, IV/270)

Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadîs kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcudluğuna hiçbir delil olamaz.

NETİCE: Cevşenü'l-Kebir adındaki en meşhur ve Kur’an'dan sonra en mübarek ve en kudsî münacat-ı Peygamberî, merfû ve muttasıl ve mütevatir senedi “Mecmuatü'l-Ahzab"ın 1. cildinin 234. sahifesinde mevcuttur. Rivayet silsilesi, sâdat-ı ehl-i Beytten müteşekkildir. Ve şimdiye kadar hiçbir muhaddis veya nekkad-ı muhaddisinden hiçbir müteşeddit; cerh ve tâdil kitaplarında Cevşen'in senedine ilişmemiş, hiçbir şey dememiştir. İşte meydan, bütün cerh, nekd ve tadil kitapları ortada ...

Ayrıca, Cevşenü'l-Kebir münacatı hakkında tahkikli bir araştırmamızın kısaca bir özeti “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları” adlı eserimizin 412 sahifesinde mevcuttur. Ve böylece, ehl-i hak ve hakikatın yanında mes’ele gündüz gibi aydınlanmıştır. Şüphe ve vesveselerin, sivrisineklerin sakat vızıltıları, şu gök gürültüsü gibi olan sâdânın yanında hiçbir değeri yoktur. Ve her zaman da sönmeye ve susmaya mahkumdur.

(Abdulkadir BADILLI)

İlave bilgi için tıklayınız: 

Büyük Cevşen, (Hizbü'l-Hakaik) hakkında bilgi verir misiniz?

- Cevşen’in anlamı, senedi, tertibi, düzeni, muhtevası ve fazileti hakkında bilgi verir misiniz?

57 Evelallah, Eyvallah, Fesübhanallah, Neuzübillah, Hasbünallah, Maazallah, Maşallah, Hay Allah, İnşallah kelimelerinin anlamları nelerdir? Günlük hayatta sıkça kullanabilirmiyiz?

Evelallah: Önce Allah, Allah'ın izniyle manasına gelir.

Eyvallah: Hakla kabul ettik, haktandır. Memnuniyeti ifade eder.

Fesübhanallah: Allah her türlü noksandan münezzehdir.

Neuzübillah: Allah'a sığınırız.

Hasbünallah: Allah bize yeter.

Maazallah: Her türlü kötülüklerden Cenab-ı Allah`a sığınmayı ifade etmek için kullanılan bir terkip.

Maşallah: Allah'ın dilediği şey veya Allah'ın dilemesi demektir.

Hay Allah: Hay: f. Eyvah! Vay!, Hay Allah: Vay Allah'ım, Allah'tan yardım dileme,

İnşallah: Allah dilerse manasına gelen "inşallah" kavramı  "maşallah" lâfzından mana yönüyle farklılık arzeder. "İnşallah” kelimesi Türkçede, “eğer Allah dilerse” anlamına gelir. Bu yüzden gelecekle ilgili bir dilek ya da niyet belirtecek olduğumuzda, mutlaka “inşaallah” deriz. Çünkü geleceği ancak Allah bilir ve her şeyi dilediği gibi yaratır. Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şey olmaz.

Bu gibi ifadeler genel itibarıyla dua ve Allah'a sığınma manaları ifade ettiğinden, bunları kullanmanın dinen sakıncası olmaz. Ancak manalarının bilinerek kullanılması uygun olur.

58 Zühre vakti ne zamandır?

Bildiğimiz kadarıyla, diğer yıldızlar gibi Zühre'nin de sabit bir vakti yoktur. Her gün ayrı bir saatte rastlar. Örneğin bu vakit, pazar günü saat 9; cuma günü ise saat 1’dir.

Kanaatimizce, duanın makbul olması adına, bu tür zamanlardan çok, İslam’da güzel vakitleri gözetlemek daha uygundur. Söz gelimi, seher vakitleri (imsak vaktinden önceki bir-iki saat kadar olan zaman dilim), farz namazlardan sonra, mübarek gün ve gecelerde, cuma günü gibi..

Unutmayalım ki, her şey Allah’ın elindedir. Onun izni dışında hiçbir şey olmaz. Onu razı ettikten sonra her saat, her gün insanın lehine olur. Aksi takdirde her şey insanın aleyhine olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Duanın yapılış şekli nasıl olmalıdır, ne zaman dua edilmelidir?

59 Nişan, nikah, evlilikte yapılacak dua var mıdır?

Bu durumlarda dua etmek sünnettir. İstendiği şekilde dua edilebilir. Mutlaka şu dua okunacak ve mutlaka Arapça olacak diye bir kural yoktur.

Ancak şu duaların okunması güzel olur:

Elhamdü lillahillezi zevvecel ervaha bil eşbah ve ehallennikâha ve harremessifah.

Vessalatü vesselamü ala resulina Muhammedinillezi beyyene-l-harame ve-l-mubah ve ala Alihi ve eshabi-hillezine hüm ehlüssalahi velfelah.

Kale Resulullah, "En-nikâhü sünneti femen ragibe an sünneti feleyse minni" sadaka Resulullah.

Bismillahi ve ala sünnet-i resulillah.

Allahümmecal hazel akte meymunen mubareken vecal beyne-hüma ülfeten ve mehabbeten ve karara ve la tecal beyne-hüma nefreten ve fitneten ve firara.

Allahümme ellif beynehüma kema ellefte beyne Âdeme ve Havva. Ve kema ellefte beyne Muhammedin ve Hadice-tel-kübra ve Aişe-te ümm-il müminine . Ve beyne Aliyyin ve Fatıma-tez-zehra. Allahümme ati le-hüma evladen salihan ve ömren tavilen ve rızkan vasian.

Rabbena heb lena min ezvacina ve zürriyatina kurrete ayünin vecalna lil müttekine imama.

Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kına azabennar.

Sübhane rabbike rabbilızzeti amma yesıfun ve selamün alel mürselin velhamdülillahi rabbilalemin.

Anlamı:

Ruhları birbirine uyumlu yaratan, nikâhı helal kılıp nikâhsız ilişkileri haram kılan Allah'a hamdolsun.

Haram ve helali açıklayan Hz. Muhammed'e, salih kullardan olup kurtuluşa eren ailesine ve ashabına da salat ve selam olsun.

Alllah'ın Elçisi Şöyle buyurmuştur:  "Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir."(1)

Allah'ın adıyla ve Elçisinin sünnetine uygun olarak bu hayırlı işe başlarız.

Allah'ım! Bu evlilik akdini mübarek eyle. Bu çiftler arasında ülfet/geçim, sevgi ve evliliklerinde sebat nasip eyle, aralarında nefret, geçimsizlik ve ayrılık var eyleme.

Allah’ım! Bu çiftlerin arasında Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva; Hz. Muhammed (a.s.) ile Hz. Hatice ve Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fatıma (r.a.) arasındaki var olan ülfet, geçim ve kaynaşma var eyle. Allah’ım! Bu çifte salih çocuklar, uzun ömürler ve bol rızık ihsan eyle.

"Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”(2)

Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, ğüzellik ve nimet ver ve bizi cehennem azabından koru.(3)

Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selam olsun. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.(4)

Dipnotlar:

1. İbn Mâce, H. No: 1846.
2. Furkan, 25/74.
3. Bakara, 2/201.
4. Sâffât, 37/180-182.

60 Kur’an-ı Kerim’de yer alan dualardan örnekler verir misiniz?

Kur’an-ı Kerim'de birçok dua ayeti vardır. Bunlardan bir kısmının mealleri aşağıda verilmiştir.

1. “Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti:
Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!(1)
2. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:)
'Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsva etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vaad ettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsva etme; şüphesiz sen vâdinden caymazsın!..' ”(2)
3. “(İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.”(3)
4. “Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.”(4)
5. “(Bu nimetler) 'Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!' diyen; sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir). Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!(5)
6. “Ve şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.”(6)
7. “Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.(7)
8. “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et.”(8)
9. “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! (9)
10. “Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira, tövbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”(10)
11. “(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”(11)
12. “(Havârîler:) Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.”(12)
13. “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. 'Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.' dediler. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!(13)
14. “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et! Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!(14)
15. “Ve şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.”
“(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.”(15)
16. “Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım.”(16)

Dipnotlar:

(1) Âl-i İmran, 3/147.
(2) Âl-i İmran, 3/193-194.
(3) Şuara, 26/87.
(4) Bakara, 2/201.
(5) Âl-i İmran, 3/16-17; 147.
(6) Furkan, 25/65.
(7) Âl-i İmran, 3/38.
(8) İbrahim, 14/40.
(9) Fatiha, 1/5-7.
(10) Bakara, 2/128-129.
(11) Âl-i İmran, 3/8.
(12) Âl-i İmran, 3/53.
(13) Bakara, 2/285-286.
(14) İbrahim, 14/40-41.
(15) Furkan, 25/65, 74.
(16) Ahkaf, 46/15.

61 Dua ederken Allah'tan neler istenebilir?

Bizler kul olduğumuzun idraki içerisinde olduğumuz sürece, Allah’tan istediklerimizin ve isteyebileceklerimizin sınırı yoktur. Peygamberimiz (s.a.v), kendisi en yüksek makamlara talip olmuş ve bunları Allah’tan istemiştir. Çünkü Allah (c.c), kendisinden bir şey istenilmesinden ve isteyene vermekten hoşlanır.(1). Bu nedenle Peygamberimiz, Allah’a dua etme ve isteme konusunda ashabını ve ümmetini uyarıp istemede sınırsızlığı öğretmiş; çokça ve bolca isteyebileceğimizi söylemiştir. Ayrıca yüce ve mutlak zengin olan Allah’ın, kendisinden istemeyene gazap ettiğini de bildirmiştir.(2) Kendisi de zaten Allah’tan istenebilecek şeylerin en güzelini ve en pahalılarını istemiştir. Mesela:

“Makam-ı Mahmud’u” istemiş; sonra ümmetine kıyamet günü “Şefaat etmeyi” istemiştir. Kendisinin vefatı sırasında Cebrail’in refakatini istemiştir. Bize de ayrıca Allah’tan neler isteyebileceğimiz konusunda birçok ipucu vermiştir. Bunlardan biri de şöyledir:

“Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin; hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar…”(3)

Şu hâlde, “Allah’tan neler isteyelim, neler istemeyelim, neler yerinde olur, neler olmaz” gibi düşünceleri bir tarafa bırakarak, ondan dünyalık ve âhiretlik, her şeyimizi ama her şeyimizi istemeliyiz. Bir şartla ki, bütün dua ve ibadetler için geçerli olan ihlâs ve samimiyetle. Evet, ihlâsla ve samimi olarak Allah’tan kim ne isterse Allah ona istediğini verir, mahrum bırakmaz.

Kendisine hiçbir şey zor gelmeyen yüce Allah da bizden razı olduktan ve bizi kabul ettikten sonra, bizim istek ve ihtiyaçlarımızı yerine getirecektir. Biz, küçük-büyük, önemli-önemsiz demeden; ne olursa olsun, her şeyimizi “yalnız ondan istemeliyiz.” Zira Onun hazinesinde “yok” yoktur; yeter ki biz isteyelim ve istemesini bilelim…

Dipnotlar:

(1) Tirmizî, Daavât 126 (3566).
(2) Tirmizî, Daavât 3, (3370); İbnu Mâce, Dua 1, (3827).
(3) Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).

62 4444 kez okunan salavat-ı şerifenin (Tefriciye diye de biliniyor) anlamı nedir?

“Salât-ı tefriciye” duasının aslı, Latin harfleriyle okunuşu ve anlamı şöyledir:

اللَّهُمَّ صَلِّ صَلاَةً كَامِلَةً وَسَلِّمْ سَلاَماً تَامًّا عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الَّذِي تَنْحَلُّ بِهِ الْعُقَدُ وَتَنْفَرِجُ بِهِ الْكُرَبُ وَتُقْضَى بِهِ الْحَوَائِجُ وَتُنَالُ بِهِ الرَّغَائِبُ وَحُسْنُ الْخَوَاتِمِ وَيُسْتَسْقَى الْغَمَامُ بِوَجْهِهِ الْكَرِيمِ وَعَلى آلِهِ وَصَحْبِهِ فِي كُلِّ لَمْحَةٍ وَنَفَسٍ بِعَدَدِ كُلِّ مَعْلُومٍ لَكَ

"Allahumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ-seyyidina Muhammedin ellezi tenhallü bihi’l ‘ukadu ve tenfericu bihi’l-kürabu ve tukdâ bihi’l-havâicu ve tünâlü bihi’r-rağâibu ve husnu’l-havâtimi ve yusteska’l-ğamâmu bi-vechihi’l-kerîmi ve ‘alâ âlihi ve sahbihi fî-külli lemhatin ve nefesin bi-‘adedi külli ma’lûmin lek."

Anlamı:

“Ya Rab! Efendimiz Muhammed’e tam ve mükemmel bir salat ve selam eyle. O Nebi ki, onun yüzü suyu hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar dağılır, ihtiyaçlar karşılanır, arzulara ve güzel akıbetlere erişilir, bulutlardan yağmur dökülür… Onun âline ve ashabına da salât ve selam eyle Ya Rab! Her an, her nefeste ve senin bildiklerinin sayısınca.”

İlave bilgi için tıklayınız:

"Salat-ı Tefriciye" veya "Salat-ı Nariye" olarak bilinen duanın 4444 ...

63 Muska taşımak ve Âyet el-Kürsi okuyup üflemek caiz mi?

Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve âyet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir:

"Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: 'Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım.' O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez."

Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen çocukları için yazıp onların boynuna asardı. (Tirmizi, Daavat, 94)

Ancak bunları istismar edip sanat haline getiren ve saf kadınlarla teşriki mesai edip onlarla haşr ve neşir olmak kesinlikle haramdır.

Ayet-el Kürsi, Felak, Nas, Fatiha gibi sureleri veya ayetleri okuduğu zaman Peygamberimizin (sav) sağına, soluna, önüne, arkasına, ellerine ve hasta olan herhangi bir kimseye üflediği hadis kitaplarımızda yazılıdır. Bunun sebebi insanın maddi hastalıklardan korunmak için maddi tedbirler aldığı gibi, manevi ve zararlı şeylerden korunmak için de böyle tedbirler alması içindir. Bizi yaratan Allah, Peygamberimiz (sav) vasıtasıyla nasıl korunacağımızın yollarından birisini göstermiştir.

Bu konuyu izah eden hadislerden birini açıklamasıyla beraber takdim ediyoruz:

Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:

"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i (Felak ve Nas sureleri) ve Kulhüvallahu ahad'i okur, ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi." [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2942); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902)]

AÇIKLAMA:

1. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân-ı Kerim'i hastalığı sırasında şifa için okuduğu, mevsuk rivayetlerde gelmiştir. Esasen Kur'ân'ın mü'minler için maddi ve manevî şifa olduğu âyet-i kerimede belirtilmiştir:

"Kur'ân'dan, iman edenlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz, O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır." (İsra, 17/82). 

"Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, mü'minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir." (Yunus, 10/57)

2. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kendi vücuduna icra ettiği "nefes"in mahiyeti hakkında bilgi vermek için, İbnu Hacer, rivayetin farklı vecihlerini kaydeder. Buna göre, önce ellerini cemeder, sonra ellerine üfler, sonra okur ve okuma sırasında eline üflerdi. İbnu Hacer, bu üflemenin tükrüksüz veya hafif tükrüklü olabileceğini belirtir. Bu maksadla Felak, Nâs ve İhlas sûreleri okunmuştur.

Meshetme işi, bereket düşüncesiyle yapılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) ellerini önce başına, yüzüne sürer, ondan sonra elinin yetişebildiği yerlere kadar bütün vücuduna sürerdi. Hz. Aişe (ra) der ki:

"Resûlullah, kendini götüren hastalığa yakalanınca, ben okuyup üzerine üflüyordum. Kendi elleriyle de vücudunu meshediyordum. Çünkü onun elleri bereket yönüyle benim elimden çok üstün idi."

Bir başka rivayette Hz. Aişe (ra) meshedip, şifa için dua ederken kendine gelen Resûlullah'ın: "Artık hayır, (şifa değil), Allah'tan Refîk-i A'la'yı istiyorum." dediği belirtilir.

3. Bazı rivayetler, Kur'ân'dan okuyup nefes ederek tedaviyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi efradına da uyguladığını tasrih eder. Sahabe vetâbiin de aynı tedavi usulüne başvurmuştur. Ulema bunun cevazında ittifak etmiştir.

4. Nefes'i "tükrüksüz hafif üfürük" diye tarifeden Nevevî, rukyede bunun müstehab olduğunu, ulemanın cevazında icma ettiğini belirtir. Hz.Aişe (ra)'ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtuvesselam)'in rukyede yer verdiği nefesten sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Onun nefesi, kuru üzüm yiyenin üfürüğü gibi idi, kesinlikle tükrük yoktu.'' (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 14/183) Kasıtsız olarak nefesle birlikte çıkacak olan rutubetin tükrük sayılmayacağı belirtilmiştir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi, muska taşımak caizdir. Ancak duaları bilen bir insanın bunları okuması daha doğru olur. Ayrıca dua okumanın tekniği yoktur; herkes okuyabilir. Ayet el-Kürsi okurken sağımıza ve solumuza üflemek sünnettir. Ancak bunun belli bir şekli ve sırası yoktur.

Kaynaklar:

1. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, VII / 50, 51, Akçağ Basım Yayın, Ankara, 1988;
2. Halil Günenç, Günümüz meselelerine Fetvalar, II / 258, Yasin Yayınevi.

64 Kur'an’da bütün dualara cevap verileceği belirtiliyor. Hâlbuki dualarımızın çoğu kabul olmuyor?

Bu konuyu Üstad Bediüzzaman şöyle ifade etmektedir:

“Eğer desen: Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir... her duaya cevap var ifade ediyor.' "

"Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: 'Ya Hekim! Bana bak.' Hekim: 'Lebbeyk' der... 'Ne istersin?' cevap verir. Çocuk: 'Şu ilâcı ver bana' der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hazır, nâzır olduğu için, kulun duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.”(1)

Ayrıca bu konuda gelen hadisi şerifler de vardır ki, Ebû Hüreyre (r.a)’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte, Peygamberimiz (s.a.v)’in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

“Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: 'Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi.'

Müslim'in diğer bir rivâyeti şöyledir:

“Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe, duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.”

Yine Tirmizî'nin rivâyetinde ise şöyledir:

Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.”(2)

Hadisten de anlaşılacağı gibi, insan günah ve haram sayılan şeyleri istemedikçe duası kabul olunuyor.

Dipnotlar:

1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, s.317.
2) bk. Buhârî, Daavât, 22.

65 Hz. Ayşe'nin öğrenmek istemesine rağmen Hz. Peygamber'in öğretmek istemediği ismi azam duası hangisidir?

Hz. Ayşe (r. Anha) anlatıyor:

Ben, Allah’ın Elçisinin aleyhissaaltü veseelam, “Allah'ım ben senin pak, güzel, mübarek ve zatına en sevimli ismin ile şüphesiz senden (hayır) dilerim, o ismin ki onunla çağrıldığın zaman icabet edersin, onunla senden (hayır) istendiği zaman verirsin, onunla senden rahmet istenildiğinde rahmet eylersin ve sıkıntıdan kurtulmak için onunla senden yardım dilendiği zaman sıkıntıdan kurtarırsın.” diye dua ederken sesini işittim.

Yine Hz. Ayşe validemizin bildirdiğine göre, Resûl-İ Ekrem aleyhissalatü vesselam bir gün,

“Ey Ayşe, Allah'ın hangi isimle çağırıldığı zaman duayı kabul buyuracağını bana gösterip bildirdiğini bilir misin?” buyurdu. Ben,

"Ey Allah’ın Elçisi! Babam anam sana feda olsun, o ismi bana öğret." dedim. O (asm):

“Ey Ayşe, o ismin öğrenilmesi sana uygun değildir.” buyurdu. Bunun üzerine ben uzaklaşıp biraz oturdum. Sonra kalktım ve O'nun (mübarek) başını öptüm. Daha sonra

“Ey Allah’ın Elçisi, o ismi bana öğret.” diye ricada bulundum. O yine,

 “Ey Ayşe, o ismi sana öğretmem uygun değildir. Çünkü şüphesiz senin o isimle dünyalık bir şey istemen senin için uygun olmaz.” buyurdu.

Bunun üzerine ben de kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kıldıktan sonra:

“Allahümme innî edûkellah ve edûkerrahmân ve edûke’l-berrerrahîm ve edûke biesmâike’l-husnâ küllehâ mâ alimtü minha ve mâ lem a’lem entağfiralî ve terhamenî.

- Allah'ım! Şüphesiz ben seni Allah, diye çağırırım, er-Rahmân diye çağırırım, el-Berr, er-Rahîm, diye çağırırım ve seni bildiğim ve bilemediğim Esmâ-i Husnâ'nın hepsiyle çağırırım ki, beni mağfiret edesin ve bana rahmet edesin.”

diyerek dua ve dilekte bulundum. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi güldü. Sonra buyurdu ki,

“Şüphesiz o isim senin duada andığın isimler içindedir.” (bk. Müsned, 3/120, 158, 245, 265; 4/ 350, 360; İbn Mace, Dua 9)

İsm-i Azam, Allah'ın en büyük ismi anlamında bir tabirdir.

Bu rivayet, Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselamın bir duasını bildirmekte, Allah'ın bir İsm-i Azam'ının bulunduğuna ve o isimle Allah'a edilen dua ve dileklerin kabul olduğuna ve bu mübarek isim ile dünyanın zevk ve sefasına değil, ebedî mutluluğa yönelik dileklerde bulunmanın uygunluğuna dikkat çekmektedir.

Allah'ın ism-i Azam'ının hangi isim veya isimler ya da hangi ayet olduğu konusunda rivayet edilen hadislere göre, âlimlerin değişik görüşleri olmuştur. Bunlardan bazıları özetle şöyledir:

- Lafza-ı Celâl olan; "Allah" ismi

- Tevhîd kelimesi olan; "La ilahe illallah" cümlesi

- "Er-Rahmân, er-Rahîm" isimleri

- "Allah, er-Rahmân, er-Rahîm" isimleri

- "eI-Hayy, el-Kayyûm" isimleri

- "Allahu lâ ilâhe illâ huvel-Hayyü'l-Kayyûm"

- "Lâ ilâhe illâ hüvel-Hayyü'l-Kayyûm"

- "Rabb"

- "Allahu lâ ilâhe illâ huve’l-Ahedü’s-Samed ellezî lem yelid ve lem yûled ve lem yekûn lehû küfüven ehad."

- "el-Hannânü'l-Mennân Bediü's Semâvati ve'l-Ard zü'l-Celâli ve'l-ikram el-Hayyü'l-Kayyûm" (bk. Fethu'l-bârî, XII/526-527)

Bu konudaki farklı rivayetleri ve açıklamaları dikkate alarak, en güzeli ve ideali, ism-i azam konusundaki bütün rivayetlerde geçen isimleri ve cümleleri okuyarak Allah'a dua ve dilekte bulunmak olduğu söylenebilir. (bk. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: X/41-45)

İlave bilgi için tıklayınız:

İsm-i azam ne demektir? Bu hangi isimdir? İsm-i Azam ve Tercüman-ı İsmi Azam duaları nelerdir?

66 "Dua ederken hapşırmak duanın kabul olduğuna işarettir." Bu hadis sahih midir?

Bu hadis rivayeti zayıf kabul edilmiştir. (bk. Beyhaki, Şuabu’l-İman, 8924; Aclunî, 2/509)

Ancak benzer sahih bir hadisin meali şöyledir: “Duanın kabul olduğu yerlerden biri de aksırma anıdır.”. 

Heysemî, Taberanî'nin rivayet ettiği bu hadisin sahih olduğuna işaret etmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 4/181)

Bu ifade, sorudaki “dua ederken aksırmak da o duanın kabul olduğuna alamettir” ifadesinden farklı bir şeydir. Hadiste vurgulanan şey, aksırırken duanın yapılmasıdır. Bu duanın ne olduğuna dair bir bilgiye rastlayamadık. Yalnız kanaatimizce, bu dua hapşırırken karşılıklı yapılan meşhur duadır. Yani, hapşıran kişi “elhamdulillah” der, onun bu hamd edişini duyan da “Yerahamukellah = Allah sana rahmet eylesin” der. Bu kez hapşıran “Yehdikumullahu ve yuslih balekum = Allah sizi dosdoğru yola iletsin ve kalbinizi ıslah etsin” diye karşılık verir. Farklı lafızlar da rivayet edilmiştir.

Hadiste bu önemsenir. Bir rivayette, Peygamberimiz (a.s.m)’in yanında iki kişi aksırdı, birisine dua etti, diğerine etmedi. Sebebi sorulduğunda, “Allah’a hamd edene dua ettim, etmeyene ben de dua etmedim.” buyurdu. (Mecmmau’z-Zevaid, 8/58)

- Faydası olur düşüncesiyle Abdullah b. Mesud’un şu rivayetini de sunuyoruz:

“Bir Müslüman’ın Müslüman kimse üserinde altı tane hakkı vardır:

1. Karşılaştığında selam verecek,
2. Davet ettiği zaman icabet edecek, 
3. Hapşırdığı zaman (elhamdulillah dedikten sonra), “Allah sana rahmet etsin” diye dua edecek,
4. Öldüğü zaman (oralarda ise, mümkün olursa) cenazesinde hazır bulunacak,
5. Onun gıyabında hayrına konuşacak,
6. Kendi şahsı için istediğini onun için de isteyecek.” (Mecmau’z-Zevaid, 8/186)

67 "Elhamdülillahi hamden kesiran, tayyiben, mübareken fihi." duasının anlamı nedir?

Bu dua bir hadis-i şeriften alınmıştır.

Resulullah (asm) namaz kılarken nefes nefese bir adam geldi ve:

"Allahü ekber, Elhamdülillahi hamden kesiran, tayyiben, mübareken fihi." (Allah büyüktür, çok temiz ve mübarek hamdler Allah'adır!) dedi. Resulullah (asm) namazı bitirince:

"Şu kelimeleri hanginiz söyledi?" diye sordu. Cemaat bir müddet sessiz kaldı, Resulullah (asm):

"Kim söylediyse çekinmesin, 'benim' desin; zira fena bir şey söylemiş değil." dedi. Bunun üzerine adam:

"Ben, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Resulullah (asm) da:

"Ben on iki melek gördüm. Her biri, bu kelimeleri (Allah'ın huzuruna) kendisi yükseltmek için koşuşmuşlardı." [Müslim, Mesacid 149, (600); Ebu Davud, Salat 121]

İlave bilgi için tıklayınız:

- Rükudan doğrulurken "Semiallahü limen hamideh" dedikten sonra, "Rabbena lekel hamd" duası okunur. Bundan sonra Peygamberimiz dua okumuş mudur? "Hamden, kesiran, tayyiben, mübareken fîh..." denir mi?

68 Dua Arapça mı yapılmalı, Arapça yapılmazsa kabul edilmez mi?

Namazda okunan süre ve ayetler mutlaka Arapça okunmalıdır. Başka bir dille okunması namaza manidir. Namaz dışında ise dualarımızı Türkçe olarak yapabiliriz. Dua hangi dille yapılırsa yapılsın, elbette kabul edilir. Çünkü bütün dillerin sahibi Allah'tır. Duayı Arapça yapmak şart değildir.

Ancak Arapça dualar başka bir dile çevrilirken anlam bütünlüğü muhafaza edilemediği için, Arapça şeklini bilenler orjinaliyle okuması daha güzel olur.

Bizi yaratan Allah, Kur'an-ı Kerim'i Arapça olarak bize göndermiş. Elbette ki manasını öğrenmek için Türkçe, İngilizce gibi mealleri okumamız gerekir. Ancak namaz ibadetinde okuduğumuzda mutlaka aslından orjinalini okumalıyız. Çünkü onun aslı Arapçadır. Allah Kur'an'ı Arapça olarak indirmiştir, tercümesi Kur'an yerine geçemez.

Örneğin bir çekirdeğin aslını bozarak parçalara ayırsak, sonra da toprağa eksek ağaç olamayacaktır. Çünkü özellikleri kaybolmuştur. Bunun gibi Kur'an ayetleri, kelimeleri ve harfleri birer çekirdek gibidir. Başka dillere çevrilince özelliğini kaybedeceği için Kur'an olmayacaktır.

"Manasını anlamıyoruz" düşüncesine gelince, ister aslıyla isterse mealleriyle Kur'an'ın manasını anlamak ve onun hükümleriyle yaşamak, her Müslümanın görevidir. Zaten Kur'an anlaşılmak ve yaşanmak için gönderilmiştir. İngilizce bir kitabı bile anlamak için İngilizce öğrenen bir Müslümanın, Kur'an'ı anlamak için neden Arapça öğrenmediğini de bir düşünmek gerekir.

Ayrıca biz anlamasak da onun bize faydası vardır. Örneğin, dili tad alma özelliğini kaybetmiş bir insan yediği yemek ve gıdalardan faydalanamayacak mıdır? Dili tad almasa da yediği gıdalar gerekli organlarına gidecektir. Kur'an okumak da bunun gibidir. Aklı Kur'an'ın manasını anlamayan bir insan, onu ruhunun midesine atınca aklı anlamasa da ruhunun diğer özellikleri onun manalarını alacaktır.

Diğer taraftan Allah Kur'an'ın her harfine en az on sevap vereceğini söylüyor. Meallerin mutlaka faydası var, ama Kur'an yerine geçmeyeceği için, Kur'an'ın her harfinden alınan sevabını da alamayacaktır.

Bütün bir tercüme tarihine baktığımızda görürüz ki, tercüme sanatı, fevkalâde asildir ve çok üstün bir maharet ve çok kapsamlı bir müktesebat ister. Tercüme sanatının gerektirdiği bir çok vasıflarla donanmış bir mütercim bile, bir metni asıl dilden farklı bir dile aktarırken, çoğu zaman, bir çok yerlerde, çok farklı zorluklar yaşar, çok çeşitli ve çetin problemlerle karşı karşıya kalır. Bu problemlerin en çözülmezi de, edebî yönden mükemmelliğe ulaşmış metinlerde gözlenmektedir. Eğer bir metin derin mânâlarla yüklüyse ve aynı zamanda da büyüleyici bir şiirsel üslup taşıyorsa, bu kabil bir yazılı eser elbette mütercimi zorlayacak ve onu oldukça sarp bir yokuşa veya gayet engebeli bir mecraya sürükleyecektir.

İşte yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim de, bu kabil eserler gibi, tarihi boyunca mütercim ve müfessirlerini böyle bir zorluğa sürüklemiş ve onların deha çapında olanlarını bile acze düşürmüştür.

Meselâ, Kur'an-ı Kerim'i anlamı anlamına tercümeye kalkışan her mütercimin karşısına her zorluktan evvel, Kur'an'ın geniş anlamlı kelimelerinin tercümesinde karşılaşılan bir zorluk çıkar. Fatiha sûresinin ilk ayetinde geçen "hamd" kelimesini tercüme ederken karşılaştığımız zorluk gibi. Bu ayette geçen "hamd" kelimesini biz ya sadece övgü ile karşılar ya da bu kelimeyi aynen, olduğu gibi bırakırız, Yani, ya "Övgü Allah'ındır." ya da "Hamd Allah'ındır." şeklinde tercüme ederiz. Ancak, Kur'an'ın sibak ve siyakında hamdin o namütenahi mânâlarını tercümeye aktarmakta zorluk çekeriz. Çünkü hamd sûrenin bütünlüğü içinde Alemlerin Rabbı ile alâkalı olarak kullanılmıştır.

Bu alâka da bu kelimeye oldukça geniş mânâlar yüklemiştir. Öyle ki bu kelimenin bu bağlamda kazandığı mânâ, kadim ve yeni Arap dilinde bile mevcut değildir. Çünkü bir varlık övüldüğünde onun en güzel özellikleri, en güzel sıfatları söylenir. Bu yüzden, Allah'a ait bir övgü söz konusu olunca, O'nun güzel sıfatları, O'nda var olan güzel isimler akla gelir. İşte bu mütalaalardan sonra "el hamdu li'llahi" ifadesini "el esmau'l husna li'llahi" şeklinde, yani en güzel isimler, en güzel vasıflar, en güzel özellikler, hak bir ilahta olması gereken vasıflar, Allah'ındır, gibi anlamamız ve bu manaya göre de bu cümleyi tercüme veya tefsir etmemiz gerekir. Bu anlayış da bizi yalnız bu ayeti kerimenin tercümesi konusunda Allah'ın güzel isimlerini tek tek saymaya, sonra da bu kutsî isimleri ayrı ayrı tefsir etmeye iter. Dolayısıyla her isimle sonsuz mânâ alanlarına açılırız.

İşte görülüyor ki daha Fatiha sûresinin ilk ayetindeyken bile, müthiş bir tercüme zorluğuyla yüz yüze geliyoruz ve bu zorluk da bizi oldukça analitik, yani açıklayıcı, tefsirci bir tercüme yoluna itiyor. Bununla da kalmıyor, ayetin telmih ve çağrışımları bizi daha geniş manaları sıralamaya, sayıp dökmeye sevk ediyor. Meselâ bu kısacık cümlenin bütün bir şirk tarihine karşı ilan edilmiş bir muhtıra cümlesi olduğunu seziyoruz. Çünkü insanlık, tarih boyunca Allah'a ait sıfatları, yani uluhiyyet sıfatlarını putlara, ateşe, Ay'a, Güneş'e, yıldızlara; ciptlere, tağutlara, zaman zaman da despot krallara veregelmiştir. Bu ayette ise bu sıfatların yalnız Allah'a ait olduğu vurgulanır, tarih boyunca yapılan bu yanlış reddedilir. Zımnen, yaratmak, rızk vermek, rızkları taksim etmek, kader çizmek, yaşatmak, öldürmek, güç ve kudret gibi sıfatlar yalnız Allah'ındır, denmek istenir. Allah'tan başka hiçbir varlıkta bu sıfatlar hakikî olarak mevcut değildir, denir.

İşte bu ayeti okurken, onda böyle bir mânâ ve îlâm sezen mütercim, bu îlâmı da tercümede göstermek zaruretini hisseder ve anlar ki, ayetin bu anlam ve telmih sınırları, çağrışımcı, yani tedaisel güç hudutları fevkalâde geniştir ve bu kabil kelimeleri karşı dilde tek kelimeyle karşılamak fevkalâde zordur.

Yine, Arapçadaki şu özellik esas alınarak bir tercüme yapılmaya kalkışılsa, hiç şüphesiz yine aynı zorluğa düşülür. Meselâ Arap dilinde "fe" harfi ile başlayan her kelime, ayrılma, bölünme, yerden çıkma, kopma, ayırt etme ve çatlama ifade eder. Bu bilgi göz önüne alınarak Felak sûresindeki "Kul euzu bi rabb'il felak." ayeti tercüme edilmeye kalkışılsa, ayette geçen felak sadece sabah olarak tercüme edilemez. Gerçekten de sabah, bir ayrılma ifade eder. Aydınlık karanlıktan ayrılır, sonra aydınlık galip gelir ve sabah tebeyyün eder. Bu açıdan bu kelimenin "sabah" olarak tercümesi doğrudur; ancak noksanlıktan hali değildir. Çünkü "felak" kelimesi başında fe harfini taşıdığı için, akla gelen her türlü, biyolojik, sosyolojik, fiziksel ve jeolojik vs. ayrılmayı ifade edecek anlam genişliğine sahiptir.

Bu derece geniş anlamlar ihsas edebilen bir kelimeye, karşı dilde tek kelimelik bir karşılık bulamayınca da haliyle bu kelimeyi bir çok kelimeyle karşılamak zorunda kalırız. Bu durumda da meal veya tefsirde Kur'an'ın icazı gözlenemez olur. Yani O'nun çok az kelimeyle geniş mânâlar ifade eden hususiyeti tercüme metinlerde artık göze çarpmaz olur. Bu durum karşısında, Kur'an'ın aslından habersiz olan kimseler de zanneder ki, Kur'an-ı Kerim de, meramını bu kadar çok kelime sıralayarak anlatmış.

Konumuza dönecek olursak deriz ki, bu bilgiler ışığında biz bu ayeti, "Sabahın Rabbine, gündüzü geceden ayırt eden Rabbe, mitoz ve mayoz bölünmeleri gerçekleştiren, hücreleri bölerek çoğaltan Rabbe, atomu bölen, böylece ondan büyük bir enerji açığa çıkaran, toprağın derinliklerindeki tohumu çatlatan, artı ve eksi elektrik yüklü bulutları birbirinden ayrı tutan, ağacın gövdesinden dalları ayıran, dallardan, tomurcukları, tomurcuklardan yaprakları ayıran, yerden suları, kaynakları çıkaran, erkeği dişiden ayıran, ayrı ayrı, farklı farklı yaratan Rabbe, insanları farklı farklı huy ve mizaçlara ayıran, çiçekleri renk renk yaparak farklı kılan, haklıyı haksızdan ayran Rabbe, sığınırım de." şeklinde tercüme veya tefsir edebiliriz. Ancak yine de bu saydıklarımız "felak" kelimesinin geniş anlam ihsaslarını tam anlamıyla ifade etmez? Yani açıklamalarımız yine de noksan kalır.

Bu mütalaalarımız sadece iki örnekten ibarettir; oysa Kur'an'da böyle anlam genişliğine sahip binlerce kelime mevcuttur. Artık siz bu durumu göz önünde bulundurarak Kur'an'ın şimdiye kadar ne derece tercüme edilmiş olduğuna bakın ve gelecekte de ne kadar tercüme ve tefsir edilebileceğini tahmin etmeye çalışınız.

Yine, bir mütercim Kur'an'ın deyimsel ifadelerine baktığında dehşetler içinde kalır. Bütün dillerde anlamı kuvvetli ve hatta kalıcı kılmak için deyimsel ifadeler kullanılır. Her deyimin bir hikâyesi vardır. Bu hikâyeler deyimlerin anlamlarını daha da güçlü kılan en mühim sebeplerdendir. İşte biz bu deyimlerin yalnızca deyimsel olmayan karşılıklarını verdiğimiz ve onların çıkış hikâyelerini tercümeye aktaramadığımız zaman, anlam o kadar zayıflar ki, adetâ kuru bir ifadeye, yalın bir söyleyişe dönüşür.

Meselâ, "ödü kopmak" deyiminin karşılığı korkmaktır. Bunlar belki eş anlamlıdır; ama aynı kıymet ve vurgu değerinde değildirler. Ödü kopmak daha mübalağalıdır ve korkmak fiilinin şiddetini anlatır. Kur'an'da da böyle anlatımlar vardır.

Meselâ Bakara sûresinde geçen "Ve uşribu fi kulubihimu'l icle? (Onların kalplerine buzağı içirildi.)" ifadesi ile "Onlar buzağıyı çok sevdiler." ifadesi, aynı anlatım gücüne sahip değildir. Hatta "kalplerine buzağı sevgisi içirildi." ifadesi bile aynı ifade kuvvetine sahip değildir. Çünkü Alemlerin Rabbi öyle çarpıcı bir ifade kullanıyor ki, neredeyse "kalplerine buzağının ta kendisi içirildi." demek istiyor.

Bir heyecan sanatı olan mecaz-ı mürsel sanatını kullanarak mânâyı son derece kuvvetli bir hale sokuyor. Ama mütercim bu ifadeyi tercüme ederken ona "kalplerine buzağı sevgisi dolmuştu." dediği an, en azından asılda mecaz-ı mürsel olan bir ifade, tercüme metinde çok basit ve yalın bir ifade biçimine dönüşüyor. Bu durumda da, tercüme metinlerde, Kur'an'da mânâyı kuvvetli kılmak için kullanılan söz sanatlarını göremez oluyoruz. İşin erbabı olan her kimse de bilir ki, mecaz-ı mürsellerin taşıdığı anlatım gücü ile yalın ifadelerin taşıdığı ifade kuvveti denk değildir. Demek ki mütercim, deyimleri çevirirken de ciddi zorluklarla karşı karşıya kalıyor.

Ve yine tercüme metinlerde, ses, anlam, ritim, heyecan ve duygu yitimi gibi hadiselerle karşı karşıya geliyoruz. Asıl metinde çok hoş bir ifade biçimi, kelime kelime tercüme edildiğinde çok tuhaf ve çirkin bir söyleyiş biçimine dönüşebiliyor. Meselâ, "Tebbet yeda ebi lehebin ve tebbe" ayetini kelime kelime ve söz dizimine göre tercüme ettiğimiz zaman karşımıza "Kurusun iki eli Ebu Leheb'in ve kurudu." şeklinde Türkçe için devrik olan bir cümle yapısı çıkıyor. Bu bizim için biraz tuhaf karşılanabiliyor. İşte mütercim bu tuhaflıklarla da mücadele etmektedir. Asıl metni aynen söz dizimine göre aktarsa ortaya çirkin bir ifade çıkıyor. Onu kendi dilinde süslü ve beliğ bir duruma getirse anlam yitip gidebiliyor. Çünkü kelimelerin söz dizimindeki yerleri de asıl dilde gayet mühim mânâ ve vurgu hadiselerine hizmet etmiş olabiliyor.

Hele hele Kur'an'ın o eşsiz ses örüntüsünü, o şiir üstü şiirsel üslubunu, lafız ile mânâ ahengini karşı dile aktarmak tamamen imkansız hale geliyor. Meselâ Nas suresini okurken s seslerini taşıyan kelimelerin oluşturduğu o eşsiz aliterasyonu, o eşsiz fısıltıyı tercümelerde duyup hissetmeniz imkânsızdır. "Kul euzu bi rabb'in nasss, meliki'nnassss, ilahi' nnasss min şerri'l vesvasi'l hannasss, ellezi yuvesvisu fi suduri'nnass mine'l cinneti ve'nnasss." derkenki s sesleri tam bir fısıltı havası verir. İşte görüyoruz ki hem sûrenin teması fısıltıyla alakalıdır ve hem de bu manaları anlatırken seçilmiş kelimeler fısıltı ihsas eden sssss sesleriyle doludur?.

İşte yukarıda sergilediğimiz birkaç mütalaa ışığında artık sizler de kolayca anlarsınız ki Kur'an hakkıyla tercüme edilemez. Her tercüme ona bir yaklaşımdır sadece. Her tercümede, hatta deha kabul ettiğimiz kimselerin tercüme ve tefsirlerinde bile her şeyden evvel çok yönlü anlam yitimleri, ses, ahenk, ritm, ifade kuvvetlerine dair kayıplar mevcuttur.

Hulâsa: İnsanları farklı renk ve ırklar biçiminde yaratan Yüce Allah, onların lisanlarını da farklı kılmıştır. Onlar arasına lisan farklılıklarından oluşmuş bir de duvar örmüştür. Bu lisan farklılığından doğan mânia, Allah ile kulları arsında da oluşmuştur. Kur'an'ın Arapça ile indirilmesi ve Arap olmayan kavimlere de bu lisan ile hitap etmesi, gerçekten de Kur'an mütercimine öteki mütercimlerden çok daha mânâlı ve çok daha zor bir misyon yüklemiştir. Dolayısıyla o, Allah ile kulları arasında anlaşmayı sağlayan bir vasıta olmuştur. Ancak o, bu vazifeyi hakkıyla yapabilmiş midir? Bu sorunun cevabı ise tefsirlerin, meal ve tercümelerin dünyasında gizlidir. Ancak biz bu sorunun cevabını şu cümlelerle vermeye çalışacağız.

İşin erbabı her kimse anlar ki, her tercüme yarı saydam bir camdan süzülmüş bir ışık huzmesinden ibarettir. Her mütercim, asıl kaynaktaki ışıktan bize yanlıca biraz bulanık, kırık, belli belirsiz ışıklar getirebilmiştir. Ve hiçbir mütercim Allah ile kulu arasında lisan farklılığından örülmüş bu katı, bu camit duvarı tam saydam hale getirmeyi maalesef başaramamıştır. Onların hemen hepsi ya bir mercek olmuş veya bir buzlucam. Yani asıl metindeki mânâ, ses, musikî, ritim ve ahenk ışıkları asıl kaynaktan çıkıp farklı mütercimlerin farklı kırılma indislerine sahip zihin ve hayâl dünyalarından süzülerek geçerken farklı kırılmalar meydana getirmiştir. Bu yüzden tercümelerde en fazla ses, musikî ve estetik, daha sonra da anlam kaybı gözlenir olmuştur. İşte bu sebeplerden kaynaklanan anlam kaybını gidermek içindir ki kelimesi kelimesine tercüme ilkelerindense tefsirî tercüme ilkeleri daha çok benimsenir olmuştur. Ne var ki bu tercüme çeşitleri bile, Kur'an'ın ancak yakın sahillerinde dolaşabilen yelkenliler olabilmiş. Bize uçsuz bucaksız bir ummandan sadece kapları nispetince su getirebilmişlerdir.

Tercümeleri hakikaten en beliğ bir şekilde bize Cemil Meriç anlatmış. Onun tercümeler hakkındaki bu mütalaalarını Kur'an tercümeleri hakkında da söyleyebiliriz. Ona göre her tercüme, "Babil kulesinde yolumuzu aydınlatan hırsız feneri."dir. "Sönük, titrek bir ışık."tır. "Dilden dile aktarılan, ruhtan çok lafız, vuzuhsuz bir aşağı yukarı." dır.

Artık tercümeler ve mütercimin kudreti bu kadar olduktan sora, diyebiliriz ki, Kur'an hakkında her tefsir bir yaklaşımdır ve Kur'an hâlâ bakirdir. Üzerinden asırlar geçse de. Onun mânâları ihata edilemez. Ondaki eşsiz musiki, ses örgüsü karşı dile asla aktarılamaz. Kur'an'dan eşsiz mânâlar ve faydalar sunmuş olmalarına rağmen, her tefsir ve mealin noksan kalmış tarafları hâlâ vardır. Kur'an uçsuz bucaksı bir kainattır. Onu herkes kendi kararınca keşfedebilmiştir. Kendi aklı ve imkânı nispetinde anlayabilmiştir.

Kısaca mütercimin Kur'an-ı Kerim karşısındaki durumu, Newton'un okyanus karşısındaki durumu gibidir. Newton bir gün bir deniz sahilindeyken eline birkaç çakıl taşı almış ve demiş ki,

"Bilinmezlikler şu uçsuz bucaksız denizler kadar sonsuz, keşfettiklerimiz elimdeki çakıl taşları kadar? Şu derya keşfedilmeyi bekliyor, oysa ömrüm bitmek üzere!.."

İşte gelmiş geçmiş filozoflar, kaşifler şu uçsuz bucaksız kainatı ne kadar keşfetmişse, bütün müfessirler de Kur'an'ı o kadar keşfedebilmiştir. Kısaca Allah'ın kelamı ve kelimeleri olan Kur'an'ın ne kadar tefsir edilebileceği sorusuna cevap olarak Yüce Mevla'nın Kehf sûresi 109. ayetinin mealini sunmakla yetinelim.

"De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir." (Kehf, 18/109)

69 Sınavlarda başarılı olmak için hangi dualar okunur?

Bir işin hayırlı sonuca ulaşması için şu şekilde dua edilir:

"Allah'ım, bilerek veya bilmeyerek yaptığım günahlarımı bağışla. Allah'ım yaratılanların en hayırlısı olan ve hakkında 'Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım.' buyurduğun son elçin Hz. Muhammed Mustafayı (asm) vesile yaparak, senden, işlerimde bana hayırlı başarılar ihsan etmeni istiyorum. Beni bu işimde ve daha sonraki işlerimde muvaffak eyle."

Sınava giren kişi şu duayı okuyabilir:

"Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi'l-hayr."

"Ey Rabbîm! İşimi kolaylaştır, zorlaştırma ve hayırla sonuçlandır."

70 Duamız neden kabul olmuyor; duanın kabul olmamasının sebebi nedir?

Dua bir ubudiyettir. Bizim dualardaki ana prensibimiz ibadet kastı ve gayesi hakim olmalıdır. Yoksa duayı sırf kabul edilmesi gereken ve ihtiyaç dilekçesi olarak görmek yanlıştır.

Bazen bir şey için dua edilir. Fakat istediğimiz bu şey, zahiren kabul edilmez. Buna rağmen bizim duayı bırakmamamız lazımdır. Şayet istediğimiz şey elde edilse ve Cenab-ı Hak duamızı kabul etse nurun ala nur. Ama zahiren kabul edilmese bile biz “Duam kabul olmadı.” demeyeceğiz. Aksine “Allah bu duamı ahiretim için veya dünyada daha iyi bir şekilde kabul etti.” denilir.

Hakikaten bu dua boşa gitmedi, ibadet olması dolayısıyla ahirette mükafatını göreceğim diye duasını bırakmak değil, aksine daha fazla dua etmeye gayret ve şevk taşımalıyız.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim'de “Bana dua edin size cevap vereyim.” (Mü’min, 40/60) buyurmaktadır.

Bazıları bu ayet-i kerimeyi öne sürerek şöyle demektedirler: Madem Allah “Bana dua edin bende kabul edeyim.” demiştir. Neden çokça dua ettiğimiz halde bazıları kabul edilmiyor. Bu hususta alimlerimiz ittifakla bu ayette Allah “cevap veririm” demektedir, “kabul ederim” dememektedir. Nasıl ki, sen bir hekime gitsen ve desen “Ey hekim bana şu ilacı ver.” elbette hekim sana cevap verir ve “Buyurun.” diye cevap verir. Fakat istediğin şey ya hikmetsiz ya faydasız veya sana zararlı bir ilaç ise, onu değil de daha güzelini sana verir.

Aynen onun gibi, mutlak hikmet sahibi Cenab-ı Hak bize ve dualarımıza cevap verir. Ama kabul etmek hikmetine tabi olduğundan bazen istenen şeyin aynısı bazen de daha güzelini bazen de zararlı olduğunu bildiği için hiç vermez.

Bu kısa açıklamadan sonra duaların kabul şartlarına geçelim:

- Evvela, dua kabul çerçevesi dahilinde olacak.

- Sonra, samimi ve günahsız bir ağızla olacaktır.

- Mümkünse, abdestli ve helal lokma alınmak suretiyle bereketlenecektir.

- Mübarek mevkilerde, özellikle mescit ve camilerde,

- Mübarek zamanlarda, özellikle ramazan ayı ve kadir gecesi, berat gecesi gibi mübarek gecelerde,

- Namazlardan sonra, özellikle sabah namazından sonra dua edilmesi,

kabule karin olması hikmet-i ilahiye ve rahmet-i ilahiyece matluptur. Bu şartlardan uzaklaşıldığı taktirde de duanın tesiri azalacaktır.

Duanın çeşitleri var:

Mesela sizin yarın bir imtihanınız var. Bu imtihanın duası çalışmaktır. Buna fiili dua denir.

Çalışmayı yaptıktan sonra ellerinizi kaldırır “Ya Rabbi, bana hayırlısını nasip et.” demeniz sözlü bir duadır. Safi ve halis bir şekilde ve neticeye kanaat ederek dua etmek gerekir. Çünkü bazen istediğimiz bir şeyin hakkımızda hayırlı olmayacağını Allah bilir fakat biz bilemeyiz. Sonsuz rahmet sahibi Allah’ımız da bunun hayırlı olmayacağını bildiğinden dolayı, farklı bir şekilde kabul eder.

Hazreti Meryem validemizin doğma vaktinde annesi onu mescide adar. Ve onun erkek değil kız olduğunu görünce epey şaşırır ve üzülür. Alimlerimiz bu durumu misal getirerek derler ki, Allah muhakkak yaptığımız duaları kabul eder.

Bazen daha farklı ve daha güzel bir surette kabul eder. İşte Hz. Meryem yüz erkek değerinde bir kız. Allah annesinin duasını kabul etmedi denilmemeli. Aksine daha güzel bir surette kabul etti denilmelidir.

Bazen de dünyada hiç kabul edilmedi zannedilir. Fakat cennette daha ulvi ve güzel şekilde kabul edilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Duanın yapılış şekli nasıl olmalıdır, makbul dualar nelerdir ve ne zaman dua edilmelidir?

Kur'an’da bütün dualara cevap verileceği belirtiliyor. Halbuki dualarımızın çoğu kabul olmuyor?

71 Dualar abdestsiz okunur mu? Dualar nasıl ortaya çıkmış, sûre ile farkı tam olarak nedir?

Kur'an-ı Kerim âyetleri de birer duadır. Ancak her dua Kur'an-ı Kerim âyeti olmadığı için, birbirinden ayırmak gerekir.

Kur'an-ı Kerim'e abdestsiz dokunmak caiz değildir. Ancak Kur'an-ı Kerim âyetleri de baş açık ve abdestsiz, dokunmadan, yüzünden bakarak veya ezberden okunabilir.

Bütün dualar vahiy değildir. Mesela, bazı dualar İslâm âlimlerinin dualarıdır. Bu dualar da abdestsiz ve başı açık okunabilindiği gibi, bunlara abdestsiz dokunmak da caizdir.

72 Hz. İsa’nın okuduğu dua ile Hz. Hasan’ın rüyada öğrendiği dua nedir?

1) Söz konusu bilgiye kaynaklarda rastlayamadık. Bütün araştırmamıza rağmen bu duayı Mukatil b. Süleyman’ın tefsirinde de bulamadık.

Deylem’nin rivayet ettiği bir hadise göre, Peygamber Efendimiz (asm)'in:

“Ya Ali! Sıkıntıya düştüğün zaman, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm,  Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm.’ duasını oku!” (Deylemi, 5/324)

şeklinde kısa bir ifadesi vardır.

Hz. İsa’nın, Allah'ın izniyle ölüleri diriltme mucizesi gösterirken okuduğu dualar şöyledir:

"Ya Hayy, ya Kayyûm!.." (bk. Razi, Al-i İmran 49. ayetin tefsiri; Sâlebî, Arais s. 394)

"Ey Allah'ım! Semâ'da İlâh, sensin! Yer'de İlâh, sensin!
İkisinde de senden gayrı İlâh, yoktur!
Göklerde Cebbar olan, sensin! Yer'de Cebbar olan sensin!
İkisinde de senden gayrı Cebbar olan, yoktur!
Göklerde Hükümdar olan, sensin! Yer'de Hükümdar olan, sensin!
İkisinde de, senden gayrı Hükümdar yoktur!
Göklerde hüküm, senindir! Yerde hüküm, senindir!
İkisinde de senin hükmünden gayrı hüküm yoktur!
Senin, yeryüzündeki kudretin, semâdaki kudretin gibidir!
Senin, yeryüzündeki saltanatın, semâdaki saltanatın gibidir!
Ben, senin şerefli isimlerinle, senden dilekte bulunuyorum!
Hiç şüphe yok ki, sen, her şeye kadirsin, senin, her şeye gücün yeter!
" (Sâlebî-Arais, s.390)

2) Silsile-i Aliye genellikle Kadiri veya Nakşibendi tarikatinin -başta sona- şeyhlerinin isimlerini ihtiva etmektedir. Örneğin en son Şeyh aldığı icazetnamede kendisinden şeyhine ve şeyhinden de Hz. Ali’ye kadar uzanan şeyhlerin isimleri yazılıdır. Bizde böyle bir liste yoktur.

3) Hz. Muaviye tarafından yıllık olarak Hz. Hasan’a bir miktar dirhem veriliyordu. Bir ara bu hediye kesildi. Hz. Hasan bir kağıt getirip konuyu Hz. Muaviye’ye iletmek isterken, birden uykuya daldı ve rüyasında Hz. Peygamber (asm)’i gördü. Resulullah, "İnsanlardan bir şey isteyeceğine şu duayı oku." diyerek duayı öğretti. Bu duanın şekli konusunda farklı rivayetler vardır. Daha çok meşhur olanı şudur:

اللهم اقذف فى قلبى رجائك واقطع رجائى عما سواك حتى لا ارجو احدا غيرك
اللهم وما ضعفت عنه قوتى وقصر عنه عملى ولم تنتهى اليه رغبتى ولم تبلغه مسألتى ولم يجر على لسانى مما اعطيت احدا من الاولين والاخرين من اليقين فخصنى به يا رب العالمين

Latin harfleriyle:

“Allahumme’kzif fi kalbî recaeke, ve’kta’ recaî amma sivake hatta lâ ercû ehaden ğayreke. Allahumme ve mâ daufet anhu kuvvetî ve kasure anhu amelî ve lem tentehî ileyhi rağbetî ve lem tebluğhu mes’eletî ve lem yecri alâ lisanî mimmâ a’tayte ehaden mine’l-evvelîne ve’l-âhirîne mine’l-yakîni  fe hassınî bihî ya rabbe’l-âlemin.” (İbn Asakir, Tarihu Dımaşk, Daru’l-fikr, 1415/1995, 13/166-167)

Tercümesi:

“Allah’ım! Senin ümidini (sana olan ümidi) kalbime yerleştir, senden başkasına olan ümidimi kes / kopar, öyle ki senden başkasına asla ümit beslemeyeyim. Allah’ım! Gücümün aciz kaldığı, çabalarımın yetersiz olduğu, arzularımın ulaşamadığı, isteklerim arasında yer almayan ve dilimle seslendiremediğim, öncekilerden ve sonrakilerden herhangi bir kimseye ihsan ettiğin yakini (sana güvenme-sana tevekkül etme duygusunu) bana lütfet, ya Rabbe’l-âlemin!”

73 Dualardaki sayıların hükmü nedir?

Peygamber Efendimiz (asm)'den rivayet edilen ve belli sayılarda okunması isetenen dualar, zikirler, tesbihler vardır. Bunların, bu sayılara uygun olarak okunması sünnettir.

Maddi kilitlerin kendilerine münasip anahtarları olduğu gibi manevi kilit hükmünde bazı sırların da kendilerine münasip ölçülerde anahtarları vardır.

İşte bazı ilahi sırların açılabilmesi için belirli sayıda tesbihin veya salavatın çekilmesi uygun olur. Bu sayı kasten çekilmez ise o ilahi sırra erişilmesi mümkün olmayabilir. Fakat sehven, yani unutarak yanlış çekilmiş ise Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden kabul etmesini bekleriz.

4444 Tefrîciyye veya 41 Yâsîn gibi belli sayılarda okunan dualar, zikirler, salavât, âyetler ve sureler hakkında ise, -namazlardan sonra 33 adet olarak söylenen tesbîh, tahmîd ve tekbîr gibi bazı rivayetler müstesna tutulursa- emreden, tavsiye eden bir nas yoktur. Müslüman istediği kadar Tefrîciyye diye anılan salavât veya Yâsîn Suresi veya dua okuyabilir. "Bunu şu kadar okumak sünnettir, farzdır, dinin emridir..." derse veya böyle inanırsa bid'at gerçekleşir. Böyle bir inanç olmaksızın, şahsî veya başkasının tecrübesine dayanarak "Bu kadar okumanın şuna faydası oluyor, oldu" der, okur ve tavsiye ederse bu bid'at olmaz ve sakıncası da bulunmaz.

Bilindiği üzere Peygamberimiz’e (sas) salatü selam getirmek, bizim ömür boyu mükellef olduğumuz hasbi görevimizdir. Bu konuda Ahzap Sûresi’ndeki ayette ve birçok hadislerde salatü selam okumamız emredilmektedir. Nitekim namazlarımızda tekrar ettiğimiz "Allahümme salli..." ve "Allhümme barik..." duaları da emredilen salavat dualarından bazılarıdır. Bizler bu gibi salavat-ı şerifeleri her fırsatta okur, Peygamberimiz (asm)’e salatü selam getirmeyi vazgeçilmez görevimiz olarak biliriz. Bunu yaparken de dünyevî bir karşılık beklemeyi aklımıza dahi getirmeyiz..

İşte hiçbir dünyevi maksat beklemeden, sadece Peygamberimiz (asm)'in şefaatine nail olma ümit ve niyetiyle okuduğumuz bu salatü selamlara bazıları bu defa , -Salat-ı Tefriciye’de olduğu gibi- peşin dünyevi bir istek de yükleyerek okumaya başlıyorlar. Böyle durumda ise soru şu oluyor:

Dünyevi bir niyetle okunan salatü selamda beklenen peşin dünyevi sonuç, kesin şekilde elde edilebilir mi? Böyle dinî bir hüküm var mıdır?

Bu soruya sıhhatli cevap verebilmek için okunan salavatların birer dua olduğunu, duanın karşılığının ise çoğunlukla ahirette verileceğini hatırlamaya ihtiyaç vardır. Şöyle ki:

Salat-ı Tefriciye gibi salatü selamlar Peygamberimiz (asm) için yaptığımız birer makbul duadırlar. Dualar ise ibadet niyetiyle okunur. İbadetlerin karşılığı da bazen dünyada verilse bile çoğunlukla da ahirete tehir edilir. Bu sebeple, bu okumalarda dünyevi sonuç hemen alınmazsa "duam kabul olmadı, redde uğradı" diye ümitsizliğe düşülmez.. Belki karşılığı ebedi hayatta verilmek üzere ahirete tehir edildi, denerek salatü selama devam edilir...

Yani hangi sıkıntıdan kurtulmak niyetiyle okunursa okunsun, okuyan karşılığını hemen peşin olarak dünyada alacak, düşündüğü sonuca da mutlaka hemen varacak, diye bir hüküm yoktur.. Kaldı ki, maruz kalınan sıkıntılar, bu gibi duaları okumanın da vakitleri olarak görülür. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri’nin bu konudaki hatırlatmaları mealen şöyledir:

"Dua bir ibadettir! Kul, kendi aczini ve fakrını dua ibadeti ile ilan eder. Zahiri maksatlar ise dua ibadetinin vakitleridir! Hakiki faideleri değil. Çünkü ibadetin faidesi, ahirete bakar! Dünyevi maksatları hasıl olmazsa, o dua kabul olmadı, denilmez, belki daha duanın vakti bitmedi denir, dua yapmaya devam edilir..." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektubun Birinci Zeyli)

Bu sebeple Salat-ı Tefriciyye gibi mübarek ve makbul salavat dualarını, sadece dünyevi ihtiyacımızı karşılama aracı durumuna düşürmemeli, ebedi hayatta karşılığını göreceğimiz bir şefaat vesilesi duamız olarak okumalı, peşin sonuç alınmazsa okuduğumuz salavatlar boşa gitti dememeli, karşılığı ahirette verilecektir diye devam etme şevkimizi korumalıyız...

4444 kere okunma rakamına gelince: Kolay hatırda kalması için böyle bir rakam söylenmiş olabileceği gibi, bir sır da bulunabilir bu miktar okumalarda. Nitekim tefsir sahibi Kurtubi’nin, 4444 defa okunması halinde kabul olacağı yönünde bir ümidi vardır. Ancak bu da bir ümittir. Bu miktarı bulan okumalar mutlaka kabul olur, bulmayan ise redde uğrar demek değildir. Nitekim günde 41 defa, 21 defa okunmalıdır, diyenler de olmuştur. Duadır bu.. Az okuyanın az, çok okuyanın da çok sevap alması hem makul hem de meşru bir sonuç olur. Dünyevi sonuç kesin olmasa da uhrevi sevap ihlası nispetinde kesinleşir diye düşünmek doğru olur.

Böyle düşünmenin faydası şu olur; bunca ümitle okunduğu halde dünyevi sonuç alınamazsa, "boşa okuduk" diye bir kırılmaya sebep olmaz, karşılığı ahirette ebedi şekilde verilecek diye ümit bağlantısı devam eder, kopma olmaz. Mühim olan da kopmanın olmaması, ümitsizliğe düşülmemesidir. Okuma azim ve aşkının devam etmesi, bu sevaptan mahrum kalınmamasıdır. 

İlave bilgi için tıklayınız:

Dualara va'dedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir?

74 Namazda "Sübhaneke" duasından önce neden besmele söylemiyoruz?..

"Sübhaneke" Kur'an'dan bir sure olmadığı için, ondan önce "besmele" okumak gerekmez.

Tevbe suresinin başında besmele yoktur.

Hadis-i şerifte,

"Kur'an-ı Kerime saygı göstermek, Euzü okuyarak başlamakla olur ve Kur'an-ı Kerim'in anahtarı, Besmeledir."

buyuruldu. Sure okurken, Euzü Besmele okunur. Âyet-i kerime okurken, âlimlerin çoğuna göre, yalnız Euzü okunur. Sure veya âyet okumaya başlarken Euzü okumak vacip, Fatiha okumaya başlarken Besmele okumak da vaciptir. Diğer surelere başlarken Besmele okumak sünnettir.

Namazda, Sübhaneke okuduktan sonra Euzü Besmele okumak sünnettir. Allah Teâlâ, buyuruyor:

"Kur'an-ı kerim okuyacağın zaman, 'Festeiz billahi mine'ş-Şeytani'r-racîm', yani; 'Kovulmuş (iyilikten uzaklaştırılarak, lânetlenmiş) olan şeytanın şerrinden Allah'a sığın,' "(Nahl, 16/98)

İlave bilgi için tıklayınız: 

- İSTİÂZE...

75 Duadaki ince sır nedir? Her dua kabul olur mu?

Dua, kulun Rabbine yönelip O'ndan yardım dilemesidir. İnsan, gücünün yetmediği ihtiyaçlarını elde etmek, kendi kudretiyle erişemediği arzularına erişmek için Allah'a sığınır. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse yoktur ki, onun en gizli arzularını duyup yerine getirsin, ihtiyaçlarını karşılasın.

Dua bir ibadettir. Hatta ibadetin ruhudur.

Nasıl ki, bir çocuk eli yetişemediği bir ihtiyacını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani acizlinin diliyle dua eder ve isteklerini elde eder.

Öyle de, insan bütün canlılar içinde nazik ve nazlı bir çocuğa benzer. Cenab-ı Hakkın dergâhına acziyle ağlamak veya ihtiyacıyla dua etmekle yönelir. Yoksa bir sinekten korkan haylaz bir çocuk gibi, “Bu insanları kendi gücümle emrimde çalıştırıyorum” deyip nankörlük etmek, insanın yaratılışına aykırı olduğu gibi, üstelik âhirette şiddetli bir azabı da hak eder.

İnsan dua vasıtasıyla Cenab-ı Hakka yaklaşır. Bu itibarla başa gelen çeşitli sıkıntılar ve belalar, insana aczini ve güçsüzlüğünü hatırlatıp onu Rabbine yönelmeye zorlaması cihetiyle rahmettir. Çünkü insan bilhassa böyle vakitlerde ne kadar âciz ve çaresiz olduğunu anlayıp sığınacak bir yer bulmaya muhtaç durumdadır. Dua bunun en güzel vesilesidir.

Dua bir ibadet olduğuna göre, onun sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılması gerekir. Bunun için insan âcizliğini, yalnızlığını ve çaresizliğini bütün ruhuyla hissedip kendisine yardımcı olacak, korkulardan, endişelerden kurtaracak yegâne zatın Allah olduğunu düşünerek ellerini semaya kaldırmalıdır. O Yaratıcı sonsuz bir kudret, bir rahmet ve bir hikmet sahibidir. Bütün kâinat Onun eseridir ve Onun izni olmadan yaprak bile kıpırdayamaz. Bütün kemal sıfatların sahibi olan Cenab-ı Hak, buna karşılık bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı canlı-cansız bütün varlıkları sayısız nimetlerle donatmış, onların üstünde insanı en yüksek bir mevki ile şereflendirmiştir. Bunun için Cenab-ı Hak sonsuz hamd ve senâya layıktır. Zaten varlıkların yaratılış maksadı da hamd, tesbih, tekbirle Ona kulluk etmek değil midir? İşte dua bundan dolayı ehemmiyet taşımaktadır.

Her dua kabul olur mu?

Her ettiğimiz dua kabul olunmuyor. Oysa âyet-i kerimede “Bana dua edin, size cevap vereyim” buyuruluyor? Bunun sebebi nedir?

Dua meselesinde iki ifade vardır; biri cevap, diğeri de kabul. Yani ettiğimiz her duaya Cenab-ı Hakk'ın cevap vermesi ayrıdır, kabul etmesi ayrıdır. Allah her duaya cevap verir. Fakat her zaman istenen şeyin aynısını vermez. Çünkü hikmeti bunu gerektirmektedir.

Bu durum, doktor çocuk misaline benzer. Şöyle ki: Doktora götürülen çocuk muayenehanede bir ilâç görür, hemen onu ister. O ilâcın hastalığına iyi geleceğini sanır. Doktor muayene eder. Hastalığı teşhis ettikten sonra, ya çocuğun istediği ilâcı verir, ya başka bir ilâç verir, yahut gerek görmez, hiç ilâç yazmaz.

İşte Cenab-ı Hak her yerde hazır ve nâzırdır. İnsanın yaptığı her duayı işitir ve cevap verir. Fakat insanı insandan daha çok düşündüğünden, derdini ve asıl ihtiyacını iyi bildiğinden; neyin hayrına, neyin zararına olacağını ezelî ilim ve hikmetiyle bildiğinden, insanın istediğinin aynısını verebildiği gibi, bazan daha iyisini verir, bazan da zararlı olacağından hiç vermez. Bunun için insanın, “Allah, benim her istediğimi vermiyor” demeye hakkı yoktur.

Dua bir ibadet olduğuna göre mükâfatı âhirette verilir. İnsanı duaya sevk eden sebepler ise o ibadetin vaktidir.

Meselâ hava kurak gidip yağmursuzluk devam ettiği zamanlarda yağmur duasına çıkılır. Güneşin batması akşam namazının vakti olduğu gibi, kuraklık da o duanın vaktidir. Yoksa o dua yağmuru yağdırmak için değildir. Çünkü o takdirde dua Allah rızası için değil de, sırf yağmurun yağması için edilmiştir. Bundan dolayı da kabule layık olmaz.

Bunun gibi, insanın birtakım belâ ve musibetlere uğraması, hastalanması, bazı duaların vakitleri sayılır. İnsan böyle zamanlarda çaresizliğini, güçsüzlüğünü anlar, dua ve niyazla İlâhî dergâha iltica eder. İnsan o kadar dua ettiği halde belalar gitmez, hastalıklar geçmez ve netice itibariyle o an için istekler yerine gelmemiş görünür. İnsan, “Duam kabul edilmedi” dememeli, “Duamın vakti bitmedi, daha çok dua etmem gerekir” demelidir. Şayet Cenab-ı Hak, edilen duanın aynısını verse, belayı kaldırsa, işte o zaman duanın vakti sona ermiş olur.

Başka bir misâl:

İnsan duasında Allah'tan erkek çocuğu ister, Hazret-i Meryem'in annesinin duasında olduğu gibi Cenab-ı Hak ona Hazret-i Meryem gibi bir kız çocuğu verir. Bu insan, “Duam kabul olunmadı” diyemez, belki “Daha güzel bir şekilde kabul edildi” der.

Diğer taraftan, bazan insan dünyevî bir ihtiyacı için dua eder. Fakat Cenab-ı Hak duasını âhireti için kabul eder. Yani ettiği bu duası sayesinde ya Cehennem azabından kurtulur veya Cennetteki makamı yükselir. Bu insan, “Duam reddedildi” diyemez, “belki daha faydalı bir şekilde kabul edildi” diyebilir.

“Duanın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:

“Dua eden adam bilir ki, Birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetişir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn der."

“Dua ubudiyetin (kulluğun) ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam duası ile gösteriyor ki, bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılâı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum.”1

Duanın çeşitleri

1. İstidat diliyle dua:

Bitki ve hayvanların duasıdır. Bütün tohumlar, çekirdekler hal ve istidat dilleriyle Cenab-ı Hakka şöyle dua ederler:

“Ya Rab! Senin isimlerinin nakışlarını tafsilatlı olarak göstermek için bizi geliştir. Küçük hakikatlerimizi sümbül ve ağaçla büyük hakikata çevir. Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün her tarafında kendi türümüzün bayrağını dikelim. Yeryüzü mescidinin her bir köşesinde sana ibadet etmek için bize yardım et. Dünya sergisinde senin güzel sanatlarını kendi dilimizle sergilemek için güç ver.”

Bitkilerin bu duasının kabulü için sebepler biraraya gelir. Meselâ, güneş, su ve toprak çekirdeğin etrafında bir vaziyet alarak şöyle derler:

“Yâ Rab! Bu çekirdeği ağaç yap!” Çekirdek ağaç olur. İşte sebeplerin biraraya gelmesi bir çeşit duadır. Çünkü o ağacı şuursuz sebepler yapmıyor, onu yeşerten Cenab-ı Hak'tır. Ayrıca bitkilerin tohumları da rüzgâr vasıtasıyla dünyanın dört bir tarafına ulaşır ve kendi türünün bayrağını dalgalandırır.2

Her Şey Bismillah Der

Bismillah güzel bir duadır. Bu duayı sadece insan yapmaz. Bitkiler ve hayvanlar da yapar. Şöyle ki:

Her şey Cenab-ı Hakk'ın namına hareket eder. Zerre kadar tohum ve çekirdekler başlarında koca ağaçları taşır, dağ gibi yükleri kaldırır. Demek ki, her bir ağaç “Bismillah” der, rahmet hazinesi meyvelerinden ellerini doldurur, bizlere tablacılık eder. Her bir bostan “Bismillah” der, kudret mutfağından bir kazan olur, çeşit çeşit pek çok leziz yiyecekler beraber içinde pişirilir. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillah” der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzâk namına en lâtif, en nazif âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim eder. Her bitki ve ağaçların ipek gibi yumuşak kökleri “Bismillah” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey onun emrine girer.

Evet, havada dalların yayılması ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kolaylıkla yayılması ve yer altında yemiş vermesi, kavurucu sıcağa karşı aylarca nazik, yeşil yapraklarının yaş kalması, tabiatçıların ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki:

“En güvendiğin sertlik ve sıcaklık dahi emir altında hareket ediyorlar; o ipek gibi yumuşak damarlar birer Asa-yı Musa gibi “Asanı taşa vur demiştik” emrine uyarak taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince yapraklar İbrahim Aleyhisselâmın birer azası gibi ateş saçan hararete karşı “İbrahim için serin ve selametli ol” meâlindeki âyeti okuyorlar.3

Değişme ve gelişme halinde olan her varlığın istidat diliyle yaptıkları dua da bu kısma girmektedir. Her şey kendine has diliyle Cenab-ı Hakkı tesbih ettiği gibi, ihtiyacıyla da Allah'a dua etmektedir.4

Diğer bazı varlıkların kendi dilleriyle yaptıkları dua Sözler'de şöyle ifade edilir:

“Eğer o yüksek hakikatleri yakından temaşa etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor, 'Ne diyorsunuz?' de. Elbette 'Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbar.' dediklerini işiteceksin. Sonra deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor, 'Ne diyorsunuz?' de. Elbette, 'Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm' diyecekler. Semâyı dinle. Nasıl 'Yâ Celîl-i Zülcemâl' diyor. Ve arza kulak ver. Nasıl, 'Yâ Cemîl-i Zülcelâl' diyor. Ve hayvanlara dikkat et. Nasıl 'Yâ Rahmân, yâ Rezzâk' diyorlar. Bahardan sor. Bak, nasıl, 'Yâ Hannan, yâ Rahman, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Lâtif, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin' gibi çok esmayı işiteceksin.”5

Bediüzzaman, kedilerin hırhır ve mırmırlarıyla “Yâ Rahîm, yâ Rahîm!” dediklerini hem kendisinin, hem de talebelerinin fark ettiğini söylemektedir.

2. Fıtrî ihtiyaç diliyle dua:

İnsan ve hayvan bütün canlılar, iktidar ve iradeleri ile elde edemedikleri zaruri ihtiyaçlarını Cenab-ı Hak'tan isterler. Her bir varlık o ihtiyaç diliyle hayatlarını devam ettirmek için Cenab-ı Hak'tan rızık hükmünde ihtiyaçlarını isterler. Bu duaları kabul olunur, ihtiyaçları münasip vakitte ummadıkları yerden gönderilir.

3. Iztırar diliyle yapılan dua:

Muztar durumda kalan her insan Yüce Allah'a iltica ederek dua eder, göremediği bir hâmisine sığınır, Rabbine yönelir. Tarih boyu insanlığın yapmış olduğu keşif ve icatlar da bu duaya dahildir.

Muztar olan bir insanın yaptığı duanın büyük bir tesiri vardır. Bazan böyle duaların hürmetine en büyük bir şey en küçük bir şey kadar insanın emrine girer. “Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevap veren Zat mahlukata hâkimdir. Öyle ise mahlukata dahi Hâlık'tır (yaratıcıdır).”6

Bu üç çeşit dua, bir mani olmazsa daima makbuldür.

4. Her zaman yaptığımız meşhur dua

Bu da iki kısımdır:

a. Fiilî dua: Sebeplere teşebbüs etmek fiilî duadır. Çift sürmek gibi. Toprak rahmet hazinesinin kapısı olduğundan çiftçi o kapıyı sabanıyla çalar. Bu dua doğrudan Cenab-ı Hakk'ın isim ve ünvanına yönelmiş olduğundan çoğunlukla kabul olunur.

b. Kavlî dua: Dil ve kalble yapılan dua: İnsanın eli yetişmediği bir kısım ihtiyaçlarını istemesidir. Bunun en mühim tarafı, en güzel meyvesi şudur:

“Dua eden adam anlar ki, Birisi var, benim kalbimden geçenleri işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, âcizliğine merhamet eder, fakirliğine medet eder.”

Hayvanların acıktıkları zaman kendilerine has dilleriyle çıkardıkları sesler de kavlî duaya girmektedir.7

Duada elleri ters çevirmenin sünnetteki yeri

Bu hususta Peygamberimiz (a.s.m.)'in tatbikatı belli ve açıktır. Sahabilerin ifadesine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) ellerini göğüs hizasına getirip, avuç içlerini yüzüne meyilli olarak açar, dua buyururlardı. Hatta yağmur duası esnasında ellerini iyice yukarı kaldırdığını ve koltuk altlarının beyazlıkları görülünceye kadar dua ettiğini on yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Mâlik bildirmektedir.(8)

Peygamberimiz (a.s.m.)'in yağmur duası dışındaki dualarında da ellerini fazla kaldırdığı rivayet edilmektedir.

Allah'tan bir şey isterken veya arzu etmediğimiz bir şeyden korunmak için dua ettiğimizde, ifadelerimizde değişiklikler olduğu gibi, duruşunda da farklılık vardır.

Nitekim, Hallad bin Sâibi'l-Ensarî, Peygamberimiz (a.s.m.)'in dua ederken ellerini nasıl tuttuğunu şöyle anlatmaktadır:

“Peygamber (a.s.m.) Allah'tan bir şey istediği zaman avuçlarının içini semâya kaldırır, bir şeyden Allah'a sığındığı zaman da avuçlarının dışını, ellerinin tersini semâya çevirirdi.”(9)

Yine Peygamberimizin (a.s.m.) yağmur duası esnasında ellerinin dışını çevirdiğini rivayet eden Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle demektedir:

“Peygamber (a.s.m.) yağmur duası yaptı ve avuçlarının sırtı ile semaya işaret etti.”(10)

Çünkü yağmurun kesilmesi ve uzun bir süre yağmaması bir musibettir. Bu belânın def'i için yağmur duası yapılmaktadır. Kıtlığın, yağmursuzluğun gidip, bereketin ve bolluğun gelmesi istenmektedir. İşte bu susuzluğun gitmesi için dua esnasında elin tersi döndürülmektedir.

Sahih-i Müslim'in Şârihi ve Şafiî mezhebinin büyük âlimlerinden İmam-ı Nevevî Hazretleri bu hadisi açıklarken şöyle demektedir:

“Bizim âlimlerimizden bir cemaat ve diğer bazı âlimler kıtlık ve benzeri belâların def'i için edilen dualarda elleri kaldırıp avuçların sırtlarını semaya çevirmiş, Allah'tan bir şey isterken de avuçların içini semâya kaldırmanın sünnet olduğunu, bu hadisi delil getirerek söylemişlerdir.”(11)

Enbiya Suresinin 90. âyetinin, duanın âdâbını bildirdiğini söyleyen müfessirler, bu âyete göre dua esnasında yerine göre ellerin bazan içi, bazan da tersi çevrilir demektedir. Âyetin meali şöyledir:

“Gerçekten onlar daima hayırlı işlere koşar ve rahmetimizi umup azabımızdan korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize karşı derin bir hürmet ve tevazu içindeydiler.”

Âyette geçen “rağaben” rağbet ve ümit mânâsına gelirken, “rahaben” kelimesi de korku hâli demektir. İşte bazı müfessirler bu âyetten murad, “Allah'tan bir şey istenildiği zaman avuçların içi, korku ânında Allah'a sığınırken avuçların dışı semaya kaldırılır.” demektedirler.(12)

İşte Allah'tan sıhhat, âfiyet, huzur, sükûn, bereket ve bolluk dilerken ellerin iç kısmını; kötülük, kıtlık, kuraklık, belâ, musibet, maişet darlığı, ihtilaf ve düşmanlıklardan sakınmak için Allah'a iltica ederken de ellerin dış kısmı çevrilir. Namaz tesbihatında “ecirna (bizi muhafaza et)” derken de fitne ve belâlardan sığınma vardır. Bu anda da ellerin tersi çevrilir.

Dipnotlar:

1. Mektubat, s. 280; Sözler, 295.
2. Mektubat, s. 280.
3. Sözler , s. 6-7.
4. Mesnevî-i Nûriye, s. 216.
5. Sözler, 310.
6. Mesnevî-i Nûriye, s. 70.
7. Mesnevî-i Nûriye, s. 216.
8. Müslim, İstiska: 5.
9. Müsned, 4:56.
10. Müslim, İstiska: 6.
11. Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, 5:190.
12. Buluğu'l-Merâm Tercümesi, 2:230.

(Mehmed Paksu)

76 Kekemeliğin giderilmesi için okunacak dua var mı?

Bunun için hem maddi hem de manevi tedaviden istifade etmek gerekir. Bu nedenle işinin ehli uzman bir doktora göstermenizi tavsiye ederiz.

Özellikle Hz. Musa aleyhisselamın yaptığı duayı çocuğunuza da ezbetletmenizi ve sık sık da okumasını öneririz.

"Rabbiş rahlî sadrî ve yessir lî emrî vehlül ugdeten min lisanî yefgahü kavlî." (Taha, 20/25- 28)

Meali: "Rabbim! dedi, yüreğime genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimden (şu) bağı çöz. Ki sözümü anlasınlar."

Bu dua ayet olduğu için, Kur'an okumasını bilen birinnin ağzından öğrenilirse yanlış okunmamış olur.

Ayrıca Salât-ı nâriye duasını da 4444 defa okuyup okutmak da güzeldir.

“Salât-ı nâriye” olarak bilinen salavât-ı şerifenin Arapça olarak yazılışı “Cevşen-i Kebir”in de içinde bulunduğu Hizbü Envâri’l-Hakâiki’n-Nûriye’nin “Delâlilü’n-Nûr” bölümünün 125. sayfasında yer almaktadır. Okunuşu şöyledir.

“Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedi’nillezî tenhallü bihi’l-ukadü ve tenfericü bihi’l-kürabü ve tükdâ bihi’l-havâicü ve tünâlü bihi’r-regâibü ve hüsnü’l-havatimi ve yüsteska’l-ğamâmü bi-vechihi’l-kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihî fî-külli lemhatin ve nefesin bi-adedi külli ma’lûmin lek.”

Okunması ve fazileti büyük olan bu salavât-ı şerife esas itibariyle bir duadır. Aynen salât-ı münciye gibi okunmasında büyük sevap olan bir salavattır. Bu çeşit duaların hem maddi hayatımız için, hem de uhrevî istikbalimiz için şüphesiz pekçok fayda ve tesirleri vardır. Birçok ihtiyaç ve arzu bu duanın vakti ve zamanıdır. Okunur, Cenab-ı Hakk'tan tesirinin yaratılması ve istenen şeyin meydana gelmesi için niyazda bulunulur. Şayet vakti “kazâ” olmuş, şartlar yerine gelmişse duânın aynısı kabul olunur, istenen ihtiyaç da verilir. Fakat bilemediğimiz, aklımıza gelmeyen bazı hikmetlerden dolayı istediğimizin aynısının verilmesi uygun değilse; verilse bile zararımıza olacaksa, bunun için bir sıkıntı ve üzüntüye kapılmamalıdır.

Kur’ân-ı Kerim'in şu âyetleri bu hususta İlâhî takdirin karşısında en büyük tesellisi olmalıdır:

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onlara hem kız, hem erkek çocuklarını birarada verir. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi bütünüyle bilendir. Her şeye gücü yetendir.”(Şûra, 42/49-50)

Bunun için Allah’tan hakkımızda hayırlı olan ne ise onu istemeli. Dua ederken bu hususu dikkatten uzak tutmamalıdır.

77 Namazda ve secde anında duanın ölçüsü nedir?

Farz Namazlarda Duanın Ölçüsü:

- Namazın teşehhüdünde “Et tahiyyatu, Allahümme salli, Allahümme barik, Rabbena Atina ve Rabbenağ firli” dualarının dışında başka dualar okunabilir mi?

Dualarda efdal olanları bunlardır. Bu bakımdan halkın sözlerine benzer tarzda dua yapmak veya halktan istenilmesi her zaman için mümkün olan şeyleri arzulayarak, bazı sözlerle duada bulunmak uygun değildir. Buna bir örnek verelim:

«Allah'ım! Beni falan kızla evlendir!..», «Benim tarla ve bahçeme su indir!..» gibi. İşte bu tür sözlerle duâ etmek doğru değildir. Hatta caiz olmadığını söyleyenler var ki sahih olan da budur. (El-Ayni Şerh-i Hidâye - Fetavâ-yi Hindiyye.)

Duada bu ölçüyü dikkate alanlara göre, «Allah'ım! Bana çok mal ver!..» derse, namazı bozulur. «Allah'ım! Bana ilim ve hac nasîb eyle.» derse, namazı bozulmaz. Çünkü birincisi halk sözlerinden birdir.

Bunun için sünnete uygun duaları ezberleyip okumak daha uygundur; dilin başka bir söze kaymasını önler. (El-Velvaliciyye / Abdürreşid – Tatarhaniyye.)

Ancak bu konuda genel kaideyi unutmamak gerekir:

Teşehhüde oturduktan sonra, yani «Et-Tahiyyat’ı» okuduktan veya onu okuyacak miktar oturduktan sonra halkın sözüne benzer anlam ve ölçüde yapılan dualar namazı bozmaz, ancak kişi böyle yapmakla namazdan çıkmış olur. Son farz olan Teşehhüd Miktarı oturmak gerçekleştiği için namazın bozulması söz konusu değildir. Bu miktar oturmadan belirtilen anlam ve ölçüde duâ yapacak olursa, o takdirde namazı bozulmuş sayılır. (Et-Tebyin / Zeylaî - Fetava-yi Hindiyye.)

Rivayet yoluyla sabit olan dualardan biri de Ebu Bekir Sıddîk (ra)'den nakledilenidir:

Resûlullah (asm) Efendimiz, namazda okumam için bana şu duayı öğretti:

«Allahümme, innî zalemtu nefsî zulmen kesîren ve innehu lâ yağfîru'z-zünube illâ ente, fağfir lî mağfireten min indike verhamnî inneke ente'l-ğafuru'r-rahîm.»

Türkçe anlamı:

«Allah'ım! Ben kendime çok haksızlık ettim. Doğrusu günahları ancak sen bağışlarsın; beni bağışla, kendi katından bir bağışlamayla beni mağfiretine erdir. Bana merhamet et. Çünkü ancak sen hem Ğafur'sun, hem Rahîm'sin.»

Büyük sahabi İbn Mes'ud (ra) de daha çok şu duayı tavsiye etmiştir:

«Allahümme innî eselüke mine'l-hayrî küllihî, ma alimtü minhu vema lâ a'lemu ve euzu bike mine'ş-şerrî küllihî ma alimtu mînhu vema lâ a'lemu. »

Türkçe anlamı:

«Allah'ım! Bildiğim, bilmediğim bütün hayırları senden dilerim. Bildiğim ve bilmediğim bütün şer ve kötülüklerden sana sığınırım.»

Et-Tahiyyat ve bazı dualardan sonra şu duayı da yapmak müstehabdır:

«Rabbî'c'alnî mukîme's-salâtî ve mîn zürriyyetî rabbenâ ve tekabbel duaî; rabbanâ, iğfir lî veli valideyye ve lil mü'minîne yevme yekumu'l-hisab.»

Türkçe anlamı:

«Rabbimiz! Beni de soyumu da namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamızı kabul buyur. Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve bütün mü'minleri, insanların hesaba kalkacakları gün bağışla.»

(Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: I/263-265.)

İlave bilgi için tıklayınız:

Secde anında duanın ölçüsü nedir?

78 Sabahları işyerini açarken okunacak dua nedir?

“Allahümme yâ müfettihal ebvâb. İftah lenâ hayral bâb, Allahümmerzugnâ rızgan halâlen ve rızgan vâsian birahmetike yâ erhamerrahimin.”

(Ey kapıları açan Allah'ım! Bize hayır kapısını aç. Rahmetinle bize helal ve bol rızık ver! Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah'ım!)

79 Subbuhun, kuddûsün, Rabbu'l-melâiketi ve'r-rûh; duasının anlamı nedir?

Hz. Aişe'den gelen bir rivayette şöyle denir: Resulullah (s.a.v.) rüku ve secdesinde şöyle derdi:

"Subbuhun, kuddusün, Rabbul melâiketihî ve'r-rûh."

Anlamı: "Münezzehsin, Mukaddessin, meleklerin ve Ruh'un Rabbisin."(Ebu Davud, II, 28-35).

80 Duadaki ince sır nedir? Her dua kabul olur mu?

Dua, kulun Rabbine yönelip O'ndan yardım dilemesidir. İnsan, gücünün yetmediği ihtiyaçlarını elde etmek, kendi kudretiyle erişemediği arzularına erişmek için Allah'a sığınır. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse yoktur ki, onun en gizli arzularını duyup yerine getirsin, ihtiyaçlarını karşılasın.

Dua bir ibadettir. Hatta ibadetin ruhudur.

Nasıl ki, bir çocuk eli yetişemediği bir ihtiyacını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani acizlinin diliyle dua eder ve isteklerini elde eder.

Öyle de, insan bütün canlılar içinde nazik ve nazlı bir çocuğa benzer. Cenab-ı Hakkın dergâhına acziyle ağlamak veya ihtiyacıyla dua etmekle yönelir. Yoksa bir sinekten korkan haylaz bir çocuk gibi, “Bu insanları kendi gücümle emrimde çalıştırıyorum” deyip nankörlük etmek, insanın yaratılışına aykırı olduğu gibi, üstelik âhirette şiddetli bir azabı da hak eder.

İnsan dua vasıtasıyla Cenab-ı Hakka yaklaşır. Bu itibarla başa gelen çeşitli sıkıntılar ve belalar, insana aczini ve güçsüzlüğünü hatırlatıp onu Rabbine yönelmeye zorlaması cihetiyle rahmettir. Çünkü insan bilhassa böyle vakitlerde ne kadar âciz ve çaresiz olduğunu anlayıp sığınacak bir yer bulmaya muhtaç durumdadır. Dua bunun en güzel vesilesidir.

Dua bir ibadet olduğuna göre, onun sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılması gerekir. Bunun için insan âcizliğini, yalnızlığını ve çaresizliğini bütün ruhuyla hissedip kendisine yardımcı olacak, korkulardan, endişelerden kurtaracak yegâne zatın Allah olduğunu düşünerek ellerini semaya kaldırmalıdır. O Yaratıcı sonsuz bir kudret, bir rahmet ve bir hikmet sahibidir. Bütün kâinat Onun eseridir ve Onun izni olmadan yaprak bile kıpırdayamaz. Bütün kemal sıfatların sahibi olan Cenab-ı Hak, buna karşılık bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı canlı-cansız bütün varlıkları sayısız nimetlerle donatmış, onların üstünde insanı en yüksek bir mevki ile şereflendirmiştir. Bunun için Cenab-ı Hak sonsuz hamd ve senâya layıktır. Zaten varlıkların yaratılış maksadı da hamd, tesbih, tekbirle Ona kulluk etmek değil midir? İşte dua bundan dolayı ehemmiyet taşımaktadır.

Her dua kabul olur mu?

Her ettiğimiz dua kabul olunmuyor. Oysa âyet-i kerimede “Bana dua edin, size cevap vereyim” buyuruluyor? Bunun sebebi nedir?

Dua meselesinde iki ifade vardır; biri cevap, diğeri de kabul. Yani ettiğimiz her duaya Cenab-ı Hakk'ın cevap vermesi ayrıdır, kabul etmesi ayrıdır. Allah her duaya cevap verir. Fakat her zaman istenen şeyin aynısını vermez. Çünkü hikmeti bunu gerektirmektedir.

Bu durum, doktor çocuk misaline benzer. Şöyle ki: Doktora götürülen çocuk muayenehanede bir ilâç görür, hemen onu ister. O ilâcın hastalığına iyi geleceğini sanır. Doktor muayene eder. Hastalığı teşhis ettikten sonra, ya çocuğun istediği ilâcı verir, ya başka bir ilâç verir, yahut gerek görmez, hiç ilâç yazmaz.

İşte Cenab-ı Hak her yerde hazır ve nâzırdır. İnsanın yaptığı her duayı işitir ve cevap verir. Fakat insanı insandan daha çok düşündüğünden, derdini ve asıl ihtiyacını iyi bildiğinden; neyin hayrına, neyin zararına olacağını ezelî ilim ve hikmetiyle bildiğinden, insanın istediğinin aynısını verebildiği gibi, bazan daha iyisini verir, bazan da zararlı olacağından hiç vermez. Bunun için insanın, “Allah, benim her istediğimi vermiyor” demeye hakkı yoktur.

Dua bir ibadet olduğuna göre mükâfatı âhirette verilir. İnsanı duaya sevk eden sebepler ise o ibadetin vaktidir.

Meselâ hava kurak gidip yağmursuzluk devam ettiği zamanlarda yağmur duasına çıkılır. Güneşin batması akşam namazının vakti olduğu gibi, kuraklık da o duanın vaktidir. Yoksa o dua yağmuru yağdırmak için değildir. Çünkü o takdirde dua Allah rızası için değil de, sırf yağmurun yağması için edilmiştir. Bundan dolayı da kabule layık olmaz.

Bunun gibi, insanın birtakım belâ ve musibetlere uğraması, hastalanması, bazı duaların vakitleri sayılır. İnsan böyle zamanlarda çaresizliğini, güçsüzlüğünü anlar, dua ve niyazla İlâhî dergâha iltica eder. İnsan o kadar dua ettiği halde belalar gitmez, hastalıklar geçmez ve netice itibariyle o an için istekler yerine gelmemiş görünür. İnsan, “Duam kabul edilmedi” dememeli, “Duamın vakti bitmedi, daha çok dua etmem gerekir” demelidir. Şayet Cenab-ı Hak, edilen duanın aynısını verse, belayı kaldırsa, işte o zaman duanın vakti sona ermiş olur.

Başka bir misal:

İnsan duasında Allah'tan erkek çocuğu ister, Hazret-i Meryem'in annesinin duasında olduğu gibi Cenab-ı Hak ona Hazret-i Meryem gibi bir kız çocuğu verir. Bu insan, “Duam kabul olunmadı.” diyemez, belki “Daha güzel bir şekilde kabul edildi.” der.

Diğer taraftan, bazan insan dünyevî bir ihtiyacı için dua eder. Fakat Cenab-ı Hak duasını âhireti için kabul eder. Yani ettiği bu duası sayesinde ya Cehennem azabından kurtulur veya Cennetteki makamı yükselir. Bu insan, “Duam reddedildi” diyemez, “belki daha faydalı bir şekilde kabul edildi” diyebilir.

“Duanın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:

“Dua eden adam bilir ki, Birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetişir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn der."

“Dua ubudiyetin (kulluğun) ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam duası ile gösteriyor ki, bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılâı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de ondan bekliyorum, ondan istiyorum.”1

Duanın Çeşitleri

1. İstidat diliyle dua:

Bitki ve hayvanların duasıdır. Bütün tohumlar, çekirdekler hal ve istidat dilleriyle Cenab-ı Hakka şöyle dua ederler:

“Ya Rab! Senin isimlerinin nakışlarını tafsilatlı olarak göstermek için bizi geliştir. Küçük hakikatlerimizi sümbül ve ağaçla büyük hakikata çevir. Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün her tarafında kendi türümüzün bayrağını dikelim. Yeryüzü mescidinin her bir köşesinde sana ibadet etmek için bize yardım et. Dünya sergisinde senin güzel sanatlarını kendi dilimizle sergilemek için güç ver.”

Bitkilerin bu duasının kabulü için sebepler biraraya gelir. Meselâ, güneş, su ve toprak çekirdeğin etrafında bir vaziyet alarak şöyle derler:

“Yâ Rab! Bu çekirdeği ağaç yap!” Çekirdek ağaç olur. İşte sebeplerin biraraya gelmesi bir çeşit duadır. Çünkü o ağacı şuursuz sebepler yapmıyor, onu yeşerten Cenab-ı Hak'tır. Ayrıca bitkilerin tohumları da rüzgâr vasıtasıyla dünyanın dört bir tarafına ulaşır ve kendi türünün bayrağını dalgalandırır.2

Her Şey Bismillah Der

Bismillah güzel bir duadır. Bu duayı sadece insan yapmaz. Bitkiler ve hayvanlar da yapar. Şöyle ki:

Her şey Cenab-ı Hakk'ın namına hareket eder. Zerre kadar tohum ve çekirdekler başlarında koca ağaçları taşır, dağ gibi yükleri kaldırır. Demek ki, her bir ağaç “Bismillah” der, rahmet hazinesi meyvelerinden ellerini doldurur, bizlere tablacılık eder. Her bir bostan “Bismillah” der, kudret mutfağından bir kazan olur, çeşit çeşit pek çok leziz yiyecekler beraber içinde pişirilir. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillah” der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzâk namına en lâtif, en nazif âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim eder. Her bitki ve ağaçların ipek gibi yumuşak kökleri “Bismillah” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey onun emrine girer.

Evet, havada dalların yayılması ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kolaylıkla yayılması ve yer altında yemiş vermesi, kavurucu sıcağa karşı aylarca nazik, yeşil yapraklarının yaş kalması, tabiatçıların ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki:

“En güvendiğin sertlik ve sıcaklık dahi emir altında hareket ediyorlar; o ipek gibi yumuşak damarlar birer Asa-yı Musa gibi “Asanı taşa vur demiştik” emrine uyarak taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince yapraklar İbrahim Aleyhisselâmın birer azası gibi ateş saçan hararete karşı “İbrahim için serin ve selametli ol” meâlindeki âyeti okuyorlar.3

Değişme ve gelişme halinde olan her varlığın istidat diliyle yaptıkları dua da bu kısma girmektedir. Her şey kendine has diliyle Cenab-ı Hakkı tesbih ettiği gibi, ihtiyacıyla da Allah'a dua etmektedir.4

Diğer bazı varlıkların kendi dilleriyle yaptıkları dua Sözler'de şöyle ifade edilir:

“Eğer o yüksek hakikatleri yakından temaşa etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor, 'Ne diyorsunuz?' de. Elbette 'Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbar.' dediklerini işiteceksin. Sonra deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor, 'Ne diyorsunuz?' de. Elbette, 'Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm' diyecekler. Semâyı dinle. Nasıl 'Yâ Celîl-i Zülcemâl' diyor. Ve arza kulak ver. Nasıl, 'Yâ Cemîl-i Zülcelâl' diyor. Ve hayvanlara dikkat et. Nasıl 'Yâ Rahmân, yâ Rezzâk' diyorlar. Bahardan sor. Bak, nasıl, 'Yâ Hannan, yâ Rahman, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Lâtif, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin' gibi çok esmayı işiteceksin.”5

Bediüzzaman, kedilerin hırhır ve mırmırlarıyla “Yâ Rahîm, yâ Rahîm!” dediklerini hem kendisinin, hem de talebelerinin fark ettiğini söylemektedir.

2. Fıtrî ihtiyaç diliyle dua:

İnsan ve hayvan bütün canlılar, iktidar ve iradeleri ile elde edemedikleri zaruri ihtiyaçlarını Cenab-ı Hak'tan isterler. Her bir varlık o ihtiyaç diliyle hayatlarını devam ettirmek için Cenab-ı Hak'tan rızık hükmünde ihtiyaçlarını isterler. Bu duaları kabul olunur, ihtiyaçları münasip vakitte ummadıkları yerden gönderilir.

3. Iztırar diliyle yapılan dua:

Muztar durumda kalan her insan Yüce Allah'a iltica ederek dua eder, göremediği bir hâmisine sığınır, Rabbine yönelir. Tarih boyu insanlığın yapmış olduğu keşif ve icatlar da bu duaya dahildir.

Muztar olan bir insanın yaptığı duanın büyük bir tesiri vardır. Bazan böyle duaların hürmetine en büyük bir şey en küçük bir şey kadar insanın emrine girer. “Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevap veren Zat mahlukata hâkimdir. Öyle ise mahlukata dahi Hâlık'tır (yaratıcıdır).”6

Bu üç çeşit dua, bir mani olmazsa daima makbuldür.

4. Her zaman yaptığımız meşhur dua

Bu da iki kısımdır:

a. Fiilî dua: Sebeplere teşebbüs etmek fiilî duadır. Çift sürmek gibi. Toprak rahmet hazinesinin kapısı olduğundan çiftçi o kapıyı sabanıyla çalar. Bu dua doğrudan Cenab-ı Hakk'ın isim ve ünvanına yönelmiş olduğundan çoğunlukla kabul olunur.

b. Kavlî dua: Dil ve kalble yapılan dua: İnsanın eli yetişmediği bir kısım ihtiyaçlarını istemesidir. Bunun en mühim tarafı, en güzel meyvesi şudur:

“Dua eden adam anlar ki, birisi var, benim kalbimden geçenleri işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, âcizliğine merhamet eder, fakirliğine medet eder.”

Hayvanların acıktıkları zaman kendilerine has dilleriyle çıkardıkları sesler de kavlî duaya girmektedir.7

Duada elleri ters çevirmenin sünnetteki yeri

Bu hususta Peygamberimiz (a.s.m.)'in tatbikatı belli ve açıktır. Sahabilerin ifadesine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) ellerini göğüs hizasına getirip, avuç içlerini yüzüne meyilli olarak açar, dua buyururlardı. Hattâ yağmur duası esnasında ellerini iyice yukarı kaldırdığını ve koltuk altlarının beyazlıkları görülünceye kadar dua ettiğini on yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Mâlik bildirmektedir.(8)

Peygamberimiz (a.s.m.)'in yağmur duası dışındaki dualarında da ellerini fazla kaldırdığı rivayet edilmektedir.

Allah'tan bir şey isterken veya arzu etmediğimiz bir şeyden korunmak için dua ettiğimizde, ifadelerimizde değişiklikler olduğu gibi, duruşunda da farklılık vardır.

Nitekim, Hallad bin Sâibi'l-Ensarî, Peygamberimiz (a.s.m.)'in dua ederken ellerini nasıl tuttuğunu şöyle anlatmaktadır:

“Peygamber (a.s.m.) Allah'tan bir şey istediği zaman avuçlarının içini semâya kaldırır, bir şeyden Allah'a sığındığı zaman da avuçlarının dışını, ellerinin tersini semâya çevirirdi.”(9)

Yine Peygamberimizin (a.s.m.) yağmur duası esnasında ellerinin dışını çevirdiğini rivayet eden Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle demektedir:

“Peygamber (a.s.m.) yağmur duası yaptı ve avuçlarının sırtı ile semaya işaret etti.”(10)

Çünkü yağmurun kesilmesi ve uzun bir süre yağmaması bir musibettir. Bu belânın def'i için yağmur duası yapılmaktadır. Kıtlığın, yağmursuzluğun gidip, bereketin ve bolluğun gelmesi istenmektedir. İşte bu susuzluğun gitmesi için dua esnasında elin tersi döndürülmektedir.

Sahih-i Müslim'in Şârihi ve Şafiî mezhebinin büyük âlimlerinden İmam-ı Nevevî Hazretleri bu hadisi açıklarken şöyle demektedir:

“Bizim âlimlerimizden bir cemaat ve diğer bazı âlimler kıtlık ve benzeri belâların def'i için edilen dualarda elleri kaldırıp avuçların sırtlarını semaya çevirmiş, Allah'tan bir şey isterken de avuçların içini semâya kaldırmanın sünnet olduğunu, bu hadisi delil getirerek söylemişlerdir.”(11)

Enbiya Suresinin 90. âyetinin, duanın âdâbını bildirdiğini söyleyen müfessirler, bu âyete göre dua esnasında yerine göre ellerin bazan içi, bazan da tersi çevrilir demektedir. Âyetin meali şöyledir:

“Gerçekten onlar daima hayırlı işlere koşar ve rahmetimizi umup azabımızdan korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize karşı derin bir hürmet ve tevazu içindeydiler.”

Âyette geçen “rağaben” rağbet ve ümit mânâsına gelirken, “rahaben” kelimesi de korku hâli demektir. İşte bazı müfessirler bu âyetten murad, “Allah'tan bir şey istenildiği zaman avuçların içi, korku ânında Allah'a sığınırken avuçların dışı semaya kaldırılır.” demektedirler.(12)

İşte Allah'tan sıhhat, âfiyet, huzur, sükûn, bereket ve bolluk dilerken ellerin iç kısmını; kötülük, kıtlık, kuraklık, belâ, musibet, maişet darlığı, ihtilaf ve düşmanlıklardan sakınmak için Allah'a iltica ederken de ellerin dış kısmı çevrilir. Namaz tesbihatında “ecirna (bizi muhafaza et)” derken de fitne ve belâlardan sığınma vardır. Bu anda da ellerin tersi çevrilir.

Dipnotlar:

1. Mektubat, s. 280; Sözler, 295.
2. Mektubat, s. 280.
3. Sözler , s. 6-7.
4. Mesnevî-i Nûriye, s. 216.
5. Sözler, 310.
6. Mesnevî-i Nûriye, s. 70.
7. Mesnevî-i Nûriye, s. 216.
8. Müslim, İstiska: 5.
9. Müsned, 4:56.
10. Müslim, İstiska: 6.
11. Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, 5:190.
12. Buluğu'l-Merâm Tercümesi, 2:230.

81 Dua ederken büyük zatları vesile yapmak ve “onların hürmetine” diye dua etmek caiz midir?

Duada büyükleri vesile yapmak caizdir. Özellikle Peygamberleri ve Peygamberimizi (asm) vesilesi yapmak, duanın kabulüne vesiledir. Nitekim ayette

“Allah ve melekleri, Peygambere çok salavât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”(Ahzab, 33/56)

buyurularak, bu hususa işaret edilmektedir.

Ayrıca, Hz. Enes (r.a)’tan gelen bir hadiste de Efendimize (asm) getirilen salavatın önemine dikkat çekilerek şöyle buyurulmaktadır:

“Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.”[Nesâi, Sehiv 55, (3, 50)]

Bu sebeple duada peygamberler ve fazilet sahibi büyük kişiler, sahabeler ve veliler vesile yapılarak, Allah’tan bunların hatırına bir şey istenebilir. Yalnız günümüzde yapıldığı gibi, türbelerin başına varıp, mum yakmak, tel, çaput, ip bağlamak caiz değildir.

Hz. Ömer (r.a)’in kendi hilafeti sırasında, kuraklık olunca Hz. Abbas (r.a)’ı alıp yağmur duasına çıktığı ve onun ellerini ellerine alarak;

“Allah’ım! Bu senin Peygamberinin amcasının elidir. Bu el hürmetine bize yağmur ver.”

diye dua ettiği nakledilmektedir. Büyüklerimiz de öteden beri, “Allah’ım, senin sevdiklerin ve seni sevenlerin yüzü suyu hürmetine (hatırına) bize merhamet eyle ve mağfiret eyle veya şu ihtiyacımı hasıl eyle...” diye dua etmişlerdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. Ömer, Hz. Abbas’a giderek yağmur duası için onu vesile kılmıştır. Hz. Peygamber'in ruhu, kabir hayatında hayatta olduğu halde, neden onun hatırı için istememiştir?

82 Yağmur duası yağmurun yağması için mi yapılır?

Yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa; o dua, o ibadet halis olmadığından kabule layık olmaz.

Nasıl ki Güneş'in batması, akşam namazının vaktidir veya Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki özel ibadetin vakitleridir. Yani; gece ve gündüzün nurani ayetlerinin perdelenmesiyle Allah’ın büyüklüğünü ilana sebep olduğundan, Cenab-ı Hak kullarını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam edeceği, astronomi hesabiyle belli olan) Ay ve Güneş'in açılmaları için değildir. Aynı onun gibi; yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Cenab-ı Allah kullarını o vakitte duaya ve namaza davet eder. Yağmursuzluk o ibadetlerin zamanı olmuş olur. Yoksa o ibadetler yağmurun yağması için değildir. Bu açıdan yağmursuzluğu mutlaka bir ceza olarak görmemek gerekir.(1)

Yağmura muhtaç bulunan ve onu getirmekten de aciz olan insanoğlu, bu ihtiyacının ancak İlâhî rahmet tarafından yerine getirileceğinin şuurunda olarak Allah’a iltica eder ve O’na sığınır. Her ibadet gibi yağmur namazında da Allah’ın rızası esas alınır. İbadet sonunda yağmursuzluk afetinden kurtuluş için Allah’a dua edilir, ondan yardım dilenir.

Gerçi yağmur namazının görünüşteki neticesi yağmurun gelmesidir; fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki:

Herkes o vaziyetle anlar ki, onun rızkını veren babası, evi, dükkânı değil; belki onun ihtiyacını gören ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zât, onu besliyor, rızkını veriyor. Hattâ en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit validesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir Zât, hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faydası olmaz. Öyleyse O’ na yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.(2)

Yağmursuzluk ibadetin vakti olduğuna göre, bu vakit bitinceye kadar ibadete devam etmek gerektir. Yani yağmursuzluk ibadetlerinin vakti olan yağmur yağışının olmaması durumu, ancak yağmurun yağması ile son bulacaktır. Dolayısıyla yağmur yağmadı diye bu ibadeti bir defa yapıp bırakmamalı, bu vakit bitinceye kadar, yağmur yağıncaya kadar devam ettirilmelidir.

Dipnotlar:

(1) bk. Bediüzzaman, Sözler Yirmi Üçüncü Söz.
(2) bk. Emirdağ Lahikası-I, 14. Mektup.

83 Konuşamayan kızım için okunacak bir dua var mıdır?

- Önce bu konuda doktora gitmeyi ihmal etmeyelim. Bugünkü gelişmiş tıp bilimi, Allah’ın hikmet nizamını daha da keşfetmiş, yeryüzü eczanesinde mevcut ilaçların karakterini daha da yakından tanıma imkânını bulmuştur. Bu açıdan bunu asla ihmal etmeyelim.

- Kur’an’da yer alan Hz. Musa’nın şu duasının konumuzla yakından ilişkisi vardır:

"Rabbişrah lî sadrî ve yessir lî emrî, vahlül ukdeten min lisani yefkahu kavli"

Ya Rabbî, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!” (TÂ HÂ, 20/25-28) 

Bu ayeti yirmi yedi defa, Fatiha Suresi'ni de yedi defa okuyup hem çocuğa hem de bir suya üfleyip çocuğa -her suya ihtiyaç duyduğunda- içirin. Buna yirmi yedi gün devam edin. Rabbimiz hastanıza âcil şifalar versin, âmin!

Ayrıca ilave bilgi için tıklayınız:

Duaların kabul olması için yapılması gerekenler nedir ve duanın bir çeşit ibadet midir?

84 Müminin mümine duası nasıl olmalıdır?

Makbul dualardan biri de müminin, mümine gıyabında yaptığı duadır. Çünkü dua yapan insanın, yaptığı duada bir menfaati veya bir beklentisi yoktur. Bu sebeple ihlaslı ve samimidir. Herhangi bir beklenti olmadan, sırf mümin kardeşini düşündüğü ve onun ihtiyaçlarının giderilmesi için yapılan dua inşallah kabul edilir. Zaten o (c.c), Peygamberimizin (asm) ifadesi ile “kendisine el açan hiç kimsenin elini boş çevirmez.”

Dua ederken dikkat edilecek konular:

Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevi temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve ahirde yine salâvat getirmeli. Çünkü iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur.

* Hem bizahri’l-gayb, yani gıyaben ona dua etmek,

* Hem hadiste ve Kur’ân’da gelen me’sur duâlarla duâ etmek; mesela,

“Allah'ım, senden kendim ve onun için dünyada ve ahirette af ve âfiyet istiyorum.” (en-Nevevî, el-Ezkâr, 74; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1: 517.)

“Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi cehennem ateşinin azabından koru.” (Bakara, 2/201)

gibi câmi dualarla dua etmek

* Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,

* Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,

* Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,

* Hem cumada, hususan saat-i icabede,

* Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,

* Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadir'de duâ etmek,

kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me’muldür.

O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın ahiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, "dua kabul olmadı" denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir. (bk. Bediüzzaman, Mektubat, s.279)

İlave bilgi için tıklayınız:

“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur." hadisini açıklar mısınız? ...

85 Ayet ve sure okurken besmele çekmenin hükmü nedir?

Sure okurken, euzü ve besmele okunur. Âyet-i kerime okurken, âlimlerin çoğuna göre, yalnız euzü okunur, besmele okunmasa da olur. Mesela Âyet-el kürsi, Amenerresulü, Hüvallahüllezi gibi âyetleri okurken besmele çekilmese de olur. Sadece euzü okunabilir. Besmele de çekilirse mahzuru olmaz.

Sure veya âyet okumaya başlarken euzü okumak vaciptir. Surelere başlarken besmele okumak sünnettir.

Namaz içinde Fatiha'dan önce besmele çekmek sünnet, namaz dışında Fatiha okumaya başlarken besmele okumak vaciptir. Şafii mezhebinde ise her zaman Fatiha okurken besmele çekmek farzdır.

Ancak, ezbere bildiğiniz sure ve ayetleri dua niyetine okursanız, o zaman euzü besmele çekilmemesinin bir sakıncası olmaz.

Namazda Fatiha'dan sonra amin demek sünnettir. Dualardan önce besmele çekmek faziletli olsa da şart değildir.

Sorunuzun ikinci kısmının cevabı için tıklayınız:

Hayızlı iken hangi ibadetleri yapabiliriz?

86 Peygamberimizin öğrettiği tövbe duaları var mı? Nasıl bir dua ile tövbe etmemiz gerekir?

Ebû Bekri's-Sıddîk -radıyallahu teâlâ anh- Hazretleri:

"Yâ Resûlellah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta'lîm buyur." dedikte Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Şöyle duâ et:

"Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur." (Buhârî, Ezân, 149, Deavât, 16)

“Ya Rabbi Sensin ilah, Senden başka ilah yoktur. Sübhansın, bütün noksanlıklardan münezzehsin, Yücesin. Doğrusu ben kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!”

“Rabbimiz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ki zi yana uğrayanlardan oluruz”

"Allahım sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizleri de affet."

İlave bilgi için tıklayınız:

Günah işleyen kişi tövbe etmekle günahlarından kurtulabilir mi?..