Allah'ın elçisine uymamızı emreden ayetleri açıklar mısınız?

Tarih: 16.05.2019 - 12:56 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

HADİS İNKÂRCILIĞININ SEBEBİ NEDİR?

Hadis inkârcılığı her geçen gün biraz daha kuvvet kazanarak tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Zira bu bozuk meşrebin akıl hocaları şeytani hile ve cerbezeleriyle Müslümanların akıllarını bulandırıp, iman ve itikatlarına şüphe tohumları ekmektedirler. Bu sebepten dolayı hadis inkârcılarının maskelerini düşürüp hakiki yüzlerini göstermek ve ipliklerini pazara çıkarmak zaruret derecesine gelmiştir. Ta ki Müslümanlar şerlerinden kurtulabilsin.

Öncelikle hadis inkârcılığının dehşetini ortaya koymak için durum tespiti mahiyetinde birkaç noktayı nazarlarınıza sunmak istiyoruz:

1. Kalbinde iman taşıyan ve Müslüman olan bir insanın hadisleri inkâr etmesinin bir mantığı olabilir mi?

2. Sahabeler (haşa) yalan mı söylediler veya Peygamberimiz (a.s.m.)'a iftira mı attılar ki bu bedbaht güruh hadisleri inkâr etmeye cüret ediyor?

3. İmam Buhârî'den İmam Müslim'e, İbni Mâce'den Ahmed İbni Hanbel'e kadar, bütün hadis hafızları da -hadis inkârcılarının itikadına göre- Peygamber sözü olmayan yalan sözleri mi kitaplarında topladı?

4. Bu kişilerin hadislerle ne alıp veremediği var? Hadisler onların yolunu mu kesiyor veya menfaatlerine mi engel oluyor?

Bu dört husus gösteriyor ki hadis inkârcılığı çok dehşetli bir hastalıktır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hastalığın sebebini çok güzel tespit etmiş. Bu manayı şu şekilde özetleyebiliriz:

Bunlar günahlara öyle dalmışlar ki günahlardan kurtulamıyor ve farzları eda edemiyorlar. Bir bahane bulmak için diyorlar ki:

— Şu mesele içtihattır. Mezhepler arasında ihtilaf vardır. Bu hükme uymak gerekmez. Hem onlar da bizim gibi insandır; biz de onlar gibi içtihat yapabiliriz...

İşte böyle diyerek müçtehid imamlara karşı üstünlük iddia ediyorlar ve mezhebin halkasından çıkıyorlar.

Demek, mezhepleri inkâr etmenin temel sebebi: İslami hükümlerin zor gelmesi sebebiyle, nefislerine uygun bir İslam'ı ortaya çıkarma arzusudur. İçinde beş vakit namazın, zekâtın ve tesettür gibi emirlerin olmadığı; günahların helal olduğu bir dini çıkarma arzusu…

Ancak iş bununla bitmiyor. Çünkü mezhep imamlarının omzunda olan yalnız dinin nazariyat kısmıdır; farzlar ve haramlar değildir. Farzlar ve haramlarda içtihad yoktur. Hadis inkârcıları ise farzlar terk etmek ve haramları işlemek istemektedir. Bu sebeple, dinin farzlarını değiştirmek için hadislerin ravileri olan sahabelere ilişiyorlar ve onların naklettiği hadisleri inkâr etmeye başlıyorlar.

İşte hadisleri inkârlarının sebebi budur. O hâlde mezhepsizlikle tamamlanan basamakları şöylece maddeleyebiliriz:

1. Bunlar günahları işliyor ve günaha mâni olan farzları eda edemiyor.

2. İstiyorlar ki işledikleri günahlar helal olsun ve eda edemedikleri farzlar da farz olmasın.

3. Bu arzularının sevkiyle müçtehid imamlara ilişiyorlar. “Onlar da bizim gibi insandır. Biz de onlar gibi içtihat yapabiliriz.” diyorlar ve nefislerine uygun içtihat yapıyorlar.

4. Ama bakıyorlar ki iş müçtehidleri inkâr etmekle bitmiyor. Zira dinin farzlarında içtihat yapılmamış ve yapılamıyor. Hâlbuki bu kişiler dinin farzlarını da terk etmek istiyor. Bu sebeple de gözlerini bir üste dikiyorlar; hadislerin ravileri olan sahabeye ilişiyorlar. Onları -haşa- yalancılıkla itham edip hadisleri inkâr ediyorlar.

5. Ancak iş bununla da bitmiyor. Çünkü bazı farzlar hakkında çok açık Kur'an ayetleri mevcut. İşte bu sefer de gözlerini Kur'an'a dikiyorlar; ayetleri diledikleri gibi tevil edip nefislerine uygun hükümler çıkarıyorlar.

İşte hadis inkârcılığının sebebi budur! Bu tahlille anladık ki: Hadis inkârcılığı ilimden değil, nefisperestlikten gelir. Allah bunların şerrinden ümmet-i Muhammed'i (a.s.m.) muhafaza eylesin. Âmin.

Hak ve hakikatin kaynağı olan Kur’an’a müracaat ettiğimizde hadis inkârcılığının temelinin çürük ve hükümlerinin batıl olduğu apaçık görülmektedir. Bu bölümden itibaren iddiamızı ispat mahiyetinde ayetlerden örnekler sunmaya başlıyoruz.

Şunu da hemen belirtelim ki: Bu eserde hadis inkârcılarını bizzat muhatap kabul edip onlarla konuşacak ve ağızlarından düşürmedikleri “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." sözlerinin ne kadar hakikatsiz olduğunu ispat edeceğiz. Bununla da davalarını iptal edip düştükleri kuyunun dehşetini göstereceğiz! Cehd ve gayret bizden, muvaffakiyet Allah’tandır.

1. EĞER BİR ŞEYDE ÇEKİŞİRSENİZ ONU ALLAH'A VE RESULÜNE GÖTÜRÜN. (NİSA 59)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde şu ayete dikkat edin:

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ

Eğer bir şeyde çekişirseniz onu Allah'a ve Resulüne götürün. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız (böyle yaparsınız). (Nisa 59)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

 فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ  Eğer bir şeyde çekişirseniz.

Bu beyan, bizim ile hadis inkârcıları arasındaki durumu anlatmaktadır. Bizler onlarla birçok amelî ve itikadi meselede çekişiyoruz.

— Peki, ayet-i kerime bu durumda ne yapmamızı emrediyor?

فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ  "Onu Allah'a götürün." diyor.

Allah'a götürmek, meseleyi Allah'ın kitabı olan Kur'an'a götürmektir. Yani aramızda Kur'an'ı hakem yapmak ve Kur'an'ın dediğine tabi olmaktır.

Bizler meselimizi Kur'an'a götürdük; meselimizi ispat için Kur'an'dan ayetler gösterdik. Hadis inkârcıları da ayetler gösterdiler. Biz, "Siz ayetlere yanlış mana veriyorsunuz." dedik; onlar da "Yok, siz yanlış mana veriyorsunuz." dediler. Aramızdaki ihtilaf hâlâ devam ediyor. Kim haklı kim haksız ortaya çıkmadı.

— Peki, bu durumda ne yapacağız?

Nisa suresinin 59. ayeti yapmamız gerekeni şöyle beyan ediyor:

وَالرَّسُولِ "Onu Resule götürün." Yani hâlâ çekişip ihtilaf ediyorsanız, bu durumda o meseleyi Resul (a.s.m.)'a götürün.

Allah'a götürmek, kitabı olan Kur'an'a götürmekti. Peki, Resule götürmek ne?

Resule götürmek de onun hadis-i şeriflerini hakem yapmaktır. Eğer ihtilafımızı Kur'an halledemiyorsa meselemizi hadislere götürmeliyiz. Bu, Kur'an'ın emridir.

— Peki, bu emre kim itaat eder?

Ayet-i kerime diyor ki:  إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ  "Allah'a ve ahiret gününe iman edenler itaat eder." Yani eğer Allah'a ve ahirete imanınız varsa, meselenizi önce Kur'an'a sonra da hadislere götürürsünüz. Böyle yapmanız imanınızın alametidir.

Mana-yı muhalifiyle: Eğer hadislere götürmüyorsanız, Allah'a ve ahiret gününe imanınız yoktur.

Bu izahtan sonra, şimdi hadis inkârcılarına bir çift sözümüz var:

Siz diyorsunuz ki: Kur'an bize yeter. Biz ancak Kur'an'la amel ederiz.

İyi de siz Kur'an'la amel etmiyorsunuz ki... Kur'an size, meselenizi Resule götürün yani onun sözlerini ve hadislerini aranızda hakem yapın diyor. Siz ise Kur'an'ın bu emrine muhalefet ediyorsunuz.

— Hani siz Kur'an'a uyuyordunuz?

— Sizin mushafınızda bu ayet yok mu?

Daha sizin Kur'an'ın çok ayetlerini çiğnediğinizi -Allah'ın inayetiyle- bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım.

3. DE Kİ: EĞER ALLAH'I SEVİYORSANIZ BANA TABİ OLUN. (ÂL-İ İMRAN 31)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde şu ayete dikkat edin:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ

De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız o hâlde bana tabi olun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. (Âl-i İmran 31)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayetin başında şöyle buyrulmuş:  اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ  Eğer siz Allah'ı seviyorsanız... 

Bu beyanla, Allah'ı sevme iddiasında bulunanlar sevgilerini ispata davet edilmiş.

— Peki, nasıl ispat edecekler? 

— Allah'ı sevmenin alameti nedir? 

— Allah'ı sevenler ne yapar?

Ayetin devamı sorumuza cevap veriyor: فَاتَّبِعُونِي  Bana tabi olun.

Bu ifadeyle, Allah'ı sevmenin alameti beyan edilmiş. Allah'ı sevmenin alameti Peygamberimize tabi olmaktır!

Ayetin açık beyanıyla: Kim Peygamberimize tabi olursa Allah'ı seviyordur. Kim de tabi olmazve sünnetini inkâr ederse o da Allah'ı sevmiyordur. 

Her şeyin bir alameti olduğu gibi, Allah'ı sevmenin de bir alameti var. Bu alamet de Peygamberimiz (a.s.m.)'a tabi olmaktır.

— Peki, Peygamberimiz (a.s.m.)'a tabi olursak ne kazanırız? 

Ayet diyor ki:  يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ  -Eğer Allah'ın resulüne tabi olursanız- Allah da sizi sever ve günahlarınızı affeder. 

O hâlde Peygamberimize tabi olmak Allah'ı sevmenin alameti olduğu gibi, Allah tarafından sevilmenin ve Allah'ın affına mazhar olmanın da vesilesidir. 

Bu izahtan sonra, şimdi hadis inkârcılarına bir çift sözümüz var: 

Ey hadis inkârcıları! Sizler diyorsunuz ki: "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." 

— Peki, Âl-i İmran suresinin 31. ayetini hiç okumuyor musunuz?

— Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz?

Ayet-i kerime diyor ki: Allah'ı seviyorsanız Allah'ın peygamberine tabi olun! 

Siz ise diyorsunuz ki: Biz Peygambere tabi olmayız; hadislerini kabul etmeyiz; sünnetine uymayız...

Bakın, Kur'an size, "Allah'ı seviyorsanız Kur'an'a tabi olun." demiyor; "Resulullah'a tabi olun." diyor. Çünkü İslam sadece Kur'an'dan ibaret değildir. Peygamberimiz (a.s.m.)'ınsünneti de dinin bir kaynağıdır ve bu sünnete tabi olmak Kur'an'ın emridir.

Ey hadis inkârcıları! Vallahi siz Allah'ı sevmiyorsunuz! Çünkü Kur'an diyor ki: "Eğer sevseydiniz Allah’ın Resulüne tabi olurdunuz." Madem siz sünnete ve hadislere tabi olmuyorsunuz, o hâlde Kur'an'ın açık beyanıyla, Allah'ı sevmiyorsunuz. 

Vallahi Allah da sizi sevmiyor! Çünkü Allahu Teâlâ -ayet-i kerimenin açık beyanıyla-sevgisini Resulüne tabi olma şartına bağlamış. Siz bu şartı yerine getirmiyorsunuz ki Allah sizi sevsin!

Şundan da korkun ki: Allahu Teâlâ affını da bu şarta bağlamış; Resulullah (a.s.m.)'a tabi olmaya... 

Artık bundan korkmayana daha ne denir? Cevabı siz verin!

4. RESULULLAH'IN HARAM KILDIĞINI HARAM KILMAYANLAR... (TEVBE 29)

Tevbe suresi 29. ayette şöyle buyrulmuş:

وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ  Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlar... 

Bu ayette iki şeyden bahsediliyor: 

1. Allah'ın haram kıldığı şeyler. 

2. Resulünün haram kıldığı şeyler.

Allah'ın haram kıldığı şeyler Kur'an'da geçen haramlardır. 

— Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nedir?

Sakın, "Bunlar da Kur'an'da geçen haramlardır." demeyin. Çünkü bunlar Kur'an'da bahsi geçen haramlar olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim: 

حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ayetindeki "vav" harfi Arapçada atıf harfidir. Atıf harfi, kendisinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu ispat eder. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela "Ali ve Ahmet geldi." desek, Ahmet'in Ali'den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Bu farkı ortaya koyan edat "ve" edatıdır. 

Aynen bunun gibi, "Allah'ın haram kıldığı şeyler ve Resulünün haram kıldığı şeyler" dediğimizde, Resulünün haram kıldığı şeylerin Allah'ın haram kıldığı şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece "Allah'ın haram kıldığı şeyler" denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.

Bu izahtan sonra şimdi sorumuz şu: 

— Allah'ın haram kıldıkları Kur'an'da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nerede geçmektedir?

Aklınıza hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur. 

Demek, birisi sadece Allah'ın haram kıldıklarını -yani Kur'an'daki haramları- kabul etse bu yeterli değildir. Resulullah (a.s.m.)'ın da haram kıldıklarını haram kabul etmelidir. Çünkü Peygamberimizin haram kılması da Allah'ın haram kılması gibidir ve bu haram kılmalar da Allah'ın emretmesiyledir. Aradaki tek fark, bu haramlar Kur'an'da değil, hadislerde geçmektedir.

Bu izahtan sonra, şimdi hadis inkârcılarına sorumuz şu:

Ey hadis inkârcıları! Siz diyorsunuz ki: Vahiy sadece Kur'an'dır; Peygambere başka vahiy gelmemiştir.

— Peki, Peygambere başka vahiy gelmemişse, "Resulünün haram kıldığı şeyler" ifadesi ne manaya gelmektedir?

Mezkûr ayetten haramların bize iki şekilde bildirildiğini anlıyoruz: 

1. Kur'an ile bildirilenler.

2. Hadis-i şeriflerle bildirilenler.

— Eğer hadisleri yok sayarsanız, hadislerin bildirdiği haramları nasıl öğreneceksiniz?

Hiçbir yolla öğrenemezsiniz. Bu durumda da İslam'ı kafanıza göre yaşamaya başlarsınız. Dilediğinizi helal, dilediğinize haram dersiniz; şimdi yaptığınız gibi... 

Ey hadis inkârcıları! Siz Kur'an'a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz. Vallahi Kur'an'dan hiçbir nasibiniz yok; Kur'an'ı hiç anlamıyorsunuz. Eğer anlasaydınız, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın sünnetine ve hadislerine muhalefet etmez ve ayetin emrettiği gibi o sünneti kaynak kabul ederdiniz. 

İnanın Kur'an bir vadide, siz başka bir vadidesiniz. Allah size ölümden önce uyanmayı nasip etsin! Âmin.

5. PEYGAMBER SİZE HER NEYİ VERDİYSE ONU ALIN. (HAŞR 7)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde şu ayetin emrine de uymalısınız:

وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا

Resul size her neyi verdiyse onu alın. Ve size her neyi yasakladıysa ondan vazgeçin. (Haşr 7)

Bu ayet-i kerimeyle, sadece Kur'an'ın emirlerine değil, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın da bütün emirlerine uymamız emredilmektedir. Çünkü ayet diyor ki: 

— Resul size her neyi verdiyse onu alın. 

Demiyor ki: 

— Sadece Kur'an'ı alın.

Yine ayet diyor ki: Resul size her neyi yasakladıysa ondan vazgeçin!

Bu beyanla, sadece Kur'an'ın yasaklarından değil, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın bildirdiği bütün yasaklardan vazgeçmemiz emredilmektedir. Çünkü ayet diyor ki:

— Resul size her neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.

Demiyor ki: 

— Sadece Kur'an'ın yasaklarından vazgeçin.

Şimdi, hadisleri kabul etmeyip, "Biz sadece Kur'an'a uyarız." diyenlere diyoruz ki:

Bakın, ayet-i kerime, "Kur'an size her neyi verdiyse onu alın." şeklinde değil; "Peygambersize her neyi verdiyse onu alın." şeklinde. 

Eğer biz sadece Kur'an'ın emir ve yasaklarına muhatap olsaydık; sünnetin emir ve yasakları olmasaydı, ayet-i kerime "Peygamber size her neyi verdiyse onu alın." şeklinde değil; "Kur'an size her neyi verdiyse onu alın." şeklinde olurdu. Lakin böyle olmamış. Böyle olmaması da ispat eder ki: Bizler Hz. Peygamber (a.s.m.)'ın hem Kur'an yoluyla hem de sünneti yoluyla emrettiği ve nehyettiği her şeye muhatabız!

Bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına diyoruz ki:

Ey hadis inkârcıları! Sizler diyorsunuz ki: "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." 

— Peki, Haşr suresinin 7. ayetini hiç okumuyor musunuz?

— Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz?

— Niçin Resul (a.s.m.)'ın verdiklerini almıyor ve nehyettiklerinden vazgeçmiyorsunuz?

Siz Kur'an'a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz, lakin Kur'an'a uymuyorsunuz. Eğer Kur'an'a uysaydınız, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın sünnetine muhalefet etmez ve hadislerini kabul ederdiniz. Allah size uyanmayı ve Kur'an'a uymayı nasip etsin. Âmin.

6. ALLAH'IN RESULÜNDE SİZLER İÇİN GÜZEL BİR ÖRNEK VARDIR.  (AHZAB 21)

Ahzab suresi 21. ayette şöyle buyrulmuş:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً

Andolsun ki sizler için Allah'ın resulünde güzel bir örnek vardır. Bu güzel örnek, Allah'a veahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler içindir. (Ahzab 21)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

— Andolsun ki Allah'ın resulünde sizler için güzel bir örnek vardır. 

Yani Allah'ın resulü (a.s.m.) müminler için güzel bir numunedir. Müminler yaşantılarında onuörnek almalı ve ona benzemeye çalışmalıdır.

— Peki, kimler Peygamberimiz (a.s.m.)'ı kendilerine güzel bir örnek yaparlar?

Ayet-i kerime diyor ki:

1.  لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللَّهَ  Allah'a kavuşmayı umanlar. 

2.  اَلْيَوْمَ الْاٰخِرَ  Ahiret gününe kavuşmayı umanlar.

3.  وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا  Ve Allah'ı çokça zikredenler.

Bakın, ayet-i kerime diyor ki: Kim Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umuyor ve Allah'ı çokça zikrediyorsa Resulullah (a.s.m.)'ı kendine örnek yapar. Yok, örnek yapmıyorsa, onun Allah ve ahiret inancında bir problem vardır. Ve yine o, Allah'ı çokça zikretmiyordur. 

Demek, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hadislerini kabul etmek ve sünnetine uymak kişinin imanıyla ve ibadetiyle alakadardır. İmanda problem yaşayanlar ve -başta zikir olarak- ibadette kusurlu olanlar Peygamberimizi kendilerine örnek yapamazlar. Bu nimet onlara ihsan edilmez.

Şimdi, hadis inkârcılarına diyoruz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Sizler diyorsunuz ki: Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter.

— Peki, Ahzab suresinin 21. ayetini hiç okumuyor musunuz?

Ayet-i kerime diyor ki: Andolsun ki Allah'ın resulünde sizler için güzel bir örnek vardır.

— Ayetin bu beyanına karşı, sizler Allah'ın resulünü niçin kendinize örnek yapmıyor ve niçin onun sünnetini inkâr ediyorsunuz?

— Bu hâlinizle Kur'an'a muhalefet ettiğinizin farkında değil misiniz?

Hem siz Peygamberimizin sünnetini kendinize örnek yapmadığınıza göre, sizin Allah ve ahiret inancınız bozuk. Ve siz zikir ehli de değilsiniz. İbadet hayatınız da problemli... 

Kur'an sizi böyle tarif ediyor. Artık gerisini siz düşünün!

7. SENİ HAKEM YAPMADIKÇA İMAN ETMİŞ SAYILMAZLAR. (NİSA 65)

Nisa suresi 65. ayette şöyle buyrulmuş:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّاقَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Hayır! Rabbine yemin olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe,sonra senin verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça onlar iman etmiş olmazlar. (Nisa 65)

Şimdi, ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım: 

Ayetin başında şöyle buyrulmuş: 

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ  Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar iman etmiş olmazlar.  

Bu ifadeyle, bir işi yapmadıkça imanın tamam olmayacağı beyan buyrulmuş. Bundan sonra da imanın şartı olarak üç şey zikredilmiş:

1.  حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ Aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe...

İmanın birinci şartı bu: Aramızda çekiştiğimiz bir meselede Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ı hakem tayin edeceğiz. Eğer biz müminsek ve imanımız varsa, kafamıza göre hükmetmeyip Peygamberimiz (a.s.m.)'ı hakem tayin edeceğiz. Peygamberimizi hakem tayin etmek demeseleyi onun hadislerine ve sünnetine götürmektir.

İmanın birinci şartını öğrendik: Çekiştiğimiz meseleyi Peygamberimiz (a.s.m.)'ı götürmek!

2.  ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ Sonra senin verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça...

İmanın ikinci şartı bu: Peygamberimizin verdiği hükümden dolayı gönlümüzde hiçbir sıkıntının olmaması... Demek, sadece meseleyi Peygamberimize götürmek yeterli değil. Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hükmünü de kabul etmemiz gerekiyor. Öyle bir kabul ki gönülde en küçük bir sıkıntı olmayacak. Yani kişi, "Keşke şöyle olsaydı, böyle olsaydı." demeyecek. Eğer gönlünde ufacık bir sıkıntı varsa bu hâl ispat eder ki onun imanı tamam olmamış ve kemale ermemiştir.

3.  وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا Ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça...

İmanın üçüncü şartı da bu: Tam bir teslimiyetle teslim olmak!

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Bizimle sizin aranızda şefaat, tevessül ve kabir hayatı gibi birçok meselede ihtilaf ve çekişme var. Bizler bunları hak kabul ederken, sizler batıl kabul ediyorsunuz. Bu durumda yapmamız gereken şey, mezkûr ayetin hükmüyle amel edip meselelerimizi Peygamberimize götürmek ve hükmüne razı olup teslim olmaktır.

Biz size, "Gelin, meselelerimizi Peygamberimize yani onun sünnetine ve hadislerine götürelim." dediğimizde; siz bize, "Yok, biz Peygambere götürmeyiz, onu hakem kabul etmeyiz ve hadislerine itibar etmeyiz." diyorsunuz.

— İyi de hani siz Kur'an ile amel ediyordunuz?

Bakın, Kur'an size, "Tartıştığınız şeyleri Resule götürün. Onun sözlerini ve hadislerini aranızda hakem yapın." diyor. Siz ise Kur'an'ın bu hükmüne muhalefet ediyorsunuz.

Daha meseleyi Peygamberimiz (a.s.m.)'a bile götüremiyorsunuz. Nerde kaldı onun hükmünü kabul etmek ve tam bir teslimiyetle teslim olmak!

Benim en çok şaşırdığım şey ise Kur'an'a böyle muhalefet ederken Kur'an'a uyduğunuzu iddia etmeniz! Allah size hidayet nasip etsin. Âmin.

8. ALLAH'IN RESULÜ BİR İŞE HÜKMETTİĞİNDE ARTIK SEÇME HAKKINIZ YOKTUR. (AHZAB 36)

Ahzab suresi 36. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ

Allah ve Resulü bir işe hükmettiğinde, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine göre tercih hakları yoktur. (Ahzab 36)

Şimdi, Allahu Teâlâ diyor ki: Allah ve Resulü bir iş hakkında "helal" ya da "haram" diyehükmederse, artık mümine düşen "İşittik ve itaat ettik." demektir. Mümin olanın artık o iştetercih hakkı yoktur. 

Mesela Allahu Teâlâ faizin haram olduğuna hükmetmiştir. Bu hükümden sonra bir mümin faiz haram mıdır helal midir diye düşünmez; faizin haram olduğunu kabul eder.

Şimdi, şu nokta üzerinden duralım: 

Ayet-i kerime iki şeyden bahsediyor: 

1. Allah'ın bir şeye hükmetmesi.

2. Resulünün bir şeye hükmetmesi.

Allah'ın hükümleri Kur'an'da geçen hükümlerdir. 

— Peki, Resulünün hükümleri nerede geçmektedir?

Sakın, "Bunlar da Kur'an'da geçen hükümlerdir." demeyin. Çünkü bunlar Kur'an'da geçen hükümler olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim: 

إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ ayetindeki "vav" harfi Arapçada atıf harfidir. Atıf harfi, kendisinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu ispat eder. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela "Vedat ve Cüneyt geldi." desek, Vedat'ın Cüneyt'ten farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Bu farkı ortaya koyan edat "ve" edatıdır. 

Aynen bunun gibi, "Allah bir işe hükmettiğinde ve Resulü bir işe hükmettiğinde"dediğimizde, Resulünün hüküm verdiği şeylerin Allah'ın hüküm verdiği şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı arada "vav" atıf harfi kullanılmazdı. Madem kullanılmış, o hâlde ikisi birbirinden farklıdır.

Şimdi sorumuz şu: 

— Allah'ın hükümleri Kur'an'da geçmektedir. Peki, Resulünün hükümleri nerede geçmektedir?

Aklınıza hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur.

Demek, birisi sadece Kur'an'daki helalleri ve haramları kabul etse bu yeterli değildir. Sünnetinhükümlerini de kabul etmek zorundadır. Bu, ayetin apaçık beyanıdır.

Ayetin devamına da dikkat edelim: 

وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا  Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse şüphesiz apaçık bir şekilde sapmıştır. 

Bakın, sapmak sadece Allah'ın hükümlerine karşı gelmek değildir. Resulünün hükümlerine karşı gelmek de apaçık bir sapmaktır.

Şimdi, hadis inkârcılarına diyoruz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Sizler, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz. 

— Peki, bu ayetin hükmüyle niçin amel etmiyorsunuz?

Ayet-i kerime diyor ki: Allah'ın resulü bir işe hükmettiğinde artık seçme hakkınız yoktur. Kim Allah'ın resulüne isyan ederse apaçık bir şekilde sapmıştır!

Ayetin bu beyanına karşı, sizler hadisleri inkâr ediyor ve sünneti kabul etmiyorsunuz. 

— Bu hâlinizle Kur'an'a karşı geldiğinizin farkında değil misiniz?

Siz Kur'an'a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz lakin Kur'an'ı hiç anlamıyorsunuz. Vallahi Kur'an'dan zerre miskal nasibiniz yok. Allah size tövbe etmeyi ve ölümden önce uyanmayı nasip etsin. Âmin.

9. BİZ SENİ DİN HUSUSUNDA BİR ŞERİAT SAHİBİ KILDIK. (CASİYE 18)

Casiye suresi 18. ayette şöyle buyrulmuş:

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ  

Sonra biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. O hâlde sen ona uy. Bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma! (Casiye 18)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Cenab-ı Hak dedi ki: Biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık.

Ayetin bu beyanından anlıyoruz ki: Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a bir şeriat verilmiş. 

Şeriat: İslam hukuku demektir. Şeriatta suçlar ve cezalar belirlenmiş; neyin helal neyin haram olduğu ve neyin suç neyin mübah olduğu tayin edilmiş ve suçlara cezalar takdir edilmiştir.

Şimdi, ayet-i kerime diyor ki: Biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık.

Sorumuz şu: Bu şeriat nerededir?

Sakın, "Kur'an'dadır." demeyin. Çünkü Kur'an'da sınırlı sayıda hüküm vardır. Bu hükümler de tam manasıyla açıklanmamıştır. Mesela Kur'an'da hırsızın cezası el kesmek olarak beyan edilir. Ancak hangi şartlarda el kesilecek, bu izah edilmez. 

Demek, hem Kur'an'da sınırlı sayıda hüküm var hem de olanlar her yönüyle izah edilmemiş.

Sorumuza bir daha dönelim: Kur'an'da Peygamberimize hitaben, "Biz sana bir şeriat verdik; ona uy." buyrulmuş. Ama biz bu şeriatın bütün hüküm ve detaylarını Kur'an'da göremiyoruz. O hâlde bu şeriat nerededir? 

— Aklınıza Peygamberimizin sünnetinden ve hadislerinden başka bir yer geliyor mu?

Allahu Teâlâ Peygamberimize bir şeriat verdiğini Kur'an'ın ayetiyle beyan buyurmuş ve Peygamberimize hitaben, "Sen ona uy! Bilmeyenlerin hevasına uyma." demiş. Bu şeriatın çok az hükmü Kur'an'da zikredilmiş; zikredilenlerin de detayına girilmemiş. Detay ve şeriatın ekser hükümleri hadis-i şeriflere havale edilmiş.

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına diyoruz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Bakın, ayet-i kerimede Peygamberimize bir şeriat verildiği açıkça beyan edilmiş ve bu şeriata uyması emredilmiş. Ona emredilmişse bize de emredilmiş... 

Şimdi, biz Allah'ın bu emrine itaat edip şeriata uymak istiyoruz. Hadi bize şu şeriatı Kur'an'da gösterin!

— Kur'an'da şeriatla ilgili kaç hüküm gösterebilirsiniz?

Mesela Kur'an "İçki içmeyin!" diye emreder. Peki, içki içenin cezası nedir, bunu Kur'an'da gösterebilir misiniz?

Yine Kur'an "Faiz yemeyin!" der. Faiz yiyenin cezasını Kur'an'da gösterebilir misiniz?

Yine Kur'an "Zekât verin!" der. Zekâtın hangi maldan ve ne oranda verileceğini Kur'an'da gösterebilir misiniz?

Örnekler saymakla bitmez. Sözün özü: Eğer hadisleri inkâr ederseniz, Peygamberimize verilen şeriatı da inkâr etmiş olursunuz. Çünkü şeriatın ekser hükümleri hadislerde geçmektedir. Şeriata uyabilmek için, önce şeriatın hükümlerinin geçtiği hadisleri kabul etmek lazım. Hadisleri inkâr eden hangi şeriata uyacak?

Ey hadis inkârcıları! Kur'an size şeriata uymanızı emrediyor. Kur'an'ın "Ona uyun." dediği şeriatı niçin inkâr ediyorsunuz? Hani siz Kur'an'a tabi oluyordunuz? Hadi tabi olsanız ya...

Allah size hidayet versin ve uyanmayı nasip etsin. Âmin.

10. ALLAH SANA KİTABI VE HİKMETİ İNDİRDİ. (NİSA 113)

Bu dersimizde hadis inkârcılarına bir soru soracağız. Sorumuza geçmeden önce bir mukaddime yapalım:

Nisa suresi 113. ayette şöyle buyrulmuş: 

وَأَنْزَلَ اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ  Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi.

Bu ayette, Peygamberimiz (a.s.m.)'a iki şeyin indirildiği beyan edilmiş. Birincisi kitap yani Kur'an; ikincisi ise hikmet.

Yine Bakara suresi 151. ayette, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın bu hikmeti ümmetine öğrettiği beyan buyrulmuş. 

Aynı mana -yani Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hikmeti ümmetine öğretmesi- Âl-i İmran suresi 164. ayette ve Cuma suresi 2. ayette de zikredilmiş.

Yine Allahu Teâlâ Bakara suresi 231. ayette ve Ahzab suresi 34. ayette, "O hikmeti anın." diye emretmiş. 

Bütün bu ayetlerden şu hükümler çıkar: 

1. Peygamberimiz (a.s.m.)'a Kur'an'la birlikte bir de hikmet verilmiş. 

2. Peygamberimiz (a.s.m.) bu hikmeti öğretmekle mükellef kılınmış ve hikmeti ümmetine öğretmiş.

3. Bizler Kur'an'a tabi olduğumuz gibi, hikmete de tabi olmak zorundayız.

Bu izahtan sonra, şimdi hadis inkârcılarına sorumuz şu: 

— Peygamberimize indirilen bu hikmet nedir?

Sakın, "Bu hikmet Kur'an'dır." demeyin. Çünkü Kur'an zaten ayetlerde hikmetten önce zikredilmiş ve Kur'an ile hikmetin arası atıf harfi olan "vav" ile ayrılmış. Bir parça Arapça bilen, bu atıf "vav"ından anlar ki kitap başkadır, hikmet başkadır. 

— Madem başkadır, o hâlde Peygamberimize indirilen ve bize öğretmekle mükellef kılındığı hikmet nedir?

Eğer bilmiyorsanız, biz size hikmetin ne olduğunu öğretelim:

İmam Şafiî Hazretleri: "Hikmet, Resulullah (a.s.m.)'ın sünnetidir." der.

Fahreddin-i Râzî Hazretleri: "Hikmet, Kur'an'ın tafsilatını ihtiva ettiği şer'i hükümleri bilmektir." der.

İmam Nesefi Hazretleri: "Hikmet sünnettir." der.

Yine İbni Kesir ve İmam Taberi Hazretleri: "Hikmet sünnettir." der.

Daha bunlar gibi onlarca âlimin, "Hikmet sünnettir." dediğini nakledebiliriz. Sözü uzatmamak için bu kadarla iktifa ediyoruz.

Bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Siz sünneti -yani Kur'an'ın ifadesiyle hikmeti- inkâr ediyorsunuz. Hâlbuki Allahu Teâlâ -ayetlerin apaçık beyanıyla- bu hikmeti Resulüne vermiş ve onu bu hikmeti öğretmekle mükellef kılmış. Bize de "O hikmete tabi olun." diye emretmiş.

— Siz sünneti inkâr ettiğinizde hikmeti zayi etmiş olmuyor musunuz?

— Allah'ın "Tabi olun." dediği şeyi inkâr etmek sizi hiç korkutmuyor mu?

Hem siz, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz. İyi de Kur'an size "Hikmete tabi olun." diyor. Siz ise hikmeti -yani sünneti- inkâr ediyorsunuz. 

— Kur'an'a uymak bu mudur?

Eğer varsa insafınıza soruyorum!

11. MÜMİNLERİN SÖZÜ ANCAK "İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK." DEMELERİDİR. (NUR 51)

Nur suresi 51. ayette şöyle buyrulmuş:

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ  Müminlerin sözü ancak... Yani müminler bu sözden başkasını söylemez. Başka bir şey söylemek mümine yakışmaz. Söylemesi caiz de değildir. Ne zaman söylemesi caiz değildir?

إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ  Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde... Niçin davet edildiklerinde?

لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ  Aralarında hüküm vermesi için... Yani aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözleri ancak:

أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا   "İşittik ve itaat ettik." demeleridir.

Manaya bir daha dikkat kesilelim: Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik.” demeleridir. (Nur 51)

Bu ayetin beyanıyla, mümin Allah'ın ve Resulünün hükmüne itaat eder. Onların sözü üzerine söz söylemez. Allah ve Resulü bir işe hükmettiğinde müminin tek sözü "İşittik ve itaat ettik."demesidir. Başka bir şey diyemez!

Şimdi, şu noktaya dikkat edelim: 

Ayet-i kerimede,  إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ  "Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde..." buyrulmuş. Ayet iki şeyden bahsediyor: 

1. Allah'a davet edilmekten.

2. Resulüne davet edilmekten. 

Allah'a davet edilmek herhâlde Allah'ın zatının tecellisine mazhar olmak değildir. Allah'a davet, kitabı olan Kur'an'a davettir. 

— Allah'a davet Kur'an'ın hükümlerine davetse; Resulüne davet neye davettir?

Sakın, "Bu da Kur'an'a davettir." demeyin. Çünkü bu, Kur'an'da bahsi geçen hükümlere davet olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim: 

إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ayetindeki "vav" harfi Arapçada atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu beyan eder. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela "Celal ve Osman geldi." desek, Celal'in Osman'dan farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Bu farkı ortaya koyan edat "ve" edatıdır.

Aynen bunun gibi, "Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde" denildiğinde, Resulüne davetinAllah'a davetten farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı şey olsaydı arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece "Allah'a davet edildiklerinde" denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.

Bu izahtan sonra sorumuz şu: 

— Allah'a davet Kur'an'ın hükümlerine davettir. Peki, Resulüne davet neye davettir?

Aklınıza sünnetinden ve hadis-i şeriflerinden başka bir şey geliyor mu? Benim gelmiyor!

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Aramızda şefaat, tevessül ve kabir hayatı gibi birçok meselede ihtilaf ve çekişme var. Biz bunların hak olduğunu söylerken, sizler bunları batıl kabul ediyorsunuz. 

Bizler sizi, aramızda hüküm vermesi için Allah'a davet ediyoruz. Yani "Gelin, aramızdaki hükmü Kur'an versin." diyoruz.

Meselelerimizi Kur'an'a götürdük. Bizler ayetler gösterdik, sizler de başka ayetler gösterdiniz. Aramızdaki ihtilaf hâlâ devam ediyor. 

Bu durumda biz diyoruz ki: Madem aramızdaki çekişme hâlâ devam ediyor, o hâlde gelin meselelerimizi Peygamberimiz (a.s.m.)'a götürelim; aramızdaki hükmü o versin!

Bizim bu teklifimize karşı siz, "Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz; hadislerine itibar etmeyiz. Kur'an bize yeter; biz ancak Kur'an'la amel ederiz." diyorsunuz.

İyi de siz Kur'an'la amel etmiyorsunuz ki... Kur'an diyor ki: Onlar aralarında hüküm vermesi için Resule davet edildiklerinde, onların tek sözü "İşittik ve itaat ettik." demeleridir. 

Kur'an size,  سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا "İşittik ve itaat ettik." demenizi emrediyor. Siz ise "Biz Resulün sözüne itaat etmeyiz." diyorsunuz. 

—Bu hâlinizle Kur'an'dan ne kadar uzak olduğunuzu görmüyor musunuz?

Allahu Teâlâ görmeyi ve tövbeyi nasip etsin. Âmin.

12. O, HEVASINDAN KONUŞMAZ! (NECM 3)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde Necm suresinin şu ayetlerine dikkat edin. Bakın,Rabbimiz ne buyurmuş:

وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلاَّ وَحْيٌ يُوحَى

Peygamberimiz (a.s.m.) hevasından konuşmaz. Onun konuşması ancak kendisine vahyedilenbir vahiydir. (Necm 3-4)

Bu ayetlerin açık beyanına göre, Peygamberimiz (a.s.m.) nefsinin arzusuna göre konuşmazdı. Onun her sözü -bilhassa dine ait her sözü- vahiyledir. Eğer Peygamberimiz (a.s.m.)hevasından konuşacak olsaydı, neyin olacağını şu ayet-i kerime beyan eder:

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ    

Eğer o -Hz. Muhammed (a.s.m.)- bizim adımıza bazı sözler uydursaydı elbette biz onu kudretimizle yakalardık.  Sonra da onun şah damarını keserdik. (Hakka 44-46)

Bütün bu ayetlerin beyanıyla, Peygamberimiz (a.s.m.) hevasından konuşmuyor, nefsiyle hükmetmiyor ve arzusuna göre söylemiyor. O sadece kendisine vahyedileni konuşuyor.

Madem kendisine vahyedileni konuşuyor, o hâlde onun sözünü dinlememek Allah'ın sözünü dinlememektedir; hadis-i şeriflerini inkâr etmek de Allah'ın vahyini inkâr etmektir.

Kur'an, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın her sözünün vahiyle olduğunu beyan ederken, bir Müslüman nasıl olur da o sözlere kıymet vermez; ben buna anlayamıyorum!

Hadi o sözle amel edemiyorsun, yaşamıyorsun, nefsine mağlup oluyorsun; bunu anlarız. Çünkü insan âcizdir, zayıftır, nefsine ve şeytana mağlup olabilir. Allah seni affetsin...

Ancak bizim meselemiz amel değil kabul... Kabul etmek amel etmekten farklı bir şeydir ve kabul etmenin amel etmek gibi bir zorluğu yoktur. İnsan en azından şunu diyebilir: 

— Peygamberimiz (a.s.m.) böyle hükmetmiş, hadislerinde böyle geçiyor; hak olan da bu... Ancak sözüm nefsime geçmiyor ve bununla amel edemiyorum. Allah beni affetsin! 

Bunu demek zor mu? Hakkı kabul etmek zor mu? 

Yoo, hiç de zor değil! Lakin insan hakkı değiştirmek istiyor, nefsinin arzusunu hak yapmak istiyor. İslam'a benzemek değil, İslam'ı kendisine benzetmek istiyor. Böyle olunca da kendi sözünü Peygamberimizin sözüne tercih ediyor.

Bizim sözümüz ise şudur: 

— Peygamberimiz (a.s.m.) neye hükmetmişse hak odur. Ona iman ettik, onu kabul ettik ve onu tasdik ettik!

13. BİZ SANA KUR'AN'I İNDİRDİK Kİ İNSANLARA AÇIKLAYASIN! (NAHL 44)

Hadis inkârcıları diyor ki: Biz hadislere değil, Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter. 

Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz, o hâlde Nahl suresi 44. ayetin hükmüne de uymalısınız. Bu ayette Rabbimiz şöyle buyurmuş:

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ

Biz Kur'an'ı sana, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye indirdik. (Nahl 44)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayetin başında şöyle buyrulmuş:  وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ Biz sana zikri indirdik. 

Ayetteki zikir "Kur'an" demektir. "Zikr" Kur'an'ın bir ismidir. 

Ayetin devamında, Kur'an'ın Peygamberimize indirilmesindeki bir hikmet beyan ediliyor. Bu hikmet aynı zamanda Peygamberimiz (a.s.m.)'ın bir vazifesidir. Bu vazife şudur:

لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ  İnsanlara indirileni onlara açıklaman için... Yani vazife Kur'an'ı izah etmek, ayetlerini açıklamak ve marziyat-ı İlahiyeyi beyan etmektir!

Bakın, ayet-i kerime şöyle demiyor: 

— Biz Kur'an'ı indirdik; insanlar nasıl isterse öyle anlasın.

Ayet böyle demiyor; şöyle diyor: 

— Ey yüce nebi! Kur'an'ı sen açıklayacaksın. Ayetleri açıklama vazifesi senindir. İnsanlar da senin açıklamana göre ayetleri anlayacaklar. Yoksa ayetlere kafalarına göre mana vermeyecekler. Senin izahını esas yapacaklar.

İşte ayet-i kerime, genişletilmiş manasıyla böyle diyor. 

Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki:

Ey hadis inkârcıları! Siz, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz. 

— Peki, Nahl suresinin 44. ayetini hiç okumuyor musunuz?

— Bu ayetin hükmüyle niçin amel etmiyorsunuz?

Ayet-i kerime, Kur'an'ı açıklama vazifesini Peygamberimiz (a.s.m.)'a vermiş ve bu vazifeyle Peygamberimizi vazifedar etmiş. Siz ise Kur'an'ın tefsiri mahiyetindeki hadisleri inkâr ediyorsunuz. Bu inkârınızla da Peygamberimizi Kur'an'ı açıklama vazifesinden azlediyorsunuz.

Kur'an, "Ey Peygamber, Kur'an'ı insanlara açıkla. Vazifen budur." derken; siz, "Yok, açıklayamaz; ben dilediğim gibi anlarım. Peygamberin açıklamalarını kabul etmem." diyorsunuz. 

— Şimdi siz Kur'an'a mı uyuyorsunuz? 

— Bu hâliniz Kur'an'a uymak mıdır?

Eğer biraz aklınız varsa Kur'an'dan fersah fersah uzak olduğunuzu anlarsınız. Allah size hidayet etsin; imamlarınızın şerrinden de ümmet-i Muhammed'i muhafaza etsin. Âmin

14. MESCİD-İ AKSA'YI KIBLE EDİNME EMRİ KUR'AN'DA VAR MI?

Bu dersimizde hadis inkârcılarına bir soru soracağız. Sorumuza geçmeden önce bir mukaddime yapalım:

Peygamberimiz (a.s.m.) Medine'ye hicret ettikten sonra yaklaşık 17-18 ay Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılmıştı. Ancak kıblenin Kâbe'ye döndürülmesini çok arzu ediyordu. 

– Çünkü Kâbe Hazreti İbrahim'in kıblesiydi. 

– Yine Kâbe Arapların iftihar vesilesiydi. 

– Kâbe'ye dönmek Arapları imana davet hususunda daha teşvik ediciydi. 

– Hem Kâbe'ye dönmekte Yahudilere muhalefet etmek vardı.

İşte bu gibi sebeplerden dolayı Peygamberimiz (a.s.m.) Kâbe'ye dönmeyi çok arzu ediyordu. 

Hazreti Bera (r.a.) bu hususta şöyle der: 

— Biz Resulullah (a.s.m.) ile birlikte 18 ay kadar Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldık. Namaz bitince çoğu kez Resulullah (a.s.m.) semaya bakar ve Cebrail'in getireceği vahyi beklerdi.

İşte Peygamberimiz (a.s.m.)'ın bu hâli üzerine Bakara suresindeki şu ayet-i kerime nazil oldu: 

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ

Şüphesiz senin yüzünün semaya çevrilmesini görüyoruz. Elbette seni razı olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Bakara 144)

Bu ayet-i kerimi nazil olunca Peygamberimiz (a.s.m.) Kâbe'yi kıble yaptı. 

Şimdi, bu hadisenin meselemize bakan cihetini tahlil edelim:

Peygamberimiz (a.s.m.) namazda Kâbe'ye dönmek istiyor. O kadar istiyor ki her namazından sonra yüzünü semaya çevirip vahyin gelmesini bekliyor. Ve bu hâl 18 ay devam ediyor.

Bundan şu netice çıkmaz mı: Peygamberimiz (a.s.m.) Mescid-i Aksa'yı kendi tercihiyle kıble yapmadı. Eğer kendi tercihiyle kıble yapsaydı, yüzünü semaya çevirip vahyin gelmesini 18 aybeklemez; kendi tercihiyle Kâbe'ye dönerdi. Ama Kâbe'ye dönemiyor, Kâbe'yi kıble yapamıyor ve vahiy bekliyor... 

Demek, Peygamberimiz (a.s.m.)'a Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılmasını Allah emretti.Peygamberimiz de bu emir üzerine Mescid-i Aksa'yı kıble edindi. 

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına sorumuz şu: 

— Kur'an'da, "Namaz kılarken Mescid-i Aksa'ya dönün." diye bir ayet var mı? 

Kur'an'da böyle bir ayet yok! Bundan da anlaşılır ki: Vahiy sadece Kur'an değildir!Peygamberimiz (a.s.m.)'a Kur'an'dan başka bir vahiy daha gelmiştir. Bu vahye "vahy-i gayr-i metluv" denir.  

Vahy-i gayr-i metluv: Peygamberimiz (a.s.m.)'ın Kur'an dışında aldığı vahiydir.

Şu noktayı bir daha tekrar etmek istiyorum: Peygamberimiz (a.s.m.)'a Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılmasının emredilmesi ve bu emrin Kur'an'da olmaması vahy-i gayr-i metluvun varlığını ispat eder. 

Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki:

Ey hadis inkârcıları! Sizler diyorsunuz ki: Biz Kur'an'a tabiyiz. Kur'an'dan başka bir şeyle amel etmeyiz.

— Peki, vahy-i gayr-i metluvu ne yapacaksınız?

Yaptığımız tahlille anladınız ki her şey Kur'an'da geçmiyor; Kur'an dışında Peygamberimize yapılan bir vahiy var. Siz hadisleri inkâr ettiğinizde bu vahyi de inkâr etmiş oluyorsunuz. Bu inkârınızla da dinden çıkıyorsunuz. 

Hadi gelin, aklınızı başınıza alın ve bu hâlinizden tövbe edin!

15. KİM RESULE İTAAT EDERSE, ŞÜPHESİZ ALLAH'A İTAAT ETMİŞTİR. (NİSA 80)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. 

Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde şu ayete dikkat edin. Bakın, Rabbimiz ne buyurmuş:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiştir. Kim de Resulden yüz çevirirse, biz seni onlar üzerine bir bekçi olarak göndermedik. (Nisa 80)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimede şöyle denilmiyor: 

— Kim Kur'an'a itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiştir. 

Böyle denilmiyor. Deniliyor ki: 

— Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiştir.

Eğer sadece Kur'an'ın emirlerine itaat kâfi olsaydı, ayette "Resul" yerine "Kur'an" geçerdi.

Allahu Teâlâ bizden, Resul (a.s.m.)'a itaat etmemizi istiyor. Ve bu itaati, kendine itaatin bir şartı kabul edip kendine itaatle denk tutuyor. 

"Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiştir." ayetinin mana-yı muhalifi şudur: 

— Kim Resule itaat etmezse, şüphesiz Allah'a itaat etmemiştir.

İşte hadis inkârcıları, Peygamberimiz (a.s.m.)'a itaat etmemekle ve hadislerini inkâr etmekle aslında Allah'a isyan ediyorlar!

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki:

Ey hadis inkârcıları! Siz, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz. 

— Peki, Nisa suresinin 80. ayetini hiç okumuyor musunuz?

— Allahu Teâlâ, Resulüne itaati kendisine itaat kabul ederken, sizler nasıl oluyor da hadisleri inkâr ediyor ve sünnet-i seniyyeden yüz çeviriyorsunuz?

— Şimdi siz bu hâlinizle Kur'an'a itaat mi ediyorsunuz?

— Resulullah'ın sünnetini inkâr etmek Kur'an'a itaat midir?

Kardeşlerim, sakın bu hadis inkârcılarının sözlerini dinlemeyin. Değil dinlemek, onlardan şeytandan kaçar gibi kaçın. Eğer kendinizi Allah'a sevdirmek ve Allah'a itaat etmek istiyorsanız, Resulüne itaat edin. Ona itaat eden, Allah'a itaat etmiştir!

16. RESUL (A.S.M.)'IN HÜKMÜNDEN ANCAK MÜNAFIKLAR KAÇAR. (NİSA 61)

Nisa suresinin 61. ayet-i kerimesinde Rabbimiz ne buyurmuş:

  وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًا

Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resule gelin." denildiğinde münafıkların senden tam manasıyla yüz çevirdiklerini görürsün. (Nisa 61)

Bu ayet-i kerimede münafıkların bir özelliği beyan ediliyor. O özellik, münafıkların iki şeyden yüz çevirmesidir. 

Birincisi:  مَا أَنْزَلَ اللَّهُ Allah'ın indirdiğinden.

İkincisi:  وَإِلَى الرَّسُولِ ve Resulden. 

Allah'ın indirdiğinden yüz çevirmek Kur'an'ın hükümlerinden yüz çevirmektir.

— Peki, Resulden yüz çevirmek nedir?

Sakın, "Bu da Kur'an'dan yüz çevirmektir." demeyin. Çünkü bu, Kur'an'ın hükümlerinden yüz çevirmek olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim: 

إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ   ayetindeki "vav" harfi Arapçada atıf harfidir. Atıf harfi, kendisinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela "Emin ve Veysel geldi." desek, Emin'in Veysel'den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Emin farklıdır, Veysel farklıdır; bu farkı ortaya koyan edat da "ve" edatıdır. 

Aynen bunun gibi, "Allah'ın indirdiğine ve Resule gelin." denildiğinde, Resule gelmenin, Allah'ın indirdiğine -yani Kur'an'a- gelmekten farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece "Allah'ın indirdiğine gelin." denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.

— Peki, ne denilmiş?

"Allah'ın indirdiğine ve Resule gelin." denilmiş.

Bu izahtan sonra sorumuz şu: 

— Allah'ın indirdiğine gelmek, Kur'an'ın hükümlerine gelmek yani onları kabul etmektir. Peki, Resule gelmek nedir? 

Aklınıza sünnetine gelmek ve hadislerini kabul etmekten başka bir şey geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur. 

Demek, birisi sadece Kur'an'ın hükümlerini kabul etse bu yeterli değildir. Resulullah (a.s.m.)'ın hükümlerini de etmek zorundadır. Çünkü Resulullah'ın hükmü de Allah'ın hükmü gibidir ve bu hükümler de Allah'ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu hükümler Kur'an'da değil, hadislerde geçmektedir. 

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki:

Ey hadis inkârcıları! Siz, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz. 

— Peki, Nisa suresinin 61. ayetini hiç okumuyor musunuz?

Bu ayet diyor ki: Resulullah'ın hükmünden ancak münafıklar kaçar. 

— Siz münafık mısınız? 

— Ya da münafığın sıfatını taşımaktan haya etmiyor musunuz? 

Bizler sizleri halis mümin olmaya davet ediyoruz. Halis mümin, Peygamberimiz (a.s.m)'ın hadislerini kabul eder ve gücü yettiği kadar sünnetini ihya eder.

17. ALLAH BU KİMSELERİ ALTLARINDAN IRMAKLAR AKAN CENNETLERE SOKACAK. (NİSA 13)

Nisa suresi 13 ve 14. ayetlerde şöyle buyrulmuş:

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ    

Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Onlar orada ebedîdirler. İşte bu büyük bir kurtuluştur. (Nisa 13)

    وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُهِينٌ  

Kim de Allah'a ve Resulüne isyan eder ve Allah'ın koyduğu sınırları aşarsa Allah onu ateşe sokar. O orada ebedîdir. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa 14)

Şimdi, bu ayet-i kerimeler üzerinde biraz tahlil yapalım:

Cenab-ı Hak bu ayetlerde, kimin cennete kimin cehenneme gideceğini beyan buyurmuş:

– Cennete gidecek olanlar Allah'a ve Resulüne itaat edenler.

– Cehenneme gidecek olanlar da Allah'a ve Resulüne isyan edenler. 

Allah'a itaat etmek, Kur'an'ın emirlerine itaat etmek; Allah'a isyan etmek de Kur'an'ın emirlerine isyan etmektir. 

— Peki, Resulüne itaat etmek ve ona isyan etmek nedir? 

Sakın, bu da "Kur'an'a itaat etmek ve Kur'an'a isyan etmektir." demeyin. Çünkü bu, Kur'an'a itaat ve isyan olamaz. Daha önce izah ettiğimiz bu meseleyi -makam münasebetiyle- bir daha izah edelim:

مَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ، مَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ  ayetlerindeki "vav" harfi Arapçada atıf harfidir. Arapçada atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu beyan eder. 

— Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse...

— Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse...

denildiğinde, Resule itaatin veya isyanın, Allah'a itaat ve isyandan farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece, "Kim Allah'a itaat ederse..." ve "Kim Allah'a isyan ederse..." denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.

— Peki, ne denilmiş?

"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse" ve "Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse" denilmiş. 

Bu izahtan sonra sorumuz şu: 

— Allah'a itaat, Kur'an'ın emirlerine itaattir. Allah'a isyan da Kur'an'ın emirlerine isyandır. Peki, Resulüne itaat ve isyan nedir?

Aklınıza onun sünnetine tabi olmak, bildirdiği hükümlere boyun eğmek ve hadislerini kabul etmekten başka bir şey geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur. 

Demek, birisi Allah'a itaat makamında sadece Kur'an'ın hükümlerini kabul etse bu yeterli değildir. Resulullah'a da itaat etmeli ve onun sözlerini de kabul etmelidir. Çünkü Resulullah'ın hükmü de Allah'ın hükmü gibidir ve bu hükümler de Allah'ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu hükümler Kur'an'da değil, hadislerde geçmektedir.

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki: 

Ey hadis inkârcıları! Nisa suresinin 14. ayetine dikkat edin! Bakın ayet diyor ki: 

— Resulullah'a isyan edeni Allah ateşe sokar! 

Bu ayet sizin akıbetinizi haber veriyor. Siz Resulullah (a.s.m.)'a isyan ediyorsunuz. 

— Acaba ona isyan etmekle ahirette ne kazanacağınızı zannediyorsunuz?

Vallahi, eğer tövbe etmezseniz ateşe gireceksiniz ve hüsrana uğrayacaksınız. Buna delilimiz de Nisa suresinin 14. ayetidir!

18. KİM RESULE MUHALEFET EDERSE ONU CEHENNEME SOKARIZ. (NİSA 115)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. 

Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde şu ayete dikkat edin. Bakın, Rabbimiz cehenneme kimi sokacağını bu ayette nasıl beyan ediyor:

وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا   

Kim kendisine hidayet belli olduktan sonra Resule muhalefet eder ve müminlerin yolundan başkasına uyarsa onu döndüğü yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Cehennem ne kötü bir varış yeridir. (Nisa 115)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede iki kişiyi tehdit ediyor:

Birincisi: Allah'ın resulü (a.s.m.)'a muhalefet eden.

İkincisi: Müminlerin yolundan başka bir yola uyan.

Hadis inkârcıları bu iki tehdidin tam muhatabıdırlar. Çünkü onlar hadisleri inkâr ederek hem Peygamberimiz (a.s.m.)'a muhalefet ediyorlar hem de müminlerin yolundan başka bir yola uyuyorlar. Zira müminlerin yolu Peygamberimizin sünnetine tabi olmak, hadislerini kabul etmek ve sözüne itaat etmektir. Dünyadaki bütün müminler hadisleri kabul etmektedir. Bütün medreselerde ve İslam üniversitelerinde hadis bölümleri bulunmaktadır. Hâl böyle iken, bunlar hadisleri inkâr ederek müminlerin yolundan sapmaktadır.  

— Peki, Resulullah (a.s.m.)'a muhalefet edenin ve müminlerin yolundan sapanın akıbeti nedir?

Ayet-i kerime bunların akıbetini şöyle beyan ediyor:

نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ  Allah onu döndüğü yolda bırakır ve onu cehenneme sokar.

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki:

Ey hadis inkârcıları! Sizler Kur'an'a tabi olduğunuzu iddia ediyorsunuz. 

— Peki, Nisa suresinin 115. ayetini hiç okumuyor musunuz?

— Resulullah (a.s.m.)'a muhalefet etmenin ve müminlerin yolundan başka bir yola uymanın cezasının cehennem olduğunu bilmiyor musunuz?

Bilmiyorsanız şimdi öğrendiniz. Peki, şimdi ne yapacaksınız?

— Resulullah (a.s.m.)'a muhalefete devam edip, müminlerin yolu dışındaki dalalet yollarında yürümeye devam mı edeceksiniz? 

— Yoksa tövbe edip Peygamberimizin sünnetine sımsıkı yapışacak mısınız? 

Seçim sizin. Allah tevfik ve hidayet versin. Âmin!

19. EY İMAN EDENLER! ALLAH'IN VE RESULÜNÜN ÖNÜNE GEÇMEYİN. (HUCURAT 1)

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. 

Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur'an'a uyuyorsunuz, o hâlde Hucurat suresinin 1. ayetinin emrine de uymalısınız. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuş:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ 

Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! (Hucurat 1)

Bu ayet-i kerimenin açık beyanıyla, Allah'ın ve Resulünün önüne geçmemiz yasaklanmış. 

Allah'ın önüne geçmek, Kur'an'ın hükmü üzerine bir hüküm beyan etmektir. Mesela Kur'an faize haram der. Kim ki faize helal derse Allah'ın önüne geçmiş olur. Kur'an içkiye, kumara, zinaya haram der. Kim ki bunlara helal derse Allah'ın önüne geçmiş olur. 

Sözün özü: Kur'an'ın helaline haram ve haramına helal diyen, Allah'ın önüne geçmiş olur.

— Peki, Resulünün önüne geçmek ne demektir?

Bunun manası da: Resulullah (a.s.m.)'ın hükmü üzerine bir hüküm beyan etmektir. Kim ki Efendimiz (a.s.m.)'ın sünnetini beğenmez, hadislerini kabul etmez ve Peygamberimizin sözü üzerine bir görüş beyan ederse, işte bu kişi Peygamberimizin önüne geçmiştir!

O hâlde "Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin." demek, bütün işlerinizde Kur'an'a ve sünnete tabi olun demektir.

"Öne geçmeyin" ifadesi, Allah'ın ve Resulünün emir ve yasaklarına karşı gelmekten bir nehiydir. Ayetin devamındaki, "Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin." ifadesi de karşı gelmeyi ifade eden bir sözden nehiydir. Yani "Sakın Allah ve Resulünün sözü üzerine bir söz söylemeyin." demektir.

İbni Abbas Hazretleri, Hazreti Ali'nin bu ayeti, "Kitap ve sünnete muhalif şeyler söylemeyin." şeklinde açıkladığını nakleder.

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına deriz ki:

Ey hadis inkârcıları! Sizler, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz.

— Peki, Hucurat suresinin 1. ayetine niçin uymuyorsunuz?

Bu ayeti kerimede, Peygamberimizin önüne geçmemiz yani onun sözü üzerine söz söylememiz, onun hükmü üzerine başka bir hüküm vermemiz ve onun sünnetine muhalefet etmemiz yasaklanıyor. Sizler ise bu yasağı hiç umursamayıp hadisleri ve sünneti inkâr ediyorsunuz. 

— Bu hâlinizle, Peygamberimizin önüne geçtiğinizin ve "Resulün önüne geçmeyin." ayetine muhalefet ettiğinizin farkında değil misiniz?

— Hani siz Kur'an'a uyuyordunuz? Öyleyse niçin bu ayetin emrine karşı geliyorsunuz? Niçin Resulullah'ın önüne geçiyorsunuz?

Eğer siz Kur'an'la amel etseydiniz Peygamberimiz (a.s.m.)'ın önüne geçmez; onun sünnetini ve hadislerini kabul ederdiniz. Allah size uyanmayı ve aklınızı başınıza almayı nasip etsin. Âmin

20. ALLAH'A VE RESULÜNE KARŞI GELENLER HELAK EDİLECEKLER. (MÜCADELE 5)

Mücadele suresi 5. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ    

Şüphesiz Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin helak edildiği gibi helak edilecekler. (Mücadele 5)

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:

Ayet-i kerimenin başında şöyle buyrulmuş:

إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا Şüphesiz Allah'a ve Resulüne karşı gelenler helak edilecekler. 

Ayette geçen  كَبَتَ fiilinin manası: Helak etmek, rezil etmek, bozguna uğratmak ve kızdırmaktır. 

Ayet-i kerime, Allah'a ve Resulüne karşı gelenlerin helak edileceklerini, rezil edileceklerini ve bozguna uğratılacaklarını haber vermektedir. Bizim üzerinde duracağımız yer ise şurası:  

يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ  Allah'a ve Resulüne karşı gelenler.

Ayet-i kerime iki farklı "karşı gelenlerden" bahsediyor:

1. Allah'a karşı gelenler.

2. Resulüne karşı gelenler. 

Allah'a karşı gelenler Kur'an'daki hükümlere karşı gelenlerdir. Kim ki Kur'an'ın helalini helal ve haramını haram kabul etmezse Allah'a karşı gelmiş olur.

— Peki, ayette geçen "Resulüne karşı gelenler" kimlerdir? 

Sakın, "Bunlar da Kur'an'a karşı gelenlerdir." demeyin. Çünkü bunlar Kur'an'daki hükümlere karşı gelenler olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim: 

يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ  ayetindeki "vav" harfi Arapçada atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu beyan eder. Bir parça Arapça bilen, bu atıf "vav"ından anlar ki Allah'a karşı gelenler başkadır, Resulüne karşı gelenler başkadır. Eğer ikisi aynı olsaydı arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece "Allah'a karşı gelenler" denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.

— Peki, ne denilmiş?

"Allah'a karşı gelenler ve Resulüne karşı gelenler" denilmiş. 

Allah'a karşı gelmek Allah'ın kitabının hükümlerine karşı gelmektir. Karşı gelmenin manası da itaat etmemektir. Kim Kur'an'ın hükümlerine itaat etmezse Allah'a karşı gelmiş olur.

— Peki, Resulüne karşı gelmek nedir? 

Resulüne karşı gelmek de hadislerle bildirilen hükümlere karşı gelmektir.

Bizler İslam'ın hükümlerini Kur'an'dan ve Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hadislerinden öğreniyoruz. Kur'an'ın hükümlerini kabul etmeyenler Allah'a karşı gelmiş olur. Peygamberimizin hükümlerini kabul etmeyenler de Resule karşı gelmiş olur.

Demek, birisi sadece Allah'ın haram kıldıklarını -yani Kur'an'da geçen haramları- kabul etsebu yeterli değildir. Peygamberimiz (a.s.m.)'ın emir ve yasaklarını da kabul etmelidir. Kabul etmezse, ayetin ifadesiyle "Resulüne karşı gelmiş" olur. Bu günahı sebebiyle de helak ve rezil olur.

Bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına diyoruz ki:

Ey hadis inkârcıları! Sizler, "Biz Kur'an'a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorsunuz. 

— Peki, Mücadele suresinin 5. ayetine niçin uymuyorsunuz?

Bu ayeti kerime, Peygamberimiz (a.s.m.)'a karşı gelmemizi yani onun sözü üzerine söz söylememizi, onun hükmü üzerine başka bir hüküm vermemizi ve onun sünnetine muhalefet etmemizi yasaklıyor. Siz ise bu yasağı hiç umursamayıp hadisleri ve sünneti inkâr ediyorsunuz. 

— Hadisleri ve sünneti inkâr etmeniz Peygamberimize karşı gelmek değil midir?

Ve bakın, ayet-i kerime sizin akıbetinizi haber veriyor: Peygambere karşı gelenler helak ve rezil edilecek! 

— Siz helak olmaktan ve rezil edilmekten hiç korkmuyor musunuz? 

Allah size akıl ve insaf versin. Âmin

21. KUR'AN'DA YİRMİDEN FAZLA YERDE RESULULLAH (A.S.M.)'A İTAAT EMREDİLİYOR.

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. 

Biz de onlara diyoruz ki: Siz Kur'an'a uyduğunuzu nasıl söylersiniz? Kur'an 20'den fazla ayette "Resule itaat edin." diyor. Siz ise Resulullah (a.s.m.)'a itaat etmiyor ve sözlerini kabul etmiyorsunuz. Bu hâlinizle Kur'an'a uyduğunuzu nasıl iddia edersiniz?

Kur'an-ı Hakîm şu ayetleriyle bizleri Resulullah (a.s.m.)'a itaate davet ediyor:

أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ "Allah'a itaat edin ve Resule itaat edin." ayeti 5 defa geçiyor.  

أَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ "Allah'a ve Resulüne itaat edin." şekliyle 4 defa geçiyor.  

أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ "Allah'a ve Resule itaat edin." şekliyle 2 defa geçiyor.  

أَطِيعُوا الرَّسُولَ "Resule itaat edin." şekliyle 1 defa geçiyor. Bu ayette Allah'a itaat zikredilmeyip doğrudan Peygamberimize itaat emredilmiş.

مَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ "Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse..." şekliyle 5 defa geçiyor.  

Diğer geçişleriyle birlikte, toplamda 20'den fazla ayette "Resule itaat edin." denilerek Peygamberimize itaat etmemiz emredilmiş. 

Şimdi, Kur'an'a uyduğunu iddia eden hadis inkârcılarına diyoruz ki: 

— Size göre Resule itaat etmek nedir?

— Siz, "Resule itaat edin." emrinden, onun sünnetini inkâr edin ve hadislerini kabul etmeyin manasını mı anlıyorsunuz?

Yahu siz bir çırpıda Kur'an'ın 20'den fazla ayetinin emrini çiğniyorsunuz; bundan sonra da Kur'an'a uyduğunuzu söylüyorsunuz!

Vallahi siz Kur'an'a uymuyorsunuz, Kur'an'ı bilmiyorsunuz, Kur'an'ı anlamıyorsunuz! Kur'an size, "Resule itaat edin." diyor; siz ise Resulullah (a.s.m.)'ın bütün sözlerini inkâr ediyorsunuz. 

Allah size hidayet etsin. Ve bu hadis inkârcısı sözde âlimlerin şerrinden ümmet-i Muhammed'i muhafaza etsin. Âmin.

Bu bölümde ilk önce Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın konuyla ilgili bazı hadis-i şeriflerini nazara vereceğiz. Daha sonra hadis inkârcılarının ileri sürdükleri bir kısım mazeretlere cevap verip sözlerinin ne kadar mesnetsiz olduğunu ispat edeceğiz. Daha sonra da hadis ilmine dair mühim hakikatlerden bahisler açacağız. 

Gayemiz, hadis inkârcılığına cüret edenlerin ne kadar azim bir cinayet işlediklerini göstererek ümmet-i Muhammed'i onların şerlerinden korumaya çalışmaktır.

1. BENİM SÜNNETİMİ BEĞENMEYEN BENDEN DEĞİLDİR. (HZ. MUHAMMED (A.S.M.))

Bu başlıkta, sünnet-i seniyyenin kıymetine dair bazı hadis-i şerifleri nakledeceğiz. Cenab-ı Hak okumakla istifade etmeyi ve sünnete uymanın kıymetini anlamayı nasip etsin.

أَلاَ إِنِّي أُوتِيتُ القُرآنَ وَمِثلَهُ مَعَهُ أَلاَ يُوشِكُ رَجُلٌ شَبْعَانُ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ عَلَيْكُمْ بِهَذَا القُرآنِ فَمَا وَجَدتُمْ فِيهِ مِنْ حَلاَلٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ أَلاَ وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللَّهِ كَمَا حَرَّمَ اللَّهُ

Dikkat edin! Şüphesiz bana Kur'an ve onun bir misli verildi. Dikkat edin! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak şöyle diyeceği gün yakındır: "Sizin bu Kur’an’a uymanız gerek. Onda helal bulduklarınızı helal kabul edin. Onda haram bulduklarınızı da haram kabul edin." Dikkat edin! Allah’ın resulünün haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir. (Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; İbni Mâce, Mukaddime 2; Tirmizî, İlim, 10; Ahmed b. Hanbel, 6/8)

Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) hadis inkârcılarını haber veriyor. Onları uyarmak için diyor ki: 

— Bana Kur'an ve onun bir misli verildi.

— Allah’ın resulünün haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.

Peygamberimiz (a.s.m.) böyle diyor. Ancak hadis inkârcıları buna rağmen Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hadislerini inkâr ediyor. 

Başka bir hadis-i şerife bakalım:

فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي

Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir. (Buhârî, Nikâh, 4776; Müslim, Nikâh, 1401; Nesâî, Nikâh, 3217; Müsned-i Ahmed, 3/241)

Başka bir hadis-i şerif de şöyledir:

فَمَنْ لَمْ يَعْمَلْ بِسُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي    

Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. (İbni Mâce, Nikâh, 1)

Şimdi hadis inkârcılarına bir sorumuz var: 

Peygamberimiz (a.s.m.): "Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir." diyor. Yine diyor ki: "Benim sünnetimle amel etmeyen benden değildir."

— Ey hadis inkârcıları! Sizler Peygamberimizin sünnetiyle amel etmediğinize göre ondan değilsiniz. Peki, siz kimdensiniz? Bunu hiç düşündünüz mü?

Bir hadis-i şerif daha nakledelim: 

إِنَّ أَوَّلَ ذَهَابِ الدِّينِ تَرْكُ السُّنَّةِ يَذْهَبُ الدِّينُ سُنَّةً سُنَّةً كَمَا يَذْهَبُ الْحَبْلُ قُوَّةً قُوَّةً

Dinin elden gidişi sünnetin terkiyle başlar. Bir halatın iplik iplik ortadan kalkması gibi, din de sünnetlerin birer birer terkiyle ortadan kalkar. (Dârimî, Mukaddime, 16)

Bu konuda nakledilebilecek daha çok hadis-i şerif var. Biz bu kadarla iktifa edelim. Zaten aklı olana bunlar kâfi gelir. Aklı olmayanaysa kitaplar dolu anlatsak yine nafile..

2. HADİS-İ ŞERİFLERİ KABUL ETMEYENLER KUR'AN İLE NASIL AMEL EDECEK?

Hadis inkârcıları, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur'an bize yeter." diyorlar. 

Biz de onlara diyoruz ki: Hadis-i şerifleri kabul etmeden Kur'an'a nasıl uyacaksınız? 

Mesela Kur'an,  أَقِيمُوا الصَّلاةَ  "Namaz kılın." der. 

— Peki, Kur’an’da namazın nasıl kılınacağı var mı? 

— Namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri, namazda okunacak duaları ve tesbihler ve namazla ilgili diğer şeyleri bize Kur’an’da gösterebilir misiniz? 

Hayır gösteremezsiniz. Çünkü bu meseleler Kur’an'da geçmemektedir. 

— O hâlde sizler hadisleri kaynak kabul etmezseniz, Kur'an'ın "Namaz kılın." emrine nasıl itaat edeceksiniz?

Yine Kur'an,  آتُوا الزَّكَوةَ  "Zekât verin." der. 

— Peki, hangi maldan ve ne oranda zekât vereceğimizi Kur’an’da gösterebilir misiniz?

— Mesela balın zekâtı nedir? 

— Hububatın zekâtı nedir? 

— Develerin zekâtı kaçta kaçtır? 

— Bunları ve zekâtın diğer meselelerini bize Kur’an’da gösterebilir misiniz? 

Hayır gösteremezsiniz. Çünkü zekâtla ilgili bu meseleler Kur’an'da geçmemektedir. 

— O hâlde sizler hadisleri kaynak kabul etmezseniz, Kur'an'ın "Zekât verin." emrine nasıl itaat edeceksiniz?

Yine Kur'an,  أَتِمُّ الْحَجَّ  "Haccı tamamlayın." der. 

— Peki, haccı nasıl eda edeceğiz?

— Mesela Kâbe'nin etrafında kaç defa döneceğiz? 

— Safa ile Merve arasında kaç defa gidip geleceğiz? 

— Haccın farzı ne, vacibi ne? 

— Bunları Kur’an’da gösterebilir misiniz? 

Hayır gösteremezsiniz. Çünkü bu meseleler Kur’an'da geçmemektedir. 

— O hâlde sizler hadisleri kaynak kabul etmezseniz, Kur'an'ın "Haccı tamamlayın." emrine nasıl itaat edeceksiniz?

Bu üç misal gibi üç yüz misal verebiliriz ki: Eğer hadisleri ve sünnet-i seniyyeyi kabul etmezsek Kur'an'la amel edemeyiz; Kur'an'ın emirlerini eda edemeyiz; Kur'an'a tabi olamayız ve Kur'an'ı yaşayamayız!

Bu tahlilden sonra, şimdi hadis inkârcılarına diyoruz ki: Ey hadis inkârcıları! 

— Hâl böyle iken, sizler nasıl olur da Kur'an'a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz? 

— Hadisleri kabul etmeden Kur'an'ın hangi emrini yaşayabilirsiniz ve hangi hükmüyle amel edebilirsiniz?

Eğer aklınız varsa ve kalbiniz hâlâ ölmediyse, gelin bu inkârdan vazgeçin ve bu büyük hüsrandan kurtulun. Allahu Teâlâ gönlünüzü hakka açsın. Âmin

3. "AKLIMIN ALMADIĞI HADİSLERİ KABUL ETMEM." DİYENLERE CEVAP

Hadis inkârcıları sıkışınca diyor ki: 

— Biz bütün hadisleri inkâr etmiyoruz. Eğer hadisi akıl ve mantık kabul ediyorsa biz onu kabul ederiz. Yok, akıl ve mantık kabul etmiyorsa biz de onu kabul etmeyiz.

Yani bunlar hadisin cerh ve tadilini akılla yapıyorlar. Akılları kabul ederse o söz hadistir. Yok, akılları kabul etmezse o söz hadis değildir!

Bu sözü söyleyenlere deriz ki: Şimdi size bazı ayetler göstereceğiz. Bakın bakalım, bunları aklınız ve mantığınız kabul ediyor mu?

Kehf suresinde Hazreti Hızır'ın bir gemiyi delmesinden ve bir çocuğu öldürmesinden bahsedilir. Bu işin hikmeti olarak da eğer gemi sağlam olursa zorba hükümdarın gemiye el koyacağı ve çocuk büyürse anne babasına asi olacağı zikredilir. Yani Hazreti Hızır, gelecekte olacak bir hadiseye binaen gemiyi deler ve çocuğu öldürür.

Şimdi, ey aklını hakem yapan hadis inkârcıları! Aklınız bu olayı alıyor mu? 

Herhâlde almıyordur. O hâlde hadi hadislere yaptığınız muameleyi bu ayetlere de yapın; ayetleri de inkâr edin ve yaklaşık 1 sayfayı mushafınızdan yırtın atın.

Yine Neml suresinde zikredilir ki: Hazreti Süleyman (a.s.) bir vadiye gelir. Kraliçe karınca diğer karıncalara şöyle seslenir: 

يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ

Ey karıncalar! Evlerinize girin. Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin. (Neml 18)

Ayet-i kerimenin açık beyanıyla, Karınca Hazreti Süleyman (a.s.)'ı tanır ve diğer karıncalara "Evlerinize girin." der. Hazreti Süleyman (a.s.) da karıncanın bu sesini işitip tebessüm eder.

Şimdi, ey aklını hakem yapan hadis inkârcıları! Bu olayı aklınız alıyor mu? Herhâlde almıyordur. 

— Yani Karınca Hazreti Süleyman'ı nereden tanıyacak? 

— Diğer karıncalara sesini nasıl ulaştıracak? 

— Ve Hazreti Süleyman o kısık sesi nereden duyacak?

Herhâlde bu ayetler hadis olsaydı böyle düşünür ve hadisi inkâr ederdiniz. Hadi aynı muameleyi ayetlere de yapın!

Sizin hakeminiz aklınız. Aklınızın almadığı bu ayetleri de inkâr edin ve yaklaşık 1 sayfayı mushafınızdan yırtın atın!

Yine Kehf suresinde Ashab-ı Kehf'in mağarada yaklaşık 300 yıl uyuduğu zikredilir. 

— Bunu da aklınız almıyor değil mi? 

O hâlde bunu da inkâr edin.

Neml suresinde Hazreti Süleyman'ın kuşlarla konuşabildiği zikredilir. Aklınız bunu da almıyor; hadi bunu da inkâr edin.

Sebe suresinde Hazreti Süleyman'ın rüzgâra bindiği; gündüz bir günlük yol ve gece bir günlük yol aldığı zikredilir. 

— Aklınız bunu da almıyor değil mi?

Öyle ya, insan rüzgâra binebilir mi? Akıl bunu almaz. Öyleyse hadi bunu da inkâr edin ve bu sayfayı da mushafınızdan yırtın.

Hazreti Musa'nın asanının yılan olduğu, Hazreti İbrahim'in ateşe atılıp da yanmadığı, Hazreti Salih'in bir kayadan deve çıkardığı ve bunlar gibi diğer hadiseleri de aklınız almaz. O zaman bu hadiselerin geçtiği sayfaları da yırtıp atın. 

Daha bunlar gibi çok ayet gösterebiliriz. Bu ayetler hadis olsaydı hadis inkârcıları hepsini inkâr ederdi. 

— Peki, bunlar hak mı değil mi? 

İmanı olan diyecek ki: Evet haktır, çünkü bunlar ayettir.

İmanı yoksa zaten bu makamda ona sözümüz yok. Bizim sözümüz, aklını hakem kılan ve aklının kabul etmediği hadisleri inkâr eden kişiyedir. Ona diyoruz ki: 

— Bak, aklının almadığı çok ayetler var. Şimdi bunları aklın almıyor diye inkâr mı edeceksin? Edemiyorsun değil mi? Çünkü bunlar ayet. Eğer etsen kâfir olursun.

— Peki, ayette yapamadığını hadiste niçin yapıyorsun?

Şunu hiç düşündün mü: İnkâr ettiğin bir hadis Peygamberimizin sözüyse ne yapacaksın? 

Sana son sözümüz şu: Hadisler akılla cerh ve tadil yapılmaz. Hadislerin cerh ve tadil usulü farklıdır. İnşallah bu konuyu ileride kendi başlığında izah edeceğiz.

Kardeşlerim, bu dersimizde şunu anlatmaya çalıştık: Eğer aklımızı hakem yapar ve aklımızın almadığı hadisleri inkâr edersek, aklımızın almadığı bir çok ayet de var; o zaman o ayetleri de inkâr etmeliyiz. Yok, ayetleri inkâr edemiyorsak hadisleri de inkâr edemeyiz. Yapmamız gereken tek şey, hadis âlimlerinin sözlerine tabi olmak ve hadisler hakkında onların izahını esas yapmaktır. Mesele bu kadar basittir!

4. RAVİDE ARANAN ŞARTLAR

Hadis rivayet eden ravilerde olması gereken çok önemli şartlar vardır. Bu şartları taşımayan kişilere itibar edilmez. Dolayısıyla bu ravilerin rivayet ettiği hadislerin sıhhatinde şüpheye düşmek azim bir zarardır. 

Kendisinden hadis nakledilen ravide şu şartlar aranır: 

1. Ravi Müslüman olmalıdır. Müslüman olmayandan hadis alınmaz.

2. Ravi akıl sahibi olmalıdır. Temyiz yaşına gelmeyenden ve mecnundan hadis alınmaz.

3. Ravi doğru sözlü olmalıdır. Yalancı bilinen kimseden hadis alınmaz.

4. Ravi meşhur olmalıdır. Yani kendisinden en az iki kişi hadis almış olmalı veya cerh ve tadil yönünden hâli bilinmelidir. Meşhur olmayandan hadis alınmaz.

5. Ravi müdellis olmalıdır. Yani hadis rivayetini dürüst şekilde yapmalıdır. Eğer ravi hadisin senedindeki veya metnindeki bir kısım kusurları gizlemeye kalkarsa bu kimseden hadis alınmaz. 

6. Ravi diyanet sahibi olmalıdır. Farzları yapmayan ve haramları işleyen kimseden hadis alınmaz.

7. Ravinin itikadı düzgün olmalıdır. Küfre düşen sapık inanç sahiplerinden hadis alınmaz. Ehl-i bid'a olan Şia'dan hadis alınırsa da onların küfre düşenlerinden yine hadis alınmaz.

8. Ravi mürüvvet sahibi olmalıdır. Yani insani yönü ve ahlaki durumu güzel olup, örf ve edebe riayet etmelidir. Mürüvveti noksan kişiden hadis alınmaz.

9. Ravinin zabtı tam olmalı, yazdıklarına ve ezberlediklerine hâkim olmalıdır. Hafızası zayıf olan kimselerden hadis alınmaz.

11. Hadisin senedinde kopukluk olmamalıdır. Buna "ittisal şartı" denir. Hadisin sahih olabilmesi için, Peygamberimiz (a.s.m.)'a kadar, birbirini görmüş raviler kanalıyla gelmelidir. Arada kopukluk olursa bu hadis sahih olmaz.

11. Hadise muhalefet olmamalıdır. Yani hadis bir başka hadisin veya ayetin hükmüne muhalefet etmemelidir. Muhalefet taşıyan hadisler sahih olmaz. Bunlara şaz, münker gibi isimler verilmiştir.

12. Hadis muallel olmamalıdır. Yani herkesin fark edemeyip, sadece hadis ilmini çok iyi bilenlerin keşfedeceği ince bir kusur bulunmamalıdır. 

Bir hadisi sahih kabul edebilmek için bu 12 şartı aramada âlimler müttefiktirler. Bunlardan biri eksik olursa hadis sahih olmaz. 

Bu şartlardan başka bir de hususi şartlar vardır. Mesela İmam Buharî'ye göre, ravi hadisi kimden rivayet ediyorsa, onunla beraberliği olmalı ve uzun bir müddet onunla yaşamalıdır.

Demek, İmam Buharî'ye göre, biraz evvel saydığımız 12 şart bir hadiste bulunsa dahi hadisin ravisi, hadisi aldığı şahısla uzun bir zaman yaşamamışsa bu hadis sahih değildir. 

İşte hadis âlimleri bir hadisi sahih kabul ederken âdeta kılı kırk yarmış ve hadisi ondan sonra sahih kabul etmiştir. Hâl böyle iken, onların sahih kabul ettiği bir hadise uydurma demek ancak kişinin cehaletindendir. Onların sahih dediği bir hadis bizim nazarımızda sahihtir.

5. NİÇİN BİR HADİS İMAMI BİR HADİSİ SAHİH KABUL EDERKEN DİĞERİ SAHİH KABUL ETMEMİŞ?

Bu başlıkta şu sorunun cevabını vereceğiz: 

— Bir hadis imamı bir hadisi sahih kabul ederken, başka bir hadis imam niçin o hadisi sahih kabul etmemiş?

Bu sorunun cevabı için ravilerin tabakalarını bilmeliyiz. Hadis ravileri şu beş tabakadan birinde yer alır:

Birinci tabakada bulunan hadis ravileri: Bunlar bir ravide aranan bütün sıhhat şartlarına -yani bir önceki derste anlattığımız 12 şarta- tam ve eksiksiz olarak sahip olan ravilerdir. Yine bunlar hadis aldıkları zatı uzun müddet görmüş ve aralarında tam bir tanışma hasıl olmuştur. Bu tabakada olan raviler sıhhatçe en üstün ravilerdir. Bu tabaka İmam Buharî'nin hadis aldığı tabakadır.

İkinci tabakada bulunan hadis ravileri: Bunlar birinci tabakadaki raviler gibi, bir ravide aranan bütün sıhhat şartlarına sahiptirler. Ancak bunlar hadis aldıkları zatla beraberliği az olan kimselerdir. İmam Buharî bu tabakanın hadislerini sahih kabul etmezken, İmam Müslim bu tabakanın hadislerini sahih kabul eder. İmam Müslim için, ravi ile hocası arasındaki kısa bir beraberlik yeterlidir. Hâlbuki İmam Buharî bu beraberliğin uzun bir müddet olmasını şart koşmuştur.

Bu izahla şu mesele anlaşılmış oldu: 

— Niçin bir hadisi İmam Buharî sahih kabul etmezken, İmam Müslim sahih kabul ediyor?

Bunun sebebi, imamların ravide aradıkları şartların farklı olmasıdır. İmam Buharî, ravinin hadis aldığı zatın yanında uzun zaman yaşamasını şart koşarken, İmam Müslim kısa bir beraberliği yeterli görmektedir. Dolayısıyla aynı hadisi İmam Buharî sahih kabul etmezken, İmam Müslim sahih kabul etmektedir. Demek, ihtilafın sebebi, âlimlere göre hadisin sahih olabilmesi için gereken şartlardaki farklılıktır.

Üçüncü tabakada bulunan hadis ravileri: Bunlar hadis aldıkları zat ile uzun zaman beraber olan, ancak adalet ve ezber yönlerinde bir kusur ve bir eksiklik bulunan ravilerdir. Bunlar kabul ve ret ortasındadırlar. Bazıları bu ravileri kabul ederken bazıları reddetmiştir. Ebû Dâvûd ve İmam Nesâî bu vasıftaki ravilerin nakillerini sahih kabul eder.

Yine aynı meseleye vurgu yapalım: 

— Niçin bir hadise İmam Buharî sahih değil derken, Ebû Dâvûd ve İmam Nesâî sahihtir diyor?

Çünkü hadiste aradıkları şartlar farklı. İmam Buharî ravide adalet ve ezber yönünde hiçbir kusuru kabul etmiyor. Hâlbuki Ebû Dâvûd ve İmam Nesâî, hadis aldığı zatla uzun süre yaşayan ravilerdeki adalet ve ezber yönündeki bir kusuru kabul ediyor ve onların hadislerine sahih diyor. Demek, ihtilafın sebebi, hadisi sahih kabul etmedeki usul farkından geliyor.

Dördüncü tabakada bulunan hadis ravileri: Bunlar hem hadis aldıkları zatla aralarında tanışıklık olmayan hem de adalet ve ezber yönlerinde bir kusur olan ravilerdir. Bu tabaka İmam Tirmizî'nin tabakasıdır. İmam Tirmizî bu çeşit hadisleri bazı şartlarla kitabına almıştır. Diğer hadis âlimleri ise bu tabakanın hadisini kabul etmemiştir.

Beşinci tabakada bulunan hadis ravileri: Bu tabaka zayıf ve meçhul ravilerin dâhil olduğu grubu teşkil eder. İmam Buharî ve İmam Müslim'in şartlarıyla amel edenlere göre, bunlardan hadis almak caiz değildir. Ebû Dâvûd ve ondan sonra gelenlere göre ise fıkhi meseleleri kuvvetlendirmek için bu tabakaya mensup kişilerden hadis almak caizdir. 

Sözün özü: Bir hadisin sahih olup olmadığı hususundaki ihtilaf âlimlerin ravide aradığı şartların farklılığından ileri geliyor. İmam Buharî, ravinin hadis aldığı zatın yanında uzun bir zaman yaşamasını şart koşarken, İmam Müslim kısa bir beraberliği yeterli görüyor. 

Yine İmam Buharî ve İmam  Müslim'e göre, ravinin adalet ve ezberinde hiçbir kusur olmaması gerekirken, Ebû Dâvûd ve İmam Nesâî'ye göre, hadis naklettiği zatla uzun süre yaşayan ravilerdeki kusur sorun teşkil etmiyor. İşte bu gibi sebeplerden dolayı da bir âlim bir hadise "Sahihtir." derken, diğeri sahih kabul etmiyor. 

Bu izahtan şu da anlaşıldı ki: İmam Buharî Hazretleri bir hadise "Sahih değildir." dediğinde, biz bu sözden o hadisin uydurma olduğunu anlamıyoruz. Sadece hadisin İmam Buharî'ye göre sahihlik şartlarına haiz olmadığını anlıyoruz. Yani İmam Buharî'nin sahih kabul etmediği bir hadis elbette sahih olabilir.

Herhâlde mesela anlaşılmıştır. Dersimizi burada noktalayalım.

6. SAHABELER HADİSLERİ YAZMIŞ MIDIR?

Bazı hadis inkârcıları, "Sahabeler hadisleri yazmamıştır. Hadisler 300 sene sonra yazılmıştır." diyerek meseleyi bilmeyenleri şüpheye sokmaktadır. Bu başlıkta inşallah bu şüpheyi izale edeceğiz.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) İslam'ın ilk yıllarında hadisleri yazmayı sahabesine yasaklamıştı. Ebû Saîd el-Hudrî Hazretlerinin naklettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle der: 

— Benden bir şey yazmayın. Kim benden Kur'an'dan başka bir şey yazdıysa onu imha etsin. Benden -sözlü- rivayette bulunun; bunda bir mahzur yok. Kim bilerek bana yalan nispet ederse ateşteki yerini hazırlasın. (Müslim 4/2298)   

Zeyd İbni Sabit Hazretleri de bu zaman için şöyle der: 

— Kur'an ve teşehhüdden başka bir şey yazmadık.

Yasaklama konusunda Hazreti Ömer, Muaz b. Cebel, İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer ve EbûMusa gibi başka sahabelerden de rivayetler gelmiştir. 

Hadislerin yazılmasındaki yasaklığı bildiren hadis-i şerifler hususunda âlimler farklı izahlar yapmışlardır. Bazı âlimlere göre, hadislerin yazılmasındaki yasak Kur'an'ın yazıldığı sayfalarla ilgilidir. Yani aynı sayfaya hem Kur'an hem de hadis yazılması yasaktı. Farklı farklısayfalara yazılması ise yasaklanmamıştır.

Bir kısım âlimler de şöyle demiştir: Hadisleri yazmak hususundaki yasak herkes için değil, sadece hafızası kuvvetli olanlar içindi. Bundan maksat da onların yazıya güvenerek hadisleri ezberleme işini ihmal etmelerini önlemektir. Hafızası zayıf olanlar yazma hususunda izin istemişler ve kendilerine izin verilmiştir.

Hadis yazmanın yasaklığı hususunda ekser âlimler de şöyle demiştir: Hadislerin yazılmasının yasaklığıyla ilgili hadis-i şerifler İslam'ın ilk yıllarına aittir. Bu yıllarda hadislerin yazılmasışu iki sebepten ötürü yasaklanmıştır:

1. Kur'an ile hadislerin karıştırılma ihtimali.

2. Hadisleri yazmakla uğraşırken Kur'an'ın ihmal edilebileceği ihtimali.

Daha sonraki yıllarda ise şu sebeplerden dolayı hadislerin yazılmasına izin verilmiştir:

1. Ayetlerin çoğunun nazil olması.

2. Ayetlerin yazımında gerekli titizliğin gösterilmesi.

3. Kur'an hafızlarının çoğalması.

4. Müslümanların Kur'an'ın üslubunu kavraması ve artık hadislerle Kur'an'ın karışmaihtimalinin yok olması.

5. Hadisle meşgul olup Kur'an'ı ihmal etme endişesinin ortadan kalkması.

İşte bu gibi sebeplerden dolayı hadislerin yazımına izin verilmiş ve birçok sahabe hadisleri yazıyla muhafaza etmiştir. Hadislerin yazılmasına izin verilmesine dair bir rivayeti şöylece nakledelim: 

Abdullah İbni Amr (r.a.) Hazretleri der ki:

— Ben Hazreti Peygamber (a.s.m.)'dan işittiğim şeyleri ezberlemek arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni menederek, "Sen Resulullah (a.s.m)'dan her duyduğunu yazıyorsun. Hâlbuki Resulullah (a.s.m.) bir insandır. Öfke ve rıza her iki hâlde de konuşur." dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Ancak durumu da Hazreti Peygamber (a.s.m.)'a arz ettim. Resulullah (a.s.m.) parmağıyla mübarek ağızlarına işaret edip buyurdu ki: "Yaz. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz." (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 158)

Yine Enes b. Malik Hazretlerinden gelen bir rivayette, Enes b. Malik Hazretlerinin Peygamberimiz (a.s.m.)'dan dinleyip yazdığı hadisleri daha sonra gidip Peygamberimize okuyarak arz ettiği belirtilir. Enes b. Malik Hazretleri hadis rivayeti sırasında hadislerin yazılı olduğu bu defterleri talebelerine gösterirdi. Bundan anlaşılıyor ki Enes b. Malik Hazretleri de hadisleri yazıyordu.

Hadislerin yazılması hususunda izin ifade eden çok rivayet vardır:

– Hafızasından şikayet edenlere Resulullah (a.s.m.)'ın, "Sağ elinizi yardıma çağırın.", "İlmi yazı ile bağlayın." gibi tavsiyelerde bulunması,

– Bazı konuşmaların yazılı metnini isteyenlere yazılıp verilmesi,

– Hepsi de hadisten ibaret olan ve sayısı 300'ü bulan mektupların varlığı, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hadislerin yazılması hususundaki iznine ve sahabelerin yazdığına delildir.

Yine birçok sahabenin yazdığı hadis mecmuaları bizlere ulaşmıştır. Bu sahabelerden bazıları şunlardır:

– Abdullah İbni Amr (r.a.) Hazretlerinin yazdığı mecmua: Bu mecmuaya "Sahife-i Sâdıka" denilmiştir. Bu mecmuada 1.000 kadar hadis vardır ve bu hadisler Ahmed İbni Hanbel'in Müsned'inde yer alır.

– Cabir İbni Abdullah (r.a.) Hazretlerinin mecmuası: Hz. Cabir'in (r.a.) Mescid-i Nebevi'de ders halkası kurup talebelerine hadis rivayet ettiği ve talebelerinin, kendisindebulunan bu hadisleri yazdığı kitaplarda belirtilmiştir.

– Enes b. Malik (r.a.) Hazretlerinin mecmuası: Hübeyre İbni Abdurrahman şöyle anlatıyor: Halk Hazreti Enes'e hadis hususunda fazla ısrar etmişti. Bunun üzerine Hazreti Enes onlara bir kısım mecmualar getirip şöyle dedi: "Bunlar Resulullah (a.s.m.)'dan işitip yazdıklarımdır. Yazdıktan sonra bunları Resulullah'a okuyup arz ettim." (Bağdâdî, Takyîdu'l-İlm) Ayrıca Hazreti Enes iki oğluna, Resulullah (a.s.m.)'dan mervi hadisleri yazmalarını emreder ve "Biz yazmayanların ilmini ilim addetmezdik." derdi.

– Bunlardan başka: Semüre İbni Cündeb'in, İbni Abbas'ın, Abdullah İbni Ömer'in, Sa'd İbni Ubâde el-Ensâri'nin, Abdurrahman İbni Ebî Evfa'nın, Muğire İbni Şu'be'nin ve daha birçoksahabenin hadisleri yazdıklarına dair rivayetler mevcuttur. Burada teferruata girmeye gerek duymuyoruz. Dileyenler bu bilgileri usul-u hadis kitaplarında bulabilirler.

Sahabe tarafından kaleme alınan mecmualar bir yana, Hicri I. yüzyılın ikinci yarısıyla II. yüzyılın ilk yarısında 400 kadar muhaddisin hadisleri yazdığı artık belgeleriyle bilinmektedir.

Ancak şunu da belirtmeliyiz ki: Bir kısım sahabeler hadisleri yazıyla muhafaza etse dehadislerin ancak onda biri kadarı yazılmıştır. Hadislerin tamamı sahabeler tarafından yazılmamıştır. Burada şu soru ortaya çıkıyor: 

— Sahabeler hadislerin tamamını niçin yazmamıştır?

Bu sorunun cevabını bir sonraki başlıkta verdik. Dileyenler bu başlığı okuyabilirler.

7. SAHABELER HADİSLERİN TAMAMINI NİÇİN YAZMAMIŞTIR?

Bir önceki konuda bir kısım sahabelerin hadisleri yazdıklarını ancak bunların onda bir kadar olduğunu belirtmiştik. Bu makamda sorumuz şu:

— Sahabeler hadislerin tamamını niçin yazmamıştır?

Bunun sebebi, bir kısım sahabelerin yazmayı hoş görmemesi ve ilmin hafızaya yazılması gerektiğine inanmalarıdır. Bu meseleyi anlayabilmek için o asrın şartlarına bakmak gerekir.

Arapların çoğu okuma yazma bilmezdi. Bu hakikate Peygamberimiz (a.s.m.) şu sözüyle dikkat çeker: 

— Biz ümmi bir ümmetiz; yazı ve hesap bilmeyiz. (Buhârî, Savm, 13; Müslim, Siyam, 15; Ebû Dâvûd, Savm, 4)

Arapların çoğu okuma yazma bilmedikleri için, şiir, hitabet, savaş kıssaları ve nesep bilgilerigibi kültürlerini şifahi yolla yani sözlü olarak nakletme geleneğine sahiptiler. Bu da Arapların ezberleme yeteneklerini çok geliştirmişti. Fevkalade bir hafıza gücüne sahiptiler. Bu insanların içinde, işittikleri uzun bir şiiri veya hitabeyi bir defa dinlemekle ezberleyebilecek kadar kuvvetli hafızası olanlar vardı.

Peygamberimiz (a.s.m.) konuşurken, kelimeleri sayılacak derecede yavaş telaffuz etmesi sebebiyle bu kişiler hadisleri kolayca ezberleyebiliyordu. Onların hafıza kuvvetine dair birkaç sözlerini nakletmek herhâlde yerinde olur:

İbni Şihab demiştir ki: Ben Bâkî'den geçerken kaba bir söz gelmesin diye kulaklarımı tıkarım. Vallahi, kulağıma girip de unutmuş olduğum hiçbir şey yoktur.

İmam Şâbî de benzer sözü söyler. Yine İbni Abbas Hazretleri, Ömer İbni Ebî Rebîa'ya ait bir kasideyi tek bir dinlemede ezberlemiştir.

Bunun örnekleri çoktur. Arap edebiyatı okuyanlar bu örnekleri çok iyi bilirler. Meseleyi uzatmamak için fazla misal vermiyoruz.

Böyle kuvvetli bir hafızaya sahip olmak sadece sahabelere de has değildi. Arapların bir çoğunda bu özellik vardı. İşte fıtri olan bu özellik Allah'ın hususi ihsanıyla birleşince, bir hadisi bir defa işitmekle ezberleyen ve ezberlediğini asla unutmayan sahabeler ortaya çıktı.  

Böyle bir hafızanın neticesi olarak da bazı sahabeler hadislerin yazılmasına karşı çıkıyordu. Bu karşı çıkışın sebepleri şunlardır:

1. Onların yazmaya ihtiyacı yoktu. Çünkü onlar bütün hadisleri bir defa dinleyerek ezberliyorve bir daha unutmuyorlardı.

2. Hadisler yazılırsa Kur'an'ın ihmal edilebileceğini düşünüyorlardı.

3. İlim talibinin yazıya güvenerek ezberi azaltmasından korkuyorlardı. Çünkü onlara göre,ilim yazılan şey değil, hafıza tutulan şeydi. Nitekim el-Halil şöyle der: 

— İlim dolaba değil akla yerleştirilendir.

İşte bu gibi sebeplerden dolayı, dâhi derecede zekâya sahip ve müthiş hafızaları olan baştaAbdullah İbni Mesud, Ebû Musa el-Eş'arî, Ebû Hüreyre, İbni Abbas, Ebû Said el-Hudrî ve Abdullah İbni Ömer gibi zatlar hadisleri yazmıyor ve yazılmasına karşı çıkıyorlardı. 

Dilerseniz şimdi, hadisleri yazmaya karşı çıkan bazı sahabelerden birkaç söz nakledelim:

Ebû Said el-Hudrî Hazretleri (r.a.), kendisinden dinlediği hadisleri yazmak isteyenlere müsaade etmez ve şöyle derdi: 

— Hadislerden mushaflar mı yapmak istiyorsunuz? Peygamberimiz (a.s.m.) bize söylüyordu, biz de ezberliyorduk. Öyleyse siz de bizim gibi ezberleyin. 

İbni Abbas Hazretleri de şöyle demiştir:

— Biz ilmi ne yazarız ne de yazdırırız.

Ebû Bürde (r.a.) şöyle der: 

— Ebû Musa bize bir kısım hadisler rivayet etti. Biz bunları yazmaya kalktık. Bize, "Yoksa benden işittiklerinizi yazıyor musunuz?" dedi. "Evet." cevabımız üzerine, "Bana onları getirin." dedi. Getirtip suda hepsini yıkadı ve "Biz nasıl ezberlediysek siz de ezberleyin." dedi.

Muhammed İbni Şirin der ki: 

— Abîde'ye, "Senden dinlediklerimi yazayım mı?" diye sordum. "Hayır." dedi ve bana sordu: "Ben sana kitaptan mı okuyorum?" Ben de "Hayır." dedim.

İmam Şâbî der ki:

— Ben beyaz üzerine siyah hiç yazmadım. Bir kimseden dinlediğim hadisi bana bir kere daha tekrar etmesini de arzulamadım.

Bu meselenin örnekleri çoktur. Biz bu kadarla yetinelim ve hemen şunu da ilave edelim:

Yazmaya karşı çıkan bu zatların hemen hepsi, sonradan dikkatsiz ravileri görünce bu kanaatlerinden vazgeçerek hadislerin yazılmasını tavsiye etmiş, talebelerine hadis yazdırmışhatta kendileri de hadislerin yazılı olduğu metinler edinmişlerdir.

Sahabeler arasındaki yazıp yazmama hususundaki ihtilaf yani bir kısım sahabenin yazarken diğer kısmın yazmaması, sahabeden sonraki tâbiîn asrından da devam etti. Bir kısım tâbiînâlimleri sahabeler gibi müthiş bir hafızaya sahip olduklarından hadisleri yazmıyor, sadece sahabelerden dinlemekle ezberliyordu. Bir kısmı ise hadisleri yazıyla muhafaza ediyordu.

Hadisleri yazmadan ezberleyen bu zatların hafıza kuvvetini şununla anlayın ki: 

– Yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene "hafız" denir. 

– İki yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene "şeyhu'l-hadis" denir. 

– Üç yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene "hüccetü'l-İslam" denir. 

– Üç yüz binden daha çok hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene "hadis imamı" ve "hadis müçtehidi" denir.

Hadis imamlarından bir kısmı beş yüz bin hadis-i şerif ezberlemiştir. Ahmed İbni Hanbel Hazretleri bir milyon hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberlemiştir. Bugün değil beş yüz binhadisi, beş yüz hadisi senetleriyle birlikte ezberleyen bir kişi bulamazsınız!

Dolayısıyla o insanların hafıza kuvvetini kendinize kıyas etmeyin. Onlar hem bulundukları ortamın hafızalarını kuvvetlendirdiği hem de bunun üstüne Allah'ın hususi ihsanına sahip kişilerdi.

İşte böyle bir hafızaya sahip olmaları ve başta beyan ettiğimiz sebeplerden dolayı, sahabelerin ve tâbiînin birçok muhaddisi hadisleri yazmamış, hadisleri şifahi olarak nakletmiştir. Hadislerin devlet eliyle yazım işi, bu büyük âlimlerin ölümü ve hadislerin kaybolması korkusuyla Halife Ömer b. Abdülaziz döneminde başlamıştır. 

Herhâlde sahabelerin niçin bütün hadisleri yazmadığı meselesi anlaşılmıştır. Aslında onlar hadisleri yazmışlar. Ancak kağıda değil, hafızalarına yazmışlar. Ne zaman ki onlar gibi hafızaya yazacak insanlar azalmış, o zaman bu hadis âlimlerinin hafızalarındaki hadisler alınıp kayda geçirilmiş. İş mesele bu kadar basit!

8. TEDVİN SAFHASI

Tedvin: Hadislerin resmen yazılıp kitap hâline konması demektir. 

Burada "resmen" kelimesinin ehemmiyeti var. Zira önceki derslerde anlattığımız üzere, hadislerin yazılması ferdî ve hususi olarak Peygamberimiz (a.s.m.) devrinde başlamış bir faaliyettir. Hem bazı sahabeler hem de tâbiînin bazı âlimleri hadisleri yazıyordu. Ancakbunların hiçbiri "tedvin" kelimesiyle ifade edilen yazma işine girmez. Çünkü tedvindehadislerin tamamının yazılması söz konusudur. Öyleyse tedvinin daha mükemmel tarifini şöyle yapabiliriz:

Tedvin: Hadislerin hepsine şamil olan ve devlet eliyle yürütülen yazma faaliyetidir. 

Tedvin işi Emevi halifelerinden Ömer İbni Abdülaziz ile başlar. Zaman olarak da II. hicri asrı içine alır. Tedvine sevk eden en önemli iki sebep şudur: 

1. Hadisleri ezberleyen âlimlerin ölümü ve hadislerin yok olma endişesi. 

Daha önceki derslerde anlattığımız üzere, hadislerin bir kısmı yazılsa da sahabelerin ve tâbiînâlimlerinin çoğu hadisleri ezberleyerek muhafaza ediyordu. Hatta bir kısmı ezberlemek için yazdıkları hadisleri ezberledikten sonra imha ediyordu. 

İşte hadisleri ezberleyen bu büyük âlimlerin teker teker ölümü, hadislerin yok olma endişesini ortaya çıkardı. Bu sebeple de bu âlimler vefat etmeden önce onların hafızalarına yazdıkları hadisleri kâğıda yazma ihtiyacı ortaya çıktı. 

2. Hadis uydurma faaliyetlerinin artması. 

– Bir kısım din düşmanlarının uydurma hadisleri sahih hadislerin içine sokma çabası,

– Siyasi ve mezhebî ihtilaflar sebebiyle, kişilerin kendi görüşünü kuvvetlendirmek için hadis uydurmaya başlaması,

– Hatta bir kısım iyi niyetli zatların insanları teşvik için, amellerin sevabı gibi bazı hususlarda hadis uydurması sahih hadislerin yazılmasını gerekli kılmıştır.

İşte bu iki sebepten dolayı hadis-i şerifler devlet eliyle yürütülen bir faaliyetle yazıyla kaydedilmiştir. Halife Ömer İbni Abdülaziz'in, Medine valisi Ebû Bekr İbni Hazm'agönderdiği bir mektup şu şekildedir:

— Beldende Hazreti Peygamber (a.s.m.) ile ilgili hadisleri araştır, topla ve yaz. Ben ilmin yok olmasından ve âlimlerin tükenmesinden korkuyorum. Bu iş yapılırken sadece Resulullah (a.s.m.)'ın sünneti kabul edilsin. Âlimler mescid gibi herkese açık yerlerde oturup tedrisatta bulunarak ilmi yaysınlar; bilmeyenlere öğretsinler. Zira ilim gizli kalmadıkça yok olmaz.

Halifenin bu ve benzeri emirleriyle bütün İslam beldelerinde hadisler yazılmaya başlanmış;yazılan hadisler defterler hâlinde merkeze gönderilmiş; merkezde toplanan hadisler hadis âlimleri tarafından belli bir kontrolden geçirilmiş ve yazılan hadisler çoğaltılarak tekrar İslam beldelerine gönderilmiştir. 

Tedvin faaliyetinde şu iki nokta önemlidir:

1. Hadisler sünen, sahih veya müsned gibi herhangi bir tasnif tarzında yazılmamıştır. Burada sadece hadisleri deftere geçirmek ve yazıyla tespit etmek esas alınmıştır. Sünen, sahih ve müsned gibi kısımlara ayrılması tasnif devrinde olmuştur. Tasnif devrini bir sonraki derste işleyeceğiz.

2. Kaydedilen hadisler sahih, hasen, zayıf gibi kısımlara ayrılmamış; hepsi iç içe, yan yana yazılmıştır. Hadislerin bu kısımlara ayrılması sonraki asırda olmuştur. Bu konudaki detaylı bilgiyi "cerh ve tadil" başlığında anlatacağız.

Tedvin safhasını kısaca bu şekilde özetlemek mümkündür. Tedvin safhasında hizmeti geçen âlimlerin isimlerini, kendilerinden hadis alınan ravileri ve yazılan eserlerin isimlerini dersi uzatmamak adına beyan etmedik. Dileyenler, bu bilgileri usûl-i hadis kitaplarının "tedvin" bahsinde bulabilirler.

9. TASNİF SAFHASI

Tasnif: Sınıflara ayırmak ve sınıflamak demektir. 

Bir önceki dersimizde tedvin konusunu işlerken şöyle demiştik: 

Tedvin: Hadislerin hepsine şamil olan ve devlet eliyle yürütülen yazma faaliyetidir. 

Tedvinde yapılan iş sadece hadisleri deftere geçirmek ve yazıyla tespit etme işidir. Tedvindehadisler konularına bakılmaksızın karışık bir şekilde kaydedilmiştir. Karışık şekilde kaydedilen hadisler içinde aranan bir hadisi bulmak zordu. Bu zorluğun ortadan kalkması için, hadis âlimleri hadisleri farklı şekillerde tasnif ettiler. Bazen hadisleri bir konu başlığı altında topladılar. Bazen de ravileri esas yapıp, bir ravinin naklettiği bütün hadisleri ravinin ismi altına yazdılar. İşte hadislerin farklı şekillerde tasnif edildiği bu safhaya "tasnif safhası" denir. 

Tasnif faaliyetleri hicri II. asrın birinci çeyreğinde başlar ve IV. asrın ortalarına kadar devam eder. 

Şimdi, merak edenler için hadis kitaplarının tasnif çeşitlerinden bahsedeceğiz:

Tasnifin birincisi "ale'l-ebvâb tasnif"tir. Ale'l-ebvâb tasnif: Hadislerin fıkhi bablara yani ifade ettikleri manalara göre tasnif edilmesidir. Bu tasnifte hadis-i şerifler belli bir meseleyi açıklamak ve o meseleye delil olmak üzere zikredilir. Bu gruba giren eserler câmi, sünen vemusannef olarak üç çeşide ayrılır.

Câmiler sekiz ana bölümün hepsine yer veren hadis kitaplarıdır. Bu sekiz bölüm şunlardır:

1. İlm-i tevhid ve sıfat. Bu bölümde iman ve akaide ait hadisler bulunur.

2. Sünen. Bu bölümde ahkâma ait hadisler bulunur.

3. Rikak ve zühd. Bu bölümde ruhen ve ahlaken yücelmeyi konu edinen hadisler bulunur.

4. Adaba ait hadisler. Bu bölümde yeme, içme, oturma, yatma, konuşma gibi adabı beyan eden hadisler bulunur.

5. Tefsir. Bu bölümde bazı Kur'an ayetlerinin açıklanmasıyla ilgili hadisler bulunur.

6. Siyer. Bu bölümde tarih ve Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hayatıyla ilgili hadisler bulunur.

7. Fiten. Bu bölümde kıyamete kadar vukua gelecek hadiselerden bahseden hadisler bulunur.

8. Menakıb. Bu bölümde bazı şehirlerin, şahısların veya kabilelerin zem ve medihleriyle ilgili hadisler bulunur.

Hadis kitaplarının hepsinde bu konularla ilgili hadisler bulunmaz. Bunların hepsine yer verenlere "câmi" denilir. Kütüb-i Sitte'de sadece İmam Buhârî, İmam Müslim ve İmam Tirmizî'nin eserine câmi denilmiştir.

Ale'l-ebvâb tasnifin ikinci çeşidi sünenlerdir. Sünenler ahkâma ait hadisleri fıkıh bablarına göre cemeden kitaplardır. Bu kitaplarda ahkâma konu olmayan hadislere pek yer verilmez.Sünenler çoğunlukla taharet bahsiyle başlar; ibadet, muamelat ve cezalarla devam eder. Sünenlerde merfu hadisler esastır. Çok az mevkuf ve maktu hadis görülür.

Merfu hadis: Peygamberimiz (a.s.m.)'a ait olan hadistir. 

Mevkuf hadis: Söz veya fiilin sahabeye ait olduğu hadistir. 

Maktu hadis: Söz veya fiilin tâbiîne ait olduğu hadistir. 

Ale'l-ebvâb tasnifin üçüncü çeşidi musanneflerdir. Musannef esas itibarıyla sünen gibidir. Ancak bunlarda sünenlerden farklı olarak mevkuf ve maktu hadisler çokça yer alır.

Tasnifin birinci çeşidini öğrendik: Ale'l-ebvâb tasnif. Bu da kendi içinde üçe ayrıldı: Câmi, sünen ve musannef. 

Tasnifin ikinci çeşidi "ale'r-ricâl tasnif"tir. Ale'r-rical tasnif: Ravilerin adına göre yapılan tasniftir. Tasnifin bu çeşidinde ravi olarak sahabeyi esas alan tasnifler olduğu gibi, hadis alınan şeyhi esas alan tasnifler de olmuştur. Sahabeyi esas alan tasniflere "müsned", şeyhleri esas alan tasniflere ise "mu'cem" denir. 

Müsned tarzındaki tasniflerde, mesela Ahmed İbni Hanbel'in Müsned'inde, sahabeler fazilet sırasına göre tanzim edildikten sonra her birinden rivayet edilmiş olan hadisler isimlerinin altına kaydedilmiştir.

Mu'cem tarzındaki tasniflerde ise hadis alınan şeyhler alfabetik sıraya göre veya kabilelerine göre sıraya konduktan sonra her birinden alınmış olan hadisler ismin altına kaydedilmiştir.

Şunu da ilave edelim ki: Hadislerin konuları için aranması sebebiyle bu tarzla ortaya konan kitaplar üzerinde daha sonraları çalışmalar yapılmış ve ale'l-ebvâb tasnif denilen, konulara göre tasnife tabi tutulmuşlardır.

Tasnif safhasını kısaca bu şekilde özetlemek mümkündür. Daha fazla bilgi isteyenler usûl-i hadis kitaplarının "tasnif" bahsine bakabilirler.

10. CERH VE TADİL

Cerh ve tadil, hadisin sıhhat derecesini ortaya çıkarmak için uygulanan bir işlemdir. 

Cerh: Tenkit etme ve kusur tarafını ortaya çıkarmadır.

Tadil: Ravinin doğruluğunu ve zabtını ispat etmektir. 

Hadisin ravisini cerh etme bir kaç şekilde olur:

1. İspatlı bir şekilde onun yalanını göstermekle.

2. Hafızasının zayıflığını ispat etmekle.

3. Günah işlediğini ve ehli bid'a olduğunu ispat etmekle.

4. Eğer ravi tasavvuf erbabıysa, hadisleri naklederken bir cezbe hâlinde olduğunu ispat etmekle.

Bunlar gibi daha başka yollar da vardır. Raviler hakkında cerh ve tadilin uygulanma sebebi,uydurma sözleri sahih hadislerden ayırmaktır. Uydurma sözlere "mevzu hadis" denir.

Hicri II. asrın başında başlayan mevzu hadisler dedikodusu fitne hâlinde zuhur etmeye başlayınca, hadis âlimleri cerh ve tadil yöntemiyle sahih hadisleri mevzu hadislerden ayırmaya başladılar. Ahmed İbni Hanbel, İmam Buhârî, İmam Müslim, İmam Nesâî, İmam Tirmizî gibi büyük hadis âlimleri bu işe el attılar. Bu işe al atanların hepsi hadis hafızıdır. Ezberlerinden yüz binden fazla hadis-i şerif vardır. 

İşte bu büyük âlimler, uydurulan hadisleri ayıklamak ve hadisler hakkındaki dedikoduya son vermek için bütün hadis-i şerifleri cerh ve tadile tabi tuttular. Cerh ve tadilden geçirilmedik hiçbir ravi ve hiçbir hadis senedi kalmamıştır. Hatta cerh usulü öyle katı bir şekilde uygulanmıştır ki birçok sahih hadisler de bu arada zayi olmuştur.

Cerh ve tadil yöntemiyle hadislerin mertebesinin tespit işi hicri IV. asrın sonuna kadar devam etmiş ve o zamanda tamamlanmıştır. O zamandan bu zamana kadar yapılan bütün tahlillersadece eskinden yapılmışların üzerinde bir çalışmadan ibarettir. 

Cerh ve tadil, İmam Buhârî ve İmam Müslim'in hadisleri hakkında da uygulanmıştır. İmam Buhârî'nin hadis aldığı 80 küsur hocası ve İmam Müslim'in 160 şeyhi hakkında bu yöntem uygulanmıştır.

Bir hadis böyle muhakkik allamelerin süzgecinden geçmiş ve ona "sahih" denilmişse, artık bu sözün hadis olduğundan şüphe edilmez. Onların ittifakla sahih kabul ettiği bir hadisireddetmek ancak kişinin cehaletindendir. 

Şimdi sonu sormak istiyorum: 

— Hadislerin sıhhat derecesinin saptanması ve mevzu olanların ayıklanması bundan tam 1.000 sene evvel tamamlanmışken ve her hadis cerh ve tadil süzgecinden geçmişken, şimdi bu hadisleri tartışmaya açmak ve zihinleri bulandırmak bu dine hizmet midir?

Hadis âlimleri mecburiyet tahtında, geçici bir zaman için hadisleri tenkide tabi tutmuşlar; vesveselerden temizlenmeleri ve üzerlerindeki şüphelerin kalkması için cerh ve tadil usulünü uygulamışlar ve bu iş bittikten sonra da onları layık olduğu mevkie koymuşlar. İş Allah'ın inayetiyle tamamlandıktan sonra, hiçbir maslahat yokken hadisleri tekrar cerh ve tadile tabi tutmak bu dine hizmet değil hıyanettir!

Ey bu hıyanete yeltenen hadis inkârcıları! 

— Bunu hangi ilminizle yapacaksınız?

— Bir ravi hakkında konuşmak için o raviyi görmeye gitmeye ve onun hâlini araştırmaya gücünüz var mı?

Zamanda yolculuk yapamıyorsanız buna gücünüz yoktur!

— O hâlde o ravi hakkındaki bilgiyi nereden edineceksiniz?

— Hadis âlimlerinin kitaplarından başka kaynağınız var mı?

Bakın, daha işin başında, beğenmediğiniz hadis âlimlerine muhtaç oldunuz!

— Onlara böyle muhtaç iken, onların sözüne niçin güvenmiyorsunuz?

Kaldı ki ne hafızanız onlar kadar güçlü ne takvanız onlar kadar yüksek ve ne de sahabe ve tâbiîne onlar kadar yakınsınız. Hâl böyle iken onları nasıl geçeceksiniz?

Kardeşlerim, hadis-i şeriflerin makam ve mertebeleri bundan 1.000 sene evvel tespit edilmiş ve bu iş halledilmiş, bitmiştir. Bu zamanda bir hadisin mertebesini öğrenmek isteyen kişinin yapacağı tek iş, o muhaddis imamların eserlerini incelemek ve meseleyi onlardan öğrenmektir. Yüze yakın hadis kitabında bulunan bütün hadisler, senetleri ve rivayet yolları itibariyle üç makam ve mertebede bulunur. Ya sahihtir ya hasendir ya da zayıftır. Ama hepsi de hadis-i şeriftir. Zayıf da hadis-i şeriftir. Zayıf hadis, hasen hadise yakındır ama mevzu hadise uzaktır. Zayıf hadisle mevzu hadis arasındaki fark yerle gök arası kadardır!

Cerh ve tadil konusunu işlememizin sebebi, elimizdeki hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu ortaya koymak içindir. Bütün hadisler hakkında cerh ve tadil yöntemi uygulanmış; cerhte sınıfta kalanlar temizlenmiş ve kitaplardan çıkarılmıştır. Cerhi geçenler de kuvvetine göre, sahih, hasen ve zayıf olarak isimlendirilmiştir. Bunların da kendi içinde mertebeleri vardır. Bir sonraki konumuzda bu mertebelerden bahsedeceğiz.

11. METNİN KAYNAĞINA GÖRE HADİS ÇEŞİTLERİ

Hadis çeşitlerini üç ana başlıkta inceleceğiz:

1. Metnin kaynağına göre hadis çeşitleri.

2. Ravi sayısına göre hadis çeşitleri.

3. Sıhhat derecesine göre hadis çeşitleri.

Metnin kaynağına göre hadis çeşitleri dörde ayrılır:

1. Kudsî hadis

2. Merfu hadis

3. Mevkuf hadis

4. Maktu hadis

Şimdi, bu hadis çeşitlerinin ne olduğunu öğrenelim:

Kudsî hadis: Manası Allahu Teâlâ'ya, lafzı Peygamberimiz (a.s.m.)'a ait olan hadistir. 

Bir hadisin kudsî hadis olduğu başındaki ifadeden anlaşılır. Kudsî hadisler şöyle başlar: 

— Resulullah (a.s.m.) şöyle dedi: Allahu Teâlâ buyurdu ki... 

İşte "Allahu Teâlâ buyurdu ki" şeklinde başlayan hadisler kudsî hadistir. 

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir: 

— Kudsî hadis ile Kur'an arasında ne fark var?

Bu sorunun cevabı şudur: Kudsî hadis ile Kur'an ayetinin benzerliği her ikisinin de vahiy olması yönüyledir. Ancak Kur'an hem mana hem de söz olarak Peygamberimiz (a.s.m.)'a vahyedilmiştir. Kudsî hadis ise sadece mana olarak vahyedilmiş, lafızla ifadesi Peygamberimiz (a.s.m.)'a bırakılmıştır.

Demek, kudsî hadisler Peygamberimiz (a.s.m.)'ın sözleridir. Kur’an’dan sayılmazlar ve okunmaları Kur'an okumak gibi ibadet yerine geçmez.

Merfu hadis: Peygamberimiz (a.s.m.)'a isnad edilen bütün söz ve fiillerdir. Bu hadis türüne "hadis-i nebevî" de denilmektedir. 

Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'dan rivayet edilen bütün sözlere “hadis” denildiği hâlde burada ayrıca "merfu hadis" diye tasnife tabi tutulması, onu sahabe ve tâbiînin sözlerinden ayırt etmek içindir. Zira birazdan izah edeceğimiz üzere, sahabe ve tâbiînin sözleri de "hadis" tabiriyle ifade edilir. Merfu hadis denildiğinde anlarız ki: Bu söz Hazreti Peygamber (a.s.m.)'a e aittir; sahabeye ve tâbiîne değil.

Mevkuf hadis: Sahabeye ait söz ve fiillerdir. Bu haberlere mevkuf denilmesi, isnadın sahabede kalmış olması sebebiyledir. Yani o söz ya da davranış Peygamberimiz (a.s.m.)'adeğil, sahabeye aittir. 

Buna göre, bir ravinin, “Falan sahabe şunu yaptı, şöyle dedi...” diyerek naklettiği rivayetler mevkuftur.

Sahabe sözüne "hadis" denilmesinin sebebi, onların dinle ilgili söz ve davranışlarının büyük ölçüde Peygamberimiz (a.s.m.)'a dayanma ihtimalinden dolayıdır. Bu sebeple, mevkuf hadisler kesin ve bağlayıcı olmamakla birlikte, dinî hükümlerin kaynaklarından sayılmıştır.

Mevkuf hadisler de merfu hadisler gibi, gerek ravileri yönünden ve gerekse isnadlarıyönünden sahih veya zayıf olabilirler. Sahih ve zayıf tabirlerinin manasını, "sıhhat derecesine göre hadis çeşitleri" konusunda işleyeceğiz.

Maktu hadis: Tâbiînin söz ve fiilleridir. Sahabeleri gören Müslümanlara tâbiîn denir. Tâbiînin söz ve fiillerine de maktu hadis denir.

Dinî hükümlerin tespitinde tâbiînin söz ve eylemleri dikkate alınmakla birlikte, bunlar bağlayıcı bir delil olarak kabul edilmemiştir.

12. RAVİ SAYISINA GÖRE HADİS ÇEŞİTLERİ

Ravi sayısına göre hadisler iki ayrılır:

1. Mütevatir hadis

2. Ahad hadis

Mütevatir hadis: Her tabakada, yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun rivayet ettiği hadislerdir. Sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve diğer tabakalarda hadisin ravilerinin sayısının çok olması o haberin kesinlik kazandığını gösterir. Bu bakımdan mütevatir hadisler kendilerinden hiç şüphe edilmeyen en sahih hadislerdir.

Mütevatir hadisle amel etmek farz olup onu inkâr eden dinden çıkar. Mütevatir hadisler delil olma bakımından Kur'an'a yakın kuvvettedir. Mütevatir hadisler ikiye ayrılır:

1. Lafzî mütevatir

2. Manevi mütevatir

Lafzî mütevatir: Tüm ravilerin aynı lafızlarla rivayet ettikleri hadistir. Mesela “Kim bilerek bana yalan söz isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Buhârî, Enbiya, 50; Müslim, Zühd, 72) hadisi lafzî mütevatir bir hadistir. Bu hadis-i şerif Peygamberimiz (a.s.m.)'ınağzından bu şekilde çıkmış ve bütün raviler tarafından bu şekilde nakledilmiştir.

Manevi mütevatir: Lafzı farklı olmakla beraber, tüm ravilerin aynı anlamla rivayet ettikleri hadistir. Dua sırasında ellerin kaldırılmasını bu çeşit mütevatire örnek gösterilebiliriz. Çünkü Peygamberimiz (a.s.m.)'ın dua sırasında ellerini kaldırdığına dair yüz kadar hadis rivayet edilmiştir. Fakat bunlar değişik olaylarla ilgili, değişik şekillerde ve farklı ifadelerle nakledilmiştir.

Ravi sayısına göre hadislerin ikincisi ahad hadistir.

Ahad hadis: Mütevatir hadislerin dışında kalan bütün hadislere verilen genel isimdir. Hadisin ravi sayısı herhangi bir tabakada mütevatir derecesine ulaşmamışsa, hadis-i şerif ahad hadisler arasında yer almış olur. Yani hadisi nakleden sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve sonraki tabakalardan bir tabakada hadisi rivayet edenler azalmışsa artık bu hadis mütevatir olmaz, ahad hadis olur.

Ahad hadisler rivayet eden ravilerin sayılarına göre üçe ayrılır:

1. Meşhur hadis

2. Aziz hadis

3. Garib hadis

Meşhur hadis: Her tabakada en az üç ravisi bulunan hadislerdir. Tarifte yer alan "en az üç ravi" şartı ilk tabaka olan sahabede aranmaz. 

Buna göre, her tabakada en az üç ravisi olduğu hâlde bir veya iki sahabeden rivayet edilen hadisler de meşhur hadis sayılırlar. 

Hatta şöyle olsa: Mesela bir hadisi 10 sahabe rivayet etse; 10 sahabeden bu hadisi 20 tâbiînalıp nakletse, daha sonra tebe-i tâbiîn devrinde ya da sonrasında bu hadisi 3 kişi nakletse artık bu hadis mütevatir olmaz. Bir tabakada 3 raviye düşmesi sebebiyle bu hadis meşhur hadis olur.

Aziz hadis: Herhangi bir tabakada ravi sayısı en az ikiye düşmüş olan hadislerdir. Bazı tabakalarda üç veya üçün üstünde ravisi bulunan bir hadis, tabakaların birinde iki raviyedüşecek olursa, bu hadis meşhur olmaktan çıkar ve aziz hadis olur.

Garib hadis: Herhangi bir tabakada tek bir ravisi bulunan hadistir. Bir hadis her tabakada mütevatir hadis olacak kadar çok ravi tarafından nakledilse, sadece bir tabakada tek bir ravisi bulunsa, bu hadis mütevatir hadis olmaz, garib hadis olur. 

Bu tanımlarla mütevatir hadisin kuvvetini ve mütevatir hadisi inkâr edenin niçin kafir olduğunu anlayın!

Bir hadis mütevatir olabilmek için kaç süzgeçten geçiyor, ondan sonra mütevatir oluyor. Sonra da hadis ilmini hiç bilmeyen birisi çıkıyor ve mütevatir hadise "Bu uydurmadır." diyor. 

Böyle kişilere ancak cahil denir. Bunlar tam bir cehl-i mürekkep içindedir. Yani hem bilmiyorlar hem de bildiklerini zannediyorlar. Ne diyelim? Allah hidayete etsin.

13. SIHHAT DERECESİNE GÖRE HADİS ÇEŞİTLERİ

Sıhhat derecesine göre hadisler üçe ayrılır:

1. Sahih hadis

2. Hasen hadis

3. Zayıf hadis

Bir hadisin sahih olabilmesi için beş şart gerekir:

1. Ravi adil olmalıdır. Yani itikadı sağlam olup takva sahibi olmalıdır.

2. Ravi zabt sahibi olmalıdır. Yani ravi ezberlediği bir hadisi başkasına rivayet edinceye kadar hiç değiştirmeden hafızasında tutabilmelidir. 

3. Hadisin isnadı muttasıl olmalıdır. Yani senedinde yer alan ilk raviden son raviye varıncaya kadar senet kesintisiz olmalıdır. 

4. Hadis şaz olmamalıdır. Şaz, rivayet yönünden tek kalmış hadis demektir. Ravi rivayet ettiği hadisle, aynı hadisi rivayet eden diğer ravilere aykırı düşer ve yalnız kalırsa diğer rivayetler tercih edilir. Bu durumda hadisin sahih olma özelliği kaybolur.

5. Hadis muallel olmamalıdır. Hadisin muallel olması, zayıflığına sebep olan gizli bir kusurun bulunmasıdır. Bazen bir kusur hadiste gizli kalır ve her hadisçi tarafından kolayca fark edilmez. Bir süre sahih olarak rivayet edilen bu hadis, bir hadis imamının bu illeti bulup çıkarmasından sonra muallel olarak bilinir.

Zikrettiğimiz bu beş madde sahih hadisin özellikleri ve aynı zamanda şartlarıdır. Eğer bu özelliklerden biri olmazsa hadis sahih olma özelliğini kaybeder.

İkinci hadis çeşidimiz hasen hadistir:

Hasen hadis: Ravisi adil olmakla birlikte, zabt yönündeki kusurundan dolayı sahih derecesine ulaşamayan hadistir. Hasen hadis, sahih hadisle zayıf hadis arasında yer alan fakat sahihe daha yakın olan hadis türüdür. Hasen hadisin sahih hadisten tek farkı ravinin zabt açısından kusurlu olmasıdır.

Hem sahih hadisin hem de hasen hadisin kendi içinde kısımları vardır. Bizler sizleri usul bilgisinde boğmamak için bunlara girmiyoruz. 

Bizim üzerinde en çok durmak istediğimiz hadis çeşidi zayıf hadistir. Çünkü bir çok kişi zayıf hadis ile mevzu hadisi birbiriyle karıştırmakta, zayıfı mevzu zannetmektedir. Hâlbuki zayıf hadis farklıdır, mevzu hadis farklıdır. Haddizatında mevzu hadis hadis de değildir. 

Mevzu hadis uydurma hadistir. Zayıf hadis ise hadis-i şeriftir. Zayıf hadis, hasen hadise yakınama mevzu hadise uzaktır. Aralarındaki fark yerle gök arası kadardır. Sahih hadis 24 ayaraltın olsa, hasen hadis 22 ya da 18 ayar altın olur. Zayıf hadis de 14 ayar altın olur. Mevzu hadis ise altın değildir, demirdir. Dolayısıyla zayıf hadis ile mevzu hadis arasında hiçbir yakınlık yoktur.

Muhaddisler zayıf hadis hakkında şöyle derler: 

— Bu hadis senedi itibarıyla sahihlerin mertebesinde değildir. Ama çoğu zaman ifade ettiği manasıyla ve sahih hadislerin manasına uygun olan ifadesiyle hadis aynen hadistir.

Hâl böyle iken, bazı hadis inkârcıları bir hadis hakkında, "Bu hadis zayıftır." der ve bununla uydurma olduğu hissini uyandırır. Hâlbuki zayıf hadis uydurma söz değildir. Zayıf hadis aynı sahih hadis gibi, hasen hadis gibi hadis-i şeriftir. Zayıf olmasının sebebi, sahih veya hasen hadisin taşıdığı şartların birini veya birkaçını taşımamasıdır. Ya hadisin senedinde bir kopukluk vardır ya da ravinin adalet ve zabt gibi hâllerinde bir kusur vardır. Bu sebeple hadissahih derecesine çıkamamıştır. Ancak bu hâller onu hadis-i şerif olmaktan çıkarmaz. Sadece sıhhat derecesini düşürür. Hatta bazen bir zayıf hadisin metni sahih bir hadis ile birebir aynıdır. Diğer hadisin senedi sağlam olduğundan o hadise "sahih" denilmiş; bu hadisin senedi sağlam olmadığından bu hadise "zayıf" denilmiştir. Mana aynı iken, senedin farklı olması sebebiyle biri sahih, diğeri zayıf kabul edilmiştir.

Hadis imamları zayıf hadisi bir çok kısımlara bölmüşler. Kimisi 42 kısma ayırmış. Kimisi 49 kısma, kimisi 63 kısma, kimisi de 81 kısma ayırmış. Hatta bir kısım âlimler zayıf hadisi 129 kısma ayırmış ve her bir kısmın da tarifini yapmış. 

Dolayısıyla bir hadise sadece zayıf demek de yeterli değildir. Zayıf içinde de onlarca kısım var. Bizler daha bu kısımları anlamaktan âcizken, nasıl oluyor da bir hadise zayıf deyip onu uydurma söz gibi kabul ediyoruz. Bu nasıl bir cesarettir, anlamakta zorlanıyorum!

14. HADİS RİVAYETİNDEKİ ADAP

Hadis rivayetinde bir kısım esaslar vardır ki bunlara "adap" denir. Bu adaplar rivayetin doğruolmasını sağlamak içindir. Hadis rivayetindeki adapları öğrendiğinizde hadislerin bizlere ne kadar sağlam bir şekilde ulaştığına bir daha ikna olacaksınız.

Adaplardan bir kısmı şöyledir:

1. Ravi icazet sahibi olmalıdır. Bir ravi, şeyhinden almış olduğu hadisleri rivayet edebilmek için şeyhinin iznine muhtaçtır.

Hadis ilminde şeyh, ravinin kendisinden hadis aldığı hocasıdır. Şeyh tabirini tarikattaki şeyh ile karıştırmayalım. Eğer şeyhinin izni yoksa ravi hadis rivayet edemez. Bu icazet, şeyhten öğrenilmiş olan hadislerin tekrar şeyhe arz edilerek aslına uygun olup olmadığının kontrol edilmesinden sonra şeyh tarafından verilir.

2. Ravi hadisi kendi yazdığı nüshadan nakletmelidir. Kendi nüshasını bırakıp şeyhinin aslından veya şeyhinden yazılmış başka bir nüshadan rivayet etmek isterse bu caiz değildir. Çünkü bu durumlarda, bu nüshalarda işitmediği bazı hadisler bulunabilir ki işitmediği hâlde bunları şeyhine nispet ederek rivayet etmiş olur. Bu da caiz olmaz.

3. Ravinin hadisi ezberlemiş olması gerekir. Zira haberi olmadan kitabına hile karıştırılabilir, bir şeyler sokulabilir. 

İmam-ı Azam Hazretleri ve İmam Malik'e göre, ravinin ezberden rivayet etmediği bir hadisle bir hükme delil getirilmez. 

İmam Malik Hazretlerine, "Güvenilir olduğu hâlde hadisini ezberlememiş kimseden hadis alınır mı?" diye sorulunca, İmam Malik Hazretleri "Hayır!" cevabını vermiş. Bu sefer, "Bu hadisleri dinlemiştim." diyerek bir kitap gösterse diye sorulmuş. İmam Malik Hazretleri şöyle demiş: "Böylesinden de alınmaz. Gece kendisinden habersizce kitabına bazı şeyler ilaveedilmesinden korkarım." 

4. Bir kimse kendi işitmiş olduğu hadisleri yazdığı bir kitapta yazdığını hatırlayamadığı bir hadise rastlasa, bunu rivayet etmeli mi yoksa etmemeli mi diye bir mesele ortaya çıkmış. Çünkü hadis başkalarınca kitaba sokuşturulmuş olabilir. 

İmam-ı Azam Hazretlerine göre, onu hatırlamadıkça rivayet etmesi caiz değildir. Şafiî âlimlerinden bazıları da bu görüştedir. Bazı âlimlere göre ise caizdir. İbni Salah bu cevazı şuşarta bağlar: Kitabın sahibi kitabının sıhhatine kendisi inanmalıdır. Eğer şüpheye düşerse caiz olmaz.

5. Âlimlerin hadise duyduğu saygıyı ve titizliği gösteren başka bir husus da hadis-i şerifi aynı kelimelerle rivayet etmeye çalışmalarıdır. Hadis-i şerifi Peygamberimiz (a.s.m.)'ın ağzından çıktığı şekilde rivayet etmenin ehemmiyetinde bütün âlimler müttefiktir. Bile bile hadiste değişiklik yapmak, kelimeleri çoğaltıp eksiltmek ve emsaliyle değiştirmek caiz değildir.

Umumi prensip bu olmakla birlikte, mananın aynen korunması şartıyla hadisin değişik kelimelerle rivayet edilebileceğini söyleyenler de olmuştur. Bu çeşit rivayete "rivayet-i bi'l-mana" denir. Rivayet-i bi'l-manayı kabul edenler de çok sıkı kayıtlar ve şartlarla bunu caiz görmüşler.

Hadis rivayetinde daha başka edepler de var. Biz bu kadarıyla yetinelim. Bunlarla şunu göstermek istiyoruz: 

Hadis rivayet etmek öyle kolay bir iş değildir. Birçok şartlara bağlanmış ve birçok süzgeçten geçmiştir. 

– Şeyhinden icazeti olmayan hadis rivayet edemiyor. 

– Başkasının nüshasından rivayet edemiyor. 

– Ezberlemediği hadisi rivayet edemiyor. 

– Kitabına yazdığı ancak yazdığını hatırlayamadığı bir hadisi rivayet edemiyor. 

– Rivayeti Peygamberimiz (a.s.m.)'ın ağzından çıktığı şekliyle yapmaya çalışıyor. 

– Bazı kelimelerin değiştirilmesi birçok şarta bağlanmış. 

Ve daha bunlar gibi bir çok edep var. İşte hadisler bizlere böyle katı kurallar işletilerek gelmiş. Bu şekilde bizlere ulaşan hadislerden şüphe etmek ehli ilmin ve aklın işi değildir.

15. HAZRETİ ÖMER (R.A.) HADİS RİVAYETİNE KARŞI MIYDI?

Hadis inkârcıları diyor ki: 

Hazreti Ömer hadise karşıydı. Buna bir örnek olarak şu hadiseyi gösterebiliriz: Irak bölgesine gönderdiği kişilere şöyle demiştir: 

— Sakın hadis rivayetiyle onları meşgul edip Kur'an'dan uzaklaştırmayın. Resulullah (a.s.m.)'dan rivayeti az yapın.

Hatta bu zatlar Küfe'ye varınca halk Karaza İbni Ka'b'a, "Bize hadis rivayet et." diye talepte bulundu. İbni Ka'b, "Hazreti Ömer bize bunu yasakladı." cevabını verdi.

Yine Hazreti Ömer çok hadis rivayet ettiği için İbni Mesud, Ebû Derda ve Ebû Mesud el-Ensârî'yi hapse atmıştır. Bu da ispat eder ki Hazreti Ömer hadis rivayetine karşıydı.

İşte onları sözlerinin özeti bu. Bu dersimizde maddeler hâlinde onların bu sözlerine cevap vereceğiz:

Birinci olarak deriz ki: Hazreti Ömer'in Irak'a gönderdiği kişilere, "Hadis rivayetini az yapın." demesi zayıf bir senetle bizlere ulaşmıştır. Sizler en sahih hadisleri inkâr ediyor ve "Bu hadisin doğru olduğunu nereden bilelim?" diyorsunuz. 

— Peki, Hazreti Ömer'den yaptığınız bu rivayetin doğruluğuna neyle hükmediyorsunuz?

Demek, sizin hadisleri inkâr edişinizin sebebi hadisleri zayıf bulmanız değil. Zira zayıf haberleri işinize geldi mi pekâlâ kabul ediyorsunuz. Sizin hadisleri inkâr sebebinizhadislerdeki hükümlerin nefsinize ağır gelmesi. Bu tespiti en başta kaydediyoruz.

İkinci olarak deriz ki: Madem siz Hazreti Ömer'in sözlerine bu kadar itibar ediyorsunuz. O hâlde şimdi size Hazreti Ömer'in bazı sözlerini nakledeceğiz. İbni Abdilber Hazretleri, "Bu sözlerin Hazreti Ömer'e ait olduğu hususunda ittifak vardır." der. Bakın, Hazreti Ömer neler demiş:

— Kim bir hadis dinler, sonra da duyduğu şekilde rivayet ederse selamete ulaşır.

— Miras ilmini ve sünneti öğrenin; tıpkı Kur'an'ı öğrendiğiniz gibi. 

— Bir gün gelecek, Kur'an'ın müteşabih ayetlerini kendilerine delil yaparak sizinle mücadeleye girişecek kimseler çıkacak. O zaman onlara karşı sünneti esas alın. Zira sünnet ehli Kur'an'ı en iyi bilen kimselerdir.

— Kim hadisi ezberlemiş ve aklında tutmuşsa rivayet etsin.

Hazreti Ömer'in bunlar gibi onlarca sözü var. Niçin bu sözlerine uymuyorsunuz?

İşinize gelen zayıf haberi kabul edip en sahihlere gözünüzü kapatıyorsunuz. Bilin ki HazretiÖmer'i hadis düşmanı olarak göstermek bir insana günah olarak yeter. 

Üçüncü olarak deriz ki: Hazreti Ömer'in biraz önce naklettiğimiz sözlerinden başka, bizzat kendisinin sünneti araştırıp hükmünü ona göre verdiğiyle ilgili onlarca hadise vardır. Birkaçını misal olarak nakledelim:

Hazreti Ömer Şam seferine çıktığında Suriye bölgesinde veba salgını olduğu haberi gelir. Yoluna devam edip etmeme hususunda tereddüde düşer. Abdurrahman İbni Afv Hazretleri der ki: 

— Ben Resulullah (a.s.m.)'dan işittim ki o şöyle demişti: Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya gitmeyin, bulunduğunuz yerde çıkarsa orayı terk etmeyin.

Hazreti Ömer bu hadis karşısında ordusuyla birlikte geri döner. 

Başka bir hadise: Misver İbni Mahreme der ki: Hazreti Ömer kadınlarda düşüğe sebep olanların cezası hakkında bir şey bilmiyordu. Halka sordu. Mugîre İbni Şu'be dedi ki:

— Resulullah (a.s.m.)'ın bu konuda erkek veya kadın bir köleye hükmettiğine şahit oldum.

Hazreti Ömer, "Bu hadiseye seninle beraber şahit olan bir başkasını daha getir!" dedi. Muhammed İbni Mesleme şahitlik etti. Hazreti Ömer bu hadisle hükmetti.

Başka bir hadise: Zina yapan mecnun bir kadına ceza vermekten tek bir kişinin rivayet ettiği şu hadis sebebiyle dönmüştür:

— Üç kimse hakkında kalem yürütülmez. (Yani onlara günah yazılmaz.) Uyanıncaya kadar uyuyan, buluğa erinceye kadar küçük, aklı başına gelinceye kadar mecnun.

Başka bir hadise: Hazreti Ömer parmaklarla ilgili diyetin elin diyetinden farklı olması gereğine inanıyordu. Çünkü parmaklar ile elin kıymeti bir değildi. Daha sonra parmakların diyetinin elin diyeti gibi olduğunu bildiren hadis-i şerifi işitince şahit istemeksizin fikrindendöndü ve hadisi uygulamaya koydu.

Böyle onlarca hadise nakledebiliriz. Hani Hazreti Ömer hadisleri inkâr ediyordu ve hadisrivayetine izin vermiyordu?

Dördüncü olarak deriz ki: İbni Abdilber Hazretleri bu konuda şu muhteşem izahı yapar: 

— Peygamberimiz (a.s.m.)'dan hadis rivayet etmek ya hayırdır ya da şerdir. Eğer hayırsa -ki hayır olduğunda şüphemiz yok- hayırda çokluk efdaldir, daha güzeldir. Yok eğer şer iseHazreti Ömer'in halka şerden az miktarda işlemelerini tavsiye ettiğini kabul etmek lazım gelir. Bu ise caiz değildir. Bu da ispat eder ki: Hazreti Ömer hadis rivayetinin az yapılmasını emretmemiştir.

Beşinci olarak deriz ki: İbni Hazm şu izahı yapar: 

— Hazreti Ömer'in hadis rivayetini yasaklamasıyla ilgili haberler son derece zayıftır. Şayet bu haberler gerçekse, bu yasaklama Peygamberimiz (a.s.m.)'ın hadisleriyle ilgili değil, geçmiş ümmetlere ait hikâyelere veya içinde fıkıh bulunmayan kıssalara aittir. Çünkü hadis rivayetinden menetmek değil Hazreti Ömer'e hiçbir Müslüman'a helal olmaz.

Hazreti Ömer içinde fıkıh bulunmayan kıssaları nakletmeyi şu sebeplerden dolayı sınırlandırmış olabilir:

1. Hazreti Ömer'in dönemi bir yandan fetihlerin yapıldığı bir yandan da devletin teşkilatlandırıldığı dönemdir. Meşguliyetin bu kadar çok olduğu bir dönemde, o vakitte çok fazla ihtiyaç duyulmayan bir meseleye el atmak asıl işlere mâni olabilir. İşte bu düşünceyle Hazreti Ömer, içinde fıkıh bulunmayan kıssaların rivayetini sınırlandırmış olabilir.

2. Bu yasaklama hadis rivayet konusunda onları mümkün olduğu kadar titiz davranmaya sevk etmek için olabilir.

3. Bu yasaklama Peygamberimiz (a.s.m.) hakkında hataya düşülme korkusundan olabilir.

4. Bu yasaklama Kur'an'ın ihmaline yol açabileceği kaygısından olabilir. Zira o zamanda Kur'an henüz tek nüshaydı. Hâlbuki hadisleri herkes bilmekteydi. Bu sebeple, dikkatleri Kur'an'a çekmek istemiş olabilir.

İşte bunlar gibi sebeplerden dolayı Hazreti Ömer, içinde fıkıh bulunmayan kıssaların çokçarivayetine karşı çıkmış olabilir. Ancak iki hususu unutmayın: 

1. Hazreti Ömer'in böyle yaptığına dair rivayetler zayıftır.

2. Hazreti Ömer hadisleri rivayet etmeyi bizzat kendi emretmiş ve o hadisleri hüküm vermede asıl kaynak yapmıştır.

Biraz evvel saydığı sebepler, şayet o zayıf haberler doğruysa hikmeti ne olabilir sadedinde sayılmış sebeplerdir. Belki de Hazreti Ömer hiç böyle yapmadı!

16. SAHABELERDEN HADİS RİVAYETİNDE NİÇİN ŞAHİT İSTENMİŞ

Bir sahabe bir hadis rivayet ettiğinde diğer bir sahabe bazen ondan şahit getirmesini bazen de yemin etmesini istemiş. 

— Sahabeler adil ve sadık oldukları hâlde onlardan şahit getirmeleri veya yemin etmeleri niçin istenmiştir?

Bu soruya maddeler hâlinde şöyle cevap verebiliriz:

1. Bakara suresinin 260. ayetinde şu hadise beyan edilir: 

— Bir vakit İbrahim, "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster!" demişti. Allah,"Yoksa iman etmedin mi?" buyurdu. İbrahim, "Evet, iman ettim. Fakat kalbimin mutmain olması için istiyorum." dedi.

Hazreti İbrahim (a.s.) öldükten sonra dirilmeye iman ettiği hâlde -kalbinin mutmain olması için- Allah'tan ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini istemiş. Aynen bunun gibi, işitmediği bir hadisi ilk defa duyan bir sahabe de kalbinin mutmain olması için diğer bir sahabeden şahit getirmesini veya yemin etmesini istemiş olabilir. Bu, onun sözüne güvenmediğinden değil, kalbinin mutmain olması içindir.

2. Malumdur ki kişi bazen işittiğini kısmen işitebilir, yanlış anlamış olabilir veya işittiğinin bir kısmını unutmuş olabilir. Başka birisi onun sözüne şahitlik ettiğinde sözünün doğruluğu ortaya çıkar ve söz evham bulutlarından temizlenir. İşte bu sebeple, sahabeler şahit getirmeyi istemiş olabilir. 

3. Şahit getirmek hadisin çokluğunu sağlar ve söylenen hadisi haber-i vahid olmaktan çıkarıp tevatür derecesine ulaştırır. İşte hadisin takviyesi ve tevatür derecesine ulaşması için şahit getirilmesi istenmiş olabilir.

Özetini yaptığımız bu sebeplerden dolayı -her zaman değil bazen- bir sahabenin naklettiği bir hadis için şahit getirmesi istenmiştir. Mesela bu kadar basittir!

38. BUHÂRÎ'DE GEÇEN SENETSİZ HADİSLERİN DURUMU

Muallak hadis: Hadisin senedinin baş tarafından bir veya birkaç ravinin düşmüş olduğu hadistir. Hadisi bu şekilde rivayet etmeye de ta'lik denir. 

Mesela İmam Buhârî herhangi bir hadisi, "Resulullah (a.s.m.) buyurdu ki..." veya "İbni Mesud'un rivayetine göre, Resulullah (a.s.m) şöyle buyurmuştur..." diyerek kaydetmişse buna muallak hadis denir. Görüldüğü gibi, burada hadisin senedindeki raviler yoktur. 

— Peki, Buhârî ve Müslim'de muallak hadis var mıdır?

Evet, vardır. Müslim'de 14 tane, Buhârî'de 1341 tane muallak hadis vardır. Bu durumda şöyle bir sual akla gelmektedir: 

— Bu kadar muallak hadise rağmen Buhârî'ye nasıl "sahih" denilmektedir? 

— İmam Buhârî bu muallak hadisleri kitabına niçin almıştır?

Şimdi bu soruların cevabını verelim:

Buhârî'nin muallak hadisleri iki kısımdır. Birinci kısma Buhârî'de senedi geçen muallak hadisler girer. Yani İmam Buhârî bir hadisi konu başlığına göre başka bölümlerde tekrar ederken -kitabın hacmini kabartmamak için- senetleri atmıştır. Bu durumda, bu hadisler muallak hadis değildir. Senetleri önceki bölümde yazıldığından dolayı senedi tekrar yazılmamış hadislerdir.  

İkinci kısım muallak hadislere gelince: Bunların senedi Buhârî'de hiçbir surette geçmez. İmam Buhârî bu hadisleri kasten senetsiz bırakmıştır. Senetlerini atışının sebebi hadislerdeki zaafa dikkat çekmek içindir. Yani bu hadisler, kendisinin bir hadise "sahih" demek için aradığı şartları tam taşımayan hadislerdir. Mesela ravi hadis aldığı hocasıyla uzun bir zaman yaşamamıştır. Veya hafızası sebebiyle tenkide maruz kalmıştır. Ya da başka bir sebepten dolayı hadis-i şerif İmam Buhârî'nin sahihlik şartını taşımamaktadır. 

İşte İmam Buhârî o hadisin kendisine göre sahih olmadığını belirtmek için hadisin senedini atmıştır. (İmam Buhârî'nin sahihlik şartlarını, "Ravide aranan şartlar" konusunda ve "Niçin bir hadis imamı bir hadisi sahih kabul ederken diğeri sahih kabul etmemiş?" başlığında işlemiştik.)

Demek, ikinci kısma giren muallak hadisler -İmam Buhârî'ye göre- sahihlik şartlarını taşımayan hadislerdir. Bu ikinci kısma giren muallaklar da iki kısımdır: 

Bir kısmının sıhhati hususunda kanaati daha kuvvetlidir. Diğer kısmının sıhhati hususunda ise o kadar kesin kanaat sahibi değildir. 

Başka bir ifadeyle: Birinci kısma girenler taşıdıkları şartlar açısından daha sıhhatli; ikinci kısma girenler ise taşıdıkları şartlar açısından sıhhatçe daha düşük hadislerdir.

— Peki, muallak bir hadisin hangi kısma girdiğini nereden bileceğiz?

Bunu bilmemiz için İmam Buhârî bir ipucu bırakmıştır. Şöyle ki: 

Birinci kısma girenleri -yani sıhhati hususunda kuvvetli kanaati olanları- cezm sigasıyla sunmuş ve hadisi şöyle rivayet etmiştir:

–   قال رسول اللَّه Resulullah şöyle dedi.

–   فعل رسول اللَّه Resulullah şöyle yaptı.

–   رَوَى عبد الله ابن مسعود Abdullah İbni Mesud rivayet etti.

İmam Buhârî birinci kısım muallak hadisleri, kesinlik ifade eden bu tabirlerle nakleder. Bu tabirlere cezm sigası denir.

İkinci kısım muallak hadisleri -yani dış şartları açısından sıhhati hususunda çok emin olmadığı hadisleri- tamrîz sigasıyla sunar. Bu sigada kesinlik yoktur. Mesela şöyle der:

–   يُذكر عن رسول اللَّه Resulullah'tan zikredildi ki...

–   رُوى عن رسول اللَّه Resulullah'tan rivayet edildi ki...

Bu tabirlerle rivayet edilen muallak hadisler sıhhatçe daha aşağı bir mertebededir. 

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir: 

— İmam Buhârî zayıf kabul ettiği bu muallak hadislere niçin Sahih'inde yer vermiştir? 

— Bunlar yerine sahih kabul ettiği hadisleri koysaydı olmaz mıydı? 

Bu soruya iki cihetten cevap verilmiştir:

1. İmam Buhârî kitabını tanzim ederken fıkhi bir usul takip etmiştir. Bab başlıklarında, fıkıh âlimleri arasında kabul gören fıkhi hükümleri beyan etmiş, sonra bunların ayet ve sahih hadisten dayanağını göstermek istemiştir. Bir babla ilgili kendi şartlarına uyan sahih hadis bulamayınca, şartlarına uymayan hadislerden delil göstermek maksadıyla almıştır. 

2. İmam Buhârî muallak hadislerin hakikatte zayıf olduğunu söylemiyor. Kendi belirlediği şartlara göre zayıf olduğunu söylüyor. Muallak hadisler onun nazarında fıkhen sahihtir. Nitekim fakihler onlarla amel etmiştir. Sadece kendisinin koyduğu şartlar açısından zayıf olduğunu belirtmek için senedini terk etmiştir. 

Hem şunu da bilelim ki: İmam Buhârî'nin sahih kabul etmediği bir hadisi İmam Müslim sahih kabul edebilir. Yine İmam Müslim'in sahih kabul etmediği bir hadisi İmam Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbni Mâce ve diğerleri sahih kabul edebilir. Bunun sebebini, "Niçin bir hadis imamı bir hadisi sahih kabul ederken diğeri sahih kabul etmemiş?" konusunda işlemiştik.

Herhâlde bu ders ile Buhârî'de geçen senetsiz hadislerin sebebini anlamış ve hadis düşmanlarının sözlerinin ne kadar manasız olduğuna bir daha ikna olmuşsunuzdur!

18. SAHİH HADİSLER SADECE BUHÂRÎ VE MÜSLİM'DE Mİ GEÇMEKTEDİR?

Bazen bir meselede bir hadisi delil getirdiğinizde karşınızdaki şöyle diyor: 

— Bu hadis Buhârî ve Müslim'de yok. 

Sanki sahih hadisler sadece bu iki eserde varmış ve başka bir hadis kitabı yokmuş gibi böyle diyorlar. Onların bu sözlerine karşı şu meseleyi izah etmeliyiz: 

— Sahih hadisler sadece Buhârî ve Müslim'de mi var? Diğer hadis kitapları kaynak değil midir?

Tarihte hiçbir âlim, "Buhârî ve Müslim dışında sahih hadis yoktur. Bütün sahihler Buhârî'deve Müslim'de toplanmıştır." gibi bir söz söylememiştir. Şimdi meseleyi rakamsal olarak ispat edelim:

İmam Buhârî Sahih'inde sadece yedi bin küsur hadis nakletmiştir. Bu yedi bin küsur hadisi 600 bin hadis içinden seçmiştir.

İbni Hacer ve İmam Süyûtî Hazretleri, İmam Buhârî'nin Sahih'i hakkında der ki: 

— Kitabının hacmini büyütmemek için terk ettiği sahihler aldıklarından çok daha fazladır.

Demek, İmam Buhârî'nin bildiği sahih hadisler eserinde yazdığı yedi bin küsur hadisten ibaret değildir. 

Yine İmam Müslim kendi Sahih'i hakkında der ki: 

— Ben bu kitapta nazarımda sahih olan bütün hadisleri toplamadım. Sadece sıhhatinde icmaolanları topladım. 

İmam Kevserî bu sözde geçen icmanın, İmam Müslim'in hadis aldığı hocalarının icmasıolduğunu söyler. 

İmam Müslim'in bu sözünden anlıyoruz ki onun nazarında sahih olan daha pek çok hadis var. Bu hadisler eserinin dışında kalmıştır. O eserine sadece hocalarının sahih olduğu konusunda ittifak ettiği hadisleri kaydetmiştir. 

Bütün bu izahlarla şunu anlatmak istiyoruz: Sahih hadisler sadece Buhârî ve Müslim'de geçenlerle kayıtlı değildir. Bu iki imam dahi sahih bildikleri hadislerin çok azını eserlerinde kaydetmiştir. 

Demek, illaki bir hadisin Buhârî veya Müslim'de geçmesi gerekmiyor. Hadis âlimlerinin sahih kabul ettiği bir hadisi -hangi hadis kitabında geçerse geçsin- biz de sahih kabul ederiz. Bir hadisin sıhhati hususundaki söz muhaddislere aittir. Bize düşen icmaya uymaktır.

Son olarak hadis inkârcılarına Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözünü hatırlatıyoruz:

— Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır de, ilişme!

Rabbimize hamdüsena olsun, bizi böyle kıymetli bir işte istihdam etti; bizlere bu eseri hazırlattı. Cenab-ı Mevla bu eseri günahlarımıza kefaret yapsın. Bizleri iman ve Kur'an hizmetinde daim kılsın. Âmin.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 50.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun