İnsana verilen özellikler, onun yeniden diriltilmesi gerektiğine ve ebedi hayatın varlığına delil olabilir mi?

İnsana verilen özellikler, onun yeniden diriltilmesi gerektiğine ve ebedi hayatın varlığına delil olabilir mi?
Tarih: 23.08.2007 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İnsanın Fânîliği

Kur'ân-ı Kerim'de pekçok âyetde ölümün kesinliği, ölümden kurtuluş olmadığı kesin bir şekilde ifâde edilmiştir: "Her nefis ölümü tadıcıdır"(Al-i İmrân, 185; Enbiyâ, 35; Ankebût, 57), "Yer yüzündeki her canlı fanidir"(Rahman, 26).

İnsanın ölüme çare bulamayacağı ve ölüm karşısındaki âcizliği de şu âyetlerle ifâde edilmiştir: "De ki, ölmekten veya öldürülmekten kaçmak size asla fayda getirmeyecektir" (Ahzâb, 16), "De ki, kendisinden kaçıp kurtulmaya çalıştığınız ölüm size mutlaka yetişecektir" (Cum'a, 8), "Hele can boğaza dayandığında, o zaman siz bakar durursunuz, biz ona sizden daha yakınız ama görmezsiniz. Amellerinizin karşılığını görmeyecekseniz, iddiânızda doğru iseniz, onu geri çevirsenize!" (Vakıa, 83-87).

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de, her derdin devasının bulunduğunu ancak yaşlılık veya ölümün devasının bulunmadığını söylemiştir.(1)

Asrımızda bilimsel gelişmelerin, tıbbın ve teknolojinin hızla ilerlemesi, bazı kimselerin aklına, acaba zamanla ölüme de bir çare bulunabilecek midir? sorusunu getirmiş, hatta bazıları bu düşüncelerini kesin bir doğru gibi değerlendirerek, âhireti inkâr için bir bahane daha bulmuşlardır. Ancak yapılan bütün çalışma ve araştırmalar ölüme çare bulmak yerine aksine, ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ortaya koymuş, el-mevtu hakkun (ölüm haktır) hükmü, her defasında doğrulanmıştır.

Ebediyet arzusunun sevkiyle, insanlar ebedî olarak mutlu yaşayacakları bir dünya aramışlar, ölümü yok ederek bu arzularına ulaşmak için, ölüme sebep olan yüzlerce şey tesbit etmiş ve bu sebepleri ortadan kaldırarak ölümü yeneceklerini zannetmişlerdir. Ancak bütün gayretler hiç bir fayda sağlamamış, bu husustaki her çalışma ölümün kat'iyetini daha da kuvvetlendirmiştir.(2)

Alexis Carrel bu konudaki başarısız gayretleri zikrettikten sonra şöyle diyor:
 

"İnsan devamlı olarak ebediliği araştırma ve ebedilik peşinde koşmaktan bıkmayacaktır. Fakat asla bunu elde edemeyecektir. Çünkü insanın yapısı, kainattaki kanunlara boyun eğiyor. İnsan bedeninin organları için fizyolojik zamanı durdurabilir, hatta kısa bir müddet için ölümü geciktirebilir, fakat ölüme asla galip gelemez, ölümü öldüremez"(3).

 

İnsanın büyüyen, gelişen bir varlık olarak yaratılması, onun ihtiyarlamasını ve ölmesini de zarurî kılmıştır. İnsan, daha uzun ömürlü ve sağlıklı yaşamanın yollarını bulabilir ama, yaşlanmayı durduramadığı gibi ölümü de ortadan kaldıramaz...

İnsanın Maddi ve Manevi Özellikleri İtibariyle Ahiretin Varlığını Bildirir

İnsan, bu kâinatta Cenab-ı Hakk'ın en güzel bir biçimde yarattığı (Tîn, 4), maddî ve manevî organ ve cihazlarla donattığı (İnfitâr, 7), ihtiyaç duyduğu her şeyi kendisine bahşettiği (İbrahîm, 34), yer yüzünde bir halîfe olarak tayin ettiği (Bakara, 30), kendine bolca ihsanda bulunulan (İsrâ, 70) bir varlıktır. Öyle ki, yer yüzündeki her canlı ve cansız, insana koşmakta, insan olmak için yarışmaktadır.

İnsanın büyüklüğünü anlamak için sadece insan beynine bakmak kâfidir. Şöyle ki, kâinâtta yaklaşık 2³°° adet atom bulunduğu hesaplanmıştır. İnsan beyninde ise, ortalama 10 milyar adet sinir hücresi mevcûttur. Her sinir hücresi birbirinden farklı iki cevaba muktedir olduğundan 10 milyar sinir hücresi, 2¹°•°°°•°°°•°°° kabiliyet taşımaktadır. 2³°° ile, 2¹°•°°°•°°°•°°° hesaplanırsa, bir insan beyninin kaç kâinat demek olduğu açıkça görülecektir.(4)

Işık hayret verici bir hızla saniyede 300.000 km. hızla gitse de, insan düşünce ve hayal yoluyla ışıktan daha hızlı bir şekilde güneşe ve yıldızlara ulaşmakta, düşünceleriyle âdetâ kâinâtı kucaklamaktadır.(5)

İnsanın diğer maddî organları da böyledir. Her bir organda adeta yüzlerce fabrika çalışmaktadır. Hatta bir tek hücrede dahi, kilometrelerce yer işgâl eden büyük fabrikalarda yapılamayan işler gerçekleştirilmektedir.

İnsanın maddî yapısı böyle olunca, acaba manevî yapısı, rûh âlemi nasıldır? Rûh maddeden ne derece üstün ve yüce ise, şüphesiz insanın rûhî hayatı, istidât ve kabiliyetleri de öylesine hayret verici, akılların idrak edemeyeceği bir durumdadır. İnsan rûhunda nihayetsiz ihtiyaçlar, nihayetsiz elemlere ve lezzetlere kâbil istidât ve kabiliyetler vardır. İnsan bu yönüyle henüz tam olarak çözülmemiş bir muamma gibidir.

Hz. Ali'ye nisbet edilen şu beyt, insanın kâinattaki yerini ve önemini özet bir şekilde ifâde etmektedir:

Tez'umu enneke cirmun sağîrun
Ve fîke intavâ el-âlemu'l-ekber
Sen kendini küçük bir cisim zannediyorsun,
Halbuki, koca âlem sende dürülmüştür.(6)


Dolayısıyla, böyle bir yaratılışa sahip insanoğlu başı boş bırakılamaz, ona gösterilen bu büyük özen kısa bir hayat yaşadıktan sonra bir daha kalkmamak üzere mezara girmesi için olamaz. Bilâkis insan, bu dünya hayatının ötesinde başka bir hayat için yaratılmıştır. Bütün varlığı buna şehâdet etmektedir. Artık insanın benim ne önemim var ki, benim için kâinât yıkılsın, kıyamet kopsun ve yeni bir âlem inşâ edilsin? Ben bu küçük halimle inkâr etsem, günah işlesem ne olur?.. diyemez.(7)

İnsanın yaratılışına, istidât ve kabiliyetlerine dikkat eden, onun ebedî bir âlem için yaratıldığını derhal anlayacaktır. Nasıl ki, balina gibi büyük bir balığı küçük bir havuzda çırpınır vaziyette gören bir insan, o balığın o havuza âit olmadığını, büyük denizlere okyanuslara âit olduğunu hemen anlarsa, işte, insanoğlunun fıtratı da öyledir. İnsan fıtratı, istidât ve kabiliyetleri başka bir âlem için yaratıldığına şehitlik etmekde ve delil olmaktadır.

İnsandaki sayısız istidât ve kabiliyetlerin bu dünya hayatı için verildiği düşünülemez. Çünkü burada onların çoğuna ihtiyaç yoktur. Hatta pek çok istidât ve kabiliyet, hissiyât ve latîfeler, yaratıldıkları gayeye yöneltilmedikleri takdirde, çok defa insanın dünyasını karartmakta, başına belâ olmaktadırlar. Meselâ, insanın geçmiş lezzetlerini düşünmesi, geleceğinden endişe etmesi, dünyaya karşı aşırı hırs ve bağlılığı, buna mukabil tatmin olmaması, onun dünyasını karartmakta, hayatının tadını kaçırmaktadır. Demek ki, bu duygular ve latîfeler insana dünya hayatı için verilmemiştir. Bilâkis ebedî bir hayatı kazanmak için verilmiştir. Çünkü asıl gelecek endişesi , kabrin ötesi için gereklidir. Asıl hırs, âhiret azığı kazanmak içindir. Asıl muhabbet de, âhiret ve devamlı dostlar için verilmiştir... Bu duygu ve latîfelerin asıl mecrâları bunlardır. Aksi halde fayda değil, zarar getirirler.

Dolayısıyla âhiretin olmadığı farzolunursa, insan derece ve şeref bakımından bütün hayvanlardan daha aşağı ve bedbaht bir duruma düşer.(8) Çünkü, insanın bu dünya hayatında çektiği çile, karşılaştığı belâ ve musîbetler hayvanlarınkinden daha çoktur. Zira insan, endişesinden ve düşünmesinden dolayı, elem ve musîbetleri vukuundan önce ve sonra da yaşar. Hayvan ise böyle değildir, elemi sadece olduğu anda yaşar. Bu yüzden rahattır. Geçmiş ve geleceği düşünerek rahatsız değildir. Yine insanın dünya hayatından elde ettiği menfaatler hem sayı bakımından, hem de verdiği lezzet ve huzur açısından hayvanlarınkinden daha azdır. Meselâ, miktarın çokluğu açısından bakarsak öküz daha çok yer, serçe daha çok çiftleşir. Elde edilen lezzet ve huzur açısından baktığımızda ise, dünya hayatı belâ ve musîbetlerle, zorluk ve meşakketlerle doludur, lezzetler ise, denizden bir damla misâli azdır. Dolayısıyla, insanın elemlerden, hüzünlerden kurtulacağı, sâfî lezzet ve nimetlere kavuşacağı başka bir âlem, âhiret hayatı olmazsa, insan bütün hayvanlardan daha bayağı ve bedbaht duruma düşer. Lezzet ve nimet bakımından hayvanlar ondan daha çok nasip elde etmiş olurlar.(9)

Cevherî, "Kıyamet gününe yemîn ederim. Kendini kınayan nefse yemin ederim" (Kıyame, 1-2) âyetinin tefsîri sadedinde bu mevzuyla alakalı olarak şöyle diyor:
 

"Cenab-ı Hak, dirilmemiz hakkında, kıyamet ve nefs-i levvâme'ye yemin ediyor. Yani, mutlaka diriltileceksiniz diyor. Cenab-ı Hak, kıyametin azametine ve yücelere yönelen, yükselmeyi arzu eden nefse yemin ediyor. Bu nefs öyle bir nefsdir ki, hiç bir mertebe ile yetinmeyip, mutlaka başkasını ister. Hiç bir haletle yetinmeyip, peşinden geleni arzular, daha üsttekini ister. Dolayısıyla bu yemin, kıyamete dâir bir delil gösterme gibidir. Cenab-ı Hak sanki şöyle buyuruyor: Nefislerinizdeki yükselme sevgisi ve bu dünya hayatında sınırlı bir mertebede durmama arzusu, insanın rağbet ettiği şeylere kavuşacağı başka bir hayatın varlığına delildir. İnsanın tabiatı, kıyamete delil teşkil etmektedir. İnsanların yüce makamlara olan arzuları, susuzlukları, hırsları, mal ve ilimde daimâ daha fazlasını istemeleri, bir hal üzere karar kılıp yetinmemeleri başka bir hayat olduğunun delîlidir. İnsan nefsi, araştırmaya, yeni şeyler bulmaya çok arzuludur. Fıtratında, galip gelme ve başkalarından üstün olma arzusu vardır... Tarihte her melik hükmettiği insanlardan başkalarına da hükmetmek istemiş, her zengin sahip olduğu maldan daha fazlasına arzulamıştır. İnsanın gözünü ancak toprak doyurur. Acaba bu arzular, istekler bizde boş yere mi yaratılmıştır. Hayır! Hayır! Bu ancak ölümden sonra ve kıyamet günü ortaya çıkacak bir sırdan dolayıdır. İnsanın ebedî hayat gibi bir gâyesi olmasa, o zaman hayat boş bir şey olur. Yer yüzündeki düzenin sonu apaçık bir hüsran olur. Halbuki, canlılardaki her bir kuvvenin mutlaka bir gâyesi vardır. Bu cimrilikler, savaşlar, ilimlerde fâni olmalar, mülk edinmeler, kahr, gemiler inşâ etme, silahlar icâd etme... bütün bu gayretler, arzular nedendir? Bütün bunlar bu yorgunluklara değmeyen bu dünya hayatı için midir? Kur'ân bu soruya şöyle cevap veriyor: Hiç bir sınırda durmayan, yüce makamlar peşinde koşan nefs-i levvâme'ye yemin ediyorum. Bu yeminin manâsı şudur: Bu kuvve rûhlarınıza, başka bir âlemde her şeyi elde etmek ve hiç bir şeyden mahzûn olmamak için konulmuştur".(10)

İnsanoğluna Karûn'un mülkü, Lokman'ın hikmeti, Süleyman'ın saltanatı verilse, hatta yer yüzünü ve içindekileri, semâyı ve ihtivâ ettiklerini elde etse, daha var mı? der. Sanki, ilâhî kalemin rûhuna nakşettiği manâları ifâde ederek şöyle der: Böyle (arzu ettiğim gibi) bir mülk ancak bu âlemden daha yüksek başka bir âlemde ve taleplerime uygun, arzularımı tatmîn edecek başka bir diyarda olabilir.(11)

Nitekim, "Dünya hayatına razı oldular ve onunla tatmin oldular..." (Yûnus, 7) âyeti de, hakikatte insanoğlunun bu dünya hayatıyla huzur bulmayarak başka bir âlemin arayışı ve özlemi içinde olması gerektiğine işâret ediyor ve dünya hayatıyla tatmin olmaya çalışanları kınıyor...

Dipnotlar:
----------------------------------
1. Bkz. Ebu Davud, Tıp, 1, II, 396; İbn Mâce, Tıp, 1, II, 1137.
2. Han, el-İslam Yetehaddâ, Arapçaya çev. Zaferu'l-İslâm Han, Beyrût, 1985, 9. bsk. s.79-80.
3. Han, el-İslam Yetehaddâ, s. 81 (Man the Unkno†n, s.175'den naklen).
4. Ayhan Songar. Enerji ve Hayat, Yeni Asya yay. İst. 1979, 8. bsk. s.1.
5. Georges Lakhovsky, L'Eternitœ La Vie et La Mort, Bibliotheque Charpentier, Paris, s. 202.
6. Ali b. Ebî Tâlib, Divânu Emîri'l-Mü'minîn, cem ve tertib: A. el-Kerem, Beyrut, 1998, s. 45
7. Nursî, "O, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı" âyetinin tefsîrinde bu sadedde şöyle diyor: "Bu âyette meâdın tahkîkine ve bu mevzudaki şüphenin izâlesine dâir bir işâret vardır. Sanki o inkârcılar şöyle diyor: İnsanın ne kıymeti ve ehemmiyeti ve Allah katında ne makamı var ki, onun için kıyamet kopsun!? Böyle bir şüpheye cevâben Kur'ân, bu âyetin işârâtıyla diyor ki, Semâvat ve arzın onun istifâdesi için teshîr olunmasından anlaşılıyor ki, insanın yüksek bir kıymeti vardır. Ve yine, Allah'ın insanı mahlukât için değil, mahlukâtı insan için yaratmasından anlaşılıyor ki, insanın büyük bir ehemmiyeti vardır. Yine, Allah'ın kâinatı kendi zâtı için değil de, insan için yaratması, insanı da kendine ibadet etmek için yaratması gösteriyor ki, insanın Allah katında bir makamı vardır. Bütün bunlar gösteriyor ki, insan bu kâinatta müstesnâ ve mümtaz bir varlıktır, diğer hayvanlar gibi değildir. Dolayısıyla, "sonra ona döndürüleceksiniz" (Bakara, 28) âyetinin cevherine mazhar olmaya lâyıktır" (Nursî, İşâratu'l-İ'câz, s. 281).
8. Bkz. Râğıb, Tafsîlu'n-Neş'eteyn ve Tahsîlu's-Seadeteyn, s. 178
9. Fâvî, s.173.
10. Cevherî, XII, 2.cüz, s. 308.
11. Cevherî, V,1.cüz, s.110.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun