Beynin % 90 oranında kullanılamamasının hikmeti nedir? Böyle bir beyin niçin yaratılmıştır?
- Yeryüzünde yaratlmış hiçbir şey gereksiz değildir; hepsinin bir hikmeti nedeni vardır.
- Bir insan, beynini %3-5 oranında kullanıyor. Diğer kısmının yaratılışındaki hikmet nedir, niçin yaratılmıştır?
- Bunun gibi insandaki maddi ve manevi kabiliyetlerin çoğunun bu dünyada kullanılamamasının nedeni ne olabilir?
Değerli kardeşimiz,
Anne karnındaki bir çocuğu düşünelim. Her şeyiyle tam donanımlı...
Eli var ama tutabileceği bir şey yok. Ayağı var ama koşabileceği bir yer yok. Gözü var ama görebileceği bir manzara yok. Kulağı var ama duyabileceği güzel sesler yok. Organlarının şehadetiyle diyebiliriz ki o çocuk o içerisinde bulunduğu anne rahminde kalmak için yaratılmamıştır. Aksine bütün organlarını ve duyularını kullanabileceği başka bir yer için daha güzel bir dünya için tasarlanmış ve yaratılmıştır.
Aynen bunun gibi insanın da beyni var ama çok azını kullanabiliyor. Gözü var ama ışığın belli bir dalga boyu aralığını görüyor. Kulağı var ama belli frekans aralığındaki sesleri duyuyor. Sevmek duygusu var ama tatmin olamıyor. Ebedi yaşamak isteği verilmiş ama ömrü kısa. O halde bunların kulanılacağı ve tatmin olacağı başka bir dünya olmalıdır.
Demek ki, beynin çoğunun kullanılamaması, onun tamamının kullanılacağı ebedi ve sonsuz hayat olan ahiretin varlığına bir delildir.
İnsan, bu kâinatta Allah’ın ahsen-i takvîm üzere yarattığı (Tîn, 95/4), maddî ve manevî azalarla ve özelliklerle donattığı (İnfitâr, 82/7), ihtiyaç duyduğu her şeyi kendisine ihsan ettiği (İbrahîm, 14/34), yer yüzünde bir halîfe olarak tayin ettiği (Bakara, 2/30), mükerrem (İsrâ, 17/70) bir varlıktır.
İnsanın büyüklüğünü anlamak için, sadece insan beynine bakmak yeterlidir. Şöyle ki, kâinâtta yaklaşık 2³°° adet atom bulunduğu hesaplanmıştır. İnsan beyninde ise, ortalama 10.000.000.000 adet sinir hücresi mevcûttur. Her sinir hücresi birbirinden farklı iki cevaba muktedir olduğundan 10.000.000.000 sinir hücresi, 2¹°•°°°•°°°•°°° kabiliyet taşımaktadır. 2³°° ile 2¹°•°°°•°°°•°°° hesaplanırsa, bir insan beyninin kaç kâinat demek olduğu açıkça görülecektir. (1)
Işık hayret verici bir hızla saniyede 300.000 km. hızla gitse de, insan düşünce ve hayal yoluyla şıktan daha hızlı bir şekilde güneşe ve yıldızlara ulaşmakta, düşünceleriyle âdetâ kâinâtı kucaklamaktadır. (2)
İnsanın diğer maddî organları da böyledir. Her bir organda adeta yüzlerce fabrika çalışmaktadır. Hatta bir tek hücrede dahi, kilometrelerce yer işgâl eden büyük fabrikalarda yapılamayan işler gerçekleştirilmektedir.
İnsanın maddî yapısı böyle olunca, acaba manevî yapısı, rûh âlemi nasıldır? Rûh maddeden ne derece üstün ve yüce ise, şüphesiz insanın rûhî hayatı, istidât ve kabiliyetleri de öylesine hayret verici, akılların idrak edemeyeceği bir durumdadır. İnsan rûhunda nihayetsiz ihtiyaçlar, nihayetsiz elemlere ve lezzetlere kâbil istidât ve kabiliyetler vardır. İnsan bu yönüyle henüz tam olarak çözülmemiş bir muamma gibidir.
Hz. Ali'ye nisbet edilen şu beyt, insanın kâinattaki yerini ve önemini özet bir şekilde ifâde etmektedir:
"Tez'umu enneke cirmun sağîrun,
Ve fîke intavâ el-âlemu'l-ekber,"
"Sen kendini küçük bir cisim zannediyorsun,
Halbuki, koca âlem sende dürülmüştür." (3)
Dolayısıyla, böyle bir yaratılışa sahip insanoğlu başı boş bırakılamaz, ona gösterilen bu büyük ihtimam kısa bir hayat yaşadıktan sonra bir daha kalkmamak üzere mezara girmesi için olamaz. Bilâkis insan, bu dünya hayatının ötesinde başka bir hayat için yaratılmıştır. Bütün varlığı buna şehâdet etmektedir. Artık insanın benim ne önemim var ki, benim için kâinât yıkılsın, kıyamet kopsun ve yeni bir âlem inşâ edilsin? Ben bu küçük halimle inkâr etsem, günah işlesem ne olur?.. diyemez.(4)
İnsanın yaratılışına, istidât ve kabiliyetlerine dikkat eden, onun ebedî bir âlem için yaratıldığını derhal anlayacaktır. Nasıl ki, balina gibi büyük bir balığı küçük bir havuzda çırpınır vaziyette gören bir insan, o balığın o havuza âit olmadığını, büyük denizlere okyanuslara âit olduğunu hemen anlarsa, işte, insanoğlunun fıtratı da öyledir. İnsan fıtratı, istidât ve kabiliyetleri başka bir âlem için yaratıldığına şehâdet ve delâlet etmektedir.
İnsandaki sayısız istidât ve kabiliyetlerin bu dünya hayatı için verildiği düşünülemez. Çünkü burada onların çoğuna ihtiyaç yoktur. Hatta pek çok istidât ve kabiliyet, hissiyât ve latîfeler, yaratıldıkları gayeye yöneltilmedikleri takdirde, çok defa insanın dünyasını karartmakta, başına belâ olmaktadırlar. Meselâ, insanın geçmiş lezzetlerini düşünmesi, geleceğinden endişe etmesi, dünyaya karşı aşırı hırs ve bağlılığı, buna mukabil tatmin olmaması, onun dünyasını karartmakta, hayatının tadını kaçırmaktadır.
Demek ki, bu duygular ve latîfeler insana dünya hayatı için verilmemiştir. Bilâkis ebedî bir hayatı kazanmak için verilmiştir. Çünkü asıl endişe-i istikbâl (geleceği düşünüp tasalanmak), kabrin ötesi için gereklidir. Asıl hırs, âhiret azığı kazanmak içindir. Asıl muhabbet de, âhiret ve devamlı dostlar için verilmiştir... Bu duygu ve latîfelerin asıl mecrâları bunlardır. Aksi halde fayda değil, zarar getirirler.
Dolayısıyla âhiretin olmadığı farzolunursa, insan derece ve şeref bakımından bütün hayvanlardan daha aşağı ve bedbaht bir duruma düşer.(5) Çünkü, insanın bu dünya hayatında çektiği çile, karşılaştığı belâ ve musîbetler hayvanlarınkinden daha çoktur.
Zira insan, beklemesi ve düşünmesinden dolayı, elem ve musîbetleri vukuundan önce ve sonra da yaşar. Hayvan ise böyle değildir, elemi sadece olduğu anda yaşar. Bu yüzden rahattır. Geçmiş ve geleceği düşünerek rahatsız değildir.
Yine insanın dünyevî lezzetleri kemiyet ve keyfiyet açısından hayvanlarınkinden daha azdır. Meselâ, kemiyet açısından öküz daha çok yer, serçe daha çok çiftleşir. Keyfiyete gelince, dünya hayatı belâ ve musîbetlerle, mihnet ve meşakketlerle doludur, lezzetler ise, denizden bir katre misâli azdır. Dolayısıyla, insanın elemlerden, hüzünlerden kurtulacağı, sâfî lezzet ve nimetlere kavuşacağı başka bir âlem, âhiret hayatı olmazsa, insan bütün hayvanlardan daha bayağı ve bedbaht duruma düşer. Lezzet ve nimet bakımından hayvanlar ondan daha çok nasip elde etmiş olurlar.(6)
Cevherî, "Kıyamet gününe yemîn ederim. Kendini kınayan nefse yemin ederim." (Kıyame, 75/1-2) âyetinin tefsîri sadedinde bu mevzuyla alakalı olarak şöyle diyor:
"Cenab-ı Hak, dirilmemiz hakkında, kıyamet ve nefs-i levvâme'ye yemin ediyor. Yani, mutlaka diriltileceksiniz diyor. Cenab-ı Hak, kıyametin azametine ve yücelere yönelen, terakkîyi arzu eden nefse yemin ediyor. Bu nefs öyle bir nefsdir ki, hiç bir mertebe ile iktifâ etmeyip, mutlaka başkasını ister. Hiç bir haletle yetinmeyip, peşinden geleni arzular, daha üsttekini ister. Dolayısıyla bu yemin, kıyamete dâir bir istidlâl gibidir.
Cenab-ı Hak sanki şöyle buyuruyor: Nefislerinizdeki terakkî sevgisi ve bu dünya hayatında mahdût bir sınırda durmama arzusu, insanın rağbet ettiği şeylere kavuşacağı başka bir hayatın varlığına delâlet eder. İnsanın tabiatı, kıyamete delâlet eder. İnsanların yüce makamlara olan arzuları, susuzlukları, hırsları, mal ve ilimde daimâ daha fazlasını istemeleri, bir hal üzere karar kılıp yetinmemeleri başka bir hayat olduğunun delîli dir.
İnsan nefsi, araştırmaya, yeni şeyler bulmaya çok arzuludur. Fıtratında galip gelme ve başkalarından üstün olma arzusu vardır... Tarihte her melik hükmettiği insanlardan başkalarına da hükmetmek istemiş, her zengin sahip olduğu maldan daha fazlasına arzulamıştır. İnsanın gözünü ancak toprak doyurur.
Acaba bu arzular, istekler bizde boş yere mi yaratılmıştır. Hayır! Hayır! Bu ancak ölümden sonra ve kıyamet günü ortaya çıkacak bir sırdan dolayıdır. İnsanın ebedî hayat gibi bir gâyesi olmasa, o zaman hayat boş bir şey olur. Yer yüzündeki nizâmın sonu apaçık bir hüsran olur. Halbuki, canlılardaki her bir kuvvenin mutlaka bir gâyesi vardır. Bu tamahkârlıklar, savaşlar, ilimlerde fâni olmalar, temellük, kahr, gemiler inşâ etme, silahlar icâd etme... bütün bu gayretler, arzular nedendir?
Bütün bunlar bu yorgunluklara değmeyen bu dünya hayatı için midir? Kur'ân bu soruya şöyle cevap veriyor: Hiç bir sınırda durmayan, yüce makamlar peşinde koşan nefs-i levvâme'ye yemin ediyorum. Bu yeminin manâsı şudur: "Bu kuvve rûhlarınıza, başka bir âlemde her şeyi elde etmek ve hiçbir şeyden mahzûn olmamak için konulmuştur."(7)
İnsanoğluna Karûn'un mülkü, Lokman'ın hikmeti, Süleyman'ın saltanatı verilse, hatta yer yüzünü ve içindekileri, semâyı ve ihtivâ ettiklerini elde etse, daha var mı? der. Sanki, ilâhî kalemin rûhuna nakşettiği manâları ifâde ederek şöyle der: Böyle (arzu ettiğim gibi) bir mülk ancak bu âlemden daha yüksek başka bir âlemde ve iştiyakıma münasip, arzularımı tatmîn edecek başka bir diyarda olabilir. (8)
Nitekim, "Dünya hayatına razı oldular ve onunla mutmain oldular..." (Yûnus, 10/7) âyeti de hakikatte insanoğlunun bu dünya hayatıyla itminân duymayarak başka bir âlemin arayışı ve özlemi içinde olması gerektiğine işâret ediyor ve dünya hayatıyla mutmain olanları kınıyor...
Dipnotlar:
1. Ayhan Songar. Enerji ve Hayat, Yeni Asya yay. İst. 1979, 8. bsk. s.1.
2. Georges Lakhovsky, L'Eternitœ La Vie et La Mort, Bibliotheque Charpentier, Paris, s. 202.
3. Ali b. Ebî Tâlib, Divânu Emîri'l-Mü'minîn, cem ve tertib: A. el-Kerem, Beyrut, 1998, s. 45.
4. Nursî, "O, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı" âyetinin tefsîrinde bu sadedde şöyle diyor: "Bu âyette meâdın tahkîkine ve bu mevzudaki şüphenin izâlesine dâir bir işâret vardır. Sanki o inkârcılar şöyle diyor: İnsanın ne kıymeti ve ehemmiyeti ve Allah katında ne makamı var ki, onun için kıyamet kopsun!? Böyle bir şüpheye cevâben Kur'ân, bu âyetin işârâtıyla diyor ki, Semâvat ve arzın onun istifâdesi için teshîr olunmasından anlaşılıyor ki, insanın yüksek bir kıymeti vardır. Ve yine, Allah'ın insanı mahlukât için değil, mahlukâtı insan için yaratmasından anlaşılıyor ki, insanın büyük bir ehemmiyeti vardır. Yine, Allah'ın kâinatı kendi zâtı için değil de, insan için yaratması, insanı da kendine ibadet etmek için yaratması gösteriyor ki, insanın Allah katında bir makamı vardır. Bütün bunlar gösteriyor ki, insan bu kâinatta müstesnâ ve mümtaz bir varlıktır, diğer hayvanlar gibi değildir. Dolayısıyla, "sonra ona döndürüleceksiniz" (Bakara, 2/28) âyetinin cevherine mazhar olmaya lâyıktır (Nursî, İşâratu'l-İ'câz, s. 281).
5. bk. Râğıb, Tafsîlu'n-Neş'eteyn ve Tahsîlu's-Seadeteyn, s. 178.
6. Fâvî, s.173.
7. Cevherî, XII, 2.cüz, s. 308.
8. Cevherî, V,1.cüz, s.110 ; bk. Veysel Güllüce, Kur'an-ı Kerim'de Ahiret İnancının Temelleri.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- İnsana verilen özellikler, onun yeniden diriltilmesi gerektiğine ve ebedi hayatın varlığına delil olabilir mi?
- İnsanda bulunan ebedi yaşama arzusu öldükten sonra dirilmeye delil olabilir mi?
- ÂLEM
- Âhirete îmanın meyveleri
- İnsanların peygamberlere ihtiyaçları var mıdır?
- Alem, Alem-i Emir, Alem-i Misal, Alem-i Gayb, Alem-i Berzah gibi alemler ne demektir?
- ÂHİRETE İMAN
- AKIL
- MELEKÛT ÂLEMİ
- Tarih Boyunca Çeşitli Toplumlarda Görülen Ahiret İnancı Nasıldı?