Ölünün arkasından Kur'an okunur mu?

Ölünün arkasından Kur'an okunur mu?
Tarih: 28.03.2020 - 12:43 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

ÖLÜYE KUR'AN OKUMA HAKKINDA MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ

Kendilerine Selefi diyen kişiler, ölünün arkasından Kur'an okunamayacağını, yine kabristanda Kur'an okumanın caiz olmadığını söylemektedir. Bizler bu eserde ölünün arkasından Kur'an okunabileceğini inşallah delilleriyle ispat edeceğiz.

Önce şunu ifade edelim: Biz, "Ölünün arkasından Kur'an okunur." derken öyle ses cihazları kurulmuş, hocalara para verilmiş, gösteriş ve riyanın olduğu okumaları kastetmiyoruz. Zaten Kur'an okutmak için ücret vermek haramdır. İçinde riya olan amel de Allah katında makbul değildir. Bizim caizdir sözümüzün manası şudur: 

Kişi annesinin, babasının, eşinin ya da bir dostunun kabrine ziyarete gider. Kabrin başında boynunu büker, tevazu ve huşu ile tefekkür ve ihlasla Kur'an okur; sonra okuduğu Kur'an'ın sevabını ölüye bağışlar ve onun arkasından dua eder. Bunu kabristanda yapabileceği gibi, evinde veya başka bir yerde de yapabilir. Yeter ki işin özünde ihlas olsun. İşte bizim caizdir dediğimiz şey budur ve inşallah bu davamızı delillerle ispat edeceğiz.

Bu dersimizde mezheplerin konuyla ilgili görüşlerini nakledeceğiz. Bizler neyin helal neyin haram olduğunu müçtehid imamların fetvalarından öğreniriz. Bir hadis görüp "Şu helaldir, şu haramdır." demek ancak fıkıh ilmini bilmeyenlerin işidir. Bizler her amelimizde mezhep imamlarına tabi oluruz. Çünkü onların Kur'an ve hadisten hüküm çıkarma kabiliyeti bizlere kıyas edilmez. Bizim için amelde dört mezhep esastır ve herkes kendi mezhebine göre amel eder. Şimdi, mezheplerin bu konudaki görüşlerini öğrenelim:  

Hanefi mezhebinde, kabirde olsun başka mekânlarda olsun, ölülere Kur'an okumak caizdir. Hanefiler okunan Kur'an'ın sevabının bağışlanması durumunda bunun ölüye ulaşacağını kabul ederler. (İbni Nüceym, el-Bahru'r-Râik, III, 63; Meydânî, el-Lübab, I, 38; İbni Âbidin, Reddü'l-Muhtar, I, 844)

Hanefi kitaplarının hemen hemen tamamında şu metin yer almaktadır: 

— Kişi namaz, oruç, zekât, hac ve Kur'an okumak gibi bir ameli işler de sevabını başkasına bağışlarsa, bunu hangi niyetle yaparsa yapsın, bu yapılan bağış yerine ulaşır ve kendisine bağış yapılan kişi bundan faydalanır. Ölü veya diri olması fark etmez. (Aynî, el-Binâye, III, 844-845)

Hanefiler buna delil olarak: 

1. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın, ümmeti adına kurban kesmesini, 

2. Ölülere Yasin okunabileceğini gösteren hadis-i şerifi, 

3. Ölü adına yapılan hac ve sadakanın faydalı olacağını gösteren hadisleri, 

4. Kabirlerde Yasin ve İhlas suresinin okunabileceğini gösteren hadisleri göstermişlerdir.

Muhaddis ve fakih İbni Aynî'den İbni Âbidin'e kadar, hemen hemen bütün Hanefi âlimleri bunda müttefiktirler.

Hanbeli mezhebindeki görüş de Hanefiler gibidir. Hanbeli mezhebinde, ölülere Kur'an okumak caizdir. Ahmed İbni Hanbel Hazretleri önceleri kabirlerde Kur'an okunmasını caiz görmemiştir. Daha sonra ise bu fetvasından dönmüştür. Onun dönmesine sebep olan hadise şudur:

Ahmed İbni Hanbel Hazretleri Muhammed b. Kudâme el-Cevherî ile birlikte bir cenazeye katılmışlardı. Bir adam bu esnada kabrin başında Kur'an okumaya başladı. İbni Hanbel Hazretleri: "Ey falanca, kabirde Kur'an okumak bidattır!" diyerek Kur'an okumasına engel oldu. Bunun üzerine, yanındaki Muhammed b. Kudâme, Ahmed İbni Hanbel'e şöyle sordu: 

— Mübeşşir b. İsmail el-Halebî hakkındaki düşüncen nedir? Ve ondan hadis aldın mı?

İbni Hanbel Hazretleri bu kişinin güvenilir olduğunu ve ondan hadis aldığını söyledi. Bunun üzerine Muhammed b. Kudâme, Leclac hadisini Mübeşşir b. İsmail'in kendisine rivayet ettiğini söyledi. Leclac hadisi şöyledir:

Sahabeden Leclac Hazretleri, oğluna vasiyette bulunurken şöyle demiştir:

— Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezara koyduğun zaman şöyle de: بِسْمِ اللَّهِ وَعَلَى مَلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ Sonra da üzerime toprak atarak düzelt. Daha sonra da başımın ucunda Bakara suresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben HazretiPeygamberin böyle dediğini duydum. (Taberânî, XIX, 220, 221; İbni Asâkir, Tarihu Dimeşk, XXXXX, 292; Beyhakî, IV, 56)

Bu hadisi duyan İbni Hanbel Hazretleri Kur'an okumasını engellediği adamı çağırttı ve okumasına devam etmesini istedi. (İbni Kudâme, el-Muğnî, II, 424)

İşte bu hadiseden anlıyoruz ki Ahmed İbni Hanbel Hazretlerinin son görüşü, kabirlerde Kur'an okumanın caiz olduğu görüşüdür. 

Yine Ahmed İbni Hanbel Hazretleri şöyle demektedir: 

— Kabristana girdiğinizde Ayete'l-Kürsî ve üç defa İhlas suresini okuyarak şöyle dua ediniz: Allah'ım, onun ecrini şu kabir halkına ulaştır. (İbni Kudâme, el-Muğnî, II, 424; Kurtubî, et-Tezkira, I, 96)

Başka bir rivayette de şöyle der:

— Fatiha suresini, Muavizeteyn ve İhlas surelerini okuyun. Sonra da bunu kabir halkına bağışlayın. Çünkü o, ölülere ulaşır. (Kurtubî, et-Tezkira, I, 96)

Hanbeli mezhebinin önde gelen fakihlerinden İbni Kudâme el-Makdisî Hazretleri ve Selefilerin yere göğe sığdıramadığı İbni Teymiye, Ahmed İbni Hanbel'in bu görüşünün son görüşü olduğunu söyler ve bu görüşü tercih ederler. (İbni Kudâme, el-Muğnî, II, 424; İbni Kudâme, eş-Şerhu'l-Kebîr, II, 424; İbni Teymiye, Mecmû'ul-Fetâvâ, XXIV, 366)

Yine Hanbeli mezhebinde, kişinin, kendi kabri üzerine Kur'an okumayı vasiyet etmesi caizdir.Çünkü onlara göre, şu üç durumda Kur'an'ın sevabı ölüye ulaşır: Kabrin yanında okumak, okumadan sonra dua etmek, sevabını ölünün ruhuna niyet ederek okumak. (Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslamî, VIII, 51)

Bu konuda Hanbeliler Hanefiler gibi çerçeveyi geniş tutarak, "Ne tür ibadet olursa olsun, kişi yaptığı ibadetin sevabını ölülere bağışlarsa, Allah'ın izniyle ölü bundan faydalanır."demişlerdir.

Şafiî mezhebine gelince, İmam Gazâlî, İbnü's-Salah, İmam Nevevî, Muhibbu't-Taberî, İbnu'r-Rıfat, İbni Hacer, İmam Süyûtî, İmam Şirbînî gibi neredeyse bütün Şafiî âlimleri ölülere Kur'an okunabileceğini kabul etmiştir.

İmam Nevevi -ki Şafiîlerin İmam Şafiî'den sonra ikinci büyük imam olarak gördükleri zattır-İmam Şafiî Hazretlerinin şu sözünü nakleder: 

— Ziyaretçilerin kabirde Kur'an'dan bir bölüm okumaları müstehaptır. Şayet Kur'an'ın tamamını okurlarsa bu daha güzel olur. (Nevevî, el-Ezkâr, 137)

Selefilerin İbni Teymiye'den sonra en çok beğendikleri İbni Kayyim, Ruh isimli kitabında Hasan b. Sabbah Zaferanî'nin şu sözünü nakleder:

— İmam Şafiî'ye sorduğum zaman o: "Kabirde Kur'an okumanın hiçbir sakıncası yoktur."demiştir. (İbni Kayyîm el-Cevziyye, Ruh, 19)

Bakın, İmam Şafiî'nin bu sözünü Selefilerin en çok güvendiği İbni Kayyim kendi eserinde naklediyor. Zaten İbni Kayyim da bu itikat üzeredir. 

Selefiler bu izahlar karşısında diyor ki: 

— Bu, İmam Şafiî'nin evvelki görüşü olabilir. 

Onların bu sözüne karşı diyoruz ki: 

— Şafiî mezhebinin ikinci imamı olan İmam Nevevî bu görüşü benimsiyor ve İmam Şafiî'den de bu görüş naklediyor. İmam Gazâlî, İbnü's-Salah, İbni Hacer, İmam Süyûtî, İmam Şirbînî gibi Şafiî mezhebinin en büyük âlimleri yine bu görüşle amel ediyor. İmam Şafiî bu görüşte olmasaydı, onlar bu görüşü kabul eder miydi? Haşa, İmam Şafiî'ye iftira mı atmışlar? Yoksa siz mi İmam Şafiî'ye iftira atıyorsunuz?

Şafiî mezhebinde bir görüş daha vardır. Bu görüşe göre, Kur'an'ın sevabının ulaşması için ölünün arkasından dua edilmesi lazımdır. Dua edilmezse sevap ölüye ulaşmaz. (İmam Nevevî, el-Mecmu, XV, 521)

Bu fetvadan dolayı Şafiîler Kur'an okuduktan sonra şöyle derler: Allah'ım! Okumuş olduğum Kur'an'ın sevabının bir mislini falanca kişiye ulaştır.

Yine Şafiî mezhebine göre, kişinin, kendi kabri üzerine Kur'an okumasını vasiyet etmesi caizdir. Demek, Şafiîler bu konuda Hanbeliler ile aynı görüştedir. (Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslamî, VIII, 51)

Maliki mezhebine gelince, Maliki mezhebinde iki görüş vardır. İmam Malik Hazretleri ölüye Kur'an okunmayacağı görüşündedir. İmam Malik'e göre, okunan Kur'an'ın sevabı ölüye ulaşmaz. 

Maliki mezhebinin İmam Kurtubî ve Abdülhak el-İşbîlî gibi sonraki âlimleri özellikle de Endülüs fukahası, ölülere Kur'an okunabileceğini ve sevabının ölülere ulaşacağını söylemişlerdir. (Kurtubî, et-Tezkira, I, 96; Abdülhak, el-Âkıbe, 254)

İmam Kurtubî Hazretleri bu konuda şöyle der:

— Kur'an okuduktan sonra ölülere bağışlanan sevap ölüye ulaşır. Çünkü Kur'an bir dua, istiğfar, yakarma ve istirhamdır. (Kurtubî, et-Tezkira, I, 103)

Maliki imamlarından Kadı İyaz da ölüye Kur'an okumanın müstehap olduğunu söyler. (Müslim Şerhi, XI, 125)

Yine Maliki mezhebinde, şartsız olarak, kişinin kendi kabri üzerine Kur'an okunmasını vasiyet etmesi caizdir. (Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslamî, VIII, 51)

Bütün bu anlattıklarımızı toparlayacak olursak:

Hanefi, Hanbeli, Şafiî ve Maliki mezhebinin sonraki ulemasına göre, ölüye Kur'an okumak caizdir. İmam Malik'e göreyse caiz değildir.

Şimdi, bir Malikî ile karşılaşsak, bize şöyle dese: 

— Ölüye Kur'an okunmaz.

Biz onun bu sözüne karşı deriz ki:

— "Okunmaz." deme, "Ben okumam." de. Okunmaz başkadır, ben okumam başkadır. Eğer okunmaz dersen, üç mezhebin imamlarını ve Maliki mezhebinin sonraki ulemasını zan altında bırakmış olursun.

Bu sözümüz üzerine o dese ki: 

— Tamam, okunmaz demiyorum ama İmam Malik "Caiz değildir." demiş. Ben bu fetvayla amel ederim, okumam.

Biz ona şöyle cevap veririz: 

— İmam Malik bu konuda yalnız kalmış. Üç mezhebin fakihleri ve Malikilerin sonrakiuleması okunabileceğine hükmetmişler. Bu, cumhurun görüşüdür. Sen istersen onları taklit edebilirsin.

Bizim bu sözümüz üzerine, "Yok, ben asla okumam." derse, bizim ona sözümüz ancak şu olur:

— Sen bilirsin. Senin bu tercihin başımız gözümüz üzerindedir.

Çünkü onun bu sözü onun şahsi görüşü değil, İmam Malik'in görüşüdür. Biz İmam Malik'in fetvasıyla amel etmek isteyen bir Malikîye ne diyebiliriz? "Ölüye Kur'an okunmaz." sözü bütünüyle reddedilmiş bir söz değildir ki biz Malikîye bir şey diyebilelim. İmam Malik gibi bir mezhep imamı bu fetvayı vermiş. Onun bu sözünü tercih eden âlimler de var. Herkes kendi mezhebinin görüşüyle amel etsin. Malikiler de ister İmam Malik'in görüşüyle amel ederler, isterse mezheplerinin sonraki ulemasının görüşüyle amel ederler. Bunda kavga edecek ne var? Ama Selefiler illa bir kavga çıkaracak!

Biz İmam Malik'in fetvasıyla amel eden Malikîye bir şey demiyoruz. Ama bu Selefilere birkaç sözümüz var:

1. Ey Selefiler! Siz amelde Hanbeli mezhebine tabi olduğunuzu söylüyorsunuz. Peki, niye Hanbeli mezhebinin fetvasıyla amel etmiyorsunuz? Niçin Ahmed İbni Hanbel'in görüşünü kabul etmiyorsunuz. "Hadislerde ölüye Kur'an okuma diye bir şey yok." diyorsunuz. Yahu siz hadisleri İbni Hanbel Hazretlerinden daha mı iyi biliyorsunuz? O ki ezberinde bir milyon hadis vardı. Sizin ezberinizde kaç hadis var ki İbni Hanbel'in fetvasına burun büküyorsunuz?

2. Hadi mezhep imamınızın görüşüyle amel etmiyorsunuz, o hâlde yere göğe sığdıramadığınız, itikatta kendisini imam kabul ettiğiniz İbni Teymiye'nin görüşüyle amel edin. O da ölüye Kur'an okunabileceği görüşünde. İmamınızın görüşünü niçin kabul etmiyorsunuz?

3. Hadi İbni Teymiye'yi de kabul etmediniz. O zaman, "İbni Teymiye'den sonra en büyük imamdır." dediğiniz İbni Kayyim el-Cevziye'nin görüşüyle amel edin. O da ölüye Kur'an okunabileceği görüşünde. Bu imamınızın görüşünü niçin kabul etmiyorsunuz?

4. Hadi üç mezhep imamının görüşünü yok kabul ettiniz, imamlarınız olan İbni Teymiye ve İbni Kayyim'ı reddettiniz, Maliki mezhebinin sonraki ulemasını ise adam yerine bile koymadınız; "İllaki İmam Malik'in görüşüyle amel ederiz." dediniz. İyi de biz size etmeyin mi dedik? Pekâlâ, amel edebilirsiniz. İmam Malik de büyük bir âlimdir ve mezhep imamıdır. Görüşüyle amel edilebilir, en azından görüşü yok sayılmaz. Ama siz bunu yapmıyor, Ehl-i sünnet'e saldırıyorsunuz. Bu kadar âlimin görüşünü yok kabul ediyor, tek doğruyu kendiniz biliyorsunuz. Allah size hidayet etsin ve şerrinizden bu ümmeti muhafaza etsin!

"ÖLÜNÜN BAŞUCUNDA FATİHA SURESİNİ, AYAKUCUNDA BAKARA SURESİNİN SONUNU OKUYUN." HADİSİ

Bu dersimizde, Abdullah İbni Ömer Hazretlerinden rivayet edilen bir hadis-i şerifin tahlilini yapacağız. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuş:

اِذَا مَاتَ أحَدُكُمْ فَلاَ تَحْبِسُوهُ وَأَسْرِعُوا بِهِ إِلَى قَبْرِهِ ولْيُقْرَأْ عِنْدَ رأْسِهِ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِوعِنْدَ رِجْلَيْهِ بِخَاتِمَةِ سُورَةِ الْبَقَرَةِ في قَبْرِهِ  

Sizden birisi öldüğünde onu durdurmayın, onu kabrine koyma hususunda acele edin. Kabri başında ölünün başucunda Fatiha suresi okunsun ve ayakucunda da Bakara suresinin sonuokusun. (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir, XII, 340, Hadis no: 13613; el-Beyhakî, Şuabu'l-İman, VII, 16, Hadis no: 9294)

Bu hadis-i şerif açık bir şekilde hem ölünün arkasından Kur'an okunabileceğini hem de kabristanda Kur'an okunabileceğini göstermektedir. Selefiler bu hadis hakkında diyor ki:

— Bu hadis merfu değil, mevkuftur. 

Merfu hadis: Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a isnad edilen bütün söz ve fiillerdir. 

Mevkuf hadis: Sahabeye ait söz ve fiillerdir.

Selefiler, "Hadis merfu değil, mevkuftur." diyerek bu sözün Peygamberimize ait olmadığını, İbni Ömer Hazretlerinin kendi sözü olduğunu söylüyorlar. Onlara cevaben deriz ki: 

— Hadis merfudur, mevkuf değildir. Çünkü:

1. Bazen bir hadis hem merfu hem de mevkuf olarak rivayet edilebilir. Bu hadiste de bu durum söz konusudur. Bazı raviler hadisi İbni Ömer'in sözü zannetmiş ve mevkuf olarak nakletmiştir. Mevkuf olarak rivayeti, merfu olmasına mâni değildir.

2. İbni Ömer Hazretleri gibi her işinde Peygamberimizin sünnetine uyan bir zatın böyle büyük bir meselede Peygamberimizden bir şey duymadan fetva vermesi mümkün değildir. Onlar bütün fetvalarını Peygamberimizin hadislerine dayandırırlar. Bu da ispat eder ki İbni Ömer Hazretleri bu sözü Efendimiz (a.s.m.)'dan duymuş ve ondan nakletmiştir. 

3. Hadi yaptığımız bu izahları bir kenara bırakalım da sizin, "Hadis mevkuftur." sözünüzü kabul edelim. Hadi bu söz Peygamberimize ait değil de Abdullah İbni Ömer'e ait olsun. Şimdi, önümüzde iki tane söz var. Birisi sahabenin en büyük âlimlerinden Abdullah İbni Ömer'e ait. O diyor ki: 

— Kabristanda ölünün başında şöyle şöyle Kur'an okuyun.

İkinci söz de sizin sözünüz. Siz de diyorsunuz ki: 

— Ölüye Kur'an okunmaz.

Şimdi biz hangi sözle amel edelim? Abdullah İbni Ömer gibi, sahabenin en önde gelen bir âliminin sözüyle mi yoksa sizin gibi cahillerin sözüyle mi? Ben İbni Ömer'in sözüyle amel ederim. Kaldı ki hadis mevkuf değil, merfudur. Söz İbni Ömer'e ait olmayıp Efendimiz (a.s.m.)'a aittir.

Selefiler hadisin mevkuf olduğunu ispat edemeyince bu sefer diyorlar ki: 

— Hadis zayıftır. Senedindeki raviler zayıf görülmüştür.

Onların bu sözüne karşı deriz ki: 

— Hadi sizin dediğiniz gibi, hadis zayıf olsun. İyi de zayıf hadisle "fezail" denilen "faziletler" kısmında amel edilebilir. Ölünün arkasından Kur'an okumak ne farzdır, ne vaciptir, ne de sünnet-i müekkededir. Bu amel faziletler kısmına aittir. Faziletlerde de zayıf hadisle amel edilebilir. 

Kaldı ki zayıf hadis farklıdır, mevzu hadis farklıdır. Haddizatında mevzu hadis, hadis de değildir. Mevzu hadis uydurma hadistir. Zayıf hadis ise hadis-i şeriftir. Zayıf hadis hasen hadise yakın ama mevzu hadise uzaktır. Aralarındaki fark yerle gök arası kadardır. Sahih hadis 24 ayar altın olsa, hasen hadis 22 ya da 18 ayar altın olur. Zayıf hadis de 14 ayar altın olur. Mevzu hadis ise altın değildir, demirdir. Dolayısıyla zayıf hadis ile mevzu hadis arasında hiçbir yakınlık yoktur.

Muhaddisler zayıf hadis hakkında şöyle der: 

— Bu hadis, senedi itibarıyla sahihlerin mertebesinde değildir. Ama çoğu zaman ifade ettiği manasıyla ve sahih hadislerin manasına uygun olan ifadesiyle hadis aynen hadistir.

Hâl böyle iken, Selefiler mezkûr hadis hakkında, "Bu hadis zayıftır." derler ve bununla, hadisin uydurma olduğu hissini uyandırmaya çalışırlar. Hâlbuki zayıf hadis uydurma söz değildir. Zayıf hadis aynı sahih hadis gibi, hasen hadis gibi hadis-i şeriftir. Zayıf olmasının sebebi, sahih veya hasen hadisin taşıdığı şartlardan birini veya birkaçını taşımamasıdır. Ya hadisin senedinde bir kopukluk vardır ya da ravinin adalet ve zabt gibi hâllerinde bir kusur vardır. Bu sebeple, hadis sahih derecesine çıkamamıştır. Ancak bu hâller onu hadis-i şerif olmaktan çıkarmaz. Sadece sıhhat derecesini düşürür. Hatta bazen bir zayıf hadisin metni sahih hadisle birebir aynıdır. Diğer hadisin senedi sağlam olduğundan, o hadise sahih denilmiş; bu hadisin senedi sağlam olmadığından, bu hadise zayıf denilmiştir. Mana aynıiken, senedin farklı olması sebebiyle biri sahih, diğeri zayıf kabul edilmiştir.

Selefilere şuna da söylemek istiyorum: 

— Ey Selefiler, siz diyorsunuz ki: "Ölüye Kur'an okunması hususunda ne bir hadis ne de bir sahabe uygulaması vardır." Devamlı böyle diyorsunuz. Şimdi ise gösterdiğimiz hadise karşı,"Bu hadis İbni Ömer'in kendi sözüdür." diyorsunuz. Hani sahabeden tek bir söz yoktu? İbni Ömer'in sözünü söz olarak kabul etmiyor musunuz?

Siz merfu bir hadisi mevkuf kabul ediyor, onu da halının altına süpürüyorsunuz ki aman kimse duymasın. Duymayanları, "Sahabenin bu konuda tek bir sözü yoktur." diye kandırıyor; duyanları da "Bu hadis merfu değildir, mevkuftur." diye iknaya çalışıyorsunuz. Bütün işiniz yalan dolan! Siz ilim erbabı falan değilsiniz! Kendi batıl davanızı ispat için bütün usul kurallarını çiğniyorsunuz! Allah size hidayet etsin!

"ÖLÜLERİNİZE YASİN SURESİNİ OKUYUN." HADİSİ

Bu dersimizde, Malik b. Yesâr Hazretlerinden nakledilen bir hadis-i şerifin tahlilini yapacağız. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuş:

اِقْرَؤُا يس عَلَى مَوْتَاكُمْ  

Ölülerinize Yasin suresini okuyun. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbni Mâce, Cenâiz, 4; Nesâî, Amelü'l-Yevm ve'l-Leyl, Sf. 58)

Bu hadis-i şerif açık bir şekilde ölülere Kur'an okunabileceğini göstermektedir. Hadisin cerh ve tadiline girmeyeceğiz, çünkü -Selefiler dâhil- bu hadisi herkes kabul ediyor. Herkesin kabul ettiği bir hadisin cerh ve tadiline girip dersi uzatmaya gerek yok. 

Selefiler hadiste geçen "ölüler" tabiri için diyor ki: 

— Hadisteki "ölüler"den murad ölmek üzere olanlardır. Ölmek üzere olan kişinin yanında Yasin suresi okunur. Ölen kişinin arkasındansa okunmaz.

Selefiler böyle diyor. Hadisteki "ölüler"den murad ölmek üzere olanlarmış! Biz Selefilerin bu sözüne karşı deriz ki: 

— Sizler mecaz ve teşbihi kabul etmiyorsunuz. Bu sebeple de Kur'an ve hadislerdeki birçok teşbihi hakiki kabul ediyorsunuz. Şimdi ne oldu da "Hadiste teşbih vardır. Ölülerden murad ölmek üzere olanlardır." diyorsunuz?

Evvela bir karar verin! Teşbih var mı yok mu? Eğer yok diyorsanız, hadisi teşbihle izah edemezsiniz. Bu durumda hakiki manayı kabul edeceksiniz ki o da ölmüş olanlara Yasin suresinin okunmasıdır. Yok, eğer "Teşbih vardır." diyorsanız, o zaman da şimdiye kadar yaptığınız bütün yanlış izahları düzeltmelisiniz.

Hem size şunu soruyoruz: 

— Hadisteki "ölüler" ifadesiyle ölmek üzere olanların kastedildiğine deliliniz nedir? Bu manayı hadisin hangi kelimesinden çıkarıyorsunuz?

Hadisteki "ölüler" ifadesiyle hakiki ölülerin kastedildiği hususunda hadis âlimlerinin birçok izahı vardır. Mesela Ebû Dâvûd hadiste ifade edilen "ölüler" tabiriyle ölmek üzere olanların değil, ölmüş olanların kastedildiği kanaatindedir. Bu görüşünden dolayıdır ki mezkûr hadisi "Ölünün üzerini örtmek" babından sonraki babta rivayet etmiştir. 

Şafiî âlimlerinden İbnü'r-Rif'a ve Muhibbu't-Taberî de hadisin zahiri anlamını alarak "ölüler" ifadesiyle kastedilenin, ruhu bedenden ayrılan kişi olduğunu ve hadisin ölmek üzere olanlara hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığını söylerler. (İbni Hacer, Telhisu'l-Habîr, II, 650; Şirbînî, Muğni'l-Muhtac, II, 5)

İmam Şevkânî de hadisteki "mevtâ" lafzının ölüler hakkında nas olduğunu, bu lafzın ölmek üzere olanlara hamledilmesinin ise mecaza girdiğini ve hakikati terk edip mecaza gitmenin bir karineye yani ipucuna ihtiyaç duyduğunu söyleyerek hadisten anlaşılması gerekenin "hakiki ölüler" olduğunu ifade etmiştir. (Şevkânî, Neylü'l-Evtar, IV, 22)

İbni Hacer Hazretleri de: "Hadisteki ölülerden murad hakiki olarak ölmüş olanlar."demektedir. (İbni Hacer, Telhîsu'l-Habir, II, 650)

Abdülhak el-İşbîlî, İmam Kurtubî, Tîbî, Münâvî ve Abdurrahman el-Bennâ gibi muhaddisler, hadisin hem ölmek üzere olanlara hem de ruhunu teslim etmiş olan ölülere ihtimali olduğunu söylemişlerdir. (Kurtubî, et-Tezkira, I, 102; Abdülhak, el-Âkıbe, 255; Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, II, 65)

Hadi ismini saydığımız âlimlerin, "Ölülerden murad hakiki ölülerdir." sözünü bir kenara bırakalım ve hadiste teşbih olduğunu kabul edelim. Diyelim ki hadiste bir teşbih var ve"ölüler" ifadesiyle ölmek üzere olanlar kastedilmiş. 

Şimdi Selefilere bir sorumuz var: 

— Ölmek üzere olan kişinin yanında Yasin suresi niçin okunuyor? Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bunu niçin tavsiye etmiş?

Herhâlde ölmek üzere olan kişiye bir faydası olmalı. Faydası olmayacak olsaydı, yanında Yasin suresinin okunması tavsiye edilmezdi. Peki, bu fayda nedir? 

Ölüm döşeğinde olan kişiye tek faydası can verme acısını hafifletmesi ve sıkıntısını azaltmasıdır. Ölmek üzere olana bundan başka hiçbir faydası düşünülemez. 

Demek, Yasin suresi okunduğunda o mekânı Allah'ın rahmeti kaplıyor ve bu rahmet sayesinde ölüm acısı bir nebze de olsa hafifliyor, ölmek üzere olan kişinin acısı azalıyor.

Şimdi sorumuz şu: 

— Yasin suresinin okunmasıyla ölmek üzere olan kişiye bu fayda sağlanıyorsa, ölen kişiye benzer bir fayda niçin sağlanmasın? 

Yasin suresi kişinin kabri başında okunsa, oraya da Allah'ın rahmeti iner. Bu rahmet sayesinde de kabirde yatan kişinin, eğer varsa azabı, bir nebze de olsa hafifler. 

— Bunda aklınızın almadığı yer neresi? 

— Ölmek üzere olan kişiye faydası olan ve acısının azalmasına sebep olan Yasin suresi, ölen kişiye niçin fayda sağlamasın ve onun azabını niçin hafifletmesin? 

Elbette hafifletir. Bizler hadisin hükmünü ve muhaddislerin görüşünü kabul ediyor ve ölülerimize Yasin suresini okuyoruz. Yasin suresini okumak caiz ise diğer sureleri okumak da caizdir. Zira hepsi Kur'an'dandır.

HAZRETİ LECLAC HADİSİ ÖLÜYE KUR'AN OKUNABİLECEĞİNİ İSPAT EDER

Bu dersimizde sahabeden Leclac Hazretlerinin, oğluna yaptığı vasiyeti tahlil edeceğiz. Hazreti Leclac, oğluna şöyle vasiyette bulunmuştur:

— Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezara koyduğun zaman şöyle de: بِسْمِ اللَّهِ وَعَلَى مَلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ Sonra da üzerime toprak atarak düzelt. Daha sonra da başımın ucunda Bakara suresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben HazretiPeygamber'in böyle dediğini duydum. ( Taberânî, XIX, 220, 221, Hadis no: 491; İbni Asâkir, Tarihu Dimeşk, L, 292; el-Beyhakî, IV, 56)

İmam Heysemî bu hadis hakkında şöyle der: 

— Bu hadisin ravileri güvenilir kabul edilmiştir. Bu durumda isnadı hasendir. (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, III, 47) 

Demek, bu hadis hasen derecesinde bir hadistir.

Hadisin senedinde sadece Abdurrahman İbni Atâ üzerinde tereddüt edilmiştir. İbni Hibban Hazretleri Abdurrahman İbni Atâ'yı güvenilir kabul etmiştir. İmam Tirmizî bu raviden hadis almış, İbni Hacer de bu ravi hakkında makbuldür demiştir. (İbni Hacer, Takribü't-Tezhib, Sf. 348)

Hadisin isnadında başka bir illet tespit edilmemiştir. Şu hâlde bu hadis hasen derecesinde bir hadistir. Yahya b. Main de bu hadisi delil olarak kabul etmiştir. (el-Beyhakî, IV, 56)

İmam Nevevî de hadisi hasen kabul etmiştir. İmam Nevevî ki Şafiîlerin İmam Şafiî'den sonra ikinci büyük imam olarak gördükleri zattır.

Mezkûr hadis, Ahmed İbni Hanbel'in bu konudaki fetvasına da esas olmuştur. Şöyle ki:

Ahmed İbni Hanbel Hazretleri Muhammed b. Kudâme el-Cevheri ile birlikte bir cenazeye katılmışlardı. Bir adam bu esnada kabrin başında Kur'an okumaya başladı. İbni Hanbel Hazretleri: "Ey falanca, kabirde Kur'an okumak bidattır!" diyerek Kur'an okumasına engel oldu. Bunun üzerine, yanındaki Muhammed b. Kudâme, Ahmed İbni Hanbel'e şöyle sordu:

—Mübeşşir b. İsmail el-Halebî hakkındaki düşüncen nedir? Ve ondan hadis aldın mı?

İbni Hanbel Hazretleri bu kişinin güvenilir olduğunu ve ondan hadis aldığını söyledi. Bunun üzerine Muhammed b. Kudâme, Leclac hadisini Mübeşşir b. İsmail'in kendisine rivayet ettiğini söyledi ve ona Leclac hadisini nakletti. Bu hadisi duyan İbni Hanbel Hazretleri Kur'an okumasını engellediği adamı çağırttı ve okumasına devam etmesini istedi. (İbni Kudâme, el-Muğni, II, 424)

Sözün özü, en muteber hadis âlimleri bu hadisi kabul etmiş, senedindeki ravilerin güvenilir olduğunu söylemiştir. 

Selefiler bu âlimlerin sözleri karşısında hadisi cerh edemeyince şöyle diyorlar:

— Hadisin isnadında kopukluk vardır. Hadisi Hazreti Leclac'ın oğlu nakletmiştir. Peygamberimize ittisali (bitişmesi) yoktur.

Onların bu sözlerine cevaben deriz ki: 

— Yahu siz hadis ilmini hiç mi bilmiyor musunuz? Hazreti Leclac'ın oğlu bunu babasından nakletmiş. Babası da Peygamberimizden nakletmiş. Hadiste nasıl bir kopukluk var? İttisal şartı tam manasıyla yerine gelmiş. 

Selefiler bu cevap karşısında söyleyecek bir söz bulamayınca bu sefer de şöyle diyorlar: 

— Bu hadis merfu değil, mevkuftur.

Merfu hadis: Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a isnad edilen bütün söz ve fiillerdir. 

Mevkuf hadis: Sahabeye ait söz ve fiillerdir.

Selefiler, "Hadis merfu değil, mevkuftur." diyerek bu sözün Peygamberimize ait olmadığını ispat etmeye çalışıyorlar. Onlara cevaben deriz ki: 

Hadis merfudur, mevkuf değildir. Çünkü:

1. İmam Taberânî'nin rivayetinde, hadisin son kısmında Hazreti Leclac'ın şöyle dediği kaydedilir:

سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ يَقُولُ ذلِكَ  Ben Resulullah'ın böyle dediğini işittim.

İşte bu ifade, Hazreti Leclac'ın bu sözü, Peygamberimizden işittiğine delildir. İmam Taberânî'nin rivayeti bunu açıkça ispat eder.

2. Bazen bir hadis hem merfu hem de mevkuf olarak rivayet edilebilir. Bu hadiste de bu durum söz konusudur. Bazı raviler Hazreti Leclac'ın bu sözü İbni Ömer'den duyduğunu söylemiş ve hadisi mevkuf olarak nakletmiştir. Mevkuf olarak rivayeti, merfu olmasına engel değildir. Hadis her iki yolla da nakledilmiştir. Hazreti Leclac'ın aynı sözü hem Peygamberimizden hem de İbni Ömer'den duymuş olması ve ikisinden de nakletmesi mümkündür.

3. Hadisin merfu olduğuna bir delil de benzer manayla başka bir hadisin Ebû Halid tarafındanrivayet edilmesidir. O şöyle demiştir: 

— Ey yavrum! Ben öldüğüm zaman üzerime toprağı biraz tümsekli bir şekilde ört. Sonra Bakara'nın başını ve sonunu başımın yanında oku. Zira ben Resulullah'tan böyle derken işittim. (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid)

Bu hadisi İmam Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebir'inde sahih bir isnadla rivayet etmiştir. Hafız Heysemî, Mecmau'z-Zevaid'inde bu hadisin ravilerini güvenilir bulduğunu söylemiştir. Hadisin başka şahitleri de vardır. (Allame Muhaddis Muhammed b. Ali en-Nimevî ve haşiyesi et-Taliku'l-Hasen, Sf. 338)

Ebû Halid Hazretlerinin, evladına Hazreti Leclac'la aynı şeyi vasiyet etmesi ispat eder ki bu hadis merfudur, mevkuf değildir. Onlar bu sözü Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'dan işitmişler ve oğullarına bu şekilde gömülmeyi vasiyet etmişlerdir. 

4. Hadis usulüne göre, içtihad ve kıyas alanlarına girmeyen ve sadece nakille bilinebilen meselelerde mevkuf haberler merfu hükmündedir. Dolayısıyla bu hadisi mevkuf bile kabul etseniz, hükmen merfudur.

5. Hadi yaptığımız bütün bu izahları bir kenara bırakalım da sizin, "Hadis mevkuftur." sözünüzü kabul edelim. Hadi bu söz Efendimize ait değil de Hazreti Leclac'a ait olsun. Aynı sözü Ebû Halid de söylemiş olsun. 

Şimdi, önümüzde iki tane söz var. Birisi sahabeden Hazreti Leclac'a ve Ebû Halid'e ait. Onlar evlatlarına diyor ki: 

— Kabristanda başımızın ucunda Bakara suresinin baş tarafını ve son kısmını okuyun.

İkinci söz de sizin sözünüz. Siz de diyorsunuz ki: 

— Ölüye Kur'an okunmaz.

Şimdi biz hangi sözle amel edelim? Sahabelerin sözüyle mi yoksa sizin gibi cahillerin sözüyle mi? Ben sahabelerin sözüyle amel ederim. Kaldı ki hadis mevkuf değil, merfudur. İmam Taberânî merfu olarak nakletmiştir.

Selefiler hadisin mevkuf olduğunu ispat edemeyince bu sefer de diyorlar ki: Hadis zayıftır.

Onların bu sözüne karşı, bir önceki derste verdiğimiz cevabı burada aynen tekrar etmek istiyoruz:

Hadi sizin dediğiniz gibi, hadis zayıf olsun. İyi de zayıf hadisle "fezail" denilen "faziletler" kısmında amel edilebilir. Ölünün arkasından Kur'an okumak ne farzdır, ne vaciptir, ne de sünnet-i müekkededir. Bu amel faziletler kısmına aittir. Faziletlerde de zayıf hadisle amel caizdir.

Kaldı ki zayıf hadis farklıdır, mevzu hadis farklıdır. Haddizatında mevzu hadis, hadis de değildir. Mevzu hadis uydurma hadistir. Zayıf hadis ise hadis-i şeriftir. Zayıf hadis hasen hadise yakın ama mevzu hadise uzaktır. Aralarındaki fark yerle gök arası kadardır. Sahih hadis 24 ayar altın olsa, hasen hadis 22 ya da 18 ayar altın olur. Zayıf hadis de 14 ayar altın olur. Mevzu hadis ise altın değildir, demirdir. Dolayısıyla zayıf hadis ile mevzu hadis arasında hiçbir yakınlık yoktur.

Muhaddisler zayıf hadis hakkında şöyle derler: 

— Bu hadis, senedi itibarıyla sahihlerin mertebesinde değildir. Ama çoğu zaman ifade ettiği manasıyla ve sahih hadislerin manasına uygun olan ifadesiyle hadis aynen hadistir.

Hâl böyle iken, Selefiler mezkûr hadis hakkında, "Bu hadis zayıftır." derler ve bununla, hadisin uydurma olduğu hissini uyandırmaya çalışırlar. Hâlbuki zayıf hadis uydurma söz değildir. Zayıf hadis aynı sahih hadis gibi, hasen hadis gibi hadis-i şeriftir. Zayıf olmasınınsebebi sahih veya hasen hadisin taşıdığı şartlardan birini veya birkaçını taşımamasıdır. Ya hadisin senedinde bir kopukluk vardır ya da ravinin adalet ve zabt gibi hâllerinde bir kusur vardır. Bu sebeple hadis sahih derecesine çıkamamıştır. Ancak bu hâller onu hadis-i şerif olmaktan çıkarmaz. Sadece sıhhat derecesini düşürür. Hatta bazen bir zayıf hadisin metni sahih hadisle birebir aynıdır. Diğer hadisin senedi sağlam olduğundan, o hadise sahih denilmiş; bu hadisin senedi sağlam olmadığından, bu hadise zayıf denilmiştir. Mana aynıiken, senedin farklı olması sebebiyle biri sahih, diğeri zayıf kabul edilmiştir.

Selefilere şuna da söylemek istiyorum: 

Ey Selefiler, siz diyorsunuz ki ölüye Kur'an okunması hususunda ne bir hadis ne de bir sahabe uygulaması vardır. Devamlı böyle diyorsunuz. Şimdi ise gösterdiğimiz hadise karşı, "Bu hadis, Hazreti Leclac'ın kendi sözüdür." diyorsunuz. Hani sahabeden tek bir söz yoktu? Hazreti Leclac'ın sözünü, Ebû Halid'in sözünü söz olarak kabul etmiyor musunuz? 

Siz merfu bir hadisi mevkuf kabul ediyor, onu da gizliyorsunuz. Bu hadisleri duymayanları, "Sahabenin bu konuda tek bir sözü yoktur." diyerek kandırıyor; duyanları da "Bu hadis merfu değildir, mevkuftur." diye iknaya çalışıyorsunuz. Siz ilim erbabı falan değilsiniz! Kendi görüşünüzü ispat için bütün usul kurallarını çiğniyorsunuz! Allah size hidayet etsin!

CENAZE NAMAZINDA FATİHA SURESİNİN OKUNABİLMESİ ÖLÜYE KUR'AN OKUNABİLECEĞİNE DELİLİDİR

Bu dersimizde Hazreti Talha (r.a.)'dan mevsuk bir hadis nakledeceğiz. Hazreti Talha der ki: 

— Abdullah İbni Abbas'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. O, Fatiha suresini okudu.Sonra da: "Onun sünnet olduğunu öğrenin diye böyle okudum." dedi. (Buhârî, Cenâiz, 65; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77; İbni Şeybe, XI, 492)

İmam Tirmizî bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. (Tirmizî, 1022) 

Bu hadisten anlıyoruz ki Peygamber Efendimiz (a.s.m.) cenaze namazında Fatiha suresini okurmuş. Bu, sünnet-i müekkede şeklinde değil, arada bir okuması şeklindedir. Bu haberi bize sahabenin en büyük âlimlerinden olan İbni Abbas Hazretleri veriyor. 

Hanefi mezhebinde de Fatiha suresi dua kastıyla cenaze namazında okunabilir. Hanefiler dua kastıyla okurlar, çünkü Hanefilere göre, cenaze namazı bir duadır ve bu namaz kıraat mahalli değildir. Bu sebeple Fatiha suresini dua kastıyla okurlar.

— Lakin dua kastıyla da olsa Fatiha suresi Kur'an'dan mıdır? 

Evet, Kur'an'dandır. Dua kastı ile okunması Kur'an'dan olmasını nakzetmez. 

Şimdi sorularımız şu: 

— Cenaze namazı kime kılınır? 

Ölüye kılınır.

— Peki, cenaze namazında Fatiha suresini okumak caiz mi? 

İbni Abbas Hazretlerinin rivayetiyle caiz.

— Fatiha suresi Kur'an'dan mıdır?

Evet, Kur'an'dandır.

Öyleyse biz neyi konuşuyoruz? Bu tahlil bize ölülere Kur'an okunabileceğini ispat etmez mi? Elbette eder.

Eğer birisi şöyle dese: 

— Ama cenaze namazındaki ölü daha gömülmemiştir. Diğer ölülerse gömülmüştür. Dolayısıyla aralarında bir fark vardır. 

Onun bu sözüne karşı deriz ki: 

— Henüz toprağa gömülmemiş ölü ile gömülmüş ölü arasında ne fark var? Birisi caizse diğeri de caizdir. Birincinin caiz olduğunu İbni Abbas'ın uygulamasıyla ve Fatiha okumaya, "Sünnettir." demesiyle öğrendik. Bundan da ikincinin -yani gömülmüş olanlara Kur'an okumanın- caiz olduğu hükmünü kolayca çıkarabiliriz. Tabii azıcık aklımız ve birazcık ferasetimiz varsa!

BİR AĞACIN TESBİHİ DAHİ ÖLÜYE FAYDA SAĞLIYORSA KUR'AN NASIL FAYDA SAĞLAMAZ?

Bu dersimizde, İbni Abbas Hazretlerinden nakledilen bir hadis-i şerifin tahlilini yapacağız. Hadis-i şerif şöyledir: 

مَرَّ النبيُّ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ بقَبْرَيْنِ فَقالَ إنَّهُما لَيُعَذَّبَانِ وما يُعَذَّبَانِ في كَبِيرٍ أمَّا أحَدُهُما فَكانَ لا يَسْتَتِرُ مِنَ البَوْلِ وأَمَّا الآخَرُ فَكانَ يَمْشِي بالنَّمِيمَةِ ثُمَّ أخَذَ جَرِيدَةً رَطْبَةً فَشَقَّهَا نِصْفَيْنِ فَغَرَزَ في كُلِّ قَبْرٍ واحِدَةً قالوا يا رَسولَ اللَّهِ لِمَ فَعَلْتَ هذا قالَ لَعَلَّهُ يُخَفِّفُ عنْهما ما لَمْ يَيْبَسَا

Resulullah (a.s.m.) iki kabre uğradı ve şöyle dedi: 

— Şüphesiz bunlar azap olunuyorlar. Büyük bir günahtan dolayı da azap olunmuyorlar. Onlardan biri idrarından sakınmaz, diğeri ise söz taşırdı.

Sonra Resulullah (a.s.m.) yaş bir hurma fidanı istedi. Sonra çubuğu ikiye bölerek, bir parçasını birinin, diğer parçasını da diğerinin üzerine dikti.

Sahabeler sordular:

— Ya Resulallah! Niçin böyle yaptın?

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:  

— Bunlar kurumadığı müddetçe azapları hafifletilir. (Buharî, Vudu, 55; Müslim, Tahâret, 34; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tahâret, 53; Nesâî, Tahâret, 27)

Hadisin meselemize bakan cihetini izah etmeden önce şu izahı yapalım: 

Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah'ı hamd ile tesbih eder. Bu hakikat birçok Kur'an ayetinde beyan buyrulmuştur. Mesela Sâd suresinde şöyle buyrulur: 

إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ

Biz dağları Dâvûd'un emrine vermiştik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. (Sâd18)

İsra suresinde de şöyle buyrulmuş:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ

Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih eder. Allah'ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. (İsra 44)

Bu manada Kur'an'da daha birçok ayet vardır. Bizler bu ayetlere imanla biliriz ki her şey; küçük olsun büyük olsun, yerde olsun gökte olsun, canlı olsun cansız olsun, Allah'ı hamd ile tesbih eder. 

İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın kabrin üzerine ağaç dikmesi bu sebepledir. O ağaçlar tesbih eder ve onların tesbihinin bereketiyle, kabirde azap görenlerin sıkıntısı bir nebze de olsa hafifler. 

Şimdi şunu bir düşünün: 

Ağaç ki bu tesbihi iradesiyle yapmıyor, ona ilham olunuyor. Şuuru ve ilmi yok ki yaptığı tesbihten haberi olsun. Nasıl ki saat zamanı gösterir ama zamandan haberi yoktur. Aynen bunun gibi, cansız varlıklar ve nebatat da Allah'ı tesbih ederler ama bu tesbihten haberleri yoktur. Buna rağmen, onların tesbihinin, altlarında yatan ölüye faydası vardır. Faydası vardır ki Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kabirlerin üzerine ağaç dikmiş ve: "Bunlar kurumadığı müddetçe azapları hafifletilir." buyurmuş.

Şimdi Selefilere sorumuz şu: 

— İnsan ağaçtan daha mı kıymetsiz? İnsan ki yeryüzünde Allah'ın halifesi, mahlukatının müdebbiri, hitabının muhatabı ve Allah'ın en nazdar misafiridir. Bu insanın Allah katında ağaç kadar bir kıymeti yok mudur?

Ağaç şuursuzca tesbih ediyor ve onun tesbihiyle kabirde yatanın azabı hafifliyor. 

— Acaba Kur'an'ın o ağacın tesbihi kadar bir tesiri yok mu? O Kur'an ki Allah'ın hitabıdır, ezelî kelamıdır, ins ve cinne karşı burhanıdır. Şu Kur'an'ın ağacın tesbihi kadar kıymeti yok mudur? Ağacın tesbihiyle hasıl olan bereket ve rahmet Kur'an okumakla nasıl hasıl olmaz? 

Hem şunu nasıl iddia edersiniz:

Bir ağacın tesbininin ölüye faydası olsun lakin insan gibi en kıymetli bir varlığın Kur'an gibi en kıymetli kelamı okumasının ölüye bir faydası olmasın. Ağacın şuursuz tesbihiyle bir bereket ve rahmet kabre insin ama Kur'an'ın okunmasıyla böyle bir bereket ve rahmet oluşmasın.

Bu hiç mümkün müdür? Eğer mümkün değildir derseniz -ki mümkün değildir- o zaman kabrin başında Kur'an okumanın caiz olduğunu kabul etmek zorundasınız. Elhamdülillah, biz kabul ettik ve iman ettik.

SELEFİLERİN, "BU KONUDA NE BİR HADİS NE DE BİR SAHABE UYGULAMASI VARDIR." SÖZÜNE CEVAP

Bu dersimizde Selefilerin şu sözüne cevap vereceğiz. Onlar diyor ki: 

— Ölünün arkasından Kur'an okuma hususunda ne bir hadis, ne bir sahabe uygulaması ve ne de selef âlimlerinin fetvası vardır.

Onların bu sözüne ilk cevabımız şudur: Allah size insaf versin! Bu nasıl bir yalandır, nasıl bir iftiradır! 

Bizler bu eserin başından beri bu konudaki hadis-i şerifleri, sahabe uygulamasını ve selef âlimlerinin görüşlerini naklediyoruz. Bu dersimizde ise konuyu, odak noktası bu mesele olarak işleyeceğiz. Selefiler, "Bu konuda tek bir hadis yoktur." diyor. İşte alın size hadis!

Bu hadisi Abdullah İbni Ömer Hazretleri rivayet etmiştir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuş:

اِذَا مَاتَ أحَدُكُمْ فَلاَ تَحْبِسُوهُ وَأَسْرِعُوا بِهِ إِلَى قَبْرِهِ ولْيُقْرَأْ عِنْدَ رأْسِهِ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِوعِنْدَ رِجْلَيْهِ بِخَاتِمَةِ سُورَةِ الْبَقَرَةِ في قَبْرِهِ  

Sizden birisi öldüğünde onu durdurmayın, onu kabrine koyma hususunda acele edin. Kabri başında ölünün başucunda Fatiha suresi okunsun ve ayakucunda da Bakara suresinin sonuokusun. (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir, XII, 340, Hadis no: 13613; el-Beyhakî, Şuabu'l-İman, VII, 16, Hadis no: 9294)

Bu hadisin tahricini ikinci dersimizde yapmıştık. Dileyenler o derse bakabilir. 

Başka bir hadis-i şerifi sahabeden Hazreti Leclac rivayet etmiştir. Hazreti Leclac, oğluna şöyle vasiyette bulunmuştur:

— Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezara koyduğun zaman şöyle de: بِسْمِ اللَّهِ وَعَلَى مَلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ  Sonra da üzerime toprak atarak düzelt. Daha sonra da başımın ucunda Bakara suresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben HazretiPeygamber'in böyle dediğini duydum. (Taberânî, XIX, 220, 221, Hadis no: 491; İbni Asâkir, Tarihu Dimeşk, L, 292; el-Beyhakî, IV, 56)

Bu hadisin tahricini dördüncü dersimizde yapmıştık. Dileyenler o derse bakabilir. 

Bu manaya yakın başka bir hadis-i şerif de sahabeden Ebû Halid tarafından nakledilmiştir. O, oğluna şöyle vasiyet etmiştir: 

— Ey yavrum! Ben öldüğüm zaman üzerime toprağı biraz tümsekli bir şekilde ört. Sonra Bakara'nın başını ve sonunu başımın yanında oku. Zira ben Resulullah'tan böyle derken işittim. (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid)

Bu hadisin tahricini de dördüncü dersimizde yapmıştık. Dileyenler o derse bakabilir. 

Malik b. Yesar tarafından rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

اِقْرَؤُا يس عَلَى مَوْتَاكُمْ  

Ölülerinize Yasin suresini okuyun. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbni Mâce, Cenâiz, 4; Nesâî, Amelü'l-Yevm ve'l-Leyl, Sf. 58)

Bu hadisin tahlilini üçüncü dersimizde yapmıştık. Dileyenler o derse bakabilir. 

Yine Hazreti Talha şöyle der: 

— Abdullah İbni Abbas'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. O, Fatiha suresini okudu.Sonra da: "Onun sünnet olduğunu öğrenin diye böyle okudum." dedi. (Buhârî, Cenâiz, 65; EbûDâvûd, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77; İbni Şeybe, XI, 492)

Bu hadisle anlıyoruz ki Peygamber Efendimiz (a.s.m.) cenaze namazında Fatiha suresini okumuştur. Ölüye Kur'an okunması caiz olmasaydı, Peygamberimiz (a.s.m.) ölünün arkasından Fatiha'yı okumazdı. Bu hadisin geniş tahlilini beşinci dersimizde yapmıştık.Dileyenler o derse bakabilir.

Daha başka hadis-i şerifler de var. Bu kadar hadis varken nasıl olur da "Bu konuda tek bir hadis yoktur." denilebilir. Selefiler bu hadislere karşı diyor ki: Bu hadisler zayıftır. 

Biz de onlara diyoruz ki: Bu hadislerin zayıf olmadığını önceki derslerimizde ispat ettik. 

Hadi bütün o izahları bir kenara koyalım. Sizin dediğiniz gibi hadisler zayıf olsun. Siz bu hadisleri zayıf olduğu için kabul etmiyorsunuz. O hâlde siz bize tek bir hadis gösterin, o hadis "Kabristanda Kur'an okunmaz. Ölülere Kur'an okumayın." manasında olsun. Bu manada tek bir hadis gösterin, hadis zayıf da olsa biz kabul edeceğiz. Bize bu manada tek bir hadis gösterebilir misiniz?

Yapamazsınız, gösteremezsiniz. Sizin elinizde -zayıf da olsa- tek bir hadis bile yok. Bizim elimizde ise -size göre zayıf olan- birçok hadis var. Kimin sözü tercih edilecek? Elbette bizim sözümüz tercih edilecek. Hem şu noktaları da unutmayın:

1. Faraza bütün hadisler zayıf da olsa, zayıflar birbirine dayanır; kuvvet bulur. Manası itibarıyla zayıf olmaktan çıkar.

2. Faziletler kısmında zayıf hadisle amel edilebilir. Ölüye Kur'an okunması ne farzdır, ne vaciptir, ne de sünnet-i müekkededir. Bu amel fazilet kısmına aittir. Dolayısıyla zayıf hadisle amel edilmesi caizdir.

3. Zayıf hadis farklıdır, mevzu hadis farklıdır. Haddizatında mevzu hadis, hadis de değildir. Mevzu hadis uydurma hadistir. Zayıf hadis ise hadis-i şeriftir. Zayıf hadis hasen hadise yakın ama mevzu hadise uzaktır. Aralarındaki fark yerle gök arası kadardır. Sahih hadis 24 ayar altın olsa, hasen hadis 22 ya da 18 ayar altın olur. Zayıf hadis de 14 ayar altın olur. Mevzu hadis ise altın değil, demirdir. Dolayısıyla zayıf hadis ile mevzu hadis arasında hiçbir yakınlık yoktur.

Muhaddisler zayıf hadis hakkında şöyle derler: 

— Bu hadis, senedi itibarıyla sahihlerin mertebesinde değildir. Ama çoğu zaman ifade ettiği manasıyla ve sahih hadislerin manasına uygun olan ifadesiyle hadis aynen hadistir.

Hâl böyle iken, Selefiler mezkûr hadis hakkında, "Bu hadis zayıftır." derler ve bununla, hadisin uydurma olduğu hissini uyandırmaya çalışırlar. Hâlbuki zayıf hadis uydurma söz değildir. Zayıf hadis aynı sahih hadis gibi, hasen hadis gibi hadis-i şeriftir. Zayıf olmasının sebebi, sahih veya hasen hadisin taşıdığı şartlardan birini veya birkaçını taşımamasıdır. Ya hadisin senedinde bir kopukluk vardır ya da ravinin adalet ve zabt gibi hâllerinde bir kusur vardır. Bu sebeple hadis sahih derecesine çıkamamıştır. Ancak bu hâller onu hadis-i şerif olmaktan çıkarmaz. Sadece sıhhat derecesini düşürür. Hatta bazen bir zayıf hadisin metni sahih hadisle birebir aynıdır. Diğer hadisin senedi sağlam olduğundan, o hadise sahih denilmiş; bu hadisin senedi sağlam olmadığından, bu hadise zayıf denilmiştir. Mana aynıyken, senedin farklı olması sebebiyle biri sahih, diğeri zayıf kabul edilmiştir.

Hadis usulüne dair bu bilgileri verdikten sonra, şimdi de Selefilerin: "Bu konuda selef âlimlerinin hiçbir fetvası yoktur." sözüne bakalım. Şimdi yapacağımız nakilleri duyunca, Selefilerin nasıl bir yalan söylediğine siz de şaşıracaksınız:

1. Hanefi, Şafiî ve Hanbeli mezheplerine göre, ölünün arkasından Kur'an okumak caizdir. Maliki mezhebinin sonraki ulemasına göre de caizdir. Bu mezheplerin detaylı görüşünü birinci derste izah etmiştik. Dileyenler o derse bakabilir.

Şimdi diyoruz ki: 

— Ey kendisine Selefi diyen güruh! Üç mezhep imamı size göre selef âlimi değil midir? Ve Maliki mezhebinin sonraki uleması size göre âlim değil midir?

2. Ahmed İbni Hanbel Hazretleri şöyle demektedir: Kabristana girdiğinizde Ayete'l-Kürsî ve üç defa İhlas suresini okuyarak şöyle dua ediniz: Allah'ım, onun ecrini şu kabir halkına ulaştır. (İbni Kudâme, el-Muğni, II, 424; Kurtubî, et-Tezkira, I, 96)

Başka bir rivayette de şöyle der: Fatiha suresini, Muavizeteyn ve İhlas surelerini okuyun. Sonra da bunu kabir halkına bağışlayınız. Çünkü o, ölülere ulaşır. (Kurtubî, et-Tezkira, I, 96)

— Ey Selefiler! Ahmed İbni Hanbel Hazretleri size göre selef âlimi değil midir?

3. İmam Şafiî Hazretleri şöyle der: Ziyaretçilerin kabirde Kur'an'dan bir bölüm okumaları müstehaptır. Şayet Kur'an'ın tamamını okurlarsa bu daha güzel olur. ( Nevevî, el-Ezkâr, 137; Riyazu's Salihin)

— Ey Selefiler! İmam Şafiî Hazretleri size göre selef âlimi değil midir?

4. Sahabeden Abdullah İbni Ömer Hazretleri ölünün arkasından Kur'an okunabileceğini söyler. Yine Sahabeden Hazreti Leccac ve Ebû Halid, oğullarına kabirleri başında Kur'an okumalarını vasiyet eder.

— Ey Selefiler! Abdullah İbni Ömer Hazretleri size göre selef âlimi değil midir? HazretiLeccac ve Ebû Halid size göre sahabe değil midir?

5. Tâbiînden İmam Şâbî Hazretleri ki onu tanıyanlar şöyle der: "Zamanının en büyük fakihi ve muhaddisidir. İbni Abbas kendi zamanında neyse İmam Şâbî de aynı konumdadır."

Bu zat beş yüz kadar sahabeyi görmüştür. İşte bu İmam Şâbî der ki: Medineliler, içlerinden biri öldüğü zaman sık sık onun kabrini ziyaret eder ve onun için Kur'an okurlardı. (Süyûtî, el-Câmi, Sf. 403)

Yine aynı İmam Şâbî şöyle der: Medineliler ölünün yanında Bakara suresini okurlardı. (İbni Ebî Şeybe, II, 445)

— Ey Selefiler! İmam Şâbî Hazretleri size göre selef âlimi değil midir? Hem hani kabristanda Kur'an okunması diye geçmişte bir uygulama yoktu? İşte bakın, tâbiîn zamanında Medine ehli bunu uyguluyor, kabristanda ölüleri başında Kur'an okuyor.

6. İbni Hacer Hazretleri der ki: Ölülere okunan Kur'an'ın sevabı, bölünmeden tam olarak kendilerine ulaşır. Bu, Allah'ın geniş rahmetine en uygun olandır. (Buğyetu'l-Musterşidin, Sf.97)

— Ey Selefiler! Fakih ve muhaddis İbni Hacer size göre âlim değil midir?

7. İmam Kurtubî Hazretleri şöyle der: Kur'an okuduktan sonra ölülere bağışlanan sevap ölüye ulaşır. Çünkü Kur'an bir dua, istiğfar, yakarma ve istirhamdır. (Kurtubî, et-Tezkira, I, 103)

— Ey Selefiler! İmam Kurtubî Hazretleri size göre âlim değil midir?

8. Hanbeli mezhebinin önde gelen âlimlerinden İbni Kudâme el-Makdisi ölünün arkasından Kur’an okunabileceğini söyler. (İbni Kudâme, el-Muğni, II, 424; İbni Kudâme, eş-Şerhu'l-Kebir, II, 424) 

— Ey Selefiler! İbni Kudâme el-Makdisi size göre âlim değil midir?

9. Malikilerden Kadı İyaz ölüye Kur'an okumanın müstehap olduğunu söyler. (Müslim Şerhi, XI, 125)

— Ey Selefiler! Kadı İyaz size göre âlim değil midir?

10. İmam Nevevî, İmam Gazâlî, İmam Süyûtî, İmam Şekvânî, İmam Şirbinî, İbnü's-Salah, Muhibbu't-Taberî, İbnu'r-Rıfat, hepsi, ölülere Kur'an okunabileceği kanaatindedir.

— Ey Selefiler! Size göre bu zatlar âlim değil midir?

Daha ismini sayabileceğimiz onlarca âlim var. Hepsini saymaya kalksak bu ders bir saat bitmez. 

Ey Selefiler! Hadi bu âlimleri kabul etmiyorsunuz, hiç değilse başınızın tacı olan İbni Teymiye'nin sözünü kabul edin. İbni Teymiye de ölüye Kur'an okunabileceği kanaatindedir.(İbni Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 366, 367)

Hadi İbni Teymiye'yi de reddettiniz, hiç değilse İbni Teymiye'den sonra en büyük imamınız olan İbni Kayyim'ın sözünü kabul edin. Bakın, şimdi size İbni Kayyim'ın "Kitabu'r-Ruh" isimli eserinden bir bölüm nakledeceğim. Dikkatle dinleyin!

İbni Kayyim şöyle diyor: 

— Eğer denilirse ki: "Bu anlattıklarınız, selef âlimlerinde görülmemektedir. Hayra çok düşkün olmalarına rağmen, kimse ölüye Kur'an okumakla ilgili bir şey nakletmemiştir. Resulullah (a.s.m.) da onlara bunu anlatmamıştır. Onları ölü adına duaya, istiğfara, sadakaya, hac ve oruca teşvik etmiştir. Kur'an okumanın sevabı ölülere ulaşacak olsaydı, HazretiPeygamber bunu onlara anlatır; onlar da böyle yaparlardı. 

İbni Kayyim bu söze karşı cevabımız şudur der: 

— Bu iddiaların sahipleri hac, oruç, dua ve istiğfar sevaplarının ölülere ulaşacağını kabul ediyorlarsa, onlara denilir ki: "Bunların sevabının ölüye ulaşacağını kabul ederken, ne sebeple Kur'an'ın sevabının ölüye ulaşacağını reddediyorsunuz? Bu, benzer şeyler arasında ayırım yapmaktan başka ne olabilir? Yok, eğer bu amellerin sevabının ölüye ulaşacağını kabul etmiyorlarsa, bu olamaz. Zira bu mesele kitap, sünnet, icma ve şer'î prensiplerle sabittir. Oruçsadece bir niyetten ve nefsi yeme-içmeden alıkoymaktan ibarettir. Allahu Teâlâ bunun sevabını ölüye ulaştırdığı hâlde, amel ve niyetten ibaret olan Kur'an okumanın sevabını ölüye niye ulaştırmasın? Orucun sevabının ulaşması diğer amellerin de sevabının ulaşacağına delildir. Orucun sevabının ölüye ulaşmasıyla Kur'an okumak ve zikir çekmenin sevaplarının ulaşması arasında ne fark vardır? 

İbni Kayyim şöyle devam ediyor: 

— Aynı zamanda, "Selef böyle yapmamıştır." diyen kimse de bilmediği bir konuda konuşuyordur. Bu kişi bilmediği şeyin, olmadığına şehadet eder. Meselenin sırrı şudur: Sevap amel edenin mülküdür. Gönül rızasıyla Müslüman kardeşine bağışlayınca Allahu Teâlâ sevabı bu kişiye ulaştırır. Öyleyse Kur'an okumanın sevabını diğer sevaplardan ayırıp ulaşmaz demenin ne geçerliliği vardır? Ayrıca inkârcılar da dâhil her asırda, birçok beldelerde inanlar böyle amel etmişler ve âlimlerden hiçbiri de buna karşı çıkmamıştır. (İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye, Kitabu'r-Ruh, Sf. 190)

Ey Selefiler! İmamınızı duydunuz, hiç değilse bu meselede bu imamınıza tabi olun!

"İNSAN İÇİN ANCAK ÇALIŞTIĞI VARDIR." AYETİNİN TAHLİLİ

Bu dersimizde Selefilerin şu sözüne cevap vereceğiz. Onlar diyor ki: 

— Necm suresinde "İnsan için ancak çalıştığı vardır." (Necm 39) buyrulmuş. Bu ayet ispat eder ki insanın sevap defterine sadece kendi amelinin sevabı yazılır; işlemediği bir amelin sevabı yazılmaz. Ölü adına okunan Kur'an'da, tilaveti ölü değil, başkası yapmaktadır. Bu durumda, başkasının okuduğu Kur'an sevabının ölüye yazılmaması gerekir. Bu da ispat eder ki ölüye Kur'an okumanın faydası yoktur ve caiz değildir.

İşte onlar böyle diyor. Bu dersimizde onların bu sözünü kökünden çürüteceğiz. Mezkûr ayet-i kerimenin izahını yapmadan önce bazı hadis-i şerifleri beyan edelim:

Birinci hadisimiz İbni Abbas Hazretlerinden nakledilen şu hadis-i şeriftir:

مَرَّ النبيُّ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ بقَبْرَيْنِ فَقالَ إنَّهُما لَيُعَذَّبَانِ وما يُعَذَّبَانِ في كَبِيرٍ أمَّا أحَدُهُما فَكانَ لا يَسْتَتِرُ مِنَ البَوْلِ وأَمَّا الآخَرُ فَكانَ يَمْشِي بالنَّمِيمَةِ ثُمَّ أخَذَ جَرِيدَةً رَطْبَةً فَشَقَّهَا نِصْفَيْنِ فَغَرَزَ في كُلِّ قَبْرٍ واحِدَةً قالوا يا رَسولَ اللَّهِ لِمَ فَعَلْتَ هذا قالَ لَعَلَّهُ يُخَفِّفُ عنْهما ما لَمْ يَيْبَسَا

Resulullah (a.s.m.) iki kabre uğradı ve şöyle dedi: 

— Şüphesiz bunlar azap olunuyorlar. Büyük bir günahtan dolayı da azap olunmuyorlar. Onlardan biri idrarından sakınmaz, diğeri ise söz taşırdı.

Sonra Resulullah (a.s.m.) yaş bir hurma fidanı istedi. Sonra çubuğu ikiye bölerek, bir parçasını birinin, diğer parçasını da diğerinin üzerine dikti.

Sahabeler sordular:

— Ya Resulallah! Niçin böyle yaptın?

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: 

— Bunlar kurumadığı müddetçe azapları hafifletilir. (Buharî, Vudu, 55; Müslim, Tahâret, 34; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tahâret, 53; Nesâî, Tahâret, 27)

Biz Kur'an'ın haber vermesiyle biliyoruz ki: Her şey; küçük olsun büyük olsun, yerde olsun gökte olsun, canlı olsun cansız olsun, Allah'ı hamd ile tesbih eder. İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın kabrin üzerine ağaç dikmesi bu sebepledir. O ağaçlar tesbih eder ve onların tesbihlerinin bereketiyle, kabirde azap görenlerin sıkıntısı bir nebze de olsa hafifler. 

Eğer "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetini mutlak kabul edersek, ölünün ağacın tesbihinden faydalanmasını neyle izah edeceğiz? Ağacın tesbihinde ölünün bir çalışması ve bir gayreti olmamasına rağmen, ölü, ağacın tesbihinden faydalanmaktadır. Demek, insan başkasının amelinden faydalanabilmektedir. Bu başkası ağaç da olsa...

İkinci hadisimiz Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın, ümmeti adına kurban kesmesidir. HazretiCabir (r.a.) şöyle anlatıyor: 

— Bir Kurban Bayramı’nda Resulullah (a.s.m.) ile namazgâhta hazır bulundum. Hutbesini tamamlayınca minberinden indi. Kurbanlık bir koç getirildi. Resulullah (a.s.m.) onu kendi eliyle kesti. Keserken de şöyle buyurdu: بِسْمِ اللَّهِ وَاللَّهُ أَكْبَرُ "Bu, benim adıma ve ümmetimden kurban kesemeyenler adınadır." (Tirmizî, Edâhî, XX, 1521)

Başka bir hadislerin de şöyle buyurmuştur: 

— ...Ey Rabbim! Bu kurban bize sendendir ve senin için kesiyoruz. Muhammed (a.s.m.) ve ümmeti adına kesiyorum... (Ebû Dâvûd, Edâhî, 3-4/2795; İbni Mâce, Edâhî, 1)

Biz bu hadislerle biliyoruz ki Peygamber Efendimiz (a.s.m.), ümmeti adına kurban kesmiş ve sevabını ümmetine bağışlamıştır. Eğer "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetini mutlak kabul edersek, Peygamberimizin, ümmeti için kurban kesmesini nasıl izah edeceğiz? 

Demek, bir ayete mana verirken bütünü düşünmek lazım. Bütünü düşünmeden fetva verdiğimizde -haşa- Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın, ümmeti adına kurban kesmekle hata yaptığını söylemek zorunda kalırız. Bunu söyleyene de Müslüman denmez.

Üçüncü hadisimiz Hazreti Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: 

Bir adam Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a gelerek şöyle dedi: "Annem ansızın öldü. Öyle sanıyorum ki şayet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem sevabı ona ulaşır mı?" Peygamberimiz (a.s.m.): "Evet, ulaşır." buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 95, Vasâyâ, 19; Müslim, Zekât, 51)

Hadisin manası bu kadar açıkken, eğer biz "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetini mutlak kabul edersek, bu hadis-i şerifi nasıl izah edeceğiz? Hadis diyor ki: "Senin vereceğin sadakanın sevabı ölmüş annene ulaşır." Bu hadise göre, insan için çalışmadığı şeyin sevabı ve bir karşılığı vardır. 

Şimdi ne yapacağız, ayeti ya da hadisi inkâr mı edeceğiz? Hayır, inkâr etmeyeceğiz. Birazdan yapacağımız gibi, aralarını cemedeceğiz. Ceme geçmeden önce örnekleri çoğaltmak istiyorum.

Dördüncü hadisimiz İbni Abbas Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

Bir kadın Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a gelerek şöyle dedi: "Kız kardeşim peş peşe iki ay oruç borcu olduğu hâlde vefat etti." Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu: "Ne dersin, kardeşinin borcu olsa onu öder miydin?" Kadın: "Evet." deyince, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle dedi: "Allah'a olan borç, ödenmeye daha layıktır." (Müslim, Sıyam, 27)

Eğer biz "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetini mutlak kabul edersek, bu hadis-i şerifi nasıl izah edeceğiz? Hadiste Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ölenin kardeşine diyor ki: "Ölen kız kardeşinin Allah'a olan borcunu sen öde."

Bu durumda, ölen kişi başkasının amelinden faydalanmış olmuyor mu? Oluyor. Demek, insan için çalıştığından başkası da var. Var ki Peygamberimiz (a.s.m.), kendisine gelen kadına, ölen kardeşinin oruç borcunu ödemesini emrediyor.

Beşinci hadisimiz İbni Abbas Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

Bir adam Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın kullara yazdığı hac farizası yaşlı ve ihtiyar babama ulaştı. Ancak o, bineğin üzerinde durabilecek hâlde bile değil. Ben ona bedel hac yapabilir miyim?" Peygamberimiz (a.s.m.): "Evet." dedi.(Buhârî, Hac, 1; Müslim, Hac, 407, 408; Muvatta, Hac, 97; Tirmizî, Hac, 85; Ebû Dâvûd, Menâsik, 26; Nesâî, Hac, 9, 11, 12)

Yine aynı soruyu soruyorum: Eğer biz "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetini mutlak kabul edersek, başkası adına hac yapabilmeyi neyle izah edeceğiz? Edemeyiz. O zaman da ya bu hadisleri ya da mezkûr ayeti inkâr etmek durumunda kalırız. Bunların inkârıysa mümkün değildir. Zira biri ayettir, diğeri de sahih hadistir. Ve bu manadaki hadisler büyük bir yekûn teşkil ederler. Ayet ve hadislerin inkârı mümkün olmadığına göre, yapılacak iş vech-i tevfikiyani aralarındaki uyumu bulmaktır. 

Bu uyumu bulamazsanız, ayetlerle sabit olan Peygamberlerin şefaatini, meleklerin insanlar için istiğfar etmesini, dirilerin ölüler için dua etmesini ve bunlar gibi şeyleri izah edemezsiniz. Zira meleğin istiğfarı insanın kendi ameli değildir. İnsana amelinden başka bir şey fayda vermiyorsa, meleğin istiğfarı manasız ve boştur. Hâlbuki Mümin suresi 7. ayetle sabittir ki melekler insanlar için istiğfar ederler. Meleklerin istiğfarının insana bir faydası vardır ki Allah meleklere bunu emretmiştir. Bu da başkasının amelinden de insanın faydalanabildiğini ispat etmektedir.

Yine "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetini mutlak kabul edersek, bir başkası için dua etmek anlamsız olacaktır. Çünkü bu dua, hakkında dua edilenin ameli değildir. Bir başkasının amelidir. Ama Allahu Teâlâ müminlerin birbirine dua etmesini emretmiştir. Müminlerin birbirine duasının bir faydası vardır ki Allah bunu emretmiştir. Bu da başkasının amelinden de insanın faydalanabildiğini ispat etmektedir.

Bu izahlardan sonra şimdi, "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetinin manasını izah edelim. Böylece biraz önce zikrettiğimiz hadis ve ayetlerle bu ayetin vech-i tevfiki ortaya çıksın:

Birinci izah şudur: Allahu Teâlâ insan için kendi çalıştığından başkasının olmadığını beyan buyurmuştur. Ayetteki لِلْإِنْسَانِ  "İnsan için" kelimesinin başındaki "lâm" edatı Arapçada mülkiyet ve gereklilik için kullanılır. Buna göre, ayetin manası şöyle olur: "İnsanın yaptığı şeyden başkası onun mülkü değildir ve ona bir sevap vermek gerekmez."

Mesela bir başkası onun adına sadaka verecek olursa, o kimsenin lehine herhangi bir mükâfatın gerekmesi söz konusu değildir. Çünkü bu sadaka onun mülkü değildir ki ona sevap vermek Allah'a vacip olsun. Lakin Allah'ın rahmeti ve lütfu adaletini geçmiş, layık olmadığı hâlde ona başkasının sevabını vermiştir. Nasıl ki Allahu Teâlâ hiçbir ameli olmayan küçük çocukları cennete koyar, onlara lütufta bulunur. Aynen bunun gibi, hak etmediği hâlde insana da lütufta bulunur; başkasının amelini onun amel defterine kaydeder. 

Demek, mezkûr ayet-i kerime Allah'ın adaleti, diğer hadis ve ayetler de Allah'ın rahmet ve lütfunun genişliği makamında beyan edilmiştir.

Yani şöyle denilmek istenmiştir: Ey insan, senin için ancak çalıştığının karşılığı olabilir! Sen sadece bunu hak ediyorsun ve bu benim adaletimdir. Lakin ben sana adaletimle değil, rahmetimle muamele ediyorum. Hakkın sadece amelinin karşılığı iken, ben sana hak etmediğini de veriyorum. Artık sen de bu rahmeti düşün ve bana kul ol.

İşte mezkûr ayet-i kerime bu manayı ifade etmektedir.

Ayetin ikinci izahını Râzî Hazretleri şöyle yapar: 

— Eğer insan, dostunun yaptığı bir iyiliğin kendisine fayda vermesi için, iman konusunda çalışıp gayret göstermeseydi, dostunun sadakasının ona bir faydası olmazdı. Başkasının iyiliğinin kişiye faydası olabilmesi için, onun imanda sebat göstermesi ve iman üzere ölmesi gerekir. Dolayısıyla bu da demektir ki yine insan için ancak çalıştığı şey vardır. O, iman için çalışmış ve bu çalışmaya mukabil dostlarının dua ve sadaka gibi ibadetlerine hissedar olmuştur. Eğer imana çalışmasaydı, asla onlardan nasibi olmazdı. (Tefsir-i Kebir)

Bu izahın aynısını Ebu's-Suud Hazretleri de yapar. O şöyle ifade eder: 

— Peygamberlerin şefaati, meleklerin istiğfarı, dirilerin ölüler için dua ve sadakaları gibi; insanın kendi amelinden olmamakla beraber, kendisine faydası olduğu bilinen işlere gelince, bütün bunların fayda sağlaması, insanın kendi ameli olan imana ve dine bağlılığına dayanır. İman olmayınca hiçbir şeyin faydası olmayacağı için, bu sevaplarda fayda sağlayan yine kişinin kendi gayret ve amelidir. (Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Tefsiri)

Ayetin üçüncü izahı da şudur: Bu aynı zamanda Râzî Hazretlerinin ikinci izahıdır. Üstad der ki:

— "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayeti onun amelinin muhafaza olacağı hususunda bir haberdir. Amelinde bir eksikliğin veya kaybolmanın söz konusu olmayacağını bildirir. 

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden bir alıntı yapsak, ayetin geniş manası şöyle olur ve ayet insana şöyle der: 

— Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, “Eyvah, malımız harap olup çalışmamız heba oldu! Şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik.” demeyiniz; feryat edip mahzun olmayınız. Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl, sizi celbedip, yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır.

İşte "İnsan için ancak çalıştığı vardır." ayetinin manası budur; amelinin muhafaza olacağını bildirir. Bu manasıyla ayet Zilzal suresindeki şu ayete benzer: Kim zerre miskal hayır işlerseonun mükâfatını görecek. Kim de zerre miskal kötülük yaparsa, o da onun cezasını görecek.(Zilzal, 7-8) 

Mezkûr ayete üç farklı izah yaptık. Müfessirler daha başka izahlar da yapmışlar. Daha fazlasını arzu eden tefsir kitaplarına bakabilir.

"EVLERİNİZİ KABRE ÇEVİRMEYİN." HADİSİNİN İZAHI

Bu dersimizde Selefilerin şu sözüne cevap vereceğiz. Onlar diyor ki:

Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuş: Evlerinizi kabre çevirmeyin. Şüphesiz şeytan içinde Bakara suresi okunan evden kaçar. (Müslim, Müsâfirin, 212; Tirmizî, Fezaili'l-Kur'an, 2)

Bu hadis-i şerifte, "Evlerinizi kabre çevirmeyin." buyrulmuş ve Kur'an okunmayan ev kabristana benzetilmiştir. Demek, kabristanda Kur'an okumak caiz değildir. Eğer caiz olsaydıbu benzetme yapılmazdı.

İşte onlar böyle manasız bir söz söylüyor. Biz onlardan çok basit bir şey istedik. Dedik ki:

— Ölünün arkasından veya kabristanda Kur'an okumanın yasak olduğuyla ilgili bize bir hadis gösterin. Tek bir hadis gösterin, biz sözünüzü kabul edeceğiz. Hatta bu hadis zayıf olsun, sahih de olmasın; biz yine sözünüzü kabul edeceğiz. 

Ama Selefiler bunu yapamıyor. Yapamadıkları için de meseleyle hiç alakası olmayan hadislerden delil çıkarmaya çalışıyorlar. Şimdi, onlara diyoruz ki:

"Evlerinizi kabre çevirmeyin." hadisiyle ölünün arkasından Kur'an okumanın ne alakası var.Hadiste zikredilen kabir toprağın üstü değil, altıdır. Kabrin altında ne Kur'an okumak vardır, ne namaz kılmak vardır, ne de başka bir ibadet vardır. Kabirdeki için artık imtihan dünyası kapanmış, onunla ameli arasına bir perde girmiştir. 

İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) içinde Kur'an okunmayan, namaz kılınmayan ve ibadet yapılmayan evi kabre benzetmiştir. Toprağın altındaki ölüler ibadet yapmadıkları gibi, o evdeki insanlar da ibadet yapmazlar. Âdeta onlar ölüler gibidir ve evleri de içinde ibadet olmayan kabirlere benzer.

İşte hadisteki benzetmenin manası budur. Bu benzetmeyle, kabirleri ziyaret edenlerin ölüleri başında Kur'an okumasının ne ilgisi var?

İlgisi olmadığını onlar da biliyor. Lakin söyleyecek söz olmayınca ve insan davasını ispatta böyle âciz kalınca, konuşmuş olmak için konuşuyor. Bunların da misali bu.

Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Herhâlde "Evlerinizi kabre çevirmeyin." hadisininmanası anlaşılmıştır.

ÖLÜLERE BAĞIŞLANAN KUR'AN'IN SEVABI BÖLÜNÜR MÜ?

Bu dersimizde şu sorunun cevabını vereceğiz: 

— Okuduğumuz Kur'an'ın sevabını bağışlarken ölülerimizin tamamına niyet ediyoruz. Acaba sevap ölülere bölünüyor mu yoksa her bir ölü sevabın tamamını mı alıyor?

İbni Hacer Hazretleri bu konuda şöyle der: 

— Ölülere okunan Kur'an'ın sevabı, bölünmeden tam olarak kendilerine ulaşır. Bu, Allah'ın geniş rahmetine en uygun olandır. (Buğyetu'l-Musterşidin, 297)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de sevabın bölünmeyeceği görüşündedir. Birinci Şua isimli eserinde bu meseleyi izah eder. 

Şimdi, bu meseleyi şu misallerle izah etmeye çalışalım: 

1. Dünyada yedi milyar insan var. Her birinin cep telefonu olduğunu farz edelim. Hepsi aynı anda aynı radyo kanalını açsa, bir frekanstan yayınlanan ses tam yedi milyar kişiye aynı anda ulaşır. Ne bir karışıklık olur ne de bir zorluk.

2. Yeryüzünde bir milyar evin olduğunu farz edelim. Her evde bir televizyon olsa, hepsi aynı kanalı açsa, aynı canlı yayın bir anda bir milyar evde gözükür. Biri diğerine mâni olmaz.

3. Bazı illerimizde ezan tek bir merkezden okunuyor. Tek bir merkezden okunan ezan milyonlarca insanın kulağına aynı anda ulaşıyor. Hiçbir zorluk olmuyor.

4. Bir lambanın karşısına binlerce ayna koysak, her aynada bir lamba gözükür. Hiçbir zorluk ve karışıklık olmaz.

5. Güneşe karşı milyarlarca cam veya şeffaf şey koysak, güneş aynı anda milyarlar yerde temessül eder. Bir yere ulaşması diğer yere ulaşmasına mâni olmaz.

— Dünyada bu kadar örneğini gördükten sonra; Fatiha, Yasin ve Kur'an hatmi gibi şeylerin bir anda bütün ölülere ulaşmasını niçin akıldan uzak görelim?

— Bir Fatiha'nın milyonlarca ölüye aynı anda ulaşmasıyla, bir kanalda oynayan filmin milyonlarca evde aynı anda seyredilmesi arasında ne fark var?

— Yine bir Yasin-i şerifin milyarlarca ferde aynı anda ulaşmasıyla, bir radyo kanalından yapılan yayının milyarlarca kişiye aynı anda ulaşması arasında ne fark var?

— Yine nurani bir sevabın binlerce ruh aynasında aynı anda temessülüyle, bir lambanın binlerce aynada aynı anda temessülü arasında ne fark var?

Hiçbir fark yok! Birine kadir olan Allahu Teâlâ diğerine de kadirdir. Âmenna ve saddekna!

Bu dersimiz bu konunun son dersiydi. Rabbimize sonsuz hamdüsena olsun, bir imani meseleyi daha bizlere tahkiki bir surette yazdırdı ve bizi bu hizmette istihdam etti. Rabbim bu eseri benim ve bu dersleri halisane okuyan kardeşlerimin günahlarına kefaret yapsın. Bizleri iman hizmetinde daim ve kaim eylesin. Bizi kendine kul, Habibine ümmet etsin. Âmin.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun