Nuh suresi 27. ayeti, her insanın İslam fıtratı üzerine doğduğuyla çelişmiyor mu?

Tarih: 15.04.2014 - 02:46 | Güncelleme:

Soru Detayı

Nuh 27: Muhakkak ki eğer Sen, onları bırakırsan, Senin kullarını dalâlete düşürürler ve facir kâfirden başka doğurmazlar.

A'raf 179: Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık.. Bu ayette de cehennem için bizzat yaratılmış insanların olduğu söylenmiyor mu?

- ...ayette çocuk doğmasından bahsediyorsa eğer, çocuk akıl edip islamı bulamayacağı için, doğuştan bebek iken kafir olduğu anlamı çıkmıyor mu bu ayetten?. Yani kafir olarak yaratılan ve doğan bir bebek olmuyor mu? Yoksa gene ayet meallerinde mi çarpıklık var? Ya da başka bir şey mi var, yoksa gene mi mecaza vuracaksınız?

- Bir gün olur da mecaz bize vurmasın, çünkü mecaza vurdukça şu akla geliyor: Haşa “Allah kafir ve nankör yetiştirirler diyemedi mi, kelimesi mi tükendi” diye düşünüyor insan. Fakat ayette Allah’ın kelimeleri tükenmez diyor, ama nedense size göre hep mecaz diyor Allah ve apaçık kelime kullanmıyor, apaçık kelimeler de varken hep mecaz yapması tuhaf değil mi? Doğurmak yerine, yetiştirmek kelimesi yok mu mesela? Yoksa mealler mi yanlış?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Konuyu üç madde halinde açıklayacağız:

a. "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar." (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) manasındaki hadisin anlamı: “her insan İslam dinini kabul edip ona göre bir hayat tarzını yaşayabilecek bir kabiliyette yaratılmış” demektir.

Örneğin, aklıyla Allah’ın birliği başta olmak üzere iman esaslarını idrak edip kabul edebilir. Ve kalbiyle kendisini yaratan ve ölümünden sonra tekrar diriltecek olan rabbini sayan ve seven bir kabiliyete sahiptir. Organları namaz kılmaya uygun olduğu gibi, oruç vazifesine muhatap olacak donanıma sahiptir. Hülasa: Maddi ve manevi yönüyle her insan İslam dinini yaşayabilecek bir fıtrata/kabiliyete sahip olarak yaratılmıştır.

Zaten İslam mefhumu, bir bakıma bütün semavi dinlerin ortak unvanı olduğu için, hadisin manasını “Her doğan insan Allah’ın insanlara vahyettiği hak dini kabul edip yaşayacak kabiliyette yaratmış olduğu” şeklinde anlamak gerekir. Çünkü, İslam’dan önce de çocuklar doğar ve Allah o insanları -Müslüman olmalarını değil- o günkü dine tabi olmalarını emretmiştir. Eğer bu hadisi “insanlar müslüman olarak yaratılır” şeklinde anlarsak, bir çok yönden hataya düşmüş oluruz. Aslında hadis-i şerifte: “İslam” yerine “islam fıtratı” sözcüğünün kullanılması bu inceliklere işaret etmek içindir.

b. “Nûh: ‘Ya Rabbî, dedi, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma! Zira bırakırsan onlar Senin kullarını, Senin yolundan saptırırlar ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar dünyaya getirip yetiştirirler.’ ” (Nuh, 71/26-27) mealindeki ayette yer alan “ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar dünyaya getirirler” ifadesinden maksat “dünyaya getirip yetiştirirler” demektir. Nitekim tahkik ehlince yapılan meallerde bu noktanın altı çizilmiştir.

Bu açıdan bakıldığı zaman, bu ayetin bu ifadesi, hadiste yer alan “Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” manasındaki ifadesiyle tamamen örtüşmektedir. Demek ki Hz. Nuh şöyle demiş oluyor:

“Ya Rab! Eğer bunları bırakırsan, bunlar çocuk yapacak ve onları -İslam fıtratına bağlı kalmalarına izin vermeyecek, bilakis- facir ve kâfir yapacaklardır.”

Hz. Nuh’un bu ön görüsü, 950 senelik bir tecrübenin ürünüdür.

- Zemahşeri gibi bazı alimlere göre, “ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar doğururlar” mealindeki ifadenin anlamı: “ileride kâfir ve ahlaksız olacak çocuklar doğururlar” demektir(Yani mesele yine mecaza dayanır). Nitekim hadis-i şerfite: “Kim bir ölüyü öldürürse onun üstündeki eşya onun olur” manasındaki hadiste yer alan “ölüyü öldürme” ifadesi bir mecazdır. Yani öldürülmekle ölü olacak kimse” demektir(Zemahşeri, ilgili, ayetin tefsiri). Bu mecaz: “ma kane”nin “ma yekun”(olacak bir şeyi olmuş gibi kabul etmek) şeklinde formüle edilir.

- İbn Aşur da bunu “akıl-baliğ oldukları zaman küfre girecekler” şeklinde anlamıştır(İbn Aşur, ilgili yer). Bu da Zemahşeri’nin yorumuyla aynıdır.

- Mecaz, bütün dillerde özellikle Arap lisanında çok önemli bir unsurdur. Arapça lisanıyla inmiş olan Kur’an’ın bu edebî sanatı kullanması, belagatin bir  gereğidir.

- Türkçe’de de: “Baş üstüne!”, “Başım güzüm üstüne!”,  “Aslanım benim!”, “Kuzum!”, “Koçum!” gibi ifadeler birer mecazdır. Hatta soru soranın “Mecaza vurursunuz” ifadesi de bir mecazdır. Çünkü mecaza vurulmaz, mecaz darbedilmez.

- “Mecaza vurma” sözcüğüyle muhataba vurmayı huy edinen kardeşlerimizin, şu mecaz konusunun konumunu Bediüzzaman hazretlerinden dinlemelerinde fayda vardır:

“Mana-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın müvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazın cevazı ise, belâgatın şeraiti tahtında olmak gerektir. Yoksa mecazı hakikat ve hakikatı mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadına kuvvet vermektir. Evet herşeyi zahire hamlettire ettire nihayet Zahiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meyl-üt tefrit ne derecede muzır ise; öyle de her şeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra nihayette Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac etmek şe'ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır. Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir.” (Muhakemat, 27 )

c. “Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır.”(A'raf, 7/179) mealindeki ayetin anlamı kısaca şudur:

“Cinlerden ve insanlardan yarattığım bazı kimseler var ki, onlar kendilerine verdiğim (akıl, kalb, göz-kulak gibi) maddi-manevi donanımlarını doğru kullanmadıkları için netice itibariyle cehennem gireceklerdir.”

Bazı müfessirler bu hakikate işaret etmek için “Zere’nâ Li Cehnneme” (cehennem için yarattık)  cümlesindeki “Li” (lam’ı) illiyet için değil, akıbet manasında olduğunu vurgulamışlardır. (bk. Beğavî, Razî, Şa’ravî, ilgili ayetin tefsiri)

 “Firavun’un ailesi onu, kendilerine ileride bir düşman ve başlarına bir dert olması için ırmakta bulup yanlarına aldılar. Doğrusu Firavun da Haman da askerleri de yanılıyorlardı.” (Kasas, 28/8)

mealindeki ayette yer alan “kendilerine ileride bir düşman ve başlarına bir dert olması için ırmakta bulup yanlarına aldılar” ifadesinde de “lam”, akıbet içindir. Çünkü Firavın ailesi, başlarına dert olsun diye Musa’yı almamışlar. Ama akıbeti ve netice itibariyle böyle olmuştur. (bk. Beğavî, a.y)

- Keza: “İşte Biz, âyetleri iyice anlayıp kavramaları için farklı üslûplarla, türlü türlü beyan ederiz. Biliyoruz ki onlar neticede ‘Sen ders almışsın!’ diyeceklerdir” şeklinde meal verilen bu ayette asıl Arapça metinde yer alan “Ve li yekûlû dereste” cümlesinin zahiri manası: “Ve sen ders almışsın desinler diye” şeklindedir. Bu ise elbette yanlıştır. Çünkü Allah böyle demelerini kastetmiş olamaz. Onun için buradaki “Lam” da ecliyet için değil, akıbet için olmak zorundadır.

Nitekim, Razi de söz konusu Araf: 179. ayetindeki “Lam”ın akıbet olduğuna bir diğer örnek olarak bu ayeti göstermiştir(bk. Razi, a.g.y).

Bu açıdan bakıldığı zaman bu cümlenin meali şöyle olmalıdır: “Biz akıbetleri cehennem olan cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki…”.

- Aslında ayetin ifadesi bu manayı zorunlu kılmaktadır. Çünkü ayette: Cehennemlik olanlar, Allah’ın kendilerine lütfettiği donanımlarını doğru kullanmadıklarından söz edilmekte ve bu sebeple de azarlanmaktadırlar. Demek ki, bu kimseler, doğrudan cehennem için yaratılmamışlar. Bilakis, onları cennete götürecek yolu göstermeleri için kalb/akıl, fikir, göz-kulak verilmiştir. Fakat onlar bu donanımları doğru kullanmamışlar. Bu yanlış kullanım hatasından dolayı cehenneme girmişlerdir.

Örneğin:

Kalb ve akıl: Makul olan şeyleri üstün körü okumak değil, onları derinden tahlil edip analitik bir bakışla içindeki gerçekleri idrak etmek için verilmiştir.

Göz: Sadece bakmak için değil,hakikati görmek için verilmiştir.

Kulak: Yalnız işitmek için değil, gerçekleri duyup dinlemek ve dinlediğini idrak etmek için verilmiştir.

Onlar ise, imtihanın gereği olarak Allah’ın kendilerine verdiği özgür iradeleriyle, kalplerine idrak etme fırsatını; gözlerine (Basar ile basiret arasında bağlantı kurarak) hak ve hakikati görme fırsatını; (duymak ile idrak arasında bağlantı kurup) kulaklarına, işitmeyi tam dinlemeye çevirip istifade etme fırsatını vermemişler. Ve netice itibariyle özgür iradeleriyle o korkunç akıbeti hak ettiler.

- Ayetin sonunda  yer alan “Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır.” mealindeki ifadesi, bu cehennemlik olanların yaratılıştan değil, özgür iradelerini yanlış kullanarak burayı hak ettiklerini göstermektedir. Çünkü, insanlara kalb, akıl, göz, kulak gibi  araçların verilmesi gerçekleri idrak etmek içindir.

Bu  araçları idrak yolunda kullanmamak, hayvanlaşmaktır. Çünkü hayvanda idrak yoktur. Bu sebepledir ki bunlar idrak unsurlarını kullanmadıkları için hayvanlarla aynı paydayı paylaşmışlardır. Hatta Allah’ın kendilerine bu idrak araçlarını verdiği halde, kendi iradeleriyle bunları o istikamette kullanmamaları onları hayat felsefesi bakımından hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşürmüştür.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun