Tenasüh ve Reenkarnasyonun Olmadığını İfade Eden Ayetler Hakkında Açıklama Yapar mısınız?

Tarih: 18.05.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Tenâsüh ve Reenkarnasyon

Tenâsüh, rûhun, ölümden sonra, başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesidir[1].

Tarihin çok eski devirlerine dayanan ve Hint felsefesinde kendini kuvvetli bir şekilde hissettiren[2] bu inancın farklı biçimleri olsa da, tenasühe inananlar genel olarak iki gruba ayrılır: Birinci gruba göre, rûhlar bedenlerini terkettikten sonra aynı veya farklı türden olan bedenlere intikâl ederler. Bu görüşe göre tenasüh ikap ve sevap nev'indendir... İkinci gruba göre ise, rûhlar bedenlerinden ayrıldıktan sonra sadece kendi türlerinden olan bedenlere intikâl ederler, başka nev'lere geçmezler[3].

Reenkarnasyon (Rœincarnation) ise, tenasüh, tekammüs, tecessüd-ü cedîd[4], rûhun bir cisimden ötekine kimi kez de, insandan hayvana, hayvandan insana geçmesi, rûh göçü[5] manâlarına gelirken, bu fikri savunan bazı gruplara göre tenasühten faklı ve daha husûsi bir manâda kullanılmaktadır.

Batı'da, rûhun, ölümden sonra, yine bir insan bedenine geçmesine, reenkarnasyon, hayvan bedenine geçmesine ise, transmigrasyon (transmigration)[6] dendiğine de şâhid oluyoruz ki[7], bu durumda transmigrasyon, tenâsühe tekâbül etmektedir.

Yeni tenasühçüler[8] olarak da isimlendirebileceğimiz, günümüzde reenkarnasyonu savunan kimselere göre, reenkarnasyon yani dünyaya tekrar gelişin Hint felsefe ve dinlerindeki tenasüh ile esas ve amaç bakımından hiç bir ilgi ve münasebeti yoktur. Çünkü, tenasühte tekâmül fikri yoktur. Cezâ ve mükâfat esasına göre bir geliş, gidiş vardır[9]. Reenkarnasyonda ise, dünyevî bağlardan kurtulamamış rûhların tekâmül için dünyaya tekrar gelmesi vardır. Tekâmülde hiç bir zaman geri dönülmeyeceği (tedennî olmayacağı) kabul edilmiştir[10].

İslâm âleminde geçmişte tenasüh inancına inanan bazı fırak-ı dâlle[11], günümüzde ise husûsî bir reenkarnasyon anlayışına sahib olanlar (bunlardan bazıları reenkarnasyonun İslâm'daki âhiret inancına aykırı düşmediği, sadece tekâmül gayesini güttüğünü söylemektedir) iddiâlarına destek bulmak için, Kur'ân-ı Kerîm'den bazı âyetleri örnek olarak göstermişler ve böylece pek çok âyetin reenkarnasyon ifâde ettiğini veya edebileceğini söylemişlerdir.

 

Tenasüh ve Reenkarnasyon Olmadığını İfâde Eden Ayetler:

Kur'ân-ı Kerim'de, insanın yeniden diriltilişinin kıyamet günü olacağı, iâde tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmelerinin kasdolunduğu, bu diriltmenin bir defâya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı açıktır. Bu hususta pek çok âyet vardır. İşte bunlardan birisi: "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki, rabbim! beni geri gönder. Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah[12] vardır" (Mü'minûn, 99-100).

Bu âyet dünyaya yeniden gelmenin olmayacağını açık ve kesin bir şekilde ifâde ediyor. Nitekim İkbâl, "Kur'ân-ı Mubîn'de iyici açıklanmış ve hiç bir fikir kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir" dedikten sonra ikinci noktada: "Kur'ân-ı Kerîm'e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır. Bu hususta aşağıdaki âyette gâyet sarîh bir şekilde açıklanmıştır: ..."[13] diyerek, yukarda takdîm ettiğimiz âyeti zikretmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğunu ifâde ederken tekid sadedinde innehâ kelimetun huve kâiluhâ "o, söylediği boş bir laftan ibarettir" buyurmuştur[14].

"Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır" ifâdesi de, onların diriltilecekleri güne kadar berzah âleminde bekleyeceklerini, yani dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta olacaklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir. "Nasıl ki ana rahminden çıkan bir çocuk, yeniden tekrar oraya dönemiyorsa, bu dünya hayatından çıkarak, kabir hayatına giden bir rûh da, oradan çıkıp geriye tekrar dönemeyecektir"[15].

Bu apaçık beyândan sonra, "bu âyet rûhun ayrıldığı bedene dönmeyeceğini ifâde ediyor, dünyaya dönmeyeceğini değil"[16] veya, bu âyet "reenkarnasyonun olmadığını değil sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delîldir"[17] gibi iddiâların gerçeği yansıtmadığı açıktır. Çünkü âyette ne eski bedene dönme isteğine, ne de bu sözü söyleyenin dünyaya bir kaç defa geldiğine dâir bir alamet yoktur. Eğer bu istek dünyaya bir kaç kere gelen bir kimse tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak, defalarca dünyaya gönderilmedin mi... gibi ifâdelere yer verilirdi... Nitekim buna benzer bir başka âyette, pişmanlığını dile getiren inkârcıya şöyle cevap verilmiştir: "Size düşünüp tezekkür edecek kimsenin tezekkür edeceği kadar bir ömür vermedik mi?! Ve size bir de cehennemle uyaran geldi" (Fâtır, 37). Bu âyette de, insana düşünüp taşınacağı ve öğüt alacağı kadar ömür verildiğinden bahsedilmiş, fakat bir kaç kere dünyaya gelmekten bahsedilmemiştir. Bu ayet açıkça reenkarnasyonu reddettiği halde, dünyada 25 yıl kalanla 100 yıl kalanın bir sayılamayacağı, böyle bir şeyin Allah'ın adaletine uygun düşmeyeceği[18], söylenerek tam aksine, reenkarnasyona delîl getirilmeye çalışılmış, az yaşayan ve böylece öğüt almak için gerekli süreye ulaşamayan insanların tekrar dünyaya gönderileceği sonucuna varılmak istenmiştir.

Aslında böyle bir iddiâ, reenkarnasyon nazariyesine de aykırıdır. Çünkü, bu nazariyeye göre dünyaya yeniden gelmenin sebebi kusurlu, günahkâr insanların, kendi kusur ve hataları sebebiyle tekâmüllerini tamamlayamamalarıdır. Hem insana neden yeterli bir süre tanınmasın da dünyaya bir daha getirme ihtiyacı doğsun ki! İlk seferde bunu gerçekleştirmek varken ömrü parçalara ayırmaya gerek var mıdır?

Ayrıca, hidâyeti bulma hususunda insanların durumu farklı farklıdır. Bin yıl yaşayan bir kimse hidâyete erişemeyeceği gibi, bir kaç saatlik bir mükellefiyet zarfında hidâyeti bulup vefât etmek de mümkündür. Hidâyet için illa da belli veya uzun bir süre gerekmez. Her insana verilen ömür, o insanın hidâyeti bulması için yeterli olabilir. Allah kimin ne kadar zamanda öğüt alacağını bilir, dolayısıyla ömürleri de ona göre takdir etmiş olabilir. Âyet de, bu duruma işâret ediyor. Bu süre o insanın imtihân süresidir ve öğüt almak için yeterlidir. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Hatta uzun olması aleyhe de olabilir.

Ayrıca, Allah'ın herkese imkânları ölçüsünde, yaşadığı şartlara ve hayat müddetine göre muâmele edip, hesaba çekeceği de muhakkaktır[19]. Hem böyle bir iddiâya göre, kıyametten az bir zaman önce dünyaya gelenlerin durumu nasıl izâh edilebilir?

Yukardaki âyetin ifâde ettiği manâyı yani dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını ifâde eden diğer âyatler de şunlardır: "Onların, ateşin karşısında durdurulup, âh! keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yine nehyolundukları şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar" (En'âm, 27-28), "...Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti"(A'raf, 53), "Rabbimiz bizi cehennemden çıkar, eğer bir dana dönersek o zaman gerçekten zalimlerdeniz. Allah buyurdu ki, susun! konuşmayın!.." (Mü'minûn,107-108).

En'âm, 28. âyette, "Eğer dünyaya geri döndürülselerdi nehyolundukları şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı" ifâdesi mevzûmuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifâdeyle, farazâ o insanlar dünyaya tekrar gelseler de, yine aynı şeyleri yapıp, Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek, insanların bu dünyaya neden bir kere daha gönderilmediklerinin hikmeti beyân edilmiştir.

"Onlardan önce nice kavimler helâk ettiğimizi görmüyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler" (Yâ-sîn, 31) âyeti de helâk edilen insanların, daha sonra gelen insanlara dünyaya tekrar gelmek sûretiyle dönmediklerini açıkca ifâde ediyor. Helâk edilen kavimlerin kusurlu, tekemmül etmemiş insanlar olduğu düşünülürse, bu âyetin reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîl olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir başka âyette ise, bu manâda, "Helâk ettiğimiz bir karye ehline tekrar dönmek haramdır" (Enbiyâ, 95) buyrularak, dünyaya dönüşün kesinlikle olamayacağı haram tabiriyle tekidli bir sûrette bildirilmiştir.

"Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez vaziyette çıkardı" (Nahl, 78) âyeti de reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîldir. Çünkü bu fikri savunanlara göre, insanın yeniden dünyaya gelmesi tekâmül içindir. Tekâmülün olabilmesi için ise, önceki hayattaki birikimin mevcûd olması gerekir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyin olmadığını, doğan çocukların hiç bir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiğini ifâde ediyor.

"Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar" (Duhân, 56) âyetinde ölümün bir kereye mahsûs olarak yaşandığı ifâde edilmiştir. Dolayısıyla bir kaç veya bir çok defâ ölümü gerekli kılan reenkarnasyon bu âyetle de reddolunmaktadır.

Vakıa sûresinin son âyetlerinde de ölüm anında insanların durumu tasvîr olunduktan sonra: "(Ölen kimse) eğer mukarrebînden ise... Eğer ashab-ı yemînden ise... Ve eğer yalanlayıcı ve dalâlete düşmüşlerden ise..." (Vakıa, 88-94) buyrularak, öldükten sonra, insanların gidecekleri yerler sıralanmış[20] fakat bunlar içinde tekâmül etmemiş, günahkâr ve kusûrlu kimselerin tekrar dünyaya döneceğinden bahsedilmemiş, bilâkis yalanlayıcı ve dalâlete düşmüş olanların yerinin cehennem olduğu bildirilmilmiştir: "Ve eğer yalanlayan ve dalâlete düşenlerden ise, ona kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme giriş vardır" (Vakıa, 92-94).

Müşriklerin "hayat ancak dünya hayatımızdır. Ölürüz, yaşarız, bizi zamandan başka bir şey helâk etmez" (Câsiye, 24) şeklindeki sözleri hakkında da, bazı müfessirler, bu sözleriyle inkârcıların, müşriklerin akîdesi olan tenasühü ifâde etmiş olabileceklerini söylemişlerdir[21] ki, Cenab-ı Hakk'ın onların bu görüşünü red makamında zikretmesi de tenasüh aleyhine bir delîl sayılabilir.

Kur'ân âyetlerinin yanında, kabir azabını ve nimetlerini haber veren çok sayıda hadîs-i şerîf de reenkarnasyonu reddetmektedir[22]. Acaba âhiret âleminin bütün merhale ve safhalarını tafsilâtlı bir şekilde anlatan Peygamberimizin, eğer hakikat olsaydı, reenkarnasyondan da bahsetmemesi mümkün olur muydu? Böylesine önemli ve itikadî bir meseleye hiç değinmemesi düşünülebilir mi? Hem böyle bir şeyi haber verseydi, bazı insanlar büyük bir müjde olarak bu haberi yayıp rivâyet etmezler miydi? Bütün bunlar reenkarnasyonun İslâm'da yeri olmadığını göstermiyor mu?

 


[1]. bkz. Cürcanî, Şerhu'l-Mevâkıf, VIII, 300.

[2]. Addison; s. 125; Fâvî, s. 36.

[3]. Bkz. Fâvî, s. 51.

[4]. Munîr Ba'lebekkî, el-Mevrid-90, 24. bsk., Dâru'l-İlm li'l-Melâyîn, Beyrut, 1990, s.773.

[5]. Tahsin Saraç. Büyük Fransızca Türkçe Sözlük, Adam yay., İstanbul, 1985, s.1192.

[6]. Transmigrasyonun lügât manası, göç, rûh göçü, başka bir varlığa geçmektir (bkz. Saraç, s.1413).

[7]. Bkz. Addison, s. 87, 92, 125.

[8]. Bkz. A. Zeki Tuffâhe, en-Nefsu'l-Beşeriyye ve Nazariyyetu't-Tenâsüh, Beyrut, 1987, s. 90.

[9]. Bedri Ruhselman. Ruh ve Kâinât, Ruh ve Madde yay., İstanbul, 1977, s.152.

[10]. Leon Denıs, Après La Mort, Libraire des Siciences psychiéues, Paris, tsz., s. 312; Sinan Onbulak. Ruhî Olaylar ve Ölümden Sonrası, Dilek yay., İstanbul, 1975, s. 344.

[11]. Bu fırkalar ve şahıslar için bkz. Şehristânî, s. 54; Kurtubî, IV,105; Müyesser, s. 205; M. Şemseddin, 192, 210, 211; Abdulmu'ti, s.70 .

[12]. Ayette geçen berzâh'ın ne olduğu hakkında sahabe ve tabiinden şu görüşler nakledilmiştir: Ölümle diriliş arasındaki perde, dünya ve âhiret arasındaki perde, ölüyle ölünün dünyaya dönmeesi arasındaki engel, kıyamet gününe kadarki mühlet... (Maverdî, IV, 66-67).

[13]. Muhammed İkbal. İslâm'da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1984, s. 160.

[14]. İbn Aşûr, XVIII,123. İbn Aşur ifâdesinin devamında şöyle diyor: "Bu terkib mesel makamında olup, "Rabbim beni geri döndür" talebinde bulunan müşrikin sözünün boş, manâsız ve kabul edilmez bir talep olduğunu ifâde etmektedir. Bu ifâde Kur'ân'ın mübtekerâtından (Arap kelâmında ilk olarak kullandığı) olup, daha önce Arap kelâmında kullanılmamış bir ifâdedir.

[15]. Celal Kırca, Kur'ân ve İnsan, Marifet yay., İstanbul, 1996, s. 175.

[16]. Ateş, Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991, VI,118.

[17]. Yaşar Nuri Öztürk. Kur'ân'daki İslâm, 6. bsk.,Yeni Boyut, İstanbul, 1994, s. 312.

[18]. Bkz. Öztürk, s.153.

[19]. Bkz. M. Said Şimşek, Günümüz Tefsîr Problemleri, Esra yay., Konya, 1995, s. 288.

[20]. Bkz. Gazalî, Muhammed. el-Mehâviru'l-Hamse, s.183.

[21]. Bkz. Beyzavî, V, 467; Nesefî, IV,137; Ebu's-Suûd, VIII,137.

[22]. Bkz. Bûtî, Kübrâ'l-Yakiniyyâti'l-Kevniyye, s. 315.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun