Sevap ve cezanın hikmeti nedir?

Tarih: 02.06.2022 - 09:46 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir ibadet yapıldığında Allah rızası için yapılmalı. Kazanacağımız ve sevap veya cezadan dolayı yapılmamalı.
- Peki ayetlerde ve hadislerde sevap ve cezanın hikmeti nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Evet, ibadet Allah rızası için yapılır. Herhangi bir ibadette bir gösteriş veya dünya menfaatini elde etme gayesi olursa, ibadete zarar verir, duruma göre ibadeti tamamen yok edebilir.

- Fakat ihlas işi Allah’ın rızasını kazanmak için yapıldığına göre, onun rızası emir ve yasaklarına riayet etmekle, Allah’a itaat etmekle olur. Allah dünyevi maksatların ibadete karıştırılmasını yasaklamıştır. Bunu karıştırmamak Allah’a itaat etmektir. 

- Ancak Allah kullarının ibadet ve itaat etmelerini sağlama adına, uhrevi mükâfatı ve mücazatı ön görmüştür. Dolayısıyla, cennete gitmek veya cehenneme girmemek için bir gayenin güdülmesi ibadeti iptal etmez. Çünkü Allah ibadetlerle cennet ve cehennem arasında kuvvetli bir ilişki kurmuş ve bunları göz önünde bulundurmanın ihlasa aykırı olmadığına işaret etmiştir.

“İnanmış olarak, kadın-erkek kim salih amel işlerse / yararlı iş yaparsa, ona güzel bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz." (Nahl, 16/97)

mealindeki ayette bu gerçeklerin altı çizilmiştir.

Esasen sevap, kulun iyi ve güzel davranışlarına bağlı bir sonuç ise de aslında kazanılmış bir hak değildir. Çünkü kişinin yaptığı sâlih ameller Allah’ın sayılamayacak kadar çok olan nimetlerine, onları tam karşılayamayan bir teşekkür mahiyetindedir. Ancak kulun itaati sevap şekline bürünmüş ilahi lütfun tecelli etmesi için bir vesiledir.

Nitekim Hz. Peygamber (asm), kişinin ebedî kurtuluşa ermesinin amelinin birebir karşılığı olmayıp ilahi rahmetle gerçekleşeceğine dikkat çekmiş, bunun için elden gelen gayretin sarfedilmesini tavsiye etmiş ve orta yolun samimiyetle izlenmesini istemiştir. (Müslim, Münâfıḳīn, 71-78)

Kur’ân-ı Kerîm’de bir iyiliğin on katıyla mükâfatlandırılacağı, işlenen kötülüğün ise sadece dengiyle cezalandırılacağı belirtilmiş (bk. Enam 6/160), Allah yolunda harcama yapanların elde edeceği sevap, yere ekilen bir danenin her birinde 100 dane bulunan yedi başak vermesine benzetilmiştir. (bk. Bakara 2/261)

Burada sözü edilen 10’dan 700’e kadar artışın sebebini, ayetin devamında yer alan beyanlardan çıkarmak mümkündür:

Yapılan mali yardımın başa kakma, minnet altında bırakma, eziyet etme veya insanların takdirini kazanma gibi faktörlerden uzak olup Allah rızasına özgü kılınması. (bk. Bakata, 2/262-264)

Demek ki, sevap ve mükâfat, o ibadetleri yapmaya teşvik etmek içindir.

Günah ve azap ise, yapılan hatanın karşılığıdır ve cezayı kişi kendisi hak etmiştir.

Şu halde sevabın da azabın da asıl hikmeti, Allah'a itaat etmek içindir, diğer hikmetler de bu ibadetleri yapmaya teşvik etmek içindir.

Unutmamak gerekir k, ibadet; Allah rızası için, Allah'ın isteğine uygun yaşamak ve istemediğinden sakınmaktır.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri birçok açıdan hakikate ışık tutmaktadır:

“Ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kısım zatlar, bizimle gayet ciddi alakadarlık peyda ettiler. O bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hattâ tarîkatı keşf ü keramet için ister. Demek ahiret arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevaid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakall ihlası kırılır, sevabı kaçar.” (Kastamonu Lahikası, s.109 -110)

"Ubudiyet, emr-i ilahiye ve rıza-yı ilahiye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i ilahi ve neticesi rıza-yı Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafî olmaz. Belki zaîfler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatlar; o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa; o ubudiyeti kısmen ibtal eder. Belki o hasiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez."

"İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hasiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî'yi veya bin hasiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir'i, o faidelerin bazılarını maksud-u bizzât niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasden ve bizzât istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası birderece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer."

"Yalnız bu kadar var ki; böyle hasiyetli evradı okumak için zaîf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip; evradı sırf rıza-yı İlahî için, ahiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i sâlihînden mervî olan faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkâr da eder.” (Mesnevi-i Nuriye, 171-172)

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah, iman edip salih amel işleyenlere neleri vadetmektedir ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun