Her insanı Allah yarattığına göre içindeki cevher nasıl ortaya çıkıyor?

Tarih: 02.07.2019 - 11:43 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şeytanın insanın içindeki cevheri çıkarması diye bir şey var konuşulan.
- Peki sorum şu: Her insanı Allah yarattığına göre bu cevher nasıl ortaya çekiyor?
- Örneğin iki kardeş duşunun ikiz, biri kafir oluyor biri mümin oluyor, cevherler ortaya çıkıyor, peki bu cevher neye göre çıkıyor, ikisini de Allah yarattığına göre birisinin içinden neden mümin olmak çıkıyor ötekinden kafir olmak?
- Sonuç olarak ikisine de irade ikisine de ruh ikisine de akıl verilmiş?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah, canlı veya cansız -istisnasız- hiçbir şeyi, her yönüyle aynı ve eşit yaratmamıştır.

İki tane cansız oksijen atomu dahi birbirinin aynı değildir; belki kimyevi özellikleri aynı görülebilir ancak, kainatta bulundukları konum, ısı, basınç, o esnada protonun etrafında dönen elektronların konumu ve şekli, bu atomları birbirinin aynısı olmalarını engelliyor. Zaten bir şeyden iki tane yaratmak abes olacağı ve -haşa- Allah’ın da abes iş yapmayacağı hem aklen hem de Kur'an’ın net ifadeleriyle ortadadır.

Cansız bir oksijen atomunda böyle olur da Allah’ın arzda halifesi kıldığı insanda böyle olmaz mı?

Elbette! Tamamen bizim bilgimiz, ilgimiz ve fikrimiz dışında olan Allah’ın mutlak kaderi gereği, gelmiş, geçmiş ve gelecek her bir insan birbirinden hem fizik olarak hem de ruhen farklıdırlar.

Bazen bakıyorsunuz, alakasız iki insanda fiziki veya ruhi benzerlikler bulabiliyorsunuz, bazen dediğiniz gibi bir bakıyorsunuz taban tabana zıt ikizler.

İşte bizim kontrol edemediğimiz ve hem doğuştan, hem de büyüdüğümüz çevreden gelen bu özellikler bize meccanen verilmiş. Demek ki, bu mutlak kaderimiz de bizim dünya sonrası vereceğimiz hesabın nisap miktarını oluşturuyor.

Mesela, Bolivya’da doğmuş bir kişiye kıyamet vakti Allah’ın sorgusu ile Bursa’da doğmuş bir kişiye sorgusu aynı olmayacak.

Veya İslam’ın zirve zamanı olan Kanuni devrinde İstanbul’da yaşamış bir mümin ile günümüz İstanbul’unda yaşayan bir müminin sorgusu aynı olmayacak.

Veya nafakasının peşinde olan bir mümin simitçi ile ailesinden mal mülk kalıp bunun kiralarıyla geçinen bir müminin sorgusu aynı olmayacak.

Veya doğuştan kör biriyle, gözleri gören birinin de sorgusu aynı olmayacak.

Bize dünyada verilen veya verilmeyen, sağlığımızdan, mali durumumuza kadar olan maddi şeyler ortada.

Bunların haricinde bir de her birimizin, madden ölçülemeyen aklı, ruhu, idrak kabiliyeti, zekâsı, hisleri, cesareti, korkuları, tercihleri, beğenileri ve benzerlerini tamamına cevher demişsiniz, ama aslında “fıtrat” diyoruz. Sonuçta aynı manaya geliyor.

Fıtrat; kısaca bize yüklenen yaratılış özellikleri demek, diğer bir deyişle bizde tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatlarının oluşturduğu kişiliğimiz diyelim.

Kimimizde Rahim ismi ağır basıyor; çok merhametli oluyor.

Kimimizde Kerim ismi ağır basıyor; cömert oluyor.

Kimimizde Celal ismi ağır basıyor; sert ve haşin yapılı oluyor.

Kimimizde Adl ismi ağır basıyor; çok adil oluyor... ilahir…

Bize ve özellikle başlangıçta Müslüman ailelere düşen, çocuklarının bu yapılarının farkına varmak, Allah’ın, evlatlarında tezahür eden ve öne çıkan isim ve sıfatlarını tespit edip onları bu yönlere kanalize etmek.

Mesela “Celal” ismi ağır basan bir çocuğu, öğretmen yapmak yanlış olur, onu “polis veya asker” yapmak doğru olacaktır.

“Rahman” ismi ağır basmış birinden hakim olmaz, merhameti sebebiyle adil olmayabilir, hakim olmak için “Adl” isminin ağır basması gerekir... ilahir…

Şimdi bu fıtri özelliklerden, Allah’ın isim ve sıfatlarının her yaratılmış üzerindeki tecellisinden haberdar olmayan, belki İslam’ı da bilmeyen veya yanlış bilen aileler, kendi isteklerine, kendi doğrularına göre çocuklarını yönlendiriyorlar veya daha kötüsü, yönlendirmeyip rüzgârda savrulan yaprak misali başı boş bırakıyorlar; sonunda atalarımızın dediği gibi; “ya zurnacıya varıyor ya davulcuya!” Ya da günümüzün moda tabiriyle “kendi tercihlerini yaşıyorlar!”

Yaşıyorlar da Allah’tan, yaratılış amacından, tabi olduğu imtihandan, hesaptan, âdetullahtan, Esma’dan, onların tecellilerinden gafil yaşarsan, sonunda ne olacağı ortada, bunun misalleri ile dolu etrafımız:

- Adam çalışmış, çabalamış, âdeta sıfırdan bir fabrikalar imparatorluğu kurmuş, sonra vefat ediyor, iş çocuklarına kalıyor, 3-5 senede işi batırıyorlar.

- Veya adam üniversitede hoca olmuş, kürsü başkanı olmuş, çocuğu da kendi gibi okusun istiyor, bir bakıyorsunuz çocuk lise terk, gidiyor bir yerde tezgahtar olarak sıfırdan hayatına başlıyor.

- Veya adamın hiçbir maddi hayat başarısı yok, üstelik belki alkolik ve kumarbaz, ama oğluna bir bakıyorsun, konusunda allame ve dünyaya örnek olmuş bir şahsiyet çıkıyor.

Bunlar işin dünyaya bakan kısmı, peki ya ahiret? Oralara hiç girmeyelim!

 İşte biz müminlere düşen, Allah’ın dinini tebliğ etmenin yanı sıra, hem kendimizde, hem evladımızda hem de çevremizde fıtri özelliklerini müşahede ettiğimiz insanları, bu konuda şuurlandırmak, Allah’ın kendilerinde tecelli etmiş esmasına uygun bir yöne sevk olmalarını teşvik etmektir; doktora ihtiyaç olduğu gibi, çöpçüye de ihtiyaç var. Askere ihtiyaç olduğu gibi, fizik hocasına da ihtiyaç var.

Netice itibarıyla ne olursak olalım, şunu unutmayacağız:

Hepimizin önünde bir imtihan kağıdı var, hepimiz elimize verilmiş kalemin, mürekkebin ve kağıdın kalitesine göre kağıdımızı doldurabiliyoruz.

Elbette yazdıklarımız çok önemli, çünkü kitabın temel öğretileri herkes için aynı. Hele Kur'an’dan sonra, kıyamete kadar kitap da öğretmeni de herkes için bir daha değişmemecesine aynı; konular belli, sorular belli, cevaplar bile belli. Üstelik, imtihan açık kitap ve de her türlü kopya çekmek serbest! Eh, artık bu dersten kalana ne denir?

Ama kimimiz kitabı internette, elektrik altında, ısıtmalı-soğutmalı klimalı odalarda çalışabilir ve öğretmenden neredeyse özel ders alabilirken, kimimiz de samanlıkta, haşeratın içinde karanlıkta çalışıyor; ama Hoca o kadar adil ve merhametli ki, bunları en küçük detayına kadar biliyor ve herkesin final notunu da buna göre verebiliyor: çan eğrisini buna göre yapıyor!

Bizim önümüze saman kağıt konulmuşsa ve bu kağıtta mürekkep dağılmışsa bu inşallah mazur görülebilecektir. Yani 90 gram A4 beyaz kağıt üzerine, marka bir dolma kalemle yazı yazanın yazısının dağılması pek mazur görülmez, kendisine o imkânları tanıyana nankörlük etmiş olur, çok dikkat etsin!

Ama ne mutlu onlara ki, saman kağıtta, 3. sınıf uyduruk ve mürekkep akıtan bir dolma kalem ile yazıp mürekkebi dağıtmama becerisini gösterenlere! 

Bu da ancak Allah’tan ve O’nun istediklerinden gafil olmayıp, O’na olan imanını sürekli arttırma gayreti içinde olanlara ve böylece hakikati hem kafa hem de kalp gözüyle görenlere nasip olur!

İlave bilgi için tıklayınız:

İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibidir. Cahiliye devrinde ...
Allah kullarını imtihan ederken adaletsizlik yapar mı? Dünyada ...
Şu dünya imtihanı tam olması gerektiği gibi midir? İmtihanın en ideal ...
Mekke'de doğan bir çocukla, dünyanın herhangi bir yerinde doğan ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun