Eski ümmetlere gösterilen mucizelerden sonra azabın gelmesi, Peygamberimize mucize verilmediği anlamına mı gelir?

Tarih: 03.07.2014 - 03:12 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bazı ayetlerde, eskilere gösterilen mucize ve iman etmemeleri ve azabın gelmesi anlatılıyor. Peki sonra bir gurup müşrike şakkı kamer hadisesinin gösterilme hikmeti nedir?

- Şakkı kameri istediler ve efendimiz ayı ikiye böldü ve sihir dediler, burada şakkı kamer mucizesi gösteriliş hikmetini açar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Kur’an’ın hiçbir ayetinde Hz. Muhammed (asm)’e mucizeler verilmediğine dair bir açıklama yoktur. Bu konuda yanlış yorumların dayandığı en önemli ayetlerden bir kısmını, Kur’an’daki tertip sırasına göre takdim edelim:

a) 'Ona (bizim ısrarla istediğimiz) bir mûcize indirilse ya!..' deyip duruyorlar. De ki: Şüphesiz Allah öyle bir mûcize göndermeye kadirdir, fakat onların çoğu bunu bilmezler.”(Enam, 6/37)

- Bu ayetin nüzul sebebi şudur: Alimlerin bildirdiğine göre, bu ayette yer alan “Dediler ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” mealindeki ifade, Furkan suresinde yer alan: “Ne oluyor bu Peygambere, böyle peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor! Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı! “Yahut kendine bir hazine verilse, yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!" Hasılı o zalimler: “Doğrusu siz, sadece büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz.” dediler.” (Furkan, 25/7-8) mealindeki ayetlere atıfta bulunmakta ve o alaycı isteklerine işaret etmekte ve “De ki: Kuşkusuz, Allah bir mucize indirmeye Kâdir’dir. ” mealindeki ifadeyle onlara cevap verilmiş olmaktadır. (Taberî, ilgili ayetin tefsiri)

Demek ki, onların istekleri Allah tarafından makul görülmediği, onların alaycı ve de şımarık tavırlarına karşı bir mucizeyle onların ödüllendirilmesi ilahî hikmetçe uygun bulunmadığı için istekleri yerine getirilmemiştir. Yoksa bu ayette Hz. Peygambere hiçbir mucize verilmeyeceğine dair herhangi bir ifade söz konusu değildir. Nitekim, ayetin sonunda yer alan “Fakat çokları bilmiyorlar...” mealindeki ifadede onların bu gibi hikmetleri bilmediklerine işaret edilmiştir.

b) “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: Gayb, Allah’ın tekelinde. Hadi bekleyin; sizinle birlikte ben de bekleyenlerdenim.” (Yunus, 10/20)

Bu ayette, inkârcıların inatlarına karşı verilen bir cevap söz konusudur. Zemahşerî gibi alimlerin de ifade ettiği gibi, Hz. Muhammed (asm)’e verilen mucizeler daha önceki peygamberlere verilenlerden çok daha fazladır. Mekke halkının “inşikak-ı kamer” denilen ayın ikiye ayrılması mucizesini görmelerine rağmen yeni bir öneride bulunmaları, özellikle Kur’an gibi onlara meydana okumuş ve onları âciz bırakmış bir mucize ortada olduğu halde, onların önerdikleri bir mucizenin getirilmesinde ısrar etmeleri, bu konudaki samimiyetsizliklerini, şımarık inatlarını ve iman etmeye niyetlerinin olmadığını göstermektedir.

Onların bu samimiyetsiz ve gayr-ı ciddi tutumlarını çok iyi bilen Allah, yine de hakettikleri sert bir cevap yerine, onların ümitlerini tamamen kırmayacak, hem de elçisini zora sokmayacak bir şekilde bu işin gaybî bir mesele olup Allah’ın elinde olduğunu, dilediği zaman getirebileceğini ifade etmiştir. (krş. Zemahşerî, İbn Kesir,  ilgili ayetin tefsiri)

Burada Hz. Peygambere bir mucizenin verilmeyeceğine dair herhangi bir ifade söz konusu değildir. Bilakis mucizelerin verilebileceğine dair işaret vardır. Beklemeyi tavsiye etmesi bunun delilidir.

c) “Küfre sapmış olanlar şöyle derler: ‘Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!’ Sen sadece bir uyarıcısın ve her topluluk için doğruyu ve iyiyi gösteren bir önder vardır.” (Rad, 13/7)

- Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi bu ayette de alaycı bir tavır, inatçı bir küfür, şımarık ve cahilane yapılan bir ısrara işaret eden ifadeler söz konusudur.

Evet, “ Kâfirler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil miydi?” Sen, ey Resulüm, sadece bir uyarıcısın. Her millete bir yol gösteren vardır” mealindeki bu ayette, Hz. Peygambere başka mucizelerin verilmeyeceğine dair hiç bir ifade söz konusu değildir. Burada, Hz. Peygamberden “safa tepesini altına çevirmesi” ve “Ya Rabbî, eğer bu Kur’ân senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise hemen üzerimize gökten taş yağdır yahut bize acı bir azap ver!” (Enfal, 8/32) mealindeki ayette yer alan ve inattan başka bir şey  ifade etmeyen bu gayr-ı ciddi önerilerine karşı, onu teselli mahiyetinde şu hususlara vurgu yapılıyor: “Sen sadece bir uyarıcısın, insanları zorla veya mucizelerin zoruyla imana getirecek değilsin. İnsanları hidayete erdirmek senin görevlerin arasında değildir. Bu iş Allah’a attir.  Onun için inkârcılıkta ısrar eden bu samimiyetsiz insanların bu tavırlarından ötürü üzülme. Bu konuda  senin hiç bir sorumluluğun yoktur.” (krş İbn Kesir, Kurtubî, ilgili ayetin tefsiri)

d) “Şöyle de dediler: 'Saçma sapan rüyalar bunlar! Belki de uydurduğu bir yalandır. Belki de bir şairdir o. Hadi bir mucize getirsin bize, öncekilere gönderildiği gibi.' Kendilerinden önce imha ettiğimiz hiçbir şehir halkı iman etmedi, şimdi bunlar mı iman edecekler?”(Enbiya, 21/5)

- Bu iki ayette de inkârcıların inatçı ve küfürde akılsızca sürdürdükleri  ısrarlarına dikkat çekilmiştir. Örneğin Kur’an gibi mucizeler hazinesi bir kitap için -cehaletlerini gösteren- farklı farklı yargılarda bulunuyorlar. Bazen, "Bu bir sihirdir, bazen bu bir şairin sözüdür, bazen bu bir kâhinin sözüdür, bazen bu uydurulmuş bir masaldır.” diyorlar. Bu kararsızlıkları Kur’an’a ve Hz Peygambere yakıştırdıkları çirkin şeyler konusunda kendileri dahi inanmamakta ve belli bir konuda kararlı bir tavır sergilemekten uzak olduklarını göstermektedir.

Onların bu tutarsız hezeyanlarına; Kur’an’da “Bak Resulüm, seni nelere kıyas ettiler (gâh şair, gâh büyücü, gâh kâhin, gâh mecnûn dediler) de nasıl dalâlete düştüler? Hem öyle sersemleştiler ki artık yol bulacak halleri kalmadı”(İsra, 17/48); “Yine: “Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor! Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı! Yahut kendine bir hazine verilse, yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!” Hasılı o zalimler: “Doğrusu siz, sadece büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz.” dediler. İşte bak senin hakkında nasıl tutarsız misaller getiriyorlar. Doğrusu onlar saptılar, artık asla yol bulamazlar!” (Furkan, 25/7-9) mealindeki ifadelerle işaret edilmiştir. (krş. İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

- Bu saçma sapan ifadeleriyle Kur’an gibi mucizeli bir kitaba karşı bu kadar inatçı ve ön yargılı bakan bu insanlara önerileri doğrultusunda mucizelerin gösterilmesinin ne anlamı olabilir ki!.. Gözleri önünde bulunan bir çok yönden mucize olan Kur’an’ı kabul etmeyenlerin, gösterilecek başka mucizeleri kabul etmeleri de pek mümkün görülmemektedir.

Burada iki şık kalır; Ya bu mucizele gösterilir ve onlar inanmadıkları zaman eski kavimlerde geçerli olan Allah’ın prensibi gereğince kökten helak edilecekler.. Bu ayetin ardından gelen“Kendilerinden önce imha ettiğimiz hiç bir şehir halkı iman etmedi, şimdi bunlar mı iman edecekler?” (Enbiya, 21/6) mealindeki ayette bu sahnenin durumu açıkça ortaya konmuştur. Yahut da, önerileri kabul edilmeyerek -Hz. Peygamberin hurmetine- onlara tövbe ve rahmet kapısı açık bırakılacak ve imana gelmelerine fırsat tanınacaktır. Allah sonsuz rahmetiyle bu ikinci şıkkı tercih etmiş ve takdir buyurmuştur. (krş. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

e) “Onlar diyorlar ki: 'Ona Rabbinden ayetler (mûcizeler) indirilseydi ya!' De ki: ‘Âyetler sadece Allah’ın nezdindedir. Sizin keyfinize göre değil, kendi hikmeti gerektirdiğinde Peygamberine verir. Ben ancak gerçek durumu bildiren, uyaran bir elçiyim.’  Hem kendilerine okunan bu kitabı indirmemiz onlara kâfi gelmiyor mu? Elbette bunda iman edecek kimseler için bir rahmet ve yeterli bir ders vardır.” (Ankebut, 29/50-51)

- Bu iki ayette söz konusu edilen mucizelerden maksat ya -daha önce geçtiği üzere- safa tepesinin altın olması ve benzeri saçmalıklarıdır; ya da eski peygamberlerin gösterdiği Asa-yı Musa gibi hissi mucizelerdir. (Maverdi, ilgili ayetin tefsiri)

Bu ayetteki ifadeler de daha önceki benzer ayetlerde geçtiği üzere, mucizelerin Allah’ın yaratmasıyla olabileceği, hiç bir peygamberin Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremeyeceği gerçeğine işaret edilmiştir.

Bana gelince, ben ancak açıkça uyaran biriyim.” mealindeki ifadeden hiç bir zaman “bana mucizler verilmez” manası çıkmaz. Bilakis bunun manası şudur: “Benim elimde mucizeleri yaratmak Allah’a aittir. O benim işim değil ve ben ondan sorumlu da değilim ve öyle bir yetkim de yoktur. Sorumlu olduğum tek şey var; o da benim Allah’ın kitabını ve elçisine iman etmeyenleri açıkça uyarmaktır.. Bu uyarı işi için zaten Kur’an yeterlidir. Kur’an gibi gözle görülen bir mucizevî kitaba iman etmeyen bir kimse, başka mucizelere nasıl inanır ki..”

Bununla beraber, En'am suresinin şu ayetlerinde uyarıcılık vasfı bütün peygamberlerin ortak özelliği olduğu vurgulanmıştır:

“Biz peygamberleri sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. O halde kim iman eder, kendisini ve işlerini düzeltirse onlara asla korku yoktur. Onlar hiçbir üzüntüye de mâruz kalmayacaklardır. Âyetlerimizi yalan sayanlar ise isyan edip yoldan çıkmalarından ötürü azaba uğratılacaklardır.” (En'am, 6/48-49)

Özetlersek;

- Dikkatle bakılırsa görülecek ki, yukarıda söz konusu edilen ayetlerde genellikle işi yokuşa sürmek isteyen  inkârcıların alaycı tavırlarla önerdikleri önerilere karşı cevap verilmektedir. Daha önce bazı inkârcıların istedikleri mucizeler gösterildiği halde, yine de iman etmedikleri hatırlatılmakta ve tarihte tecrübe edilen  aynı şeylerin tekrarlanmasının hikmete uygun olmadığına işaret edilmektedir.

- Tarih ve siyer kitapları Hz. Muhammed (asm)’in binden fazla mucizesine şahitlik etmektedir.

- Kur’an, kâinat kitabının mucizeliğini nazara veren bir kitap olarak, diğer peygamberlerin gösterdiği, mahalli, mevkii, maddî ve de hissî mucizelerinden ziyade, manevî, aklî ve evrensel ontolojik mucizeleri ön plana çıkarmıştır. Çünkü, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın hissi mucizeleri, geçici, spesifik, zamanla -mucize görerek iman etmek isteyen kimse için- hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamış türdendir. Sözgelişi, bir kimsenin iman etmesi için Hz. Musa’nın değneğini veya Hz. İsa’nın ölüyü diriltmesi olayını görme imkânı artık yoktur. Oysa Kıyamete kadar geçerli son bir kitap olan Kur’an’ın mesajlarının etkin olabilmesi için, her zaman tazeliğini koruyan ilmî ve aklî mucizelere ihtiyaç vardır.

“Hem kendilerine okunan bu kitabı indirmemiz onlara kâfi gelmiyor mu?” (Ankebut, 29/51)

mealindeki ayette yapılan vurgu Kur’an’ın bu evrensel ve kıyamete kadar deevam eden mucizelik yönüne işarettir. Bu konu çok derin altyapıya ihtiyaç duyan bir konu olduğundan bu kadarıyla yetinip, Hz. Peygamber (asm)’in Kur’an’da geçen hissî mucizelerine birkaç örnek göstereceğiz

a)  Sahih hadis kaynakları, tarih ve siyer kitaplarının ittifakla belirttiği gibi, Hz. Peygamber (asm) Bedir savaşında, eline aldığı bir avuç çakılı “yüzler kara olsun” diyerek düşmana doğru atmış ve o az bir avuç toprak/çakıl bütün düşman askerlerinin gözlerine girmiş, onları kaçırmış ve hezimetlerine vesile ol muştur. “Resulüm! Sen (o çakılları) attığın vakit -gerçekte- sen atmadın, lâkin Allah attı.” (Enfal, 8/17) mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmektedir.

b) Hz. Peygamber (asm) hanımlarından birine gizli bir şey söylemiş ve kimseye açmamasını tembih etmişti. Ancak, o Efendimizin diğer bir hanımına söylemişti. Vahiy ile bundan haberdar olan Hz. Peygamber (asm), söz konusu hanımına kendi sırını başkasına açtığını söyleyerek sitemde bulunmuştu. Hanımı, bundan nasıl haberdar olduğunu sorunca da Hz. Peygamber (asm) “Bunu bana her şeyden haberdar olan Allah bildirdi.” diye cevap verdi.

“Hani peygamber zevcelerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, (o sözü) başkalarına haber verip Allah da bunu peygambere açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince hanımı: “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber de şöyle dedi: Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bildirdi.” (Tahrim,66/3) mealindeki ayette bu olay anlatılmaktadır.

c) Ayı ikiye bölmesi hadisesi, hem hadislerde, hem tarih kaynaklarında geçtiği gibi, Kur’an ile de sabittir.

“Kıyamet saati yaklaştı, Ay bölündü. Ama o müşrikler her ne zaman bir mûcize görseler sırtlarını döner: 'Bu, kuvvetli ve devamlı bir büyüdür!' derler. Onlar hakkı yalan saydılar, heva ve heveslerine uydular. Halbuki (peygamberlik de dahil) her işin varacağı bir son durağı/ kararlaştırılmış bir son şekli elbette vardır. Oysa onlara kendilerini inkârdan vazgeçirecek ibret derslerini ihtiva eden nice olaylar bildirilmişti!” (Kamer, 54/1-4)

mealindeki ayetlerde Ayın yarıldığı ve kâfirlerin bunu inkâr edemedikleri, yalnız bunun bir büyü olarak değerlendirdiklerine vurgu yapılmaktadır.

d) İsra suresinin birinci ayetinde, Hz. Peygamber (asm)’in gecenin çok küçük bir zaman diliminde Mekke’den Kudüs’e gidip, Mescid-i Akasa’yı ziyaret ettiği vurgulanmıştır. Hadis ve siyer kaynaklarında, olayın detayları da anlatılmış, aynı gecede onun  tekrar Mekke’ye döndüğü ve yattığı yatağının ısının hala devam ettiği anlatılmaktadır.

Daha önce, Kudüs’e hiç gitmediği bilinen biri olarak, Mescid-i Akasa hakkında kendisine sorulan sorulara doğru cevaplar vermek ve daha başka bilgiler vermek suretiyle bu olayın doğruluğunu ispat etmiştir.

e) Kur’an’da, -fetihten iki sene önce inmiş olan- Fetih suresinde, çok açık bir ifadeyle Mekke’nin fethedileceği haber verilmiş ve Hz. Peygamber (asm)’in bu hususta gördüğü rüyanın tasdik edildiği vurgulanmıştır. İki yıl sonra gerçekten Mekke fethedilmiştir.

- Görüldüğü üzere, Kur’an’da zikredilen bu olayların hepsi önce Hz. Peygamber tarafından -hissi ve gaybî haberler şeklinde- ortaya konmuş mucizelerdir. Kur’an’da da o mucizelere işaret edilmiştir...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun