İman ettikleri halde, ayetlerden ve hadislerden neden etkilenmezler?

Tarih: 23.06.2018 - 00:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

​1) İnsanların iman ediyoruz dedikleri halde iman hakikatlerinden ayetlerden hadislerden vs. etkilenmemeleri nedendir?
- Kuran’da da bahsedilen kalplerin kararması ve Allah'ın emirlerine karşı katılaşmasıyla bir bağlantısı var mıdır?
- Özellikle Araf 179 ayet kapsamına girerler mi?
2) Namaz kılmayanlarda genelde bunun çok büyük durum olmadığı görüşü hakim. Bizim namaz kılmamamızın zararı ne olabilir ki küçük bir şey sonuçta Allah’ın nezdinde çok önemli bir şey değil iyi niyetli olmak esastır (ki etrafımda olan bu kişiler genel anlamda kötü niyetli değiller ama namaz kılmıyorlar) diyenlere nasıl cevap verebiliriz?
3) Tesettürlü olmayanlar ise tesettürün sadece dış görünüşü kapattığını, asıl önemli olan düşüncede ahlaklı olmanın ve kotu bir şey düşünmemenin gerektiğini söylüyorlar. Böyle kişilere nasıl cevap verebiliriz?
4) Herkes yapıyor diye günahları normal karşılayanlara cevabınız nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İman ettikleri halde müminlerin ayetlerden ve hadislerden etkilenmemesinin en önemli nedeni iman zayıflığıdır, haram/haramları işlemek ve farz/farzları terk etmektir.

Ayrıca, gafil olmak, hissine ve hevesine uymak, benlik duygusuna yenilmek, ölümü ve ahireti unutmak, dünyayı devamlı zannetmek.. ve benzer durumlar da imanın, ayet ve hadislerin, nasihatlerin tesirini azaltabilir hatta Allah korusun bazen o tesiri tamamen yok edebilir.

Bu kısa bilgiden sonra sorulara cevap vermeye çalışalım:

Soru 1:

İnsanların iman ediyoruz dedikleri halde iman hakikatlerinden ayetlerden hadislerden vs. etkilenmemeleri nedendir? Kuran’da da bahsedilen kalplerin kararması ve Allah'ın emirlerine karşı katılaşmasıyla bir bağlantısı var mıdır? Özellikle Araf 179 ayet kapsamına girerler mi?

Cevap 1:

Önce ilgili ayetin mealini verip, ehlisünnet akidesine göre önemli olan ince bir noktaya işaret etmekte fayda mülahaza etmekteyiz:

“Cinlerden de insanlardan da biz pek çok cehennemlikler yarattık. Onların kalpleri vardır, anlamazlar; gözleri vardır görmezler; kulakları vardır işitmezler. Onlar hayvan gibi, hatta daha da şaşkındırlar. Onlar gafillerin tâ kendileridir.” (A'raf, 7/179)

Bu cehennemlikler, kendi özgür iradeleriyle inkarcılığı ve Allah’a karşı isyan etmeyi tercih etmek suretiyle cehenneme giderler. (bk. Maverdi, ilgili yer)

- Bir kısım müfessirler, bu hakikate işaret etmek için “Zere’na Li Cehnneme” (cehennem için yarattık)  cümlesindeki “Li” lam’ı, illiyet için değil, akıbet manasında olduğunu vurgulamışlardır. (bk. Beğavî, Razî, İbnu’l-Cevzi/Zadu’l-Mesir, Şa’ravî, ilgili ayetin tefsiri)

Buna göre, ayetin zahiri anlamı: “Cehennem için yarattık” ise de, gerçek anlamı “Netice itibariyle cehennemi hak eden kimseler..” şeklindedir.

- Nitekim, “Firavun’un ailesi onu, kendilerine ileride bir düşman ve başlarına bir dert olması için ırmakta bulup yanlarına aldılar. Doğrusu Firavun da Haman da askerleri de yanılmışlardı.” (Kasas, 28/8) mealindeki ayette yer alan “kendilerine ileride bir düşman ve başlarına bir dert olması için ırmakta bulup yanlarına aldılar.” ifadesindeki  “lam” da, akıbet içindir. Çünkü Firavun ailesi, başlarına dert olsun diye Musa’yı almamışlar. Ama işin akıbeti ve neticesi böyle olmuştur. (Arapçadan tercüme ettiğimiz) bir şiirde de iki defa “Lam” harfi, akıbet için kullanılmıştır:

“Varisler alsın diye mal topluyoruz,
Zaman tahrip etsin diye evler yapıyoruz.”
(bk. Beğavî, İbnu’l-Cevzi, Razi, a.g.y)

Bu noktayı belirttikten sonra, söz konusu ayette iman etmeye veya itaat cihetiyle hak ve hakikati görmeye mani olan unsurları şöyle açıklayabiliriz:

Bilindiği üzere kesin bilgili yolları üç çeşittir:

Birincisi: Akıldır. Bu ayette kalp kelimesi, akıl yerinde kullanılmıştır.

İkincisi: Histir / duyu organlarıdır. Ayette, duyu organlarından görme işini yapan gözler söz konusu edilmiştir.

Üçüncüsü: Sadık / doğru haberdir. Ayette doğru haberin aracı olan kulaklara işaret edilmiştir. Hak ve hakikate ulaştıran, insan için kesin bilgi sağlayan bu üç yolun, sahipleri tarafından düzgün kullanılmadığı takdirde, yanlışlara sapmak, sonunda büyük zarar ve sıkıntılara düşmek kaçınılmaz olduğuna dikkat çekilmiştir.

Yüce Allah, insanlara hakikati göstermek için külli manada bu üç cihazı vermiştir. Bu cihazları yerli yerince kullananlar, dünya ve ahiretin saadetine götüren hidayet yolunu bulurlar. Bunu düzgün kullanmayanlar ise, dalalet yoluna saparlar ve dalaletin de cezasını çekerler.

Bunu biraz daha açmak için ayette yer alan unsurların nasıl kullanılmadığına bakmakta yara vardır:

a) “Kalpleri / akılları var, fakat onunla gerçeği idrak etmezler.”  

Yani, bazı kimseler, gerçeği idrak etmek için kendilerine verilen kalplerini/akıllarını gereken tarzda aktif hale getirmedikleri için, onların doğru algılama fonksiyonlarını kaybetmelerine sebep olmuşlardır.

Bir akıl/bir kalbin doğruyu görebilmek için taktığı gözlüğün şeffaf, kirlerden temizlenmiş, eşyayı duru ve net olarak göstermesi lazımdır. İmtihan gereği olarak verilen şüphe, vesvese, hayal, hak ile batılı karıştıran vehimler, akıl gözlüğünü kirletirler. Hazır az menfaati, ilerideki çok menfaate tercih eden duygular, hayvani ve nebati dürtülere zemin hazırlandığı takdirde, dünyayı ahirete, faniyi bakiye tercih eder ve aksini düşünen kalp ve aklın nefesini keserler.

b) “Gözleri var, onlarla görmezler.”

Yani, özgür iradeleriyle, gözlerini gerçekleri görmek için kullanmayanlar, bakarlar fakat görmezler. Gözleri hak ve hakikate baktığı halde, içlerindeki kirlerden ötürü, net göremezler. İçlerindeki değişik hayvani ve nebati cihazların aşırı aktif hale gelmesinden ötürü, gerçeklerin insani şuurun ekranında yansımalarına imkân vermezler.

Evet, nefsani arzular, şeytani telkinler sebebiyle gözlerin gördüğü kevni ve Kurani ayetlerin, kişinin bilinç ve  vicdanında doğru yansımasını bulamazlar.

Kuran’ın terminolojisiyle: “Hainetu’l-A’yun” denilen yanlışların yansımasına yardımcı olan “hain gözler” damgasını yerler.

c) Kulakları var, ama onlarla işitmezler.”

Yani, Allah’ın indirdiği vahyin mesajlarına samimi olarak kulak vermezler. Dinledikleri de “bu kulağa gelir, öbür kulaktan çıkar” manasındaki atasözüne uygun bir durum arz eder.

- Bu açıklamaların bir açıklaması da şöyle özetlenebilir:

Kabul edilen bir gerçektir ki, “Aşırı sevgi ve aşırı nefret insanı kör ve sağır eder.”

Bazı kâfirler  Hz. Peygamber (asm)’e karşı besledikleri kin ve nefretin boyutu o kadar şiddetliydi ki, onların kalplerini gabi/anlayışsız, gözlerini kör, kulaklarını sağır etmiştir. Bu sebeptendir ki, hakikatleri anlayan kalbleri/ akılları, gören gözleri, işiten kulakları dumura uğramış, fonksiyonlarını icra edemez oldular.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadelerinde, hakkı görüp idrak etmeye mani olan unsurların bir listesini görebiliriz:

“Hem ey şeytan! Bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalalet ve safsata ve inad ve mugalata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle çok muhalatı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun!” (bk. Sözler, s. 188)

“Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibariyle daima hakkı satın almak istiyor ve daima hakikatı arıyor ve daima maksadı saadettir. Fakat bâtıl ve dalal ise, hakkı arıyorken haberi olmadan eline düşer. Hakikatın madenini kazarken ihtiyarsız bâtıl onun başına düşer. Veyahut hakikatı bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asıl fıtratı ve vicdanı ve fikri; muhal ve gayr-ı makul bildiği bir emri, nazar-ı sathî ve tebaî ile kabulüne mecbur oluyor.” (bk. Muhakemat, s. 124)

Soru 2:
Namaz kılmayanlarda genelde bunun çok büyük durum olmadığı görüşü hakim. Bizim namaz kılmamamızın zararı ne olabilir ki küçük bir şey sonuçta Allah’ın nezdinde çok önemli bir şey değil iyi niyetli olmak esastır (ki etrafımda olan bu kişiler genel anlamda kötü niyetli değiller ama namaz kılmıyorlar) diyenlere nasıl cevap verebiliriz?

Cevap 2:

Herhangi bir hükmün dindeki yerini, önemini tespit etmek ancak Kitap ve Sünnete müracaat etmekle mümkündür. Çünkü, bu tür konular sadece vahiy ışığında değerlendirilebilir. Aksi takdirde ortada din diye bir şey kalmaz.

Herkesin aklı, duyguları, hisleri, temayülleri farklıdır. İslam’ın hükümlerinin dindeki konumu, insanların heva ve hevesine/indi düşüncelerine göre değil, Allah ve resulünün bildirdiği bilgilere göre değerlendirme zorunluluğu vardır.

“Kim İslâm’dan başka bir din (bir düşünce, bir ideoloji...) ararsa, bu ondan asla kabul edilmez; âhirette de o hüsrana düşenlerden olur.” (Al-i İmran, 3/85)

mealindeki ayetten anlaşıldığı üzere, İslam dinin iki temel kaynağı olan Kur'an ve sünnete aykırı hiç bir düşünce kabul edilmez ve bu yanlış fikirleri bir din gibi benimseyenlerin akıbeti hüsrandır.

Misal olarak namazın dindeki yeri, Kur'an ve sünnet ışığında değerlendirildiği zaman, onun imandan sonra İslam dininin en önemli bir hükmü olduğu görülür.

Bunu bir iki misalle kısaca açıklanabilir:

a) Namaz imanın dışa yansıyan bir tezahürüdür. Bu sebepledir ki, İslam’da imandan sonra en büyük mesele namazdır.

“Allah imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara, 2/243)

mealindeki ayette namaz, iman kavramıyla ifade edilmiştir.

b) “O müttakiler / takva sahipleri ki gaybe iman ederler. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden hayır yolunda harcarlar.” (Bakara, 2 /3) mealindeki ayette imandan sonra namaza yer verilerek, İslam dininde imandan sonra en büyük vecibenin namaz olduğuna işaret edilmiştir.

İslam âlimleri, bu gibi ayetlere ve konuyla ilgili hadislere dayanarak İslam dininde, namaz ibadetinin imandan hemen sonra ikinci sırada yer alan bir vecibe olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir.

c) Namazın iman ile olan bu ilişkisi, değişik hadislerde de söz konusu edilmiştir.

Hz. Cabir’in bildirdiğine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Kişi ile küfür-şirk arasında / bir rivayette Küfür ile iman arasındaki fark, namazı terk etmektir.” (Müslim, İman, 134)

Bunun anlamı şudur: Namaz kılmayan kimsenin mümin olup olmadığını ilk etapta anlayamazsınız. Örneğin, yabancı bir memlekette tanıştığınız bir kimsenin mümin olup olmadığını ancak namaz kılıp kılmadığına bakarak bir yargıya varabilirsiniz.

d) İman sözleşmesine bağlı olarak İslam’ın manevî iklimine giren her insanın, bu kulluk havasından teneffüs etmesi gerekir. İslam’ın manevî vatandaşlığını kabul eden her insanın namaz kılması, bir manevî vatandaşlık borcudur. Ruh, akıl, vicdan ve kalbin bu manevî kulluk atmosferinden yararlanma hakkı vardır. Bu cihazları –şımarık nefis istemiyor, diye- Rableriyle yapacakları münacattan mahrum etmek, büyük bir zulümdür.

Beş vakit namaz için okunan Ezan-ı Muhammedî, Allah’ın huzurunda divan durmaya, Padişah-ı Ezelî’nin dünya karargâhındaki asker kullarını ispat-ı vücut etmek üzere toplanmaya davet eden bir çağrı hükmündedir. Askerlikte beş gün üst üstte içtima alanına/sayım yerine gelmeyen asker, firarî sayılır, artık başına nelerin geleceğini tahmin edebilirsiniz!..

Şimdi her gün için beş defa Allah’ın davetine icabet etmeyip firar eden bir kimsenin durumunu varın siz düşünün!

Soru 3:
Tesettürlü olmayanlar ise tesettürün sadece dış görünüşü kapattığını, asıl önemli olan düşüncede ahlaklı olmanın ve kotu bir şey düşünmemenin gerektiğini söylüyorlar. Böyle kişilere nasıl cevap verebiliriz?

Cevap 3:

Bazıları yalnız tesettür için değil, genel İslami hükümlerin icrası konusunda kalplerinin temiz olduğu, önemli olanın da bu olduğunu iddia ederler.

Bu iddiada bir yönden bakarsanız cehalet kokuyor. Çünkü bu tür iddiaların neticesi şuraya çıkar: “Allah, bu hükümleri koyarken, iç temizliği -haşa- nazara almamıştır. Bu sebeple, onun bu emirleri bizim gibi içi temiz olanlar için gereksizdir..”

Bunları şu ayeti hatırlatmakta fayda var:

“(Resulüm!)De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa göklerde ne var, yerde ne varsa Allah hepsini bilir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat, 49/16)

Ayrıca, dışa yansıyan söz ve davranışlar, içteki durumdan haber veriyorlar. Kapalı bir havuzun içinde neyin olduğunu, ancak musluklarından akan maddeden anlayabiliriz. Musluktan su akıyorsa, ona hükmederiz; süt akıyorsa ona hükmederiz. Kirli veya temiz suyun akmasıyla ancak kapalı havuzdaki suyun durumunu öğrenebiliriz.  

Bunun gibi, insanın içi, kalbi, düşünce dünyası bir havuzdur. Kişinin dışa yansıyan söz ve davranışı, onlardan haber veriyor. Küfürbaz, çirkin söz söyleyen, hırsızlık eden, içki içen bir kimsenin bu dış durumu, onun iç durumunu ele vermektedir. Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyen bir kimsenin “Ben Allah’tan çok korkuyorum!” şeklindeki iddiasının  hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Burada Merhum Mehmet Akif’in şu beyti arif olanlara yeter:

“Namaz kılmaz, oruç tutmaz bunca kuru laf elverir.
Sen kalbe bak diye diye kirli kalbini gösterir.”

Bunun anlamı şudur:  Kirli kalpten temiz söz ve davranışlar çıkmadığı gibi,  kirli söz ve davranışlar da temiz kalbi göstermez. Bilakis kirli kalbi gösterir.

Soru 4:
Herkes yapıyor diye günahları normal karşılayanlara cevabınız nedir?

Uzun oldu hakkinizi helal edin. Etrafımda böyle çok insan var. Benim de düzeltmem gereken şeyler var tabi. Biraz geniş açıklarsanız sevinirim. Allah ebeden razı olsun.

Cevap 4:

İslam’da açıktan yapılan günahların daha fazla çirkin kabul edilmesi, başkalarının kusurlarını görmek için tecessüs etmenin yasaklanmasının önemli hikmetlerinden biri, insanların bu tür vesvese yoluyla vartaya / yanlışa düşmelerini engellemektir. Çünkü, insanın nefsi başkasından gördüğü bir kusuru işlemeye daha meyillidir ve onu daha rahat yapar. Zira, herkes benim gibidir, der teselli ve cüret bulur.  

Bunun cevabını Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim:

“Ey nefsim! Deme: 'Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.' Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor."

"Hem deme: 'Ben de herkes gibiyim.' Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin.” (bk. Sözler, s. 170)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun