Hz. Muaviye’nin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e dedikleri doğru mu?

Tarih: 25.08.2022 - 20:03 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hz. Muaviye'nin Muhammed b. Ebubekir'e cevaben gönderdiği mektupta yazanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bu mektubun kaynağı güvenilir mi?
- Mektupta Hz. Ebubekir ve Ömer hakkında bahsedilenler?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, Hz. Muaviye’nin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e olumsuz hiçbir ifadesi yoktur, aksine onları över ve hak yolda olduklarını ifade eder, hatta Muhammed b. Ebubekir'in ifadelerinin babası Hz. Ebu Bekir ve diğer halifelere zarar vereceğini söyler.

​Muhammed b. Ebu Bekir, Hz. Muaviye’ye Mektup Yazdı mı?

Soru:
Muhammed b. Ebu Bekir, Hz. Muaviye’ye, Hz. Ali’nin hilafetine karşı çıkması Cemel ve Sıffîn’de onunla savaşması konusunda bir mektup yazdı mı? Hz. Muaviye de bu mektuba bir cevap verdi mi?

Bu soruya birkaç açıdan şöyle cevap verilebilir:

1. Mesudi (Ali b. Hüseyin, ölüm: 345/956) meşhur "Mürûcu’z-Zeheb" adlı eserinde Hz. Muaviye’nin hilafeti konusundan söz eder.[1]  Muhammed b. Ebu Bekir, Hz. Ali tarafından Mısır’a (Sıffin Savaşından sonra) vali tayin edildi. Hz. Ali hilafete gelince, Mısır’a vali tayin ettiği Kays b. Sa’d b. Ubade’yi geri çağırarak Muhammed’i de onun yerine vali tayin etmişti.[2]

Mesudî, 956 yılında öldüğüne göre, Mesudî bu konuyu yaklaşık 200 yıl kadar sonra kitabına alıyordu.

Şunu belirtelim ki, Mesudî kitabında bu mektubu hangi kaynak veya kaynaklardan veya hangi isnat zinciriyle kimlerden aldığını ve kitabına aldığını da belirtmez. Bu yüzden tarih kitaplarında ve uzun zaman sonra yer alan bu tür mektupların yüzde yüz doğru olduğu, kesin bilgi ifade ettiği ve tahriflere maruz kalmadığı da iddia edilemez.

Hem tarihi eserler, hadisler gibi cerh ve tadîle tabi tutulmamışlardır. Bu yüzden tarihlerdeki bilgiler bize bazı hususlarda bazı kanaatler verebilirler. Şu kadar var ki; böyle bilgilerin sübûtu kesin değildir.

2. Bu iki mektubun orijinali, yani orijinal belgesi, vesikası ve aslı elimizde mevcut değildir. Konuyu ele alırken bu husus daima göz önünde bulundurulmalıdır. Tarih kitaplarında yer alan bu gibi mektuplara ve bilgilere, kesin nass gibi bakılmamalıdır.

3. Diğer yandan tarihçi Mesudî 956 yılında ölen birisi olarak bir Abbasi dönemi (750-1258) tarihçisidir. Bu yüzden Emevi Hilafet Devletinin ilk halifesi ve bu devleti kuran Hz. Muaviye konusunda, Abbasi döneminde yazılan bir tarihte yer alan bilgiler konusunda, bu cihetle de dikkatli olunmalıdır. Çünkü Abbasiler döneminde yazılan Emeviler dönemi tarihlerinde; Emevi karşıtlığı, muhalifliği gibi sebeplerle bazı gerçek dışı tahrifler, yanlış yorumlar, kötülemeler, karalamalar bulunabilmektedir.

4. Taberî ve Mesudî’nin tarihleri İslam Tarihinin iki önemli kaynağı olsa da Mesudî’nin tarih anlayışına bakılırsa, o birçok konuyu ve meseleyi sathi olarak kaleme alır. Yazdıklarında, değil söylentilere, hiç aslı olmayan “efsanelere” bile yer verir ve bunları “hakikatmiş, gerçekmiş” gibi anlatır. Bazı savaşlarda asker sayılarını çok abartılı (hilaf-ı hakikat) zikreder. Mesela, ona göre Mısır’da İskenderiye Şehrini kuran Büyük İskender’e deniz hayvanları engel olmuştur. Yine o bir hakikatmiş gibi, Mağrib’de bütün binaları bakırdan olan bir Medinetü’n-Nühas’tan (Bakır Şehir’den) söz eder.

5. Yine o, konuya ehil olup olmadığına, konunun yalan (gerçek dışı) ve hakikat olmasına bakmadan ve iyi araştırmadan, “muhatabından ne duyarsa” kitabına alır. Bu yüzden İbn-i Haldun da Mukaddime’sinde bu yönleriyle onu tenkit eder. Taberi’nin de benzer hataları olabilir.[3]

Bu yüzden Taberi, Mesudî ve benzer İslam tarihçilerinin bir naklini görüp “Bunu onlar kitaplarına aldığına göre, bu şüphe götürmez bir hakikattir, onlar da bu düşüncededir. Yoksa bu bilgiyi kitaplarına almazlardı.” diye düşünüp, bir konuda çabuk, acele karar vermemek, konuyu etraflıca araştırmak gerekir.

Durum farklı açılardan mukayese ve muhakeme edilip, bu nakil ve materyal hakkında karar ve görüş belirtme çabasında olunmalıdır.

Hz. Muaviye ve Muhammed b. Ebu Bekir konusuna da böyle dikkatli yaklaşılmalıdır. Hakikatin ipuçları işaretleri titiz ve dikkatli araştırılmalıdır.[4]

6. Hz. Muaviye ve Hz. Ali’nin ikinci Mısır Valisi Muhammed b. Ebu Bekir’le mektuplaşması konusu ve her iki tarafın mektupları Mısırlı araştırmacı Ahmed Zeki Safvet’in (1893-1975e) "Cemheratu Resâili’l-Arab" adındaki eserinde de yer almaktadır.[5]

Bu eser daha sonra ilk baskının tıpkıbasımı olarak Lübnan’da da basılmıştır. İki eserin sayfa numaraları da aynıdır. Ahmed Zeki Safvet’in eserinde yer alan iki mektup da üç dört satırlık farklı eklemeler hariç, "Mürûcu’z-Zeheb"teki geçtiği şekildedir.

Hz. Ali’nin Muhammed b. Ebu Bekir’in Kektubunda Hangi Vasıfları Zikredilir?

Konuyu birkaç açıdan şöyle cevaplamak mümkündür:

1. Muhammed’in yazdığı mektubun ilk yarısı içinde Hz. Ali’nin Rasulullah’a ilk iman eden oluşu, kendini Rasulullah’a teslim edişi, Rasulullah’ın onu bütün dostlarına tercih etmesi, Hz. Ali’nin onu her türlü korkulu durumda koruması, her türlü korkuda nefsini onun için ortaya koyması (vâsâhu bi nefsihî), onun harp ettikleriyle harp etmesi, barış yaptıklarıyla barışta olması, zelillik (güçsüzlük) zamanlarında onun için kendini oraya koyması, cihadlarında Rasulullah’ın en önde gelen kuvveti, destekçisi oluşu, onun yaptıklarında kimsenin kendine yakın (fazilette ona denk) olamaması gibi hususlar yer alır.[6]

2. Mesela, Ahmed Zeki Safvet’in kitabında yer alan Muhammed b. Ebu Bekir’in mektubunda yer alan bir farklı cümle de şudur: اَسَّابِقُ الْمُبَرِّزُ فِی كُلِّ خَیْرٍ اَوَّلُ النَّاسِ اِسْلاَمًا : “(Ali) bütün hayırlarda (sahabeler içinde) en önde gelen ve en üstün olandır. İslam’a girmede insanların birincisidir.”[7]

3. Muhammed’in mektubunda ayrıca Hz. Ali şu vasıflarla da anılır:

O Rasulullah’ın (İslam’da muâhâtta) kardeşi ve amcası Ebu Talib’in oğludur. Gayb-ı Mektûmu (Allah’ın varlığını ve vahyi) tasdik edendir. Niyet bakımından en hayırlı, zürriyet (nesil) bakımından en efdal (en üstün) kimsedir. Zevcesi (eşi Fatıma) bakımından en hayırlı insandır. Rasulullah (asm) Efendimizin amcaoğlu olması bakımından insanların en faziletlisidir. Kendini Allah’a satan Cafer’in kardeşidir. Seyyidü’ş-Şüheda olan Hamza onun amcasıdır. Babası Ebu Talib, Rasulullah’a en yumuşak, merhametli davranandır.

4. Muhammed b. Ebu Bekir’in mektubuna göre, Mekke ve Medine dönemini ilgilendiren konularda sanki Rasulullah’ın yanında, ona en büyük desteği veren Hz. Ali’dir. Sanki diğer sahabeler Rasulullah’a yardım ve destekte hiç ortada yok gibidirler.

Mektuba göre Hz. Ali, ilk Müslüman olan, Rasulullah’ın çağrısına ilk icabet edendir. Oysa kaynaklara göre o Müslüman olduğunda dokuz, on veya on bir yaşlarında bir çocuktur. Hz. Hatice’den sonra Müslüman olmuştu. Yani Hz. Ali, Hz. Hatice’den sonra, çocuklardan ilk Müslüman olandır. Hz. Ali’nin hicret öncesi hayatı hakkında, kaynaklarda fazla bilgi yoktur.

Oysa onun bu dönemdeki hayatı, menkıbevi ve efsanevî rivayetlerle örülü Şii kaynaklarda doğumundan itibaren en ince teferruatına[8] kadar ve zengin kerametlerle dolu olarak anlatılır.

Şii kaynaklar onun ilk Müslüman olduğunu iddia ederler ve bunda ısrarcıdırlar.

5. Muhammed’in yazdığı nakledilen bu mektup, sanki Muhammed b. Ebu Bekir yaşarken yazılan bir mektup değil de Şiiliğin oluşum sürecinden sonra yazılan, kurmaca, düzmece bir mektup gibidir. Oysa Muhammed b. Ebu Bekir; Hz. Ali taraftarları hayatta iken, Hz. Ali’nin hilafeti konusunda farklı fikirler varsa da Müslümanlar bir bütündü. Camilerde beraber ve aynı şekilde namaz kılıyorlardı.

Mektuba göre, her korkulu durumda Hz. Ali nefsini (kendini) ortaya koyarak Hz. Peygamber’i vikaye etmekte, yani korumaktadır. Mesela, bu söz doğru değildir. Gerçeklerle uyuşmaz. Öncelikle Mekke döneminin ilk yarısında Hz. Ali bir çocuktur. Ebu Talib, Hz. Hamza, Hz. Ömer bile Rasulullah’ı ve kendilerini ve Rasulullah’ı korumakta zorluk çekerken, diğer Müslümanlar da kendilerini koruyamazken veya bunda zorlanırken; Hz. Ali Rasulullah’ı nasıl bütün tehlikelere karşı koruyabilir?

6. Hz. Ali sadece hicret sırasında Rasulullah’ın yatağında yatarak büyük bir hizmet ve fedakârlıkta bulunmuştur. Fakat o, Müslüman olduktan itibaren elbette Rasulullah’ın yanında ve tarafındadır.

Hz. Ali (r.a.) Rasulullah’ı daima her tehlikeye karşı korumuşsa, Rasulullah (asm) niye Taif’e gitmiş, Mekke Müşriklerinden onlara sığınmak istemiş, neden Zeyd (r.a.) ile Taif’ten dönerken bir himayeci ile şehre girebilmiştir?

Mekke’de her korkulu durumda onun kendini ortaya koyması, yani açıklaması da doğru değildir.

Müslümanların güçsüz zamanları olan Mekke’de, kendisini Rasulullah (asm) için ortaya koyması da söz konusu değildir.

- “Cihadında onun bir nazîri yoktur, o Rasulullah’a müzâhir olmada en öndedir.”: () Rasulullah ile birlikte maddi ve manevi mücahedede, ondan önce olan Aşere-i Mübeşşere’den ve başka muhacirlerden, Sâbıkîn-i Evvelîn’den başka kimseler de vardır. Mesela Hz. Ali Sünni kaynaklara ve hadislere göre fazilette ilk üç halifeden geridedir. Oysa Muhammed’in Hz. Muaviye’ye yazdığı mektupta, en faziletli sahabenin Hz. Ali oluşuna işaret ve delalet edilir. Durum böyle değildir. Bu daha sonraları oluşmuş Şii bakış açısına tıpa tıp uyar.

7. Mektuptaki şu hususlar da doğrularla bağdaşmaz:  

لا مُقَارِبَ لَهُ فِی فِعْلِهِ: “Onun (Hz. Ali’nin) yaptıklarında (İslam’a ve Rasulullah’a desteklerinde, işlediği hayırlarda) ona yakınlaşan hiçbir kimse yoktur.” iddiası da doğrularla bağdaşmaz. O sadece Sabıkîn-ı Evvelîn içinde yer alan bir sahabedir.

الَسَّابِقُ الْمُبَرِّزُ فِی كُلِّ خَیْرٍ: “O her türlü hayırda en önde olan destekçi (Rasulullah’ın müzahiri)dir.” hükmü de yanlıştır.

وَاَصْدَقُ النَّاسِ نِیَّةً : “Ve o niyet bakımından insanların (sahabelerin) en hayırlısıdır.” sözü de tartışılır. Herkesin her işte niyetinin keyfiyetini ancak Allah bilir. Allah’ın ona bildirmesi ile Rasulullah’tan başka kim “Niyet bakımından Ali’den sâdık, sıddîk yoktur!” diye hüküm verebilir? Böylece diğer sahabelere, muhacir ve ensara tarizde bulunabilir? Belki niyette sadakatte onun gibi olan ve onu geçenler de vardır.

8. Diğer yandan Muhammed b. Ebu Bekir; “Hz. Ali’yi öveceğim” derken, övülesi sahabilerden Hz. Cafer’in Mute’de şehitliğini, Hz. Hamza’nın Uhud Savaşında şehadete mazhariyetini, Ehl-i Sünnete göre mümin olarak ölmeyen Ebu Talib’in Rasulullah için yaptıklarını da; Hz. Ali’nin sevap ve fazilet kefesine koymaktadır. Bu anılanlar içinde Hz. Fatıma da vardır.

Oysa Kuran’da “Hiçbir nefis başkasının günah yükünü sırtlanmaz”, “Her nefsin (iyilik cinsinden kazandıkları) lehine (kötülük cinsinden) yaptıkları da aleyhinedir” açıklamaları vardır.[9] Bu hususta başka ayetler de vardır.

Hz. Muaviye’nin Muhammed b. Ebu Bekir​’in Mektubuna Cevabı ve Mektubun Tahlili

Soru:
Hz. Muaviye’in Muhammed b. Ebu Bekir’e yazdığı mektubun tercümesini verebilir misiniz?

Hz. Muaviye, Muhammed b. Ebu Bekir’in mektubuna karşı ona şu cevabı yazdı:

“Muaviye b. Sahr’dan babasını tanîf eden; ayıplayan (hakkında kötü konuşan, onu eleştiren) Muhammed b. Ebu Bekir’e.

Bundan sonra derim ki, mutlaka kendisinde; Allah’ı ve ehlini azameti, kudreti hâkimiyeti ile; ayrıca Rasulullah aleyhissalatu vesselamı ve âlini Allah’ın seçkin kılması ile, sana ait kelamla andığın ve onda senin görüşünü zayıf kıldığın ve baban hakkında kendisinde tanîf (sertlik, ayıplama ve şiddet) olan, Ali b. Ebu Tâlib’in de faziletini, önceliğinin kıdemini, Rasulullah’a karabetini ve her korkulu durumda kendini ona adadığından söz ettiğin mektubun bana ulaştı.

Bu durumda; benim aleyhime getirdiğin delilin ve senden başkasının fazileti ile beni ayıplaman, senin faziletinle değildir (yersizdir). Bu yüzden ben; bu fazileti senden engelleyen ve senden başkasında kılan Rabbe hamd ediyorum.

Evet, mutlaka biz ve içimizde (bizim tarafımızda yer alan baban Ebu Bekir); Ali b. Ebu Talib’in faziletini (üstünlüğünü) iyi biliriz (takdir ederiz). Ve onun bizim üzerimize (kabulü) lazım ve bize (itirafı) büyük bir hayır olan faziletini de (biliriz). Ne zamanki Allah Nebisi aleyhissalatu vesselam için (ilmi) katında olanı (onun ölümünü) ihtiyar ettiğinde; vadettiklerini onun için tamamladığında, davetini güçlü kıldığında, hüccetini kuvvetli yaptığında ve onun ruhunu kabzettiğinde; baban (Ebu Bekir) ve onun (Rasulullah’ın) Faruk (Ömer), halife oldular ve onun (bu husustaki) reyine (içtihadına ve görüşüne, içtihatlarıyla) muhalif oldular. Bunun üzerine ittifak ve ittisak ettiler (uyum içinde tutarlı oldular).[10]

Sonra bu ikisi (Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer) onu (Hz. Ali’yi) kendilerine biate çağırdılar ama o (Hz. Ali) bu ikisine (biatte) yavaş davrandı.[11] O ikisine (biatte) durakladı ve o ikisi de onunla ilgili üzüntülerde oldular. Sonra o ikisi onun hakkında büyük bir karar aldılar (biat etmesini istediler). Daha sonra o (Hz. Ali) o ikisine (halife olarak) biat etti ve o ikisini de halife olarak kabul etti. Ve o ikisi ise; onu idarede işlerine iştirak ettirmediler, her ikisi de sırlarına onu muttali kılmadılar. Sonunda Allah o ikisinin ruhunu kabzetti.

Sonra (halifelerin) üçüncüsü olan Osman iş başına geldi. İlk ikinin (iki raşid halifenin) hidayeti ile doğru yolda oldu. O ikisinin siretiyle (yönetiminde) yürüdü. Ama sen ve sahibin (Hz. Ali) onu ayıpladın (eleştirdin). Hatta (iş büyüdü) bu hususta (hilafet ve Osman’ı öldürmede) buna uzak olan ehl-i maâsi (günahkârlar) tamada (istek ve arzuda) bulundular. Siz ikiniz de, Osman hakkında (ona gerekli desteği vermeyerek) gaileler talep ettiniz, bu konuda ona adavetinizi izhar ettiniz. Hatta bu hususta (sebep olduğunuz) musibetinize (onun ölümüne) ulaştınız.

Bu durumda şimdi sen Ey Ebu Bekir’in oğlu hazer et (dikkatli ol). Orta parmağınla işaret parmağının arasını ölç (çok yakın zamanda hak ettiğini bulacaksın).

Hilmini dağların tarttığı bir kimseye[12] muvazi ve müsavi olmaya yetişilmez. Onun mızraklarının kahrına yumuşak davranılmaz. Onun hilim ve rıfkına da sözle yetişilmez.

Baban (Ebu Bekir) bu işin (hilafet meselesinin) döşeğini yaydı (sanki hilafeti kurdu). Mülkünün (hilafet yönetiminin) temelini attı ve onu (hilafet binasını) yükseltti. Eğer (üç halife döneminde) üzerinde olduğumuz şey (rey, görüş, yönetim tarzı ve içtihat) doğru ise; mutlaka baban (Ebu Bekir) bunda (içtihadında) bildiğinde şaşmayan ilk kişidir. Biz de onun şürekâsıyız (onun yolunu takip edenleriz).

Baban (Ebu Bekir) bunu daha önce yapmasaydı; biz de Ebu Talib’in oğluna (ilk halife olmasına) muhalif olmazdık, (ilk üç halife yanında yer almazdık). Onunla (Ali ile) barış yapardık. Lakin biz, bizden önce babanı (Ebu Bekir’i) bunu yapar bulduk, biz de onun benzerini (benimsedik) aldık (uyguladık).

Öyleyse şimdi sen, aklın kesiyorsa, (durumu hakkıyla anlıyorsan önce) babanı ayıpla veya (ondan başkasını ayıplamayı) suçlama işini bırak.

Selam münîbler (Allah’a yönelenler) üzerine olsun.”[13]

Hz. Muaviye’nin Mektubunda Neler Dikkat Çeker?

Hz. Muaviye’nin Muhammed b. Ebu Bekir’in mektubuna cevap olarak yazdıklarında önemli bazı noktalar dikkat çeker.

1. Bu mektuba göre; öncelikle Muhammed b. Ebu Bekir’in yazdığı mektupta, öz babası olan Hz. Ebu Bekir’e bir tanîf (تَعْنِیفٌ) vardır. Muhammed, babası 634’te öldüğünde üç yaşında bir çocuktu. Annesi Esmâ bint-i Umeys, önce ilk kocası Cafer b. Ebu Tâlib’le evlenmişti.  Hz. Ca’fer (r.a.) Mute savaşında şehit olunca, Esma, Hz. Ebu Bekir’le evlendi. Hz. Ebu Bekir vefat edince Hz. Esma, Hz. Ebu Bekir’den olma Muhmmed b. Ebu Bekir’in annesi, üçüncü kocası olarak Hz. Ali ile evlenmişti. Muhammed b. Ebu Bekir de annesi ile birlikte Hz. Ali’nin evine gitti ve üvey babası Hz. Ali yanında büyüdü ve yetişti.[14]

Hz. Muaviye, Muhammed b. Ebu Bekir’in, babasına tanîfte bulunduğundan söz etti. Bu kelime ‘unf kökündendir. ‘Unf; rıfkın zıddıdır. Kaba, sert davranma, zorbalık, şiddet, zorluk, zora sokma, iyi ve muhsin davranmama, birini kötü görme gibi manalara gelir. Böyle olunca tanîf etmek de; birine kırıcı davranmak, onu üzmek, ona gereken saygıyı göstermemek, haksız yere eleştirmek, zorlamak, birine kabalık etmek, onu zora sokmak, levm etmek, kınamak, ayıplamak, tevbih etmek, tahkir etmek gibi manaları anlatır.

2. Hz. Muaviye’ye göre ayrıca kendisine şiddetli bir mektup yazan Muhammed b. Ebu Bekir, mektubunda, Muhammed’in kendi görüşünü, düşüncesini tad‘îf (تَضْعِیفٌ) ettiğinden de söz eder. Yani Muhammed aslında, farkına varmadan hilafet ve halifelerin sırası konusunda görüşünün zayıflığını ortaya koymuştur.

Tad‘îf; zayıflatma, güçsüz kılma, kuvvetsiz hale sokma demektir. Zaten Hz. Muaviye’nin neredeyse mektubunun tamamına yakını, Muhammed’in hilafet konusundaki zayıf düşüncelerine karşı yaptığı bir izah gibidir.

3. Diğer yandan Hz. Muaviye’nin Muhammed b. Ebu Bekir’e yazdığı cevabî mektuba göre; Muhammed; sahabeler içinde Rasulullah’a en yakın, İslam’a hizmetleri en çok, Aşere-i Mübeşşere’nin birincisi, Rasulullah’ın ilk halifesi, Sâbıkîn-i Evvelîn’den ve muhacirlerden olan, ashâb-ı kiramın müçtehitlerinden öz babası Hz. Ebu Bekir’in hilafet kurumu ve ilk halifeler konusundaki reyini, içtihadını ta‘nîf ederken; dolayısıyla bütün ashabın ittifak ve icma ile kendisine biat ettiği Hz. Ebu Bekir’i, ayıplayıp eleştirip üzerken, onu içtihadında yererken; üvey babası Hz. Ali’nin faziletlerinden söz etmektedir, onu fazilet ve hayırda üstünlükte  bütün sahabilerin en üstünü ve birincisi gibi göstermektedir.

Hem Muhammed b. Ebu Bekir Hz. Ali’yi; “kendisinde bulunan iyi vasıfları ile”; mesela ilk Müslüman kabul etmekle, Gayb-ı Mektûm’u tasdikiyle, onu bütün dostlarına tercihle, nefsiyle onu korkulu durumlardan korumakla, onun harp ettikleriyle harp etmekle, barış yaptıklarıyla barışta olmakla, kendini gece gündüz ona ibtizâl etmekle, hayırda sâbık (birinci) olmakla, ona uyanlar arasında benzersizliği ile yaptığı hayırda ona yaklaşan bir kimse olmamakla, niyet bakımından sıddîk (en sadık) olmakla övmektedir.[15]

Aslında; Hz. Ali için saydığı bu yüksek vasıfların hepsi Hz. Ebu Bekir’de de fazlasıyla ve Hz. Ali’den daha kuvvetli ve baskın şekilde Hz. Ebu Bekir’de de vardır. Hz. Ali çocuk yaşta olan ilk Müslümanların birincisi iken; Hz. Ebu Bekir hür erkeklerden ilk Müslüman olandır. Ehl-i Sünnete göre yaptıklarıyla faziletçe en üstün sahabedir. O da Rasulullah’ı bütün sevdiklerine tercih edendir. Rasulullah’a Hz. Ali’den daha yakın, Mekke ve Medine döneminde onun en yakın dostudur, halîlidir. Kendisini ve malını Rasulullah için ortaya koyandır, koruyandır. Hayırda Hz. Ali değil, birinci sırada, -sahabeler içinde- o vardır. Rasulullah’a uyanlar içinde sevapta benzersiz biri varsa o Ebu Bekir olmalıdır. Hayırda ona yaklaşanlar; sırasıyla Aşere-i Mübeşşere’den diğerleridir. Hz. Ali, ona yaklaşanlar içinde Ehl-i Sünnete göre dördüncü kişidir. Niyet bakımından en sadık ve sıddîk olan da -Rasulullah’ın açıklaması ile- Hz. Ebu Bekir’dir. Hz. Ali’nin Mekke döneminde en göze batan büyük hizmeti, hicretin ilk gecesinde Rasulullah’ın yatağına yatma fedakârlığı iken; Rasulullah (asm) en tehlikeli durumda, yani yine hicrette kendisine en güvendiği, en fedakâr sahabesi olan Hz. Ebu Bekir’i arkadaş edinmiştir.

Oysa Muhammed b. Ebu Bekir mektubunda üvey babasını kendinde olan faziletlerle överken; Hz. Ali’den daha faziletli ve sahabelerin en faziletlisi, en kıdemlisi, en yüksek rütbelisi Hz. Ebu Bekir’den bir kelime ile olsun söz etmemektedir.

4. Diğer yandan Muhammed b. Ebu Bekir, Hz. Ali ile akraba başka kimselere ait faziletleri de Hz. Ali’ye isnat ederek Hz. Ali’yi övmeye girişir. Ona göre üvey babası Hz. Ali; zevcesi Hz. Fatma bakımından sahabelerin en hayırlısı, Rasulullah’a amcaoğlu olmak cihetiyle, insanların efdali, Mute’de kendini Allah için feda eden Hz. Cafer’in kardeşidir. Uhud günü şehit olan Hz. Hamza (Seyyidü’ş-Şüheda) onun amcasıdır. Hz. Ali’nin babası Ebu Talib Rasulullah’ın hamisidir…[16]

Dikkat edilirse, dile getirilen bu türlü faziletler Hz. Ali’ye değil; başkalarına, adları zikredilenlere aittir.

5. Diğer yandan Hz. Muaviye Muhammed b. Ebu Bekir’e; “Benim aleyhime, senden başkasının (Hz. Ali’nin) fazileti ile delil getiriyorsun, kendinin değil de başkasının fazileti ile beni ayıplıyorsun.” gibi sözlerle[17] cevap verir. Yani kısaca “Anladık da, sen kimsin, varsa kendi faziletinle beni ayıpla.” demek ister. “Sen benimle fazilette boy ölçüşemezsin.” demek ister.

6. Ayrıca Hz. Muaviye; mektubunun dördüncü satırında “Sen Ali b. Ebu Tâlib’in faziletini zikrediyorsun” diye başlayan sözlerinde, onun hayırda önde oluşunu, kıdemini, Rasulullah’a soyca yakınlığını, yine Hz. Ali’nin korkulu, tehlikeli durumlarda Rasulullah’ı korumak için kendisini ortaya koyduğunu kabul ettiğini açıklar.[18]

Yani o: “Ben Hz. Ali’den fazilette daha üstünüm, hayırda ondan daha öndeyim, davasını gütmüyorum” der. Yoksa “Sen mektubunda Hz. Ali’nin üstünlüklerini sayıp, bana laîn oğlu lain” diyorsun, bana lanetle, beddua ile sebbediyorsun; Hz. Ali’yi göklere çıkarıyorsun. Madem öyle, ben de, beni övüp ona lanet edeceğim, o da şöyle şöyle kötü, işe yaramaz bir adamdır…” şeklinde Hz. Ali’ye seb ve lanet etmez, böyle bir karşılık vermez. Yani o Muhammed’e göre çok akıllı, sabırlı, halim selim ve dengeli ve mutedil bir insandır. Bunu yazdığı mektubuyla, mektubunun üslûbu ve içindeki hakikatlerle de ortaya koyar.

Ardından yine Hz. Muaviye; Hz. Ali’nin fazileti ile ilgili düşüncelerini şöyle dile getirir:

“Mutlaka biz ve içimizde (bizim tarafımızda) yer alan baban (Ebu Bekir); Ali b. Ebu Tâlib’in faziletini (üstünlüğünü) iyi biliriz (takdir ederiz). Hem onun, üzerimize (kabulü) lazım ve bize (itirafı) büyük bir hayır olan faziletini de (biliriz)” diyor.[19]

Böylece engin gönüllülüğünü, kadirşinaslığını, gerçekçiliğini, hilminin ve ilminin gereğini ortaya koymuş oluyor.

7. Sonra Hz. Muaviye mektubunun dokuzuncu satırından itibaren; Hz. Ali -onun hilafeti- konusunda şöyle der:

"Allah onun (Rasulullah’ın) ruhunu kabzettiğinde baban (Ebu Bekir) ve onun (Rasulullah’ın) Faruk’u (Hz. Ömer) onun (Hz. Ali’nin hilafet) hakkını ibtizâz[20] ettiler (ona râcih ve üstün olarak, hayırda kefeleri ağır olduğu için) elde ettiler. Ve (ilk iki halife bu konuda) onun reyine (içtihadına, görüşüne) muhalif oldular. Bunun üzerine ittifak ve ittisâk ettiler (uyum içinde tutarlı oldular)”[21]

Hz. Muaviye’nin mektubuna göre Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Ali’yi kendilerine biate çağırdıklarında o bu konuda -her ikisine biat etse de- biatte yavaş davranmıştır. İslam tarihi kaynaklarına göre, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’e biatte geciktiyse de Hz. Ömer’e biatte gecikmemiştir.[22] Yalnız, Hz. Ömer ilk halife tarafından “veliyyü ahd” tayin edildiğinde Hz. Ali, “Ömer’den başkasına razı olmayız.” şeklinde görüş belirtmiştir.[23] Hz. Muaviye de aslında Hz. Ali’nin her iki halifeye biat ettiğini, mektubunun on ikinci satırında : “O ikisine biat etti ve o ikisiyle aralarında bir problem kalmadı.” diye açıklamaktadır.[24]

Hz. Muaviye’ye Göre Halifeliği Kendisiyle Başlatan Kimin Babasıdır?

Hz. Muaviye’nin mektubunun son kısmına –son dört satırına– göre Rasulullah’tan sonra hilafet işini ve kurumunu düzene koyan, yönlendiren ve bir bakıma ilk üç halife ile istikrara kavuşturan ve bunların sebeplerini hazırlayan, Hz. Ebu Bekir’dir.

Evet, her ne kadar Hz. Ebu Bekir’in hilafette gözü yoksa da ilk halife o olmuştur. Kendisinden sonra on yıl hilafeti devam edecek Hz. Ömer’i de yerine istihlâf ve veliyy-ü ahd (veliahd) eden odur. Hz. Ömer de kendinden sonra altı kişiden birinin halife olmasını istemiş ve bu isteği gerçekleşmiş ve Hz. Osman Rasulullah’ın devletine halife olmuş ve 12 yıl hilafette kalmıştır. Gerçi Hz. Ömer’in hilafete en layık gördüğü altı kişiden biri Hz. Ali olsa da hilafet Hz. Ömer’den sonra ona nasip olmamıştır.

Hz. Muaviye, Hz. Ebu Bekir’in hilafet konusundaki etkili durumunu ve bunun sonuçlarını Muhammed b. Ebu Bekir’e yazdığı cevabî mektubunda, üç dört satırda şöyle dile getirir:

“(Öz) baban (Ebu Bekir) bu işin (hilafet düzeni, kurumu ve meselesinin) döşeğini yaydı. Mülkün (hilafet yönetiminin) temelini attı ve onu (hilafet binasını) yükseltti.

Eğer (ilk üç halife döneminde) üzerinde olduğumuz şey (rey, görüş, içtihad, yönelim) doğru ise; mutlaka baban (ilk halife) Ebu Bekir bunda (içtihadında) bildiğinden şaşmayan ilk kişidir. Biz de onun şürekâsıyız (onunla başlayan yolu, çizgiyi, yönelimi) takip edenlerdeniz.

Baban Ebu Bekir bunu daha önce yapmasaydı (hilafet konusunda bir yönelim, belirlemeseydi); biz de Ebu Tâlib’in oğluna (üvey baban Ali’ye) muhalif olmazdık (ilk halife o olurdu ve biz ondan önceki ilk üç halife yanında yer almazdık). Onunla (Hz. Ali ile hilafeti konusunda) bir olurduk. Lakin bizden önce öz babanı bunu yapar bulduk; biz de onun (reyinin) benzerini (benimsedik) aldık (uyguladık, ilk üç halifeye uyduk).

Öyleyse sen aklın kesiyorsa (durumu anlıyorsan) babanı ayıpla. Veya suçlama işini (ondan başkasını) ayıplamayı bırak…”[25]

Hz. Muaviye Sözlerinde Neleri Açıklamak İster?

Bu konudaki düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Görüldüğü gibi Hz. Muaviye’ye göre; Hz. Ebu Bekir Rasulullah’ın ilk halifesi olunca; hilafet kurumu ve sisteminin yerleşmesi ve istikrarı için onun döşeğini sermiş, yani sebeplerini hazırlamıştı.

2. Hilafet binasının temelini o atmıştı ve yapısını tamamlayan kişi oydu.

3. O bunu yaparken; elbette sahabilerin desteğini almış, önce halifeliği için kendine umumi biat almıştı. Hz. Ömer’i yerine veliahd ve halife bırakırken de istişarelerle Hz. Ömer’i seçmişti.

4. İlk üç halife döneminde, diğer sahabilerle birlikte Hz. Muaviye de onların yanında yer almıştı.

5. Hz. Muaviye’ye göre müçtehit sahabilerden olan Hz. Ebu Bekir hilafetle ilgili konuda içtihadında “bildiği haktan şaşmayan ilk kişidir.” Diğer iki halife bu konuda Hz. Ebu Bekir’e uydukları gibi, Hz. Muaviye ve bütün sahabeler de ona ve onun yolunda olan ikinci ve üçüncü halifeye uymuşlardır. Bu çizgi üzerinde onun şürekâsıdırlar.

6. Hz. Ebu Bekir’in rey ve görüşü (ve onu takip eden diğer iki halifenin görüşleri) cahil kişilerin görüşleri değildir. Onların bu konudaki görüşleri bir içtihat ve fetvadır. Hz. Ali de bu konuda onlara uymuştur. Fetva ve içtihat konusu araştırıldığında görülür ki, cennetle müjdelenenlerin içinde yer alan ilk dört halifenin ve diğer altısının müçtehit halifeler olduğu görülür.[26]

Müçtehit sahabilerden olan Hz. Muaviye’nin içtihadına göre; -Şiilik bakış açısından- hilafet konusunda bir suçlu, hatalı aranıyorsa; bu başta Ebu Bekir’dir. Hz. Muaviye ve diğer halifeler ve sahabeler de ona uymuşlardır. Öyleyse Muhammed b. Ebu Bekir ayıplanacak, tenkit edilecek birini arıyorsa; başkasını aramamalıdır.

7. Elbette bir müçtehidin bu konuda yaptığı içtihat, ortaya koyduğu rey ve ona uyan müçtehit sahabeler ve bunlar içinde olan Hz. Ali ve yine kendisi de müçtehit sahabelerden olan Hz. Muaviye ona uymakla[27] suçlu görülemezler.

8. Görüldüğü gibi Hz. Muaviye, Muhammed b. Ebu Bekir’e yazdığı mektubunda makul, mantıklı, görüşü ehl-i sünnetin görüşü ile mutabık şeyler söyler. Eğer o hilafet konusunda -Muhammed’in iddia ettiği gibi- Hz. Ali’ye muhalif olduysa, Şiilerin iddia ettiği gibi onun Rasulullah’ın vasisi olduğunu kabul etmediyse -ki hilafet konusunda Rasulullah’a vasilik diye bir şey yoktur- bunu başta Hz. Ebu Bekir’in ve kendisinin içtihadına[28] uyarak yapmıştır ve Sevâd-ı A‘zam’a uymuştur.

9. Hz. Muaviye’nin Muhammed b. Ebu Bekir’e yazdığı cevabî mektupta; asla Hz. Ali’ye, Muhammed’e ve bu ikisinden başkalarına seb, lanet, tahkir ve aşağılama yoktur.

Hz. Muaviye Mektubunda Muhammed’i Nasıl Tehdit etti?

Hz. Muaviye, Muhammed b. Ebu Bekir’e yazdığı cevabî mektubunun sonunda –Mektubun 17-18. Satırlarında- kendisini “La‘în oğlu la‘în: Lanetli oğlu lanetli” diye lanetleyen, tahkir eden, yalan yanlış sözlerle aşağılayan Muhammed’i şöyle tehdit etmişti:

“Bu durumda (bana yazdıkların üzerine) şimdi sen ey Ebu Bekir’in oğlu, hazer et (çok dikkatli ol). Orta parmağınla işaret parmağının arasını ölç (çok yakın zamanda hak ettiğini bulacaksın).

Hilmini dağların tarttığı bir kimseye[29] muvazi ve müsavi (denk) olmaya yetişilmez. Onun mızraklarının (ordusunun) kahrına yumuşak davranılmaz. Onun hilim ve rıfkına da sözle yetişilmez.”[30]

Daha önce de belirttiğimiz gibi; Muhammed ona mektubunu; Sıffin Savaşı (36/657) sonrası Hz. Ali tarafından Mısır Valisi tayin edilip Mısır’a gelince yazmıştı.[31]

- Hz. Muaviye tehdidini, Hakem Olayı (37/Şubat 658) sonrası kendini güçlü hissedince, Amr Ezruh’tan Şam’a dönünce gerçekleştirdi. Şöyle ki; Hz. Muaviye Hakem Olayı sonrası Şam’da kendisini halife ilan etti. Hâkimiyet alanına yakın olan Mısır’ı yeniden hâkimiyetine almak istedi. Eski Mısır fatihi ve valisi Amr’ı 6000 kişilik bir ordu ile Muhammed üzerine gönderdi. Amr b. As askerleriyle Mısır topraklarına girdi.

Amr, askeri harekâta başlamadan önce Muhammed’in şehri terk etmesini, aksi takdirde öldürüleceğini kendisine bildirdi. Bu durumda Hz. Ali’yle mektuplaşan valisi Muhammed b. Ebu Bekir; onun 2000 askerle yardımına gönderilen Kinâne b. Bişr’i Amr’ın askerleri üzerine gönderdi.

Ancak komutan Kinâne ve askerleri yaptıkları savaşta Amr ordusu tarafından kılıçtan geçirildi. Bunun üzerine Mısır’da, Muhammed’i destekleyen az sayıdaki Mısırlı da Vali Muhammed’in yanından dağıldı. Durum üzerine Muhammed, bizzat Amr’la savaşmaya cesaret edemedi ve Fustat’a kaçtı. Amr’ın komutanlarından Muaviye b. Hudeyc, onu takibe aldı. Bir mağarada kendisini yakaladı ve öldürdü.

Diğer yandan Mısır’a ikinci bir destek olarak Hz. Ali tarafından gönderilen 2000 kişilik kuvvet ise, Muhammed’in ölüm haberini alınca geri dönmüştü. Tarih Safer 38/Temmuz 658’i gösterirken bunlar yaşanmıştı.[32]

Ehl-i Sünnet Hz. Ali’yi Seviyor mu, Sevmiyor mu?

Aslında ehl-i sünnet, Hz. Ali’yi daha tutarlı severler. Bu açıdan bakılırsa onlar daha çok alevi ve daha fazla Hz. Ali şiası ve taraftarıdırlar. Şu dört husus da bunu göstermiyor mu?

1. Ehl-i Sünnet bütün dua, salâvatlarında, cuma günü minberlerden okunan hutbelerinde Hz. Ali’yi lâyık olduğu sena ile anarlar ve överler.

2. Ehl-i sünnetten olan evliya ve asfiyânın büyük ekseriyeti, tarikatları kanalıyla Hz. Ali’yi mürşit, rehber ve şah-ı velâyet bilirler. Çünkü Sünni tarikatların büyük çoğunluğu Hz. Ali silsilesindendir ve ona ulaşır. Onlar onu sevmeseler, o silsileden gelen tarikatlara girmezler ve o yoldu olmazlardı.

3. Bir de şu var ki; sahabe sonrası nesillerin, ashabı bir hâkim edasıyla muhakemesi herhalde haddi aşmak olur. Çünkü İslam asırlarının en hayırlısı sahabe asrıdır.[33] Onlar genelde ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet yıldızıdırlar. Kuran’ı ve sünneti onlar bize ilettiler, bunları anlama ve tefsir yolu da onlardan alındı. Din kuralları ve hükümleri de onlar yoluyla bize ulaştı. Onlardan öğrendiklerimizle pervasızca kendilerini muhakeme etmek ve yargılamak haddi aşmak olmaz mı?

Gerçi peygamberler hariç her insan hata edebilir, büyük müçtehitler de kanaatlerinde ve zanlarında yanılabilirler. Lakin içtihatta yapılan hata sevaba sebep olur. Fakat her insanın onlar hakkında gelişi güzel konuşması doğru değildir. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir ve diğerleri, kötülükle, seb ve tan ve tahkirle anılmamalıdır.

4. Ashab-ı Kiram; İslam’ın ana direkleri ve rükünleriydi. Aralarındaki anlaşmazlık ve ihtilaflar, içtihadi münazaa ve anlaşmazlık kabilindendi. Onlar, içtihatta ihtilaf etseler de, hakkı görünce kabul ederlerdi. Hakperestlik namına muhataplarına sert çıkışsalar da birbirlerinin kadrini bilirlerdi. Onlarda genelde tarafgirlik, yan tutma ve nefisperestlik değil, “hakperestlik” hâkimdi.

Hz. Ebu Bekir’e biat konusunda şahsiyetçilik ve tarafgirlikle hareket edilseydi; Zübeyir b. Avvam kayın pederi Hz. Ebu Bekir’in yanında yer almaz mıydı? Oysa o Hz. Ali’nin ve Haşimîlerin tarafındaydı. Hilafet konusunda aynı görüşleri paylaşmadıkları ve bir düşünmedikleri halde, Hz. Ömer, Hz. Ali’yi en çok takdir edenlerdendi. Bir gün Hz. Ali’ye bir soru yöneltti, cevabını alınca şu değerlendirmede bulunmuştu:

 “Hz. Ali’nin bulunmadığı cemaat içinde bir müşkül meselenin zuhurundan Allah’a sığınırım.”[34]

Hz. Ali de zaman zaman şöyle derdi:

“Resul-i Ekrem’den sonra, bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir ve Ömer’dir.” [35]

Sonuç olarak, onların ihtilafları içtihadi idi; dünyevi maksatlar, makam mevki hırsı ve siyaset işinden beri idi. Oysa çağımızda düşünceler ve atmosfer tamamen farklıdır. Niyetler ve idealler daha çok dünyevidir.

Bu atmosferdeki insanlar, çoğu kez onları da kendileri gibi zannetmekte ve değerlendirmektedir.


[1] Hz. Muaviye Hicri 41 yılı Rebîu’l-Evveli’nin 25. Günü (Temmuz 661) yılında halife oldu. bk. Sarıcık, Murat, Hz. Hasan, Hilal Ofset, Isparta 2018, s. 55; Mes‘ûdî, Ali b. Hüseyin, Murûcu’z-Zeheb, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, III, 13-16.

[2] bk. Bakır, Abdulhâlik, “Kays b. Sa’d” DİA, XXV; Ankara, 2022, s. 93; Apak, Âdem, “Muhammed b. Ebu Bekir”, DİA, XXX, Ankara 2020, s. 516.

[3] bk. Avcı, “Mes’ûdî, Ali b. Hüseyn”; DİA, XXIV, 353-355; Sarıcık, Murat, Hz. Muaviye, Hilal Ofset, Isparta, 2019, s. 509-514.

[4] bk. Sarıcık, Muaviye, s. 514; (Hz. Hasan’ın ölümü ve Ca’de b. Eş’âs konusu).

[5] bk. Ahmed Zeki Safvet, Cemheratü Resâili’l-Arab, Halfa 1962, I, 475-478.

[6] bk. Mes‘ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, III, 14; Ahmed Zeki safvet, Cemheratü Resâili’l-Arab, I, 475-476; (7-11. satırlar).

[7] Ahmet Zeki Safvet, a.g.e, I, 476; (12 ve 13. Satır).

[8] bk. Fığlalı, Ethem Ruhi, “Ali”, DİA, II, İstanbul 1989, s. 371-374; (A’yânü’ş-Şîa, I, 323-562; İbn Şahrûb, I, 287 vd., II, 376-377; III, 2-100).

[9] En‘âm, 6/164; Bakara, 2/286.

[10] Hatta bütün sahabeler de ittifakla, bu ikisinin hilafetinde icma etmişlerdi. İlk dört halife müctehid sahabelerdendirler. bk. Sarıcık, Hz. Muaviye, s. 367 vd.

[11] Yavaş davranması Hz. Ebu Bekir için olmuşsa da, Hz. Ali hem Ebu Bekir’e, hem de Hz. Ömer’e biat etmiştir.

[12] Kendisini kastediyor.

[13] Mektubun tercümesinde Mesudi’nin rivayetini esas aldık. bk. Mes‘ûdî, III, 15-16.

[14] bk. Apak, Âdem, “Muhammed b. Ebu Bekir, DİA, Ankara 2020, s. 516.

[15] bk. Mes‘ûdî, III, s. 14, str. 7-12.

[16] Mes‘ûdi, III, a.g.e., s. 14, str. 11-13.

[17] bk. Mes‘ûdi, III, 15, str. 5-6.

[18] bk. a.g.e., III, 15; str. 4-5.

[19] A.g.e., III, s. 15, str. 7.

[20] Bezze (بَزَّ) fiili galebe etmek, selbetmektir. İbtizâz da aynı manaya gelir. مَنْ عَزَّ بَزَّ savaşta galebe eden galip olduğunun selebini (eşyasını) alır” demektir. Kelimenin zorla alma manası da vardır. Şu kadar var ki; Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zorla Hz. Ali’nin elinden hilafeti almamışlardır. Manevi üstünlük ve İslam’a hizmette ona racih olup galebe ettiklerinden ve Hz. Ali’ye göre bu hususta ağır basmakla hilafet onlarda olmuştur. Bezze fiili için bkz. el-Bâhisu’l-Kurânî, İbn-i Fâris, Mekâyisu’l-Lüğa; (11.10.2022), Heyet, el-Mu’cemu’l-Vasit, el-Mektebetü’l-İslamiyye, Beyrut, ty.. s. 54.

[21] Mes‘ûdi, III, 15, str. 9-12.                                                                                                                                                      

[22] bk. Sarıcık, Dört Halife, s. 29-32, 51-54; 159-162.

[23] A.g.e., s 157-161.

[24] Mes’udi, III, 15, str. 12.

[25] Mes‘ûdi, III, 16; str., 19-21.

[26] bk. Atar, Fahrettin, “Fetva”, DİA, XI, İstanbul 1995, s. 486-496; Sarıcık, Hz. Muaviye, Hilal Ofset, Isparta 2019, s. 364-408; Karaman, Hayrettin, “İçtihad ve Tecdîd, İslam’a Giriş-Evrensel Mesajlar”, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ank. 2008, s. 45-66.

[27] Yani içtihadı Hz. Ebu Bekir’in içtihadına uyan diğerleri.

[28] Hz. Muaviye’nin müçtehid sahabelerden biri olduğu konusu için bkz. Sarıcık, Hz. Muaviye, s. 367; Bilmen, Ömer Nasuhi, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, I, 305-306; Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, terc., Abdulkadir Şener, Hisar Yayınevi, İstanbul ty., s. 21-54. Atar, “Fetva”, DİA, XI, 486-496.

[29] Kendini kastediyor.

[30] Mes‘ûdi, III, 16, str..

[31] bk. a.g.e., III, 13.

[32] bk. Apak, “Muhammed b. Ebu Bekir es-Sıddık”, DİA, XXX,  s. 516; Önkal, Ahmet, “Amr b. As”, DİA, İstanbul 1981,III, s. 79- 81.

[33] Buhari, VIII, 94; Müslim, nr. 210, 215; Nesei, VIII, 94; İbn-i Mâce, II, 137; Sarıcık, Murat,  Sahabe Modeli, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, s. 192, 231 vd. 239.

[34] Ayrıca bkz. Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 150, 155 vd.

[35] Buhari, IV,  195, fezail, 5; Cevdet Paşa,  I, 301; Canan, XII, 281, nr. 4398.

Kaynaklar:

Ahmed b. Hanbel, Müsned, I- V, Beyrut ty.
Apak, “Muhammed b. Ebu Bekir es-Sıddık”, DİA, XXX,  s. 516
Apak, Âdem, “Muhammed b. Ebu Bekir”, DİA, XXX, Ankara 2020, s. 516.
Apak, Âdem, “Muhammed b. Ebu Bekir, DİA, XXX, Ankara 2020, s. 516.
Atar, Fahrettin, “Fetva”, DİA, XII, İstanbul 1995, s. 489- 496.
Atar, Fahrettin, “Fetva”, DİA, XI, İstanbul 1995, s. 486-496;
Atar, Fahrettin, “Attâb b. Esîd”, DİA, IV, İstanbul 1991, s. 93.
Avcı, Casim,  “Mes‘ûdî, Ali b. Hüseyn”; DİA, XXIV, İstanbul 2001, 353-355.
Ahmed Zeki Safvet, Cemheratü Resâili’l-Arab, I, Halfa 1962.
el-Bâhisü’l-Hadisî; Cürcânî, el-Ebâtıl ve’l-Menâkir, II, 188; İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûât, II, 150; Zehebî, Ehâdisu Muhtâra, s. 65; Zehebî, Tertîbu’l-Mevzûât, s. 112; İbnü Adiy, el Kâmil fi’z-Zuafâ, V, 21; Zehebî, Mîzânu’l-İ’tidâl, II, 272; el-Elbânî, es-Silsiletü’d-Da’îfe, nr. 4962; İbn-i Kesîr, Câmiu’l-Mesânîd  Ve’s-Sünen, nr. 4390; Heytemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 116; (07.09.2022).
el-Bâhisü’l-Hadîsi; Müslim, Sahih, nr. 1536; İbn-i Mâce, Sünen, nr. 1328; Buhari, Sahih, nr. 2741; (04.10.2022)
el-Bâhisü’l-Hadîsî; Suyuti, Dürrü’l-Mensur; (4.10.2022).
el-Bâhisü’l-Hadisî; İbnu’l-Cevzî, el-Mevdû’ât, II, 150; İbn-i Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne, VII, 133; Heysemî; Mecmau’z-Zevâid, IX, 116; (4.10.2022).
el-Bâhisü’l-Hadîsî; el-Hâkim, Müstedrek, nr. 4489; el-Elbânî, Sahihu İbn-i Mâce, s. 130; İbn-i Hıbban, el-Mecrûhîn, II, 211; Zehebî, Mizanu’l-İ’tidâl, III, 362; Tabaranî, el-Mu’cemu’l-Evsat, II, 341; Dârekutnî, el-Ehadîsu’l-Muhtâre, s. 463; el-Elbânî, Hidayetü’r-Ruvât, nr. 6078; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, V, 179; İbn-i Hacer el-Askalâni, el-İsâbe, II, 509; 15.10. 2022).
el-Bâhisu’l-Hadîsî; Cevheri, Sıhah; İbnu’l-Manzur, Lisanu’l-Arab; (8.10.2022).
el-Bâhisu’l-Kurânî; İbn-i Faris, Mekâyisu’l-Lüga; (11.10.2022).
el- Bâhisü’l- Kur’ânî; İbn-i fâris, Mekâyiisü’l-Luğa; Cevheri, Sıhah; ( 28. 09.2022).
el- Bâhisü’l- Kur’ânî; Cevheri, Sıhah; ısfahani, el- Müfredât; İbn-i Faris, Mekâyisu’l-Luğa; (27.9. 2022).
el-Bâhisu’l-Kur’ânî, Isfahani, el-Müfredat; Cehverî, Sıhah; İbnü’l-Manzur, Lisanu’l-Arab; (10.10.2022).
Bakır, Abdulhâlik, “Kays b. Sa’d” DİA, XXV; Ankara, 2022, s. 93.
Buhari, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l- Buhari, I- VIII, el-Mektebetü’l- İslamiyye,  İstanbul ty.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Ashab-ı Kiram, Bilmen Basımevi, İstanbul ty.
Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte, I-XVIII, Akçağ Yayınları, İstanbul ty.
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, I-II, Bedir Yayınevi, İstanbul 1981.
Çakan, İ. Lütfi- Eroğlu, Muhammed,  “Abdullah b. Abbas”, DİA, I, İstanbul 1988, s. 76- 79.
Çetiner, Bedreddin, Esbâb-ı Nüzul, I- II, Çağrı Yayınları, İstanbul 2006.
Çubukçu, Asri, “Eş‘as b. Kays”, DİA, XI, İstanbul 1995, s. 455-456.
Diyarbekrî, Hüseyin b. Muhammed, Târîhu’l- Hamîs, I- II, Dâru’s- Sâdır, Kahire 1283.
Fayda, Mustafa,  “Ebu Bekir”, DİA, X,  İstanbul 1992, 100- 108.
Fığlalı, E. Ruhi, “Ali”, DİA, II, İstanbul 1989, s. 371- 374.
Fığlalı, E. Ruhi, “Hz. Hasan”,  DİA, XVI, İstanbul 1997, s. 282-285.
Fığlalı, E. Ruhi, İtikâdî İslam Mezhepleri Tarihi, İstanbul 1989.
Fığlalı, E. Ruhi, “Abdullah b. Sebe”, DİA, I, İstanbul 1998, 133- 134.
Fığlalı, E. Ruhi, “Hasan”, DİA, XVI, İstanbul 1997, s. 282- 285.
Gazali, Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, I- IV, terc., Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975.
Halebî, Ali b. Bürhanüddin, İnsânu’l- ‘Uyûn, I- III, Beyrut 1980.
Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, I-VI, terc., İsmail Yiğit ve arkadaşları, Kayıhan Yayınları, İstanbul,1985.
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I-XV, Çağ Yayınları İstanbul 1988.
Heyet, el-Mu‘cemu’l-Vasît, el-Mektebetü’l- İslamiyye, Beyrut, ty.
Heytemî, Ahmed b. Hacer, es- Savâ‘iku’l- Muhrika, Mektebetü’l- Kâhira, Kahire 1385.
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, I- IV, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1997.
http://www. hayrettinkaraman.net/kitap/tarih/0105.htm (26.05.2018).
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara 1999.
İbn-i Hacer, Muhammed b. Ali, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-IV, Mısır 1939.
İbn-i Hişam, Abdulmelik b. Hişam, Sîretü’n- Nebî, I- IV, Dâru’l- Fikr, Beyrut 1981
İbn-i Kesir, İsmail b. Dımar, el- Bidâye, I-VI, Matbaatu’s-Sade, Mısır 1932.
İbn-i Mâce, Muhammed b. Yezid, Sünenü İbn-i Mâce, I-II, el-Mektebetu’l- İslamiyye, İstanbul ty.
İbn-i Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebir, I-XI, terc., Heyet, Siyer Yayınları, İstanbul 2014.
İbnu’l-Esîr, Ali b. Kerm, el-Kâmil fi’t- Târîh,, I- XII, Dâru’s-Sadır, Beyrut, ty.
Kandehlevi, Hayâtu’s-Sahâbe, I- IV, terc., Ahmet Meylâni, İslami Neşriyat, Konya 1983.
Kandemir, M. Yaşar, “Abdullah b. Ömer b. Hattab”, DİA, I, İstanbul 1988, s. 126-128.
Karaman, Hayrettin, “İçtihad ve Tecdîd, İslam’a Giriş-Evrensel Mesajlar”, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2008, s. 45-66.
Köksal, M. Âsım, Hz. Muhammed ve İslamiyet, I- XII, Şamil Yayınevi, İstanbul 1981.
Mansur Ali Nasîf, et- Tâcu’l- Câmi‘u Li’l- Usûl, Mektebetü Pamuk, İstanbul 1961.
Mes’ûdî, Ali b. Hüseyin, Murûcu’z-Zeheb, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986.
Mezz, Adam, Onuncu Yüzyılda İslam Medeniyeti, terc., Salih Şaban, İnsan Yayınları, İstanbul 2000.
Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, terc., Abdulkadir Şener, Hisar Yayınevi, İstanbul ty.
Munavi, Abdurrauf, Feyzul- Kadir, I-VI, Meyrut ty.
Önkal, Ahmet, “Amr b. As”, DİA, İstanbul 1981,III, s. 79- 81.
Özbalıkçı, Mehmet Reşit, “İbn Ebü’l-Hadîd”, DİA, XIX, İstanbul 1999, s. 463-466.
Öz, Mustafa, “Cafer es-Sâdık”, DİA, VII, İstanbul 1993, s. 1-3.
Öz, Mustafa, “Vasî”, DİA, XLII, İstanbul 2012, s. 546-547.
Öz, Mustafa, “Hakem b. Hişam”, DİA, XVIII,  İstanbul 1988, s. 153- 154.
Rağıb el- Isfahânî, Hüseyin b. Muhammed,  el- Müfredat, Kitâbu’l- Cumhuriye, Beyrut ty.
Sabuni, Muhammed b. Ali, Safvetü’t- Tefâsîr, I- III, Dâru’l- Kalem, Beyrut 1986.
Sarıcık, Murat,  Dört Halife Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2006
Sarıcık, Murat,  Sahabe Modeli, Nesil Yayınları, İstanbul 2006.
Sarıcık,  Murat, Hz. Muhammed’in Çağrısı- Mekke Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2006. Sarıcık, Murat, Hz. Ebu Bekir, Nesil Yayınları İstanbul 2008.
Sarıcık, Murat, Hz. Osman, Nesil Yayınları, İstanbul 2009.
Sarıcık, Murat, Hz. Muhammed’in Çağrısı- Medine Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2009.
Sarıcık, Murat, Dört Halife Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2010.
Sarıcık, Murat,  Ehl-i Beyt, Nesil Yayınları, İstanbul 2010.
Sarıcık, Hz. Ömer, Nesil Yayınları, İstanbul 2011.
Sarıcık, Murat, Hz. Ali, ilk Üç Halife İle Kavgalı mıydı?,Nesil Yayınları, İstanbul 2012.
Sarıcık, Murat,  Hz. Ali, Nesil Yayınları, İstanbul 2013.
Sarıcık, Murat, İslam Medeniyeti, Hilal Ofset, Isparta, 2017.
Sarıcık, Murat, Hz. Hasan, Hilal Ofset, Isparta 2018.
Sarıcık, Murat, Hz. Muaviye, Hilal Ofset, Isparta, 2019.
Sarıçam, İbrahim, “Muhammed b. Eş’as”, DİA, XXX, Ankara 2000, s. 525-526.
Taberi, Muhibbüddin Ahmed,  el-Muhabbar, Dâru’l- Âfâki’l-Cedide, Beyrut ty.
Taberi, Muhibbüddin Ahmed,  Riyâzu’n-Nadra, I- II, Mısır ty.
Toksarı, Ali, “Ebân b. Saîd”, DİA, X, İstanbul 1994, s. 67-68.
Vakidi, Muhammed b. Ömer, el-Megâzî, I- III, Matbaatu Câmi‘atu London, London 1966.
Yiğit, İsmail, “Osman”, DİA, XXXII, İstanbul 2007, s. 438-443.
Zehebi,Ahmed b. Osman, el-Hulafâu ’r-Râşidûn, Beyrut 1988.
Zehebi, Ahmed b. Osman Tarihu’l-İslam, Dâru’l-Kitabi’l- Arabi, Beyrut 1987.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun