Günahkâra kâfir denilir mi?

Günahkâra kâfir denilir mi?
Tarih: 28.09.2019 - 12:01 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1. Büyük günah işleyen kâfir olur mu?

Eserimize "tekfir" kelimesinin manasıyla başlayalım. Zira bu eserde "tekfir" kelimesini çok sık kullanacağız.

Tekfir: Kişiyi küfre nispet etmek ve kâfir olduğunu söylemektir. 

Maalesef günümüzde bazı kimseler -bilhassa Selefî zihniyete sahip olanlar- büyük günah işleyenleri kâfir kabul etmektedir. Bu kabul sebebiyle de Müslümanları tekfir etmekte ve kelime-i şehadet getirenleri kâfir olmakla itham etmektedirler.

— Acaba gerçekten onların dediği gibi, büyük günah işleyen kâfir olur mu?

— Büyük günah kişiyi imandan çıkarır mı?​

Haricilere göre, büyük günah işleyen dinden çıkar ve kâfir olur. Dolayısıyla Hariciler büyük günah işleyenleri tekfir ederler.

Şia'nın itikatta mezhebi olan Mutezile'ye göreyse, büyük günah işleyen kâfir olmaz, ancak imanla küfür arasında kalır. Bu hâlde iken tövbe etmeden ölürse cehennemliktir. Fakat onun cezası kâfirlerin göreceği cezadan daha hafiftir. Demek, Mutezile büyük günah işleyene kâfir demese de kâfire yakın bir şey demektedir.  

Yine kendilerine Selefî diyen kişiler, Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin kâfir olduğunu söylemekte ve beşerî kanunlarla yönetilenleri kâfir saymaktadır. Yani onlara göre, hem hüküm koyan hem de o hükümlerin altında yaşayanlar kâfirdir.

Bizim itikadımız olan Ehl-i sünnet itikadına göreyse, amel imandan bir cüz değildir. Bu sebeple, büyük günah işleyen kâfir olmaz, fasık olur. Allah dilerse onu günahları kadar cehenneme atar, sonra cennete sokar. Dilerse affedip, cehenneme atmadan cennete sokar.

Bizler bu eserde -Allah'ın inayetiyle- büyük günah işleyenin kâfir olmayacağını kati bir surette ispat edeceğiz. Yine beşerî hükümleri ihdas edenleri ve o hükümlerle amel edenleri sınıflara ayırıp hangisinin küfre gireceğini delillerle sunacağız.

İşin ispat kısmına girmeden evvel şunu belirtmek isteriz: 

Bizler, "Büyük günah işlemek kişiyi kâfir yapmaz." derken, büyük günahı teşvik etmiyoruz. Hatta diyoruz ki: Sadece büyük günahtan değil, küçük günahtan da şeytandan kaçar gibi kaçın. Günahlar Allah'ın gazabını celbeder, azabına müstahak eder, rahmetinin inmesini engeller...

Bunlar gibi çok sözler söylüyor, nefsimizi ve dinleyenleri günahtan vazgeçirmeye çalışıyoruz.Ancak "Büyük günah kişiyi kâfir yapar." demek fıkhi bir hükümdür. Bizim meselemiz bu hükmün yanlış olduğunun ispattır, başka bir şey değildir.

Yine biz, "Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyenler şu şu şartla kâfir olmaz." derken, beşerîkanunları sevdiğimizden demiyoruz. Elhamdülillah, bizler ehl-i şeriatız. Şeriatın en küçük bir meselesine binler başımız feda olsun. Bizler şeriat hükümlerinin uygulandığı bir ülkede yaşamak istiyoruz. Ve yine istiyoruz ki bütün dünyada bu hükümler hükümferma olsun. 

Ancak bunu istemek farklıdır, "Allah'ın hükümleriyle idare edilmeyen devlette yaşayanlar kâfir olur." demek farklıdır. "Kâfir olur." sözü fıkhi bir hükümdür. Bu hükmün yanlışlığını ortaya koymak ehl-i ilmin işidir. 

Biz "Şu şu şartlarla kâfir olmaz." derken, "Beşerî kanunlarla idare edilelim." falan demiyoruz. Diyoruz ki: "Senin kâfir olur." hükmün yanlıştır. Allah'ın hükmü bu değildir.

Bu anlattığımızı çok iyi kavramanızı istiyoruz. Zira takva, "Günah işleyen kâfirdir." demek değildir. Yine takva, "Sen Allah'ın kanunlarıyla yönetilmeyen bir ülkede yaşıyorsun, o hâlde kâfirsin." demek de değildir. Günahkâr ile kâfir arasında yerle gök arası kadar bir mesafe vardır. Kâfir cennete ebediyen giremeyecek iken, günahkâr kişi günahları kadar cehennemde yandıktan sonra cennete girecektir. 

Dolayısıyla birisine "kâfir" demek öyle kolay bir şey değildir. Gönlümüzden her geçene "Sen kâfirsin." diyemeyiz. İnşallah bu eserde bu meseleyi her cihetiyle inceleyeceğiz. 

Bu dersle konuya bir giriş yaptık. Bir sonraki dersimizde meselemizin ilk delilini işleyeceğiz.

2. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair birinci delil

Şu hatırlatma ile derse başlayalım:

Tekfir: Kişiyi küfre nispet etmek ve kâfir olduğunu söylemektir. 

Maalesef günümüzde bazı kimseler -bilhassa Selefî zihniyete sahip olanlar- günah işleyenleri tekfir etmekte yani onları kâfir olmakla itham etmektedirler. Günah işlemeyi küfür kabul eden bu zihniyete göre, büyük günah işleyen herkes kâfirdir. Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarmaz ve kâfir yapmaz. 

Bu dersimizde bu meselenin birinci delilini işleyeceğiz. Delilimiz Hucurat suresinin 9. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

وَاِنْ طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا  

Eğer müminlerden iki grup savaşırsa aralarını ıslah edin. (Hucurat 9)

Şimdi sorumuz şu: 

— Müslümanların birbiriyle savaşması helal midir yoksa haram mıdır?

Elbette haramdır ve büyük günahtır. Birbiriyle savaşan ve birbirini öldüren Müslümanlarbüyük günah işlemektedirler.

— Peki, onların bu büyük günahı işlemeleri onları dinden çıkarmış mıdır?

Hayır, çıkarmamıştır!

— Delilimiz ne?

Ayetin beyanı. Ayet-i kerime diyor ki:

وَاِنْ طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا  Eğer müminlerden iki grup savaşırsa...  

Eğer onların birbirleriyle savaşması ve birbirlerini öldürmesi -yani büyük günah işlemeleri-onları kâfir yapsaydı, Allah onlara "müminler" demezdi. 

Bakın, Allahu Teâlâ birbiriyle savaşanlara ve Müslüman kardeşini öldürenlere "müminler" diyor. Allah'ın "mümin" dediğine kim kâfir diyebilir?

Şimdi, "Büyük günah işleyen kâfir olur." diyenlere soruyoruz: 

— Hani büyük günah işlemek kişiyi kâfir yapıyordu?

— Büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarıyorsa, birbirleriyle savaşarak büyük günah işleyenlere Allahu Teâlâ niçin "mümin" diyor? Birbirini öldürenleri niçin iman sahibi olmakla vasfediyor?

— Büyük günah işlemek kişiyi kâfir yapsaydı Allah onlara "mümin" der miydi? 

Elbette demezdi. Madem demiş, o hâlde onlar mümindir. Büyük günah işlemeleri onları küfre sokmamıştır.

Ey günah işleyenlere kâfir diyenler! Gelin, bu ayetin hükmüne tabi olun ve artık günah işleyenlere kâfir demekten vazgeçin!

3. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair ikinci delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair ikinci delilimiz Bakara suresinin 178. ayetidir. Bu ayet-i kerimede, Müslüman kardeşini öldüren ve kendisinekısas veya diyet gereken kimse hakkında şöyle buyrulmuştur:

فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَأَدَاء إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ

Kardeşi tarafından katil lehine bir şey affedilirse (yani maktulün velisi kısastan vazgeçipdiyette bir indirim yaparsa) affeden için marufa uymak vardır. Katil için de belirtilen diyetiihsanla ona ödemek vardır. (Bakara 178)

Bu ayet-i kerimede şu kısım üzerinde durmak istiyoruz:

فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ Kardeşi tarafından katil lehine bir şey affedilirse...

Ayette geçen "kardeşi" tabiriyle "maktulün velisi" kastedilmiş ve maktulün velisi ile katilin kardeş olduğu beyan edilmiştir. Şimdi sorumuz şu: 

— Bu ne kardeşliğidir? Maktulün velisi ile katil arasındaki olan kardeşlik nedir?

Bu kardeşlik nesep kardeşliği değildir. Zira katil ile maktulün velisi arasında nesep cihetindenbir kardeşlik yoktur. Bu kardeşlik İslam kardeşliğidir. Allahu Teâlâ, maktulün velisinin kısastan vazgeçmesi ve diyeti hafifletmesi için "kardeşi" tabirini kullanmış ve maktulün velisinin merhametini tahrik etmiştir.

Şimdi sorumuz şu: 

— Büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarsaydı maktulün velisi katilin kardeşi olabilir miydi?

— Eğer bir Müslüman'ı öldürmek yani büyük günahı işlemek kişiyi kâfir yapsaydı, Allahu Teâlâ maktulün velisi hakkında "onun kardeşi" der miydi?

Bizler Kur'an'ın إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ  beyanıyla biliyoruz ki: Ancak müminler birbirinin kardeşidir.

İşte katille maktulün velisi arasında bu kardeşliğin devam etmesi büyük günah işlemenin kişiyi kâfir yapmadığına delildir. Eğer büyük günah işlemek kişiyi kafir yapsaydı onların arasında bir kardeşlikten bahsedilmezdi. Zira bir kâfir ile mümin asla kardeş olamaz. 

Sözün özü: Madem Allahu Teâlâ öldürülen kişinin velisinin katilin kardeşi olduğunu beyan buyurmuş ve madem bu kardeşlik İslam kardeşliğidir, o hâlde adam öldürme günahı katili küfre sokmamış ve iman dairesinden çıkarmamıştır. Bu da ispat eder ki büyük günah işlemek kişiyi kafir yapmaz!

4. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair üçüncü delil

Konuyu hatırlatarak dersimize başlayalım: 

Tekfir: Kişiyi küfre nispet etmek ve kâfir olduğunu söylemektir. 

Maalesef günümüzde bazı kimseler -bilhassa Selefî zihniyete sahip olanlar- günah işleyenleri tekfir etmekte yani onları kâfir olmakla itham etmektedirler. Günah işlemeyi küfür kabul eden bu zihniyete göre, büyük günah işleyen herkes kâfirdir. Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarmaz ve kâfir yapmaz. 

Önceki derslerimizde bu meselenin iki delilini işlemiştik. Bu dersimizde üçüncü delili işleyeceğiz. Şimdi şöyle bir tahlil yapalım: 

— Savaştan kaçmak günah mıdır değil midir?

Elbette günahtır hem de büyük günahtır!

Eğer büyük günah işlemek kişiyi kâfir yapıyorsa savaştan kaçanların kâfir olması ve Allah'ın savaştan kaçanlara "kâfirler" diye hitap etmesi gerekir. Eğer Allah onlara "kâfir" demiyor ve "mümin" diyorsa, bu ispat eder ki savaştan kaçmak onları kâfir yapmamıştır. Bu da büyük günah işleyenin kâfir olmayacağına delil olur.

Şimdi bakalım, Allahu Teâlâ savaştan kaçanlar hakkında ne buyuruyor:

إِذْ تُصْعِدُونَ وَلاَتَلْوُونَ عَلَى أَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ

O vakit siz uzaklaşıyordunuz ve kimseye dönüp bakmıyordunuz. Resul de sizi arkanızdan çağırıyordu. (Âl-i İmran 153)

Bu ayet-i kerime Uhud Savaşı hakkında inmiştir ve Peygamberimizi öldü zanneden bazı sahabelerin savaştan kaçmasını anlatmaktadır. Peygamberimiz (a.s.m.) onlara kaçmamaları için sesleniyor; onlar ise kaçıyor ve dönüp kimseye bakmıyorlardı... 

Eğer büyük günah işlemek kişiyi kâfir yapsaydı savaştan kaçan bu sahabelerin kâfir olması gerekirdi. Zira savaştan kaçmak büyük bir günahtır.

Şimdi sorumuz şu: 

— Allahu Teâlâ onlar hakkında ne buyurmuş? 

— Onlara kâfir mi demiş yoksa mümin mi demiş? 

Allahu Teâlâ onları affettiğini beyan edip şöyle buyurmuş:

وَاللَّهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ Allah müminler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir. (Âl-i İmran 152)

Bakın, Allahu Teâlâ savaştan kaçanlara "müminler" diyor ve onları affetmesini "müminlerüzerinde lütuf sahibi olmakla" vasfediyor.

Allahu Teâlâ büyük günah işleyenlere "mümin" derken, bizim Selefî zihniyet "Yok, kâfirdir." diyor. 

— Yahu siz Allah'tan daha mı iyi biliyorsunuz?

— Allah'ın mümin dediğine siz nasıl kâfir dersiniz?

— Bir mümine "kâfir" demek, kişiye günah olarak yetmez mi?

Kâfir olmak başkadır, fasık olmak başkadır. Büyük günah işleyen fasıktır, kâfir değildir. Delilimiz de Âl-i İmran suresinin 153. ayetidir.

5. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair dördüncü delil

Büyük günah işlemenin kişiyi kâfir yapmayacağına dair dördüncü delilimize şöyle bir soruyla başlayalım:

— Tövbe etmeye kim davet edilir ve kimden tövbe etmesi istenir?

Tövbeye günah işleyen davet edilir ve ondan tövbe etmesi istenir. Günahı olmayan tövbeye davet edilmez.

Eğer günah işlemek kişiyi kâfir yapıyorsa, Allahu Teâlâ günah işleyenleri tövbeye davet ederken onlara "kâfirler" diye seslenir. Yok, eğer günah işlemek kişiyi kâfir yapmıyorsa, Allahu Teâlâ onlara "müminler" diye seslenir. 

Şimdi, Allahu Teâlâ tövbeye davet ettiklerine nasıl seslenmiş, buna bakalım:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا اِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحًا

Ey iman edenler! Allah'a tövbe-i nasuh ile (samimi ve gönülden bir tövbeyle) tövbe edin.(Tahrim 8)

— Allahu Teâlâ günah işleyenlere nasıl hitap etti?

Dedi ki:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا Ey iman edenler!

Bakın, Allahu Teâlâ günah işleyenlere "müminler" diyor. Eğer günah işlemek kişiyi kâfir yapsaydı onlara "müminler" diye hitap etmezdi. Madem hitap etmiş, o hâlde büyük günah işleyen mümindir. Günahı onu dinden çıkarmamış ve kâfir yapmamıştır. 

Sadece bu ayette de değil, Kur'an'da günah işleyenlerin tövbeye davet edildiği bütün ayetlerde Allah kullarına "müminler" diye hitap etmiştir. İşte bütün bu ayetler, günah işleyenin mümin olduğunu ve imandan çıkmadığını ispat eder.

Burada şunu da belirtelim: Bizler bu dersleri günaha teşvik etmek için yapmıyoruz. Yani "Madem günah işlemek dinden çıkarmaz, haydi hep beraber günaha koşalım." demiyoruz. 

Eserin başında şöyle demiştik: Günahtan yılandan kaçar gibi kaçalım. Çünkü günah Allah'ın gazabını celbeder, rahmetinden mahrum eder ve kişinin cehenneme girmesine sebep olur. Daha günahın birçok kötülüğü vardır.

Lakin bunlar farklıdır, günah işleyenin kâfir olduğunu söylemek farklıdır. Bizler bu derslerdefıkhi bir hükmü tahlil ediyoruz. Bu fıkhi hüküm de günah işleyenin kâfir olmayacağıdır. Bu hükmü de Mutezile, Hariciler ve Selefî zihniyete karşı müdafaa ediyoruz. Bu meseleyi eserin başında uzunca anlattığımızdan dolayı sonraki derslerde işin bu kısmına girmeyip sadece delilleri takdimle yetiniyoruz. Sakın bu derslerden günaha karşı cesareti ders almayın. Bizim davamız başkadır.

Delilin özünü bir daha tekrar ederek dersi tamamlayalım: Allahu Teâlâ'nın, günahkâr Müslümanları tövbeye davet ederken onlara "müminler" diye hitapta bulunması büyük günah işleyenin mümin olduğuna ve kâfir olmadığına delildir. Eğer büyük günah işlemek kişiyi küfre soksaydı Cenab-ı Hak günahkârlara "müminler" demez ve "Ey iman edenler!" diye hitapta bulunmazdı.

6. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair beşinci delil

Konuyu hatırlatarak dersimize başlayalım: 

Tekfir: Kişiyi küfre nispet etmek ve kâfir olduğunu söylemektir. 

Maalesef günümüzde bazı kimseler -bilhassa Selefî zihniyete sahip olanlar- günah işleyenleri tekfir etmekte yani onları kâfir olmakla itham etmektedirler. Günah işlemeyi küfür kabul eden bu zihniyete göre, büyük günah işleyen herkes kâfirdir. Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarmaz ve kâfir yapmaz. 

Önceki derslerimizde bu meselenin dört delilini işlemiştik. Bu dersimizde beşinci delili işleyeceğiz. Şimdi şöyle bir tahlil yapalım: 

Biliyoruz ki tövbe ile her günah bağışlanır. Bu günah şirk ve küfür de olsa samimi tövbeyle affedilir. Küfürden tövbe edip mümin olan kimsenin önceki bütün günahları silinir. Demek, ister büyük günah olsun ister küfür olsun tövbe edilen günahlar için af kapısı açıktır. 

Şimdi sorumuz şu: 

— Cenab-ı Hak küfür günahını tövbesiz affeder mi? Yani bir kimse tövbe etmeden kâfir olarak ölse affa mazhar olabilir mi?

Kur'an'ın ayetleriyle biliyoruz ki tövbe edilmezse küfür ve şirk affedilmiyor. Hatta kâfir son nefeste tövbe etse tövbesi kabul olmuyor. Nitekim Firavun son nefesinde tövbe etmiş ama tövbesi kabul olmamıştır.

Buraya kadar anlattıklarımızı maddeleyelim, daha sonra bir soru soralım:

1. Küfür günahı tövbe ile affedilir.

2. Diğer büyük günahlar da tövbe ile affedilir.

3. Kâfir tövbe etmeden ölürse küfür günahı affedilmez. Küfür ve şirk kişiyi ebedî cehenneme mahkûm eder.

Şimdi sorumuz şu:

— Küfür dışındaki büyük günahlar tövbe edilmeden affedilebilir mi?

Mesela bir kişi içki içse ve günahına tövbe etmeden ölse, Allahu Teâlâ bu günahı affedebilir mi? Yoksa tövbe edilmeyen günahın affı -kâfirin affı gibi- imkânsız mıdır?

Bu sorunun cevabı çok önemlidir. Zira büyük günahlar tövbe edilmeden affedilebiliyorsa, büyük günahın kişiyi küfre sokmaması gerekir. Eğer büyük günah sahibi kâfir olsaydı affı mümkün olmazdı. Affın mümkün olması, büyük günahın küfürden farklı bir günah olduğunave kişiyi kâfir yapmayacağına delil olur.

Şimdi bakalım, Kur'an bu konuda ne diyor:

إِنَّ اللَّهَ لاَيَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذلِكَ لِمَنْ يَشَاء

Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bundan başka dilediği kimseyi affeder. (Nisa 116)

— Allahu Teâlâ neyi affetmiyormuş?

Kendisine şirk koşulmasını... Ancak biz biliyoruz ki kişi ölmeden önce şirk günahına tövbe ederse Allah onu bağışlıyor. Bu onlarca ayette beyan edilmiş. Demek, burada bahsi geçen şirk koşma, müşrik olarak ölenin şirk koşması. Yani Allahu Teâlâ şirk üzere öleni affetmiyor.

— Peki, dilerse kimi affediyor?

Şirkin dışındaki günah sahiplerini.

— Bu günahlar için tövbe şart mıdır?

Hayır, şart değildir. Zira ayet-i kerimede tövbe şartı koşulmamış.

İşte bu durum ispat ediyor ki büyük günah işleyen iman dairesinden çıkmaz ve kâfir olmaz. Şirkin tövbesiz affedilmeyeceği, büyük günahın ise tövbesiz affedilebileceği ispat eder ki şirk ve küfür büyük günahtan farklıdır. 

Delilinin daha iyi anlaşılması için bir daha tekrar edelim:

Ayet-i kerime diyor ki: Allahu Teâlâ kendisine şirk koşulmasını affetmez; bundan başka dilediği kişinin günahını affeder. 

Bu ayet tövbe edilmeyen günahlar içindir. Zira tövbe edildiğinde şirk ve küfür de affedilir. O zaman ayetin manası şöyle olur: Şüphesiz Allah -tövbe edilmezse- kendisine şirk koşulmasını affetmez. Şirkin dışındaki günahlara -tövbe edilmese de- Allah dilediği kulunun günahlarını affeder.

Bu ayet-i kerime, büyük günah işlemenin kişiyi küfre sokmadığına delildir. Zira büyük günah kişiyi küfre soksaydı, Allahu Teâlâ kâfiri -tövbesiz- affetmediği gibi büyük günah işleyeni de affetmezdi. Ama ayet-i kerimede, dilediği kulunun günahını tövbesiz affedebileceğini beyan buyurmuş. Bu da ispat eder ki: Büyük günah, sahibini küfre sokmaz ve imandan çıkarmaz.

7. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair altıncı delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair altıncı delilimiz Âl-i İmran suresinin 16. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

اَلَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

O kimseler derler ki: Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz iman ettik. Öyleyse bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru. (Âl-i İmran 16)   

Bu ayet-i kerimenin beyanıyla, mümin kullar, "Biz iman ettik. Öyleyse bizi bağışla." demişlerdir. Yani aflarını imanları hürmetine istemişler; salih amelden bahsetmemişlerdir.

Bu ifade ispat eder ki: Mücerred iman Allah'ın affına vesile olabilir. Ve kul sadece imanıyla Allah'ın rahmet ve affına mazhar olabilir. Bu da imanın amelden farklı olduğunu ve salih ameli olmayanın da mümin olduğunu ispat eder. 

Eğer Allah'ın affı için salih amel mutlak gerekli olsaydı o zaman ayet şöyle olurdu: 

— Biz iman ettik, salih amel işledik, büyük günah da işlemedik; öyleyse bizi bağışla.

Ayet böyle olurdu. Ama böyle olmamış, af istekleri mücerred imana bağlanmış. İşte bu, salih ameli olmayanın da mümin olduğunu ve affedilebileceğini ispat eder. 

Salih ameli olmamak demek, farzları eda etmemek ve büyük günahlardan kaçınmamak demektir. Böyle bir kişinin, imanından dolayı affedilebileceği ispat eder ki büyük günah işleyen mümindir ve günahı onu imandan çıkarmamıştır. Eğer günahı onu imandan çıkarmış olsaydı affı mümkün olmazdı.

Şu noktayı yine hatırlatalım: Bizler bu dersleri, "Büyük günah işleyen kâfir olur." diyenHaricilere, Mutezile'ye ve Selefî zihniyete karşı yapıyoruz. Amacımız, büyük günahın kişiyi dinden çıkarmadığını ve amelin imandan bir cüz olmadığını ispat etmektir. 

Bu dersleri bu makamda yapıyoruz. Sakın bu derslerden, "Nasıl olsa imandan çıkmıyoruz, öyleyse günahları dilediğimiz gibi işleyelim." neticesini çıkarmayın. Dersimizin konusu, salih amelin kıymeti olmadığı için bu nokta üzerinde durmuyoruz. Eğer salih amelin kıymeti hakkında konuşsaydık çok daha farklı konuşurduk. Salih amelin kıymeti farklı bir şey, salih ameli olmayanın kâfir olması farklı bir şey. Bu farkı unutmayalım!

8. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair yedinci delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair yedinci delilimiz Enfal suresinin 72. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلاَيَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُوا وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ...  

İman edip de hicret etmeyenler var ya, onlar hicret edinceye kadar onların velayetinden size hiçbir şey yoktur. Eğer din hususunda sizden yardım isterlerse üzerinize (onlara) yardım etmek düşer. (Enfal 72)

Bu ayetin nazil olduğu dönemde Mekke'den Medine'ye hicret etmek farz kılınmıştı. Hicretin farz oluşu sonraki yıllarda nesh olmuş yani hükümden kaldırılmıştır. 

Şimdi, ayetin başına bir daha dikkat edelim, bakalım ayet ne diyor? Ayet diyor ki: 

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا  İman edip de hicret etmeyenler...

Bu ifadeden şunu anlıyoruz: Bir kısım insanlar var. Bunlar hicret farzını eda etmiyorlar. Hicret farz kılınmasına rağmen Mekke'yi terk edip Medine'ye gitmiyorlar. Yani bunlar günah işliyorlar ve bir farzı terk ediyorlar.

— Peki, bu kişilerin farzı terk etmesi ve günah işlemesi onları dinden çıkarmış mı?

Hayır, çıkarmamış. 

— Delilimiz ne?

Ayet-i kerimedeki şu ifade:  وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا  İman edip de hicret etmeyenler...

Bakın, Allahu Teâlâ hicret farzını eda etmeyenleri "müminler" olarak vasfediyor. Eğer hicret etmemek -yani bir farzı eda etmemek ve günah işlemek- kişiyi küfre soksaydı Allahu Teâlâ onlara "müminler" demezdi. Madem demiş, o hâlde onlar mümindir ve büyük günah işlemeleri onları imandan çıkarmamıştır. 

Bu, hicrette böyle olduğu gibi, diğer günahlarda da böyledir. Bir şeyin günah olması ve azabı gerektirmesi başkadır, dinden çıkarması başkadır. Günah elbette kötü bir şeydir ve kişiyi azaba sürükler. Ancak kişiyi kâfir yapmaz. Azaba sürüklemek farklıdır, kâfir yapmak bütün bütün farklıdır. Enfal suresinin 72. ayeti, günahın kişiyi kâfir yapmadığına delildir.

9. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair sekizinci delil

Konuyu hatırlatarak dersimize başlayalım: 

Tekfir: Kişiyi küfre nispet etmek ve kâfir olduğunu söylemektir. 

Maalesef günümüzde bazı kimseler -bilhassa Selefî zihniyete sahip olanlar- günah işleyenleri tekfir etmekte yani onları kâfir olmakla itham etmektedirler. Günah işlemeyi küfür kabul eden bu zihniyete göre, büyük günah işleyen herkes kâfirdir. Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarmaz ve kâfir yapmaz. 

Önceki derslerimizde bu meselenin yedi delilini işlemiştik. Bu dersimizde sekizinci delili işleyeceğiz. Bu delilde şöyle bir tahlil yapacağız:

— İman ve amel bir bütün müdür yoksa farklı şeyler midir? 

Bu sorunun cevabı çok önemli. Çünkü iman ve amel bir bütünse, amelden çıkıldığındaimandan da çıkılmış olur. Dolayısıyla günah işleyenin imandan çıkması lazım gelir.

Yok, eğer iman ve amel farklı şeylerse, amelden çıkmak imandan çıkmayı gerektirmez. Budurumda, büyük günah işleyenin kâfir olmaması gerekir.

Daha iyi anlaşılması için şöyle ifade edelim: 

İman bir bütündür. Âlimlerimiz bunu, "İnkısamı mümkün olmayan külldür." şeklinde ifade etmişlerdir. Yani iman parçalara ayrılması mümkün olmayan bir bütündür. Bu sırdan dolayı, bir kimse bütün iman hakikatlerine inanıp sadece birini inkâr etse imandan çıkmış olur. Çünkü iman bir bütündür. Bir parçasını inkâr eden tamamını inkâr etmiş gibidir.

Eğer amel imanın bir cüzü yani parçası ise bu durumda, bir ameli terk edenin imandan çıkması gerekir. Yok, amel imanın bir cüzü değilse bir ameli terkten dolayı imandan çıkılmaması gerekir. Çünkü amel imana dâhil değildir ki terkiyle imandan çıkılmış olsun.

İşte Hariciler, Mutezile ve bir kısım Selefîler, ameli imanın bir cüzü kabul etmişler ve "İmanla amel bir bütündür." demişler. Bu batıl itikatlarının bir neticesi olarak da ameli terk edeniimandan çıkmakla itham etmişler.

Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, amel imanın bir cüzü değildir. Amel farklıdır, iman farklıdır. Amel imanın bir cüzü olmadığı için, amelin terki kişiyi imandan çıkarmaz ve kâfir yapmaz.  

O hâlde şu yapılsa: İmanla amelin farklı şeyler olduğu ispat edilse, amelden çıkmanın -yani günah işlemenin- kişiyi imandan çıkarmayacağı ispat edilmiş olur. İşte bizler bu dersimizde bunu yapacağız; amelin imandan farklı olduğunu ispat edeceğiz.

Delilimiz, Kur'an'da onlarca ayette geçen اَلَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ "İman edenler ve salih amel işleyenler" ifadesidir. Bu ayetler imanın amelden farklı olduğunu gösterir. Şöyle ki:

اَلَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ayetinde geçen "vav" harfi atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. 

Mesela "Ali ve Ahmet geldi." desek, Ahmet'in Ali'den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Ali farklıdır, Ahmet farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da "ve" edatıdır.

Aynen bunun gibi,  اَلَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  "İman edenler ve salih amel işleyenler" dediğimizde, imanın salih amelden farklı olduğunu anlarız. İman ve salih amel aynı olsaydı,arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece "iman edenler" denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.

— Ne denilmiş?

"İman edenler ve salih amel işleyenler" denilmiş. İşte bu ifade ispat eder ki amel imandan farklı bir şeydir ve imanın bir cüzü değildir. 

Ayrıca Cenab-ı Hak her nerede imanı zikretmişse salih ameli de onunla birlikte zikretmiştir. Eğer salih amel imana dâhil olsaydı bu bir tekrar olurdu. Tekrar belagatta güzel değildir. Kur'an ise belagat üzerine nazil olmuştur.

Bu tahlillerin neticesi olarak deriz ki: Günah işlemek elbette kötü bir şeydir; sahibini cezaya müstahak kılar. Ancak sahibini imandan çıkarmaz. Ameli terk etmenin kişiyi imandan çıkarabilmesi için, amelin imanın bir cüzü olması gerekir. Bizler ayetle ispat ettik ki amelimanın bir cüzü ve parçası değildir. Bu durumda, günah işleyenin imandan çıkması muhaldir.

10. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair dokuzuncu delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair dokuzuncu delilimiz Âl-i İmran suresinin 135. ayetidir. Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede, cennetin takva sahipleri için hazırlandığını beyan buyurmuş ve takva sahiplerinin sıfatlarını zikretmiş. Takva sahiplerinin dördüncü sıfatı olarak da şöyle buyurmuş:

وَالَّذِينَ اِذَافَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُالذُّنُوبَ اِلاَّ اللَّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Onlar bir günah işlediklerinde veya nefislerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlarlar ve günahları için af dilerler. Allah'tan başka günahları affedecek kimdir? Onlar işledikleri günahta bile bileısrar etmezler. (Âl-i İmran 135)

Bu ayet-i kerimede, Allahu Teâlâ takva sahiplerini anlatırken, "Onlar günah işlemezler." buyurmuyor; "Onlar günah işleyince Allah'ı hatırlar ve tövbe ederler." buyuruyor. 

Takva sahipleri ki onlar müminlerin en makbulüdür ve derece bakımından en üstte olanlarıdır. Buna rağmen günah işleyebiliyorlar. Demek, günah işlememek -peygamberler ve ehass-ı havas müstesna- insanların başaramayacağı bir şeydir. Takva sahibi olsa da bazen günah işler, nefsine zulmeder. 

Eğer günah işlemek kişiyi imandan çıkarıyor ve kâfir yapıyorsa dünyada tek bir mümin yoktur; herkes kâfirdir. Bu durumda, Cenab-ı Hak takva sahiplerini "az küfre girmekle" medhüsena etmiş olur. Yani ayetin manası şöyle olur: Takva sahibi kullar o kimselerdir kigünah işleyip kâfir olduklarında Allah'ı hatırlarlar ve af dilerler. Onlar kâfirlikte ısrar etmezler. Arada bir kâfir olur, sonra tekrar imana girerler.

İşte ayetin manası böyle olur. 

— Allah'ın takva sahiplerini "arada bir kâfir olmakla" övmesi mümkün müdür?

Eğer "Büyük günah işleyen kâfir olur." derseniz, "Evet, mümkündür. Allah onları arada bir kâfir olmakla methetmiştir." demek zorunda kalırsınız. Bu hüküm ise batıldır. Değil takva sahipleri, hiçbir mümin arada bir kâfir olmakla methedilmez. 

Bu durum da ispat eder ki: Günah işlemek kişiyi kâfir yapmaz. Takva sahiplerinin dahi günah işlememek gibi bir sıfatı yoktur!

11. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair onuncu delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair yedinci delilimiz Enfal suresinin 29. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اِنْ تَتَّقُوا اللَّهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُم وَيَغْفِرْلَكُمْ

Ey iman edenler! Eğer Allah'a karşı takva sahibi olursanız Allah size bir furkan verir,günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. (Enfal 29)

Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede, mümin kullarına "Ey iman edenler!" diye seslenmiş ve takva sahibi olmaları şartıyla onların günahlarını örtüp affedeceğini beyan buyurmuş. 

Şimdi şöyle bir tahlil yapalım:

Birinci sorumuz şu: Allahu Teâlâ'nın hitap ettiği bu kişiler mümin midir değil midir?

Elbette mümindir. Bunun delili, Allah'ın onlara "Ey iman edenler!" diye seslenmesidir. Eğer mümin olmasalardı bu hitaba mazhar olamazlardı.

İkinci sorumuz şu: Bu müminlerin günahları var mı?

Elbette var. Çünkü Allahu Teâlâ onlara günahlarını affetmeyi vaat ediyor. Affın olabilmesi için ilk önce günahın bulunması lazım. Günah olmadan af olmaz. Allah'ın onlara,"Günahlarınızı örterim ve sizi bağışlarım." demesi ispat eder ki bu kişiler evvelde günah sahibidir. Bu günah küçük günah da olabilir, beşeriyet iktizasıyla nadiren işledikleri büyük günah da olabilir. 

Bakın, Allahu Teâlâ günahı olan kişilere, "Ey iman edenler!" diye hitap ediyor ve onların imanını tescil ediyor. Allahu Teâlâ'nın bu hitabı ispat eder ki günah işlemek kişiyi imandan çıkarmaz ve küfre sokmaz. 

Eğer günah işlemek kişiyi imandan çıkarsaydı Allah onlara "Ey iman edenler!" diye seslenmezdi. Madem seslenmiş, o hâlde onlar mümindir; günahları onları imandan çıkarmamış ve kâfir yapmamıştır.

Bu da ispat eder ki amel imandan bir cüz değildir ve amelin terkiyle imandan çıkılmaz!

12. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair on birinci delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair on birinci delilimiz Zümer suresinin 53. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لاَتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَجَمِيعًا  

De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyin.Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. (Zümer 53)

Bu ayet-i kerime günahkâr müminler hakkında nazil olmuştur. Bu ayetin müminler hakkında nazil olduğunun bir kısım delilleri şunlardır:

1. Ayette geçen "kullar" manasındaki  عِبَاد kelimesi Kur'an'da hep müminler için kullanılmıştır. Mesela Furkan suresinde şöyle buyrulur:

 وَعِبَادُ الرَّحْمنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا

Rahman'ın o kulları ki yeryüzünde tevazu ile yürürler. (Furkan 63)

Yine İnsan suresinde şöyle buyrulur:

 عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ

Bir pınar ki ondan Allah'ın kulları içerler. (İnsan 6)

Bu ayetlerde olduğu gibi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde geçen "ibad" kelimeleri de "müminler" için kullanılmıştır. Bu durumda, delil olarak gösterdiğimiz ayetteki "ibad" kelimesiyle demüminler kastedilmiş olmalıdır.

2. Ayetteki عِبَاد kelimesine "mütekellim ye'si" izafe edilerek, عِبَادِي denmiştir.  عِبَادِي"Benim kullarım" manasındadır. "Benim kullarım" ifadesi, kıymeti ve şerefi gösteren bir ifadedir. Allah katında bu kıymet ve şeref ancak mümin kullara aittir. Zira Allahu Teâlâkâfirler hakkında, أُولَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ "Onlar hayvanlar gibidir hatta daha da aşağıdadır." buyurmuştur. 

Demek, ayetteki "kullarım" manasındaki  عِبَادِي ifadesi "teşrif ve kıymet" için olup, bu da ancak müminler hakkında geçerlidir.

3. Mümin, kendisinin Allah'ın kulu olduğunu itiraf eden kimsedir. Kâfirler ise bu kulluğu reddeder. Dolayısıyla "kullarım" ifadesi müminlere daha uygun düşer.  

4. Cenab-ı Hak ayet-i kerimede, bütün günahları bağışlayacağından bahsetmiştir ki bu, kâfirler için mümkün olamaz. Zira Allahu Teâlâ kâfirleri affetmeyeceğini bir çok ayette beyan buyurmuştur. Bu durumda, bu ayet müminlerden bahsediyor olmalıdır.

5. Allahu Teâlâ ayet-i kerimede, kullarına "Gafur" ve "Rahim" isimleriyle muamele edeceğini beyan buyurmuştur. Bu isimlerle muamele etmesi ancak müminler hakkındadır. Allah kâfirlere "Aziz", "Cebbar" ve "Müntakim" gibi isimleriyle muamele edecektir. Bu da ispat eder ki bu ayet-i kerime müminler hakkında inmiştir.

Bu ayetin müminler hakkında indiğine daha başka deliller de var. Maksat hasıl olmuştur diyebu kadarla iktifa ediyoruz.

Şimdi sorumuz şu: Ayet-i kerimede,  يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ  "Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım!" buyrulmuş. Ayette bahsi geçen kulların müminler olduğunu ispat ettik. 

— Peki, müminlerin nefisleri aleyhine haddi aşmaları ne demektir?

Aklınıza günah işlemelerinden başka bir şey geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur. Nefsin aleyhine haddi aşmak, günah işlemek ve Allah'a isyan etmektir!

Cenabı Hak haddi aşan bu kullarını müminler zümresine dâhil etmiş ve onlara "Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyin." buyurmuş. "Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyin." ifadesi, kullarını ümitsizliğe düşmekten nehyetmektir ve yasaklamadır. Bu da ümidi ve keremi bekleme hususunda bir emir olur.

Allahu Teâlâ ümidi ve keremi beklemeyi emrettiğine göre, elbette zatına yakışan keremle muamele edecektir. Bu muamele de mümin kullarının günahlarını affetmesidir.

Ayrıca Allahu Teâlâ ayetin sonunda "Gafur ve Rahim olduğunu ve bütün günahları affedeceğini" beyan buyurmuştur. Bu da ispat eder ki günah işleyen mümin dinden çıkmamakta ve kâfir olmamaktadır. Zira kâfir olsaydı onun affı mümkün olmazdı. 

Allahu Teâlâ kâfiri affetmeyeceğini onlarca ayetinde beyan buyurmuştur. Bu ayette isemüminlerin günahlarını affedeceğini beyan ediyor. İşte bu beyan ispat eder ki: Mümin günahı sebebiyle imandan çıkmaz ve kâfir olmaz.

13. Büyük günah işleyenin kâfir olmadığına dair on ikinci delil

Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair on ikinci delilimiz Tevbe suresinin 38. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُمبِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ

Ey iman edenler! Size ne oldu ki "Allah yolunda cihada çıkın." denilince yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının faydası ahirete kıyasla pek azdır. (Tevbe 38)

Bu ayet-i kerime, İbni Abbas Hazretlerinin beyanına göre, Tebük Savaşı hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:

Peygamberimiz (a.s.m.) Taif'ten dönünce, Bizans ile cihad edilmesini emretti. O vakit sıcağın çok şiddetli olduğu bir vakitti. Medine'deki meyvelerin gelişip olgunlaştığı hasat mevsimiydi. Gidilecek mesafe çok uzaktı ve diğer savaşlar için yapılan hazırlıktan daha fazla hazırlık yapmaya ihtiyaç vardı. Bizans ordusu da çok kalabalıktı. 

Bu gibi sebeplerden dolayı bazı sahabeler Bizans ile savaşmayı gözlerinde büyüttüler ve savaşa gitmek istemediler. Bazıları da savaşa gitmedi. Bu hadise üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu.

Şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Allahu Teâlâ savaşa gitmek istemeyen ve Peygamberimiz (a.s.m.)'ın "Cihada çıkın." emrine muhalefet eden bu kişilere "Ey iman edenler!" diye seslenmiştir. 

Şimdi şöyle bir tahlil yapalım:

— Allah'ın hitap ettiği bu kişiler mümin midir değil midir?

Elbette mümindir. Bunun delili, Allah'ın onlara "Ey iman edenler!" diye seslenmesidir. Eğer mümin olmasalardı bu hitaba mazhar olmazlardı.

— Cihad onlara farz mıydı değil miydi?

Elbette farzdı. Zira farz olmasaydı onlar cihadı terk ettikleri için böyle azarlanmazdı. Yineonların bu ameli, "Yeryüzüne çakılıp kalmakla" ifade edilmezdi.

Bakın, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın "Cihada çıkın." emrine muhalefet eden ve farz cihadı terk edenlere Allahu Teâlâ "Ey iman edenler!" diye hitap ediyor ve onların imanını tescil ediyor.

İşte Allahu Teâlâ'nın bu hitabı ispat eder ki bir farzı terk etmek ve büyük günah işlemek kişiyi imandan çıkarmaz. Eğer günah işlemek kişiyi imandan çıkarsaydı, cihadı terk eden ve Peygamberimize muhalefet eden bu kişilerin kâfir olması lazım gelirdi. Bu durumda da Allahonlara "Ey iman edenler!" diye hitap etmezdi. Ama Allah böyle hitap etmiş. Madem böyle hitap etmiş, o hâlde onlar mümindir; farzı terk etmeleri onları imandan çıkarmamış ve kâfir yapmamıştır. Bu da ispat eder ki büyük günah işlemek ve bir farzı terk etmek kişiyi imandan çıkarmaz. 

Ancak şunu yine hatırlatalım: Sakın bu sohbetimizden "günahı hafife alma" dersini çıkarmayın. Günahın ve farzları terk etmenin çok büyük neticeleri vardır. Kişiyi kâfir yapmasa da Allah'ın gazabını celbeder, cehenneme girmesine sebep olur ve kişiyi Allah'ın rahmetinden mahrum eder. Daha bunlar gibi birçok kötülüğü vardır. Konumuz günahın çirkinliği olmadığı için işin bu kısmına girmiyoruz. Bu noktayı unutmayın!

14. "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." ayetinin izahı

Şu bilgiyi hatırlayarak dersimize başlayalım:

Tekfir: Kişiyi küfre nispet etmek ve kâfir olduğunu söylemektir. 

Maalesef günümüzde bazı kimseler -bilhassa Selefî zihniyete sahip olanlar- günah işleyenleri tekfir etmekte yani onları kâfir olmakla itham etmektedirler. Günah işlemeyi küfür kabul eden bu zihniyete göre, büyük günah işleyen herkes kâfirdir. Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, büyük günah işlemek kişiyi dinden çıkarmaz ve kâfir yapmaz. 

Bu dersimize kadar, büyük günah işlemenin kişiyi kâfir yapmadığını delilleriyle ispat ettik. Aslında gösterebileceğimiz daha başka deliller de var. Ancak meseleyi 12 kuvvetli delille ispat ettiğimizden dolayı delil kısmını uzatmaya gerek görmüyoruz. Eserimizin bundan sonraki kısmında tekfircilerin sözlerine cevap vereceğiz. Cevabını vereceğimiz ilk sözleri şöyle: 

Onlar diyorlar ki: Maide suresi 44. ayette şöyle buyrulmuş:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Maide 44)

Bu ayet-i kerimede, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin kâfir olduğu beyan buyrulmuştur. Büyük günah işleyen de Allah'ın indirdiği ile hükmetmemektedir. Dolayısıyla onun da kâfir olması gerekir.

İşte onlar böyle diyorlar. Büyük günah işleyen, Allah'ın indirdiği ile hükmetmiyormuş; bu yüzden de kâfirmiş.

Onların bu sözlerinin ne kadar yanlış olduğunu şimdi sizlere ispat edeceğiz. Bunun için sizlere bazı sorular soracağız: 

— Görmek hangi azanın işidir?

Gözün. İnsan eliyle ya da kulağıyla görmez. Gözüyle görür.

— Peki, işitmek hangi azanın işidir?

Kulağın. İnsan kulağıyla işitir, gözüyle ya da burnuyla değil. 

— Peki, koklamak hangi azanın işidir?

Burnun. İnsan burnuyla koklar, eliyle ya da kulağıyla koklamaz.

— Peki, tatmak hangi azanın işidir?

Dilin. İnsan diliyle tadar, gözüyle ya da kulağıyla tatmaz.

— Peki, tutmak hangi azanın işidir?

Elin. İnsan eliyle tutar.

Şimdi en önemli soruyu soruyoruz: 

— Hükmetmek hangi azanın ya da latifenin işidir? İnsan neyiyle hükmeder?

Hükmetmek kalbin işidir. İnsan kalbiyle hükmeder ki buna tasdik denir.

Dolayısıyla "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse... " ayetinin manası, "Kim Allah'ın indirdiğinin doğruluğunu kalbiyle tasdik etmezse... " şeklindedir. Allah'ın indirdiğinin doğruluğunu kalbiyle tasdik etmeyen kâfirdir. Bunda şüphe yoktur. 

— Peki, kalbiyle tasdik ettiği hâlde onunla amel etmese ne olur? 

Mesela içkinin haram olduğuna hükmetti yani kalbiyle bu hükmün hak olduğunu tasdik etti ama içkiyi de içti. Bu kişinin durumu nedir?

Bu kişi Allah'ın indirdiği ile hükmetmiş ancak o hükümle amel etmemiştir. Hükmetmek farklıdır, amel etmek farklıdır. Bu kişi içkinin haram olduğunu kabul ettiği için mümindir; o hükümle amel etmediği için fasık ve günahkârdır. 

Eğer ayet-i kerimede, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse..." değil de "Kim Allah'ın indirdiği ile amel etmezse..." denilseydi, o zaman büyük günah işleyenin kâfir olduğuna hükmederdik. Ama Allahu Teâlâ "amel etmezse" buyurmayıp, "hükmetmezse" buyurmuş.

İşte günah işleyeni kâfir kabul edenlerin anlayamadığı nokta burası. Onlar "hükmetmek" ile "amel etmemek" arasındaki farkı anlayamamışlar; amel etmemeyi hükmetmeme zannetmişler. Hâlbuki hükmetmek kalbin işidir ve buna tasdik denir. 

Peki şöyle sorsak: 

— Bir kimse içki içmese ama içkinin haram olduğunu da kabul etmese, bu kişi mümin midir?

Hayır mümin değildir. Çünkü bu kişi Allah'ın indirdiği ile amel etmiş ama hükmetmemiştir. Kalbiyle içkinin haram olduğunu tasdik etmediği için kâfirdir; velev ki ağzına bir damla bile içki sürmemiş olsun...

Demek, kişi Allah'ın tek bir hükmünü inkâr etse, Allah'ın hükmüyle hükmetmediği için kâfir olur. Diğer bütün hükümleri kabul etse de yine kâfirdir. Eğer o hükmün hak olduğunu tasdik edip o hükümle amel etmezse, bu durumda, bu kişi Allah'ın hükmüyle hükmetmiş sayılır.Ancak o hükümle amel etmemiştir. Hükmetmeyen kâfir olurken, amel etmeyen fasık ve günahkâr olur. Kâfir olmak farklıdır, günahkâr olmak farklıdır!

Şimdi de başka bir meseleyi konuşalım: 

— Bir kimse, ortada Allah'ın hükmü varken o hükme zıt kanunlar yapsa, bu kişi kâfir olur mu?

Mesela Allah içkiye haram derken, içkinin helal olduğuna dair kanun çıkarsa ya da Allah zinaya haram derken, zinanın suç olmadığına dair hüküm ihdas etse, bu kimse kâfir midir değil midir? Yani şeriatın hükümlerine zıt olan beşerî kanunları ihdas edenlerin durumu nedir?

Onların durumu şudur: Eğer onlar kendi koydukları hükümlerin doğru, Allah'ın hükümlerinin yanlış ya da günümüzde geçersiz olduğuna itikad ediyorlarsa veya Allah'ın hükümlerini hafife alıyorlarsa onlar kâfirlerin ta kendileridir. Çünkü bu insanlar Allah'ın hükümlerinin doğruluğunu kalben tasdik etmemektedirler. Bu tasdiksizlik onları kâfir yapar!

Eğer bu kişiler, Allah'ın hükümlerinin hak ve kendi kanunlarının batıl olduğunu kabul ediyor; buna rağmen şeriata zıt hükümler ihdas ediyorlarsa bunlar mümindir. Bu kişiler Allah'ın hükümlerinin doğruluğunu kalben tasdik ettikleri için Allah'ın indirdiği ile hükmetmiş sayılırlar. Ancak o hükümlerin zıttı olan kanunları yapmakla fasık ve günahkâr olmuş olurlar. 

Şunu da ilave edelim: "Bu kimse kâfir olmaz, mümindir." derken, "Dünyevi hukuk olarak mümin muamelesi görür." demek istiyoruz. Yani mesela nikâhı fesholmaz, kestiği hayvan helaldir, varsa ibadeti geçerlidir. Bunlar gibi, mümin için geçerli olan hukuk onun için de geçerlidir. Ancak son nefeslerinde imanlarını muhafaza edebilirler mi onu bilmeyiz. 

Şu kadar deriz ki: Çok zordur... Dünyada mümin muamelesi görmek farklıdır, son nefeste imanı muhafaza edip iman üzere ölmek farklıdır. Bütün ömürlerini Allah'ın hükümlerine zıthükümleri ihdasla geçirenlerin Allah'ın gazabını celbetmemesi ve son nefeste imanlarını muhafaza etmeleri çok zordur!

Bir de şu meseleye girelim: 

— Beşerî kanunlarla idare edilen ülkelerde yaşayan insanların durumu nedir?

Burada iki durum söz konusudur: Eğer Allah'ın hükümlerini kabul ediyor ve âcizliği sebebiyle beşerî hükümleri değiştiremediği için bu hükümlerle idare ediliyorsa, bu kişimümindir. Yeter ki Allah'ın hükümlerine kalben taraftar olsun. Hazreti Yusuf (a.s.) Mısır'a vali olduğunda Mısır beşerî hükümlerle idare ediliyordu. Hazreti Yusuf (a.s.)'ın o hükümlerle karar vermesi onu imandan çıkarmamıştır. Çünkü o vaziyetinde o kanunları değiştirmeye gücü yoktu. Ne zaman ki o güce ulaştı, o kanunları Allah'ın hükümleriyle değiştirdi. 

Aynen Hazreti Yusuf (a.s.) gibi, bizlerin de şu andaki beşerî kanunları değiştirmeye gücümüz yok. Kalben asla onlara taraftar değiliz ve sadece Allah'ın hükümlerini beğeniyoruz. Bu durumda bizler müminiz.

Eğer beşerî kanunlarla yönetilen ülkede yaşayanlar bu kanunları beğenir, Allah'ın kanunlarını küçümser ve şeriatın vaktinin geçtiğine inanırsa bunlar kâfirdir. Çünkü bunların kalbindetasdik kalmamıştır. 

Hatta şöyle diyebiliriz: Kişi Allah'ın bütün hükümlerinin hak ve geçerli olduğunu kabul edipsadece bir hükmü inkâr etse, bu kişi kâfirdir. Diğer hükümleri tasdik etmesi onu mümin yapmaz.

Kardeşlerim, bu ders çok önemli bir ders. Bu dersi bir daha okuyalım ve bu dersi yaymaya çalışalım. Çünkü kişi farkında olmadan iman dairesinden çıkar da haberi bile olmaz!

15. "Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası cehennemdir." ayetinin izahı

Bu dersimizde tekfircilerin şu sözlerine cevap vereceğiz:

Onlar diyorlar ki: Nisa suresi 93. ayette şöyle buyrulmuş:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًاعَظِيمًا

Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. (Nisa 93)

Bu ayet-i kerimede, kasten bir mümini öldürenin cehennemde ebedî kalacağı bildirilmiş. Cehennemde sadece kâfirler ebedî kalacaktır. Bu durumda, kasten adam öldürenin dinden çıkması ve kâfir olması gerekir. Eğer kâfir olmasaydı ebedî cehennemde kalmazdı. Katilin cehennemde ebedî kalacak olması onun kâfir olduğuna delildir. Eğer adam öldürmek kişiyi kâfir yapıyorsa diğer büyük günahlar da kişiyi kâfir yapmalıdır.

İşte onlar böyle diyorlar. Şimdi mezkûr ayetin izahını yapalım. İzahını yaptığımızda göreceksiniz ki mesele hiç de onların dediği gibi değil.

Evvela ayetin iniş sebebine bakalım: Bu ayet-i kerime Mikyes isimli bir zat hakkında inmiştir. Şöyle ki: 

Mikyes ve Hişam iki kardeşti ve Medine'de Müslüman olmuşlardı. Bir gün Mikyes kardeşi Hişam'ı Benî Neccar kabilesi arasında ölü buldu. Hemen gidip durumu Peygamberimiz(a.s.m.)'a bildirdi. Peygamberimiz (a.s.m.) Zübeyr isimli bir sahabeyi Benî Neccar kabilesinegönderip, "Hişam'ın katilini biliyorsanız onu Mikyes'e teslim edin. Eğer bilmiyorsanız ona diyetini ödeyin." diye haber yolladı.

Hazreti Zübeyr ve Mikyes Benî Neccar kabilesine bu haberi ulaştırınca, onlar: "Vallahi katili tanımıyoruz. Ancak kardeşine diyeti ödeyeceğiz." dediler ve diyet olarak Mikyes'e yüz deve verdiler. 

Mikyes ve Hazreti Zübeyr Medine'ye dönerken şeytan Mikyes'e şöyle fısıldamaya başladı: 

— Sen ne diye kardeşinin diyetini aldın, bu senin hakkında bir utançtır. Yanındaki Zübeyr'iöldür ve intikamını al...

Şeytanın bu vesvesesine uyan Mikyes Hazreti Zübeyr'i öldürür ve dinden çıkarak develerle birlikte Mekke'ye gider. Daha sonra Mikyes Mekke'nin fethi günü öldürülmüş ve kendisine eman verilmemiştir.

İşte "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir." ayeti Mikyes hakkında inmiştir. Onun cehennemde ebedî kalması Hazreti Zübeyr'i öldürdüğü için değil, dinden döndüğü içindir. Bu ayetin hükmü de Mikyes gibi kâfirlere şamildir.

Eğer bu yaptığımız izaha, "Ayetin iniş sebebinin hususiyeti hükmün umumiliğine engel teşkil etmez. Ayet her ne kadar Mikyes hakkında inmiş olsa da hükmü bütün katillere şamildir." denilerek itiraz edilirse, şu izahları yaparız:

1. Bu ayetin hükmü bir mümini öldürmeyi helal kabul edenler hakkında olabilir. Bunların cehennemde ebedî kalacak olması cinayetten dolayı değil, haramı helal kabul etmelerinden dolayıdır. Çünkü haramı helal kabul eden kâfir olur ve cehennemde ebedî kalır. 

2. Bu ayetin hükmü bir mümini imanından dolayı öldüren hakkında olabilir. Bir mümini imanından dolayı öldürmek kişiyi kâfir yapar. Böyle bir kişinin cehennemde ebedî kalacak olması cinayetinden dolayı değil, imana kastetmesinden dolayıdır. İmana kasteden ve imanı küçümseyen kâfir olur ve cehennemde ebedî kalır.

3. "Cehennemde ebedî kalıcı olduğu hâlde" şeklinde mana verilen خَالِدًا فِيهَا ifadesi her zaman ebedîlik ifade etmez. "Hulûd" bir yerde uzun süre kalmaktır. Nitekim Araplar günlere "havâlid" derler. Bu, günlerin sonsuza kadar devam edeceğinden değil, uzun süre kalıcı olmalarındandır. 

Eğer ayetteki "hulûd" lafzı "ebed" lafzıyla birlikte kullanılıp خَالِدًا فِيهَا أَبَدًا denilseydi, biz bu ifadeden katilin cehennemde ebedî kalacağını anlardık. Ancak böyle denilmemiş ve أَبَدًاlafzı terk edilmiş. Bu da ispat eder ki mümini kasten öldüren cehennemde ebedî değil, uzunsüre kalacaktır. Bu da katilin -dolayısıyla büyük günah işleyenin- kâfir olmadığını ispat eder. 

Önceki izahları bir kenara bırakıp sadece bu izahı esas alsak mesele halledilmiş olur. 

Bu makamda şöyle bir soru sorulabilir: 

— İbni Abbas Hazretleri adam öldürenin cehennemde ebedî kalacağını beyan etmiş. İbni Abbas ki Kur'an'ı en iyi anlayan sahabelerdendir. Onun bu görüşü yanlış mıdır?

Bu soruya cevabımız şudur: İbni Abbas Hazretleri bu sözü, adam öldürmeyi engelleme hususunda mübalağa olsun ve kişiyi öldürmeden menetsin diye söylemiştir. Nitekim Kurtubîtefsirinde beyan edildiğine göre, Ebû Mâliki'l-Eşcaî, Sa'd İbni Ubeyde’nin şöyle dediğini nakletmiştir:

İbni Abbas Hazretlerine bir adam gelerek, "Bir mümini kasten öldürenin tövbesi var mıdır?" diye sordu. İbni Abbas Hazretleri, "Hayır, onun gideceği yer ancak ateştir." diye cevap verdi. Soruyu soran kişi oradan ayrılınca o mecliste hazır bulunanlar, "Ey İbni Abbas, sen bize böyle mi fetva verdin? Evvelce sen bize katilin tövbesinin kabul olacağını söylerdin." dediler. 

O zaman İbni Abbas Hazretleri, "Ben bu adamın çok sinirli ve kızgın olduğunu ve onun bir mümini öldüreceğini zannediyorum. Onun için böyle fetva verdim." dedi. Sonra o adamı takip ettiklerinde hakikaten onun bir mümini öldürmek istediğini anladılar. 

Gördüğünüz gibi, İbni Abbas Hazretlerinin "Bir mümini öldürenin tövbesi yoktur." sözügünahtan vazgeçirmek içindir, yoksa asıl fetvası bu değildir. 

Nitekim Süfyan İbni Uyeyne Hazretleri şöyle der: Bir kişi adam öldürmediyse, ona: "Adam öldürürsen senin tövben yoktur." denilir. Fakat adam öldürür ve sonra pişman olup tövbe etmek isterse, "Senin tövben kabul edilir." denilir.

Bu görüş Ehl-i sünnet itikadındaki bütün âlimlerin görüşüdür. Bununla ilgili birçok ayet ve hadis de vardır. Ayetlerden on iki tanesini daha önceki derslerimizde nakletmiştik. Dileyenler önceki derslerimizi okuyabilirler.

16. "İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır." ayetinin izahı

Bu dersimizde tekfircilerin şu sözlerine cevap vereceğiz: 

Onlar diyorlar ki: En'am suresi 82. ayette şöyle buyrulmuş:

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُولئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ

İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar onlardır. (En'am 82)

Bu ayet-i kerimede, imanlarına zulmü bulaştırmayanların güven içinde olduğu ve onların doğru yolu bulduğu beyan buyrulmuştur. Ayetteki "zulümden" maksat büyük günahlardır. Güven içinde olmak, imana zulmü bulaştırmayanlara yani büyük günah işlemeyenlere has kılındığına göre, imanlarına günahı bulaştıranlar yani büyük günah işleyenler güven içinde ve doğru yolda değildirler. Bu da onların mümin olmamasını iktiza eder.

İşte onlar böyle diyorlar. Şimdi mezkûr ayetin izahını yapalım. İzahını yaptığımızda meselenin hiç de onların dediği gibi olmadığını göreceksiniz.

Ayet-i kerimede "İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar"  buyrulmuş. Buradaki "zulüm" büyük günah olmayıp şirktir yani Allah'a ortak koşmaktır. Nitekim Lokman suresinde şöyle buyrulmuştur:

إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ  Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür. (Lokman 13)

Bakın, bu ayet-i kerimede şirke "zulüm" denmiş ve şirkin büyük bir zulüm olduğu beyan buyrulmuş. İşte tahlilini yaptığımız ayetteki "zulüm" de şirktir ve ayetin manası şöyle olur: 

— İman edip de imanlarına zulmü yani şirki bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlar içindir ve onlar hidayet bulanların ta kendileridir. 

Bunun böyle olduğuna delilimiz şudur: İzahını yaptığımız ayet En'am suresinin 82. ayetidir. Bu ayet Hazreti İbrahim'in kıssasının anlatıldığı bölümde geçmektedir. Bu kıssa şirki reddetmek hususunda nazil olmuştur ve başından sonuna kadar bunu anlatmaktadır. Bu kıssada itaat ve ibadetler zikredilmemiş, tevhid ve iman zikredilmiştir. Bu sebeple ayetteki "zulmü" şirk manasına hamletmek gerekir.

Eğer bu yaptığımız izaha itiraz edilip, "Yok, biz ayetteki 'zulmü' büyük günaha hamlederiz." denilirse, biz de deriz ki: Hadi büyük günaha hamledin. İyi de bundan günah işleyenin kâfir olacağı neticesi çıkmaz ki. Bu durumda ayet şöyle izah edilir: 

Müslümanların günahkârlarını yani imanlarına zulmü bulaştıranları Allahu Teâlâ korkuyla tehdit etmiş ve onlar için emniyetin olmadığını beyan buyurmuştur. Emniyetin olmamasıazabın ebedî olmasını gerektirmez. Ahirette nice anlar vardır ki Peygamberler dahi güven içinde olmayacak, "nefsî nefsî" diyerek korkacaktır. Günahkârların korkusu ise çok daha uzun bir süre devam edecektir. İşte ayet-i kerime bu durumu anlatmaktadır. 

Ayet-i kerimede azabın ebedî olduğuna dair hiçbir işaret yoktur. Allah dilerse günahkârları korkularından sonra affeder, dilerse günahları kadar azap edip sonra cennete sokar. 

Mesele bu kadar basittir!

17. "Kim bir günah işler ve günahı onu kuşatırsa, işte onlar ateşin ashabıdır." ayetinin izahı

Bu dersimizde tekfircilerin şu sözlerine cevap vereceğiz: 

Onlar diyorlar ki: Bakara suresi 81. ayette şöyle buyrulmuş:

بَلَى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Kim bir günah işler ve günahı onu kuşatırsa işte onlar ateşin ashabıdır. Onlar orada ebedîdirler. (Bakara 81)

Bu ayet-i kerimede, günah işleyenin ve günahı tarafından kuşatılanın cehennemde ebedîkalacağı bildirilmiştir. Cehennemde ebedî kalmak kâfirlere mahsustur. Bu durumda, günah işleyenin de kâfir olması gerekir. Eğer kâfir olmasaydı cehennemde ebedî kalmazdı. 

İşte onlar böyle diyorlar. Günah işleyenin cehennemde ebedî kalması onun kâfir olduğuna delilmiş. Şimdi mezkûr ayetin izahını yapalım. İzahını yaptığımızda onların ne kadar yanıldığını ve meselenin hiç de onların dediği gibi olmadığını göreceksiniz.

Bu ayet-i kerime ya kâfirler hakkında ya da müminler hakkında inmiştir. Kâfirler hakkında indiği kabul edilirse ayete şöyle mana verilir:

مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً Kim bir seyyie işlerse...  

Eğer ayet-i kerime kâfirler hakkında inmişse,  سَيِّئَةً kelimesi "günah" manasında değil "şirk"manasındadır. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: Kim şirk günahını işler ve müşrik olursa... 

وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ Ve günahı onu kuşatırsa...

Günahın kişiyi kuşatması; kişinin kalbinde tasdik, dilinde ikrar ve hiçbir azasında taat ve ibadetin olmamasıyla mümkündür. Eğer kişinin kalbinde tasdik, dilinde ikrar ve bazı azalarında taat ve ibadet varsa günahı kişiyi kuşatamaz. Bu durumda, günahın kişiyi kuşatması ancak onun kâfir olmasıyla mümkündür. 

Bu ihtimale göre ayetin manası şöyle olur: Kim bir seyyie işlerse -yani şirk günahını işler ve müşrik olursa- ve günahı onu kuşatırsa -yani kalbinde tasdik, dilinde ikrar ve hiçbir azasında ibadet bulunmazsa- işte onlar ateşin ashabıdır. Onlar orada ebedîdirler.

Ayet-i kerimenin kâfirler hakkında indiğini kabul edersek ayeti bu şekilde izah ederiz. Eğer ayetin müminler hakkında indiğini kabul edersek ayetin manası şöyle olur:

مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً Kim bir günah işlerse  وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ ve günahı onu kuşatırsa  فَأُولئِكَأَصْحَابُ النَّارِ  işte onlar ateşin ashabıdır  هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ  onlar orada uzun süre kalırlar.

Bakın, ayetin kâfirler hakkında indiğini farz ettiğimizde  خَالِدُونَ kelimesine "Ebedî kalırlar." manası verdik. Ayetin müminler hakkında indiğini farz ettiğimizde ise  خَالِدُونَ kelimesine "Uzun süre kalırlar." manası verdik. Bunun sebebi şudur:

خَالِدُونَ ifadesi her zaman "ebedî kalmayı" ifade etmez; "uzun süre kalma" manasına da gelir.Nitekim kelimenin kökü olan "hulûd" bir yerde uzun süre kalmaktır. Araplar günlere"havâlid" derler. Bu, günlerin sonsuza kadar devam edeceğinden değil, uzun süre kalıcı olmalarındandır.

Eğer ayetteki "hulûd" lafzı "ebed" lafzıyla birlikte kullanılıp  خَالِدُونَ أَبَدًا denseydi, biz bu ifadeden onların cehennemde ebedî kalacağını anlardık. Ancak böyle denilmemiş ve أَبَدًاlafzı terk edilmiş. Bu da ispat eder ki: Eğer ayet müminler hakkında inmişse mümin cehennemde ebedî değil, uzun süre kalacaktır. 

Demek, bu ayetin müminler hakkında indiği kabul edilse dahi ayette günahkâr müminlerin cehennemde ebedî kalacağına dair hiçbir delalet yoktur. Ayetin delaleti, günahkârmüminincehennemde uzun süre kalacağınadır. Uzun süre kalsa da mümin bir gün cehennemden çıkacaktır. Bu da ispat eder ki büyük günah işleyen kâfir olmamaktadır.

18. "Zina eden kişi zina ederken mümin değildir." hadisinin izahı

Bu dersimizde tekfircilerin şu sözlerine cevap vereceğiz: 

Onlar diyorlar ki: Hadis-i şeriflerde büyük günah işleyenlerin mümin olmadığı beyan buyrulmuş. Mesela şöyle denmiş:

لا يَزني الزَّاني حينَ يَزني وهوَ مؤمنٌ  Zina eden kişi zina ederken mümin değildir.

ولا يَسرقُ السارقُ حينَ يسرقُ وهوَ مؤمنٌ Hırsızlık yapan kişi hırsızlık yaparken mümin değildir. 

ولا يشربُ الخمرَ حينَ يشربُها وهوَ مؤمنٌ Şarap içen kimse şarap içerken mümin değildir.

Bu ve benzeri hadislerde açık bir şekilde günah işleyenin mümin olmadığı beyan buyrulmuştur. Bu hadisler ispat eder ki büyük günah işleyen kâfir olur ve imandan çıkar.

İşte onlar böyle diyorlar. Şimdi bu hadislerin manasını izah edelim ve onların bu sözlerini çürütelim:

Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

لا عَيْشَ إلاَّ عَيْشُ الآخِرَة Ahiret hayatından başka hiçbir hayat yoktur. (Buhârî, 6413; Müslim 1805) 

— Şimdi, bu hadis-i şeriften dünya hayatının olmadığı mı anlaşılır?

İyi de dünya hayatı var! 

— Hadisi böyle anlarsak dünya hayatının varlığını neyle izah edeceğiz? 

Peygamberimiz (a.s.m.), "Ahiret hayatından başka hiçbir hayat yoktur." derken, dünya hayatını inkâr etmiyor; dünya hayatının kemalini inkâr ediyor, asıl ve kamil hayatın ahiret hayatı olduğunu söylüyor. Yani ahiret hayatıyla dünya hayatı kıyas edildiğinde dünya hayatı sanki yok hükmündedir. İşte Peygamberimiz (a.s.m.) bunu beyan ediyor. Bir şeyin kendisine yok demek farklıdır, kemalini reddetmek farklıdır.

Aynen bu misalde olduğu gibi, "Zina eden kişi zina ederken mümin değildir." sözünün manası da "Kamil manada mümin değildir. İmanı kemalde değildir. Hakiki mümin değildir." gibi manalardır. Peygamberimiz (a.s.m) zina edenin imanını inkâr etmiyor, imanının kemalini inkâr ediyor. İmanı yok kabul etmek farklıdır, imanın kemalini reddetmek farklıdır. Burada olan şey imanın kemalini reddetmektir.

Başka bir misal daha verelim:

Denilir ki:  لاَعِلْمَ إِلاَّ مَانُفِعَ İlim ancak kendisinden faydalanılan şeydir.

Peki, şimdi soralım: 

— Faydalanamadığımız bilgi ilim değil midir?

Elbette o da ilimdir lakin kamil ilim değildir. İlmin kendisi başkadır, kemali başkadır. Bir şeyin kemalini reddetmek kendisini reddetmek değildir.

Aynen bunun gibi, "Şarap içen kimse şarap içerken mümin değildir." demek de "Bu kişi kâfirdir." demek değildir. Bunun manası, "Kamil manada mümin değildir. İmanı kemalde değildir. Hakiki mümin değildir." gibi manalardır.

Yine Peygamberimiz (a.s.m.)'ın "Şu işi yapan benden değildir." sözü, "Benim hakiki ümmetim değildir. Bana hakikaten ümmet olsaydı bu işi yapmazdı." manasındadır. Yoksa o kişinin kâfir olması manasında değildir.

Mesela Peygamberimiz (a.s.m.), "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." buyurmuştur. Bunun manası, "Komşusu açken tok yatan her kişi kâfir olur." demek değildir. Bunun manası, "Bu kişi bizim gibi hakiki mümin değildir, imanı kemal bulmamıştır." manasındadır.

Örnekleri çoğaltabiliriz ki biz bunu günlük hayatımızda da kullanıyoruz. Mesela yanlış teşhis koyan bir doktor hakkında "O, doktor değil." dersiniz. Bu sözünüzle, "O kişinin doktor diploması yok. Tıp okumamış." manasını kastetmezsiniz. Kastettiğiniz şey o kişinin iyi bir doktor olmadığıdır.

Bu sözü yanlış yapan her meslek erbabı için söylersiniz. Hatta sizi aldatan kişi hakkında, "O, adam değil." dersiniz. Bu sözünüzle o kişinin insan olduğunu reddetmezsiniz. Söylemek istediğiniz şey o kişinin insan-ı kamil olmadığıdır. Evet, insandır ama insan-ı kamil değildir.

İşte Peygamberimiz (a.s.m.)'ın da "Mümin değildir, bizden değildir." gibi sözleri, "Güzel mümin değildir, bizim gibi hakiki mümin değildir." manasındadır. Yoksa o kişinin kâfir olduğu manasında değildir. Bir şeyin kendini yok saymak farklıdır, kemalini yok saymak farklıdır. Mezkûr hadislerde yok sayılan şey imanın kemalidir, kendisi değildir.

Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Daha fazla örnek vermeye ihtiyaç yoktur.

Bu dersimiz tekfir konusunun son dersiydi. Rabbimize hamdüsena olsun, bir imani eseri daha bizlere tamamlattı. Aslında bu konuda söylenecek daha çok söz var. Ama işin ince detayısizleri sıkar. Sizleri sıkmamak için o ince detaya girmeyip bu kadarla iktifa ediyoruz. 

Rabbim bizleri iman hizmetinden ayırmasın. Bu eseri benim ve halisane bu dersleri okuyanların günahlarına kefaret yapsın. Bizi kendine kul, Habibine ümmet eylesin. Âmin.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun