İlmî vücutlara da Cenab-ı Hakk'ın isimleri tecelli ediyor mu; harici vücutlar gibi hayatlı mıdır?
- Ayan-ı Sabiteler de harici vücutlar gibi hayatlı mıdır?
- Bediüzzaman'ın şu ifadaleri nasıl anlaşılmalıdır:
"İşte, kadere ve kazâya iman rüknü dahi, geniş bir vecihte sırr-ı hayatla anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani, nasıl ki âlem-i şehadet ve mevcut hazır eşya, intizamlarıyla ve neticeleriyle hayattarlıkları görünüyor; öyle de âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vasıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder." (Otuzuncu Lem'a)
"Nasıl ki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehâsında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar, belki ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasıl ki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra gelecek baharlara bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla her birinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz'ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u haricî gibi, o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır." (Otuzuncu Lema)
Değerli kardeşimiz,
Daha önceki alimler, özellikle ehl-i tasavvuf, “ilmî vücut sahibi olan” varlıklara “ayan-ı sabite” sözcüğünü kullanmışlardır.
- “Ayân” kelimesinin “sabit” kelimesine izafe edilmesi ve onunla sabitlenmesi, ilmî vücutları itibariyle bunların adem-i mutlaktan müberra olmasına delalet içindir. Çünkü, sonsuz olan ezelî ilim, adem-i mutlakın varlığına izin vermez.
- Evet, her şeyin ve her mevcudun iki cephesi vardır. Birisi, mahiyet ve zatı; diğeri ise, hariçteki vücudu ve suretidir. Yani, cismani boyutudur. Her şeyin aslını ve özünü teşkil eden ise, zatı ve mahiyetidir. Bu da Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde manevi ve ilmi olarak mevcuttur. Buna vücud-u ilmî de denir. Şayet, Cenab-ı Hak, ezeli irade ve kudreti ile, ilminde sabit olan bu mahiyetlere ve asıllara harici bir vücut verirse, o zaman bunlar âlem-i ilim ve âlem-i maneviden çıkıp mahlukat ve şehadet alemine intikal etmiş olurlar.
- İşin erbabı olan bazı alimlerin “Âyân-ı sabite vücudun kokusunu bile almamıştır.” (Merkezu’l-Ebhasi’l-Akadiye) demeleri, onların bulundukları o vücud-u ilmiyedeki halleri itibariyledir; yoksa bunlardan bazılarının daha sonra Allah’ın yaratmasıyla harici vücut giymeyecekleri anlamına gelmez.
- Allah’ın ilminde var olan varlıkların manevi olan program ve projeleri ile Halık ve Kudret sıfatlarının tecellisiyle harici vücut giyen varlıkların mahiyeti çok farklıdır. Biri ilmi, diğeri kevnidir. Biri ancak akılla idrak edilen manevi ve ilmi bir boyuttur, diğeri ise, elle tutulan maddi bir yapıdır.
- "Âyân-ı sâbite", "hakâik-ı eşyâ-yı ilmiye"/ eşyanın ilmî hakikatleri diyebileceğimiz, hakâik-i mümkinâta dair ilmî vücudlar çerçevesinde düşünülen zâtlar ve mahiyetler, Allah’ın ezeli ilminde yer alan ve esmâ-i ilâhiyenin sûret-i tecellilerinden ibarettir.
- Diğer bir ifadeyle, her şey, ister mevcud olsun, ister madum olsun, Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde sabit ve daimdir ki, buna ayan-ı sabite denir.
- Her şeyin ve her mevcudun iki cephesi vardır. Birisi, mahiyet ve zatı; diğeri ise hariçteki vücudu ve suretidir. Yani, cismani boyutudur. Her şeyin aslını ve özünü teşkil eden ise, zatı ve mahiyetidir. Bu da Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde manevi ve ilmi olarak mevcuttur. Buna vücud-u ilmi de denir. Şayet, Cenab-ı Hak, ezeli irade ve kudreti ile, ilminde sabit olan bu mahiyetlere ve asıllara harici bir vücut verirse, o zaman âlem-i ilim ve âlem-i maneviden mahlukat ve şehadet alemine intikal etmiş olur.
Üstad Bediüzzman'ın bu ifadeleri şöyle anlaşılırsa isabetli olur kanaatindeyiz:
a) “Öyle de âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vasıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder.” ifadesinin manası şudur: Geçmiş ve gelecekte mahluklardan canlı olanların hayatlarının Allah’ın ilmindeki mahiyeti manevidir.
Bu gelecekte yaratılacak olan canlıların harici vücutlarıyla ilm-i ilahide var olduğu anlamına gelmez. Çünkü, ilim sıfatı -kudret gibi zorlayıcı bir özelliğe sahip olmadığı gibi- cisimlerin bünyelerini ihtiva etme özelliğine de sahip değildir. Üstad Hazretlerinin “...ve Ruhlu birer sübut-u ilmidir” ifadesinden de bunu anlamak mümkündür. Bu sübut-u ilminin şeklini bilmesek de bunun harici bir vücut olmadığı bilinen bir gerçektir.
b) Varlıkların ilmî vücutlarını bir ağacın çekirdek ve meyvesine veya geçen seneki bahar ile bu seneki baharın varlığına benzeten Üstad Hazretleri, bu ifadeyle de ilmî vücutların harici vücutlardan çok farklı olduklarının altını çizmiştir. “Her nevi ve her cüz'ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder.” şeklindeki ifadesi bu konuda çok açıktır.
c) “Ve vücud-u haricî gibi, o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır.” şeklindeki ifadesinden de anlaşıldığı üzere, malum-u ilmî olanlar, harici vücuda sahip olanların mazhar olduğu bir hayata değil, umumi hayatın manevi bir cilvesine mazhardır.
d) Üstad'ın “...Evet hayat-ı ezeliye güneşinin ziyası olan bu cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u haricîye münhasır olamaz; belki herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır; ve kâinat bütün âlemleriyle o cilve ile hayatdar ve ziyadardır.” şeklindeki ifadesini de şöyle anlamak mümkündür: Allah’ın ezeli olan Hay isminin bir cilvesi olan hayat, yalnız alem-i şehadete, vücud-u hariciyeye ve hazır zamana muhasır değildir. Bilakis, alemi gaybın çeşitli versiyonlarını teşkil eden her bir alem dahi -kendi kabiliyetine göre bu hayat cilvesine mazhardır.
Üstad'ın burada “..vücud-u haricîye münhasır olamaz” ifadesinden açıkça anlaşılıyor ki, o bu ifadeyle ilmî vücudu harici vücuttan ayrı tutmaktadır. Keza “belki herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır” şeklindeki ifadesinden de anlaşılıyor ki, “her alemin hayatla ilgili farklı kabiliyeti vardır. Bazılarının kabiliyeti vücud-u hariciyeye göredir. Diğer bazılarının ki ise vücud-u ilmiye göredir."
Üstad'ın düşüncesinin daha önceki İslam alimlerinin düşüncesiyle örtüştüğünü düşünüyoruz.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, ayan-ı sabite "harici vücut” bakımından hayatlı değildir. Çünkü gerçek hayat vücud-u hariciyeye bağlı olarak tahakkuk eden bir vasıftır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Biz insanlar yaratılmadan önce neredeydik?
- Ayan-ı sabite inancı, Ehl-i sünnette var mıdır; varsa kanıtı nedir?
- Ezel ve ebed, Allah katında bir an içinde hazır ve mevcut mudur?
- Allah geleceği bilmez, bilirse zorlayıcı olur, sözü ne kadar doğrudur?
- Bazı evliyalar "Hakiki hakâik-ı eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakâikın gölgeleridir." demişler; bu ne demektir? Eşyanın hakikatı hakkında bilgi verir misiniz?
- Allah'ın fiilleri mahluk mudur?
- Teftazani, ruh mahluk değil demiş midir?
- “Ol” (Kün) emrinin muhatabı kimdir?
- Ruh (canlılık) bir nevi enerji midir?
- Biz şu anda nerdeyiz? Allah yarattığı her şeyin öncesini ve sonrasını ezeli ilmiyle bilir. O halde şu anda insanlar, Allah indinde hayatlarını yaşamışlar, mükafaat ve cezalarını almak icin cennet veya cehennemdedirler, demek doğru olur mu?..