Ruh nerede?

Tarih: 01.06.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Allah'ı inkar edenler, ruhun olmadığını, çünkü duygu, kişilik, vicdan, sevgi gibi duyguların genlerden kaynaklandığını, ruha gerek olmadığını ifade ediyorlar.
- Madde+enerjidir diyorlar. Gerçekten de duygu, kişilik vs genlerden kaynaklanıyor; öyleyse ruh nerededir?..
- Allah'ı inkar edenler, ruhun olmadığını ve ruha gerek olmadığını ifade ediyorlar?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Özellikle günümüzde, varlığı çok açık olarak ortaya çıkmış olan ruhun varlığını inkâr etmek, ruhsuz bir hayal ve cansız bir hezeyandır. Allah’a inanmayan bir kimsenin ruha inanmaması, garip değildir. Onun için bizim açıklamalarımız, hem Allah’a, dine inananlara, hem de inanmayanlara hitap edecek şekilde olacaktır.

Bu geniş konuyu şöyle birkaç madde özetleyebiliriz:

a. Ruh, gerçek bir varlık olarak yaratılmış, başına şuur takılmış, emir aleminden gönderilmiş bir kanundur.

Bazı insanlar Peygamber Efendimize (asm) ruhu sordular. Cevap vermeyip, vahyi bekledi. Gelen ayet gayet netti:

“Sana Ruh’tan sorarlar; de ki: 'Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.'” (İsra, 17/85).

Ruhun varlığı tasdik ediliyor, fakat mahiyeti açıklanmıyordu. Çünkü, muhatapların söyleneni anlamasına imkan yoktu. Akıl, “emir aleminden” olan bir varlığı kavrayacak kapasitede değildi. Oysa insana ilimden çok az bir şey verilmişti.

“Emir alemi” ölçüden, tartıdan, şekilden, renkten uzak varlıkların dünyasıdır. Maddeler için söylenen uzun, kısa, mavi, sarı, yuvarlak, düz, ağır, hafif gibi kelimelerin o alemde karşılığı yoktur. Ölçülere mahkum olan insan aklı, ölçülemeyeni anlayamaz. Ancak o, mantık ölçüsüyle her eserin bir ustaya delalet ettiğini bilir. Böylece kainat denilen o muhteşem eserden hareketle yaratanı tanır. Yine o, öznesiz fiil olamayacağını kabul eder. Bu yolla, bedeni harika bir tarzda idare eden, fakat göz ile görülemeyen bir özün, yani ruhun varlığını tasdik eder. Zaten kendinden beklenen de budur.

b. Ruh şöyle tarif edilebilir: Ruh, hayat sahibi, şuur sahibi, nûrânî, fiziksel olmayan bir vücuda sahip, birçok özelliği, fonksiyonu olan, gerçek bir varlığa sahip, sonsuz olmaya uygun bir kanun-u emrîdir / emir aleminden gelmiş Allah’ın bir kanunudur.(bk. Nursi, Sözler, s. 517).

c. Kur’an’da ruhun ayrı bir varlık olduğu vurgulanmıştır. Aşağıdaki ayetlerde bunu görmekteyiz:

“Hani Rabbin meleklere demişti: Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr, 15/28 - 29)

“Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?” (Secde, 32/9).

d. Genlere, genetik kodlara yüklenen misyon -şayet doğruysa- ruhsuz olacak bir şey değildir. Nitekim, canlı veya yarı canlı olsun, belli şartlara  bağlı olarak gelişebilir, bir canlılık misyonunu üstlenebilir. Örneğin, tırnak kadar olan bir incir çekirdeği, bir incir ağacının bütün programını içermektedir. Fakat, bu programın etkin olabilmesi, su, hava, toprak, ışık gibi hayat şartlarına bağlıdır. Demek ki, incir çekirdeğinin genetik şifresi, tek başına bir işe yaramıyor. Oysa insanın misyonu, vizyonu, diğer canlılarla kıyaslanamayacak kadar önemli ve fonksiyoneldir. Eğer işi materyalistlerin iddia ettiği gibi, yalnız maddeye bağlarsak, bu takdirde, insan ile diğer varlıklar arasındaki farkı açıklayamayız. Çünkü bütün canlıların temel unsurları; hidrojen, oksijen, azot ve karbondur. Yüce Yaratıcı, bu dört maddenin farklı kombinezonlarından milyonlarca canlı türleri yaratmıştır. Bitkilerde yalnız biyolojik ruh vardır. Hayvanlar, geniş kapsamlı şuuru olmayan bir ruha sahiptir. İnsan ise, geçmiş ve geleceği düşünebilecek, dünya ve ahireti anlayabilecek geniş perspektifli şuuru olan bir ruha sahiptir. Demek ki, bu varlıkları birbirinden ayıran farklı özelliklerdeki ruhlarıdır.

e. Genetik kodlar birer programdır. O programların farklı canlılarda farklı bir şekilde düzgün olarak çalışabilmesi, özel şifrelerin kullanılmasına bağlıdır. Bunun açılımı şudur: genetik kodlamayı sonsuz ilmiyle Allah yapmıştır. Fiziksel olarak insanların simasını, hatta parmak izlerini farklı yarattığı gibi, kodların nüanslarını da o ayarlamıştır. Bu programın açılışını sağlayan özel şifre ise, insana mahsus şuurlu bir ruhtur. Öyle olmasaydı, bir çok dört ayaklı varlık, insandan daha akıllı olurdu. Çünkü beyincikleri daha büyük olabiliyor.

f. Bugünkü ilmi çalışmalar, tecrübeler, insanda maddenin asıl olmadığını göstermiştir. Bilakis, madde bir manaya bağlıdır. İşte o mana, hayattır, ruhtur. Örneğin, her altı ayda bir insan bedenindeki hücrelerin büyük bir kısmı ölüyor, sonra onların yerine gelenlerle vücut, -o ölü kısmında- yeniden diriliyor. Altı yılda ise, hücrelerin tamamına yakın kısmı ölüyor, sonra tekrar diriliyor. Demek ki, ortada asıl olarak duran bir mekanizma var ki, maddi hücreler o merkezde dağılıp toplanıyor. İşte bu ruhtur.

g. Her akşam uyuduğumuzda, biyoloji canlılığımız devam ettiği halde, görme, işitme vs. fonksiyonlarımızı icra edemiyoruz. Demek ki, o sırada bizden alakası bir derece kesilmiş bir mekanizma vardır ki, o da ruhtur. Altı ay kış uykusuna yatan canlıların durumunu yalnız maddi formüllerle izah edemeyiz. Üç yüz yıl uykuda kalan Ashab-ı kehfin durumunu ne ile izah ederiz?  Bu gerçeklerin açıklaması ancak ruhla olur.

"Allah, insanların ruhlarını ölüm anında alır. Ölmeyenleri de uykusu sırasında alır. Böylece ölümüne hükmettiğini yanında tutar. Ötekilerinin (ruhlarını) de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki, bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Zümer, 39/42)

mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

h. Hak, adalet, ilim ve fen ruhun varlığı ile mümkündür: Bütün haklar -Allah ve kul hakkı- ancak ruhun varlığı ile gerçekleşir. Ruhun varlığı inkar edilirse, ortada hiçbir hukukî sorumluluk kalmaz. Bilindiği gibi, insan bedeni, belirli bir zaman sonra tamamen değişmektedir. Bu sebeple, ruhun inkârı, içinden çıkılmaz birtakım problemleri de beraberinde getirir. Şöyle ki:

Cinayet işleyen bir adama, hâkimin otuz sene ceza verdiğini kabûl edelim. Bu adam, vücudunun bütün zerreleri değişecek kadar hapis yattıktan sonra, "Suçu, bu vücuttan önceki vücut işlemiştir. Bu vücudun kabahati yoktur; beraatı gerekir." diyebilir. Bu iddia karşısında hâkim söyleyecek söz bulamaz ve adâlet dağıtamaz. Çünkü, artık kendisi de eski hâkim değildir. Bu durumda adalet kurumlarının dayanak noktası kalmaz; hakkın teslimi için dayanak bulunamaz.

Öte yandan, ruhun inkârı hâlinde, kardeşlik, nikâh ve mahremiyet gibi maddi-manevi bağlar da zedelenir. Aile kavramı diye bir şey kalmaz. Çünkü bu bağlar, ruhun varlığı ile devam eder. Bu değerler ruh ile meydana çıkar. Ruh olmazsa, herhangi bir karı-kocanın bütün beden zerreleri değiştikten sonra, ortaya bambaşka, apayrı bir insan çıkar. Ortada, bunların nikâhlarına hükmedebilecek hiçbir bağ kalmaz.

Yine ruh olmazsa, kardeşlik bağları da ortadan kalkar. Şöyle ki:

İki kardeşin bütün zerreleri yenilendiğinde, öncekilerden tamamen ayrı iki şahıs ortaya çıkar. Bu arada, anne ve babalarının da zerreleri değişmiş, onlar da başkalaşmış olacaklarından, sözü edilen iki kişiye, "kardeş" dememiz için ortada hiçbir sebep kalmaz. Bu durum, bütün akrabalar için de geçerlidir.

Demek ki, her türlü hukuk, kardeşlik, aile kavramı ve mahremiyet / gizlilik gibi muameleler hep ruh ile kâimdir.

Sırf beden için, ilim, fen, sanat, hattâ iman ve ibâdetten de bahsedilemez. Bunlar ruha ait mefhumlardır. Bir an için, ruhun değil de, bedenin bu mefhumlara sahip olduğunu farz etsek bile, vücuttan ayrılıp giden zerreler bunları da beraberlerinde götürecekler, yerlerine gelen zerreler de mefhumlardan habersiz olacaklardır. Bu durumda, insanlık  için yükselmeden söz edilemez.

ı. Hiçbir eser kendi mahiyetini bilemez. Meselâ, bir motor kendisinin motor olduğundan habersizdir. Onun ne olduğunu ve neye yaradığını, onu kullanan zat bilmektedir. Aynı şekilde göz, bir görme fabrikası olup, kendisinin ne olduğundan habersiz bulunmaktadır. Onu, ruh denilen efendi kullanmakta ve onun penceresinden bu âlemi seyretmektedir. Kulak da kendisinin işitme âleti olduğundan bihaberdir. Onu da ruh kullanmakta ve bu âlemdeki seslerden istifade etmektedir. Diğer âzalarımızı da buna kıyas debilirsiniz. (bk. R. Nur Külliyatı’dan Yirmi Üçüncü Lem'a ve Yirmi Dokuzuncu Söz)

İlave bilgi için tıklayınız:

Ruh nedir, ruhun mahiyeti anlaşılabilir mi? 

Ruh'un varlığına deliller nelerdir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Said33

ALLAHU TEALA razi olsun, sizleri hayatta iken Cennet'le müjdelesin insaALLAH. Ne kutlu bir görev üstlendiniz ! RABBim gayretinizi artirsin. Selam ve dua ile ..

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
avukatali

Gerçekten bu konu ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi.
Teşekkürler.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
efluman

Harika bir cevap. Allah razı olsun...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun