Güneş, ay ve dünyadan sonra, bir anda "tartıyı adaletli yapın" denilmesinin hikmeti nedir?

Tarih: 09.09.2016 - 05:38 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Rahman suresinde güneş, ay, dünya ve doğa bahsedilirken bir anda "tartıyı adaletli yapın" ayeti geliyor ve başka tarafa dikkat çekiliyor, nedir hikmeti?
- Ayetlerin meallerini ve aralarındaki münasebeti açıklar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu ayetlerde güneş, ay, gök ve yerin yaratılmasındaki bazı inceliklere değinilmekte, evrendeki dengeye dikkat çekilmekte, beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmakta, ardından da insanlara sağlanan bazı nimetler hatırlatılmaktadır.

Bütün bu varlıklar ve bağlı bulundukları düzen kendisi için var edildiğine göre insan da hayatını bir hesaba göre düzenlemeli, bir hesap gününün geleceği bilinci içinde olmalı ve kendisini bu hesaba hazırlamalıdır.

İlgili ayetlerin mealleri ve kısa açıklamaları şöyledir:

"1-2. Kur'an'ı Rahman öğretti.

3. İnsanı O yarattı.

4. Ona anlama ve anlatmayı öğretti.

5. Güneş ve ay bir hesaba bağlanmıştır.

6. Gövdesiz bitkiler de ağaçlar da secde ederler.

7-8. Göğü O yükseltti, denge ve ölçüyü O koydu ki dengeden sapmayasınız;

9. Ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.

10. O yeryüzünü canlıların altına serdi.

11. Orada meyveler ve tomurcukta hurma ağaçları var.

12. Çimlenen taneler ve hoş kokulu bitkiler var.

13. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?"

Önce soruda geçen konuya kısaca cevap verip, ayetlerin açıklamasını vereceğiz.

Ayetlerin, öncekilerle münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Allah Teala'nın Rahman olduğu sabit olup, bir şifa ve rahmet demek olan Kuran'ına da işarette bulununca, nimetlerini zikretmiş ve bu işe de, insanı yaratması ile başlamıştır. Çünkü, insanın yaratılması, diğer bütün nimetlerin, sayesinde tamamlandığı bir nimettir. Zira, insan yaratılmamış olsaydı, hiçbir şeyden istifade edemezdi.

- Daha sonra Cenab-ı Hak, anlama nimetini, "Ona beyanı O öğretti." ifadesiyle beyan etmiştir. Bu ifade de, insanın var oluşu itibariyle söylenmiş olan bir ifadedir. Çünkü insan var olmasaydı, ne fayda, ne de istifade tahakkuk etmezdi.

- Daha sonra Cenab-ı Hak, malum olanlar sınıfından belli olan iki nimetini zikretmiştir ki, bunlar, semavî nimetler türünün en bariz olanlarıdır. Ki, işte bunlar, güneş ve aydır.

Güneş olmasaydı, karanlık hiç gitmezdi. Ay olmasaydı, pek çok açık nimetler elde edilemezdi. Ama, bu ikisi dışında kalan yıldızlar böyle değildir. Çünkü, bunların nimet oluşları, bu ikisinin nimet oluşlarının açıkça anlaşılması gibi, açıkça anlaşılamaz.

- Daha sonra Cenab-ı Hak, bu iki şeyin hareketlerindeki en mükemmel faydanın, değişmeyen bir hesap sayesinde gerçekleştiğini beyan etmiştir. Çünkü güneş, bir yerde sabit olsaydı, bundan hiç kimse yararlanamazdı. Eğer onun hareketi insanlar tarafından bilinmemiş olsaydı, onlar, ziraatlarında ve vakitlerinde (ondan) faydalanamazlardı. Çünkü, hemen hemen her şey, mevsimlere bina edilmiştir.

- Daha sonra Cenab-ı Hak, güneş ile aya mukabil, yerde olan iki açık nimetini de beyan etmiştir ki, bunlar da gövdeli ve gövdesiz olan bitkilerdir. Çünkü rızkın temeli, bunlara dayanır.

Eğer bitkiler olmasaydı, Allah'ın dilemesi hâli müstesna, insanoğlunun rızkı olmazdı. Biz, bitkilerin, rızkın temeli olduğunu söyledik; çünkü rızkın, ya bitkisel yahut da et, süt ve diğer parçalar gibi, hayvansal olur.

Şimdi, bitkiler olmasaydı, hayvanlar yaşayamazdı. O halde, aslolan bitkilerdir. Bu da, birisi, buğday, arpa, büyük ağaçlar ve meyvelerin asılları gibi, bir gövde ile kaim olanlar, diğeri de toprağın üzerine tutunmuş baklagiller, kuru otlar ve hayvanların gıdası olan taze otlar... gibi, gövdesi olmayanlar diye ikiye ayrılır.

2) Allah Teala, Kur'an'dan bahsedip, Kur'an'da kendisiyle beraber başka bir delile muhtaç olunmayacak delili yeterli bir delil olunca, bundan sonra, "Güneş de ay da hesapladır. Nebat da ağaç da (O'na) secde ederler." buyurmuştur.

Bu şuna işaret eder: Allah Teala bazı temiz ruhları Kuran'daki deliller ile başka delillerden müstağni kılmakla beraber O'nun dış dünyada da birtakım delilleri vardır. Cenâb-ı Hak, özellikle bu ikisinden bahsetmiştir. Çünkü, bunların hareketlerinin bir hesap ile oluşu, bir Fâil-i Muhtar (Allah)'ın olduğuna, bu ikisini hususî bir tarzda hizmete soktuğuna delalet eder.

Şimdi, bu dünyada bulunan tabiatçı, felsefeci gibi kimseler bir araya gelseler, bu ikisinin hareketinin yavaşlılık ve hızlılık açısından belli bir güzergâh, belli bir cihet ve belli bir miktar üzere olduğunu ispat üzere ittifak etseler, onlardan hiçbiri muradına eremez ve neticede gerçeğe dönüp "Bunları, Allah dilediği gibi hareket ettirir." demekten başka çare bulamaz.

Allah Teâlâ, aklî delillerin, Kur'an'daki naklî delilleri teyit ettiğine bir işaret olsun diye, yerden, gökten ve bu ikisi arasındaki şeylerden bahsetmiştir.

3) Allah Teala bundan önceki sureye, izzetine, ceberutuna ve heybetine delalet eden bir mucize ile yani ayın ikiye bölünmesi mucizesi ile başlamıştır. Çünkü ayı ikiye bölebilen, dağları ve insanları yerle bir etmeye de kadirdir.

Rahman suresine ise, rahmetine ve erhamürrâhimîn oluşuna delâlet eden bir mucize İle başlamıştır ki bu da Kur'an mucizesidir. Çünkü kalplerin şifası, sağlığı; günahlardan arınması ve uzak durmasıyla olur. Böylece -işaret ettiğimiz kısımlar- peygamberi inkâr edenlere cevap teşkil etsin.

Bu böyledir, zira Allah Teala, peygamberine kitap indirmiş, onu, insanlara en şerefli bir kitap ile peygamber olarak göndermiş, bunun üzerine kimi inkarcılar, "Gökten, bir kütlenin yere inmesi nasıl mümkün olur ve yerde bulunan şey de semaya doğru nasıl yükselebilir?" demişler de Cenab-ı Hak da hareketlerinin tabiî (tabiat tarafından) değil, hür ve irade sahibi bir muharrik (hareket ettiren) tarafından olduğuna işaret olsun diye, ''Güneş de ay da hesapladır." buyurmuştur.

Halbuki onlar da bu hususta bize muvafakat edip, "dairesel, periyodik bir hareketin, tabiî ve kendiliğinden olması mümkün değildir." demektedirler.

Demek ki, güneşi ve ayı periyodik olarak hareket ettiren zat, melekleri de, yukarıdan aşağıya dikey olarak indirebilir.

Sonra, o gövdesi olan ve olmayan bitkiler, onların, "ağır cisimler, yukarıya doğru çıkamazlar" iddialarına rağmen, yukarıya doğru dikey olarak çıkmaktadırlar. İşte bu, Allah'ın kudret ve iradesiyle olmaktadır.

Aynen bunun gibi, meleğin hareketinin de, tıpkı yıldızların hareketi gibi, dairesel olması mümkündür. (bk. Razi, Mefatih, ilgili ayetlerin tefsiri)

Ayetlerin açıklamasına gelince:

Burada hem ilgili ayetleri kısaca açıklamaya çalışacağız hem de -verdiğimiz bu bilgilere ek olarak- ayetler aralarındaki münasebete ve ilgiye kısa kısa temas edeceğz.

1-2. Sureye Cenab-ı Allah'ın rahmetinin enginliğini, kulluk görevini yapsın yapmasın bütün kullarına nimet vermesini ifade eden Rahman ismiyle ve Kur'an'ı öğretmesiyle başlanmakta, böylece dinin irade sahibi varlıklar için nimetlerin en büyüğü olduğuna, din konusunda insanlığa bahşettikleri arasında da Kur'an'ın zirvede bulunduğuna dikkat çekilmektedir. (Zemahşerî, Keşşaf, ilgili ayetlerin tefsiri, Rahman ismi hakkında ayrıca bk. Fatiha 1/1) 

"Öğretti" anlamına gelen fiile "alâmet kıldı" manası da verilebildiğinden bazı müfessirler bu ayetler için şöyle bir yorum yapmışlardır: Allah, Kur'an'ı Hz. Muhammed'in peygamberliğini gösteren, ibretle okuyacaklar için işaretler içeren bir mucize kıldı. (Râzî, ilgili ayetin tefsiri)

3-4. İnsanı da yaratanın Yüce Allah olduğu belirtilip ona verilen özelliklerin en önemlisinin, duygu ve düşüncelerini açıklayabilme, konuşma ve anlatma yetisi olduğuna işaret edilmektedir. Anlamak, anlatabilmenin ön şartı olduğuna göre burada altı çizilen nimetin idrak ve ifade yetisi olduğu söylenebilir.

Böylece bu ayetlerde insanı insan yapan akıl nimeti ve muhakeme gücünün pratiğe yansıyan yüzü ön plana çıkarılmaktadır.

İnsanın, her şeyden önce Allah'a olan kulluğunu idrak ve ifade etmesi, başka insanlarla ilişkilerinde hak ve vecibelerini kavrayıp bunların gereğini yerine getirmesi, kısaca akıl nimetinin semere verebilmesi hep anlama ve anlatma yetisine bağlıdır; dolayısıyla kültür ve medeniyetleri oluşturan temel faktör de budur. Gülme, ağlama, sevgi veya nefretle bakma, anlamlı söz söyleme, düşündüklerini eyleme dönüştürme, bir sanat eserine şekil verme ... hep anlama ve anlatma faaliyetinin sonuçlandır ve birer anlatım biçimidir.

Güzel, düzgün ve etkili söz söylemeyi, bir anlamı belli yöntem ve kurallara göre değişik yollarla İfade etmeyi, anlatım fenomenini kendisine konu edinen belagat, hitabet, beyan, narratoloji gibi teorik incelemeler; en güçlü örneklerine görsel sanatlarda rastlanmakla beraber esasen herhangi bir alanda anlatım imkanlarını zorlayan sanat akımı ekspresyonizm (dışavurumculuk) ve bu konudaki fikrî çekişmeler, hep insanın bu yetisinin önemini somut biçimde ortaya koyan ürünler ve göstergelerdir.

5-13. Bu ayetlerde güneş, ay, gök ve yerin yaratılmasındaki bazı inceliklere değinilmekte, evrendeki dengeye dikkat çekilmekte, beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmakta, ardından da insanlara sağlanan bazı nimetler hatırlatılmaktadır.

Ayette gök cisimlerinin ince bir hesaba bağlı hareket ettiklerinin belirtilmesi öncelikle bunun Yüce Allah'ın kudretini gösteren açık kanıtlardan olduğu anlamını düşündürmektedir.

Burada özellikle güneş ve ayın zikredilmesi, bunların insanların en fazla ilgili olduğu gök cisimleri olmasıyla izah edilmiştir; bu sûrede eşli durumlara dikkat çekme üslûbunun kullanıldığı, insanların da ay ve güneşi daima birlikte düşündükleri şeklinde bir yorum da yapılmıştır. (İbn Âşûr, ilgili ayetlerin tefsiri, güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40)

Bunun yanı sıra şu hususa da işaret edildiği söylenebilir:

Bütün bu varlıklar ve bağlı bulundukları düzen kendisi için var edildiğine göre, insan da hayatını bir hesaba göre düzenlemeli, bir hesap gününün geleceği bilinci içinde olmalı ve kendisini bu hesaba hazırlamalıdır.

Ayette geçen ve "gövdesiz bitkiler" diye çevirdiğimiz "necm" kelimesi, tahıl ve ot gibi gövdesi olmayan bitkileri ifade eder. Bu kelime "yıldız" anlamına da gelmekle beraber burada mealde esas aldığımız manada kullanıldığı genellikle kabul edilir. (Taberî, Râzî, ilgili ayetlerin tefsiri)

Ağaçların ve diğer bitkilerin secde etmesi, bunların Yüce Allah'ın yasalarına iradî olmaksızın boyun eğmelerini ifade etmekte; bu da kendisine akıl nimeti ve irade gücü verilmiş olan insana bilinçli bir tercih sonucu O'na tazimde bulunmanın, buyruk ve yasaklarına uymanın değerini, dolayısıyla -iradesini bu yönde kullanması şartıyla- kendisine bahşedilen onuru hatırlatmaktadır.

Ayette "gök" anlamı verilen sema kelimesiyle, üzerimizde yükselen uçsuz bucaksız âlemin, milyarlarca galaksi ve gök cisminin içinde yer aldığı ve belli bir düzene göre hareket ettiği kozmik uzayın kastedildiği söylenebilir.

"Göğün yükseltilmesi" hakikat anlamı esas alınarak bize nispetle yüksekte olması yahut mecazî anlamda düşünülüp manevî bir yüksekliğe sahip olması şeklinde yorumlanabilir. Her iki mana, bizi, bunu sağlayan Allah Teâlâ'nın yüceler yücesi olduğu, secde ve kulluk edilmeye lâyık başka mabud bulunmadığı gerçeğine götürür. (Zemahşerî, ilgili ayetin tefsiri)

7-9. ayetlerde üç defa geçen ve "denge, ölçü, eşyanın birbirine nispetle ağırlığını tartma, tartı aleti, terazi" mânalarına gelen “mîzân” kelimesine, bulunduğu bağlamlara göre şu anlamlar verilebilir:

a) Yüce Allah evrende denge kanununu koymuştur; bütün varlık ve oluşlar arasında, evrenin belirli bir sistem dahilinde yürümesini sağlayan bir genel denge mevcuttur. 7. ayetin bağlamı burada geçen mîzân kelimesiyle bunun kastedildiğini düşündürmektedir. Birçok müfessir burada "adalet" anlamının kastedildiği kanaatindedir. (Meselâ bk. Taberî, İbn Atıyye, ilgili ayetlerin tefsiri)

b) İnsanın, hayatını insana yaraşır biçimde düzenlemesi için konmuş ilâhî yasalar bütünü olan din de denge kanununun bir tezahürüdür. Bunların özü, genellikle kısaca "her şeyi layık olduğu yere koymak" diye tanımlanan adalet İlkesidir.

Bu ilke, bir taraftan kişinin Allah'tan başka varlığa tanrılık yakıştırmamasını, diğer taraftan da beşerî ilişkilerde her hak sahibine hakkını vermesini ifade eder.

8. ayetteki mîzân kelimesi bu anlamda olmalıdır; zira burada mizanın ihlal edilmemesi, dengeden sapılmaması istenmektedir.

c) İnsanın evrendeki dengeyi koruma sorumluluğunda temel ilke adalet olmakla beraber, bu soyut kavramın somut hayat olaylarına yansıtılması da sözü edilen dengenin korunmasında bir dikkat ve özeni gerektirir. Beşerî İlişkiler bakımından bunun adı "hakkaniyet”tir.

Bunu belirlemede kişilere düşen, takdir yetkisini iyi niyet esasına dayalı olarak kullanmak ve adaletin gerçekleşmesini sağlama uğruna elinden gelen bütün çabayı harcamaktır.

Allah'a karşı vecibelerinin yerine getirilmesi konusunda adalet ilkesinin somutlaştırılması ise, kişinin dine kendisinden bir şey katmadan ilâhî bildirime uygun davranmasıyla mümkündür.

9. ayetin "ölçüyü düzgün tutasınız" diye çevrilen kısmında "hakkaniyet" anlamına gelen kist kelimesine yer verilmesi burada vezn ve mîzân kelimelerinin adalet ilkesinin, dolayısıyla genel denge kanununun hayat olaylarına yansıtılması gereğini ifade etmek üzere kullanıldığını göstermektedir.

Bu ayetin "eksik tartmayasınız" şeklinde tercüme edilen kısmı, aynı zamanda her bir olayla ilgili uygulamanın yani bütün davranışlarımızın ahiretteki teraziyi aleyhimize çevirmeyecek biçimde olması gerektiği şeklinde de yorumlanabilir.

Öte yandan; iki şeyin birbirine denkliğini ölçmek için kullanılan el terazisinin evrendeki cazibe (çekim) kanununun bir sonucu olarak bu işlevini yerine getirebiliyor olması, eski zamanlardan beri insanların adaleti temsil etmek üzere teraziyi sembol yapmaları, kişiler arası mübadeleye konu olan ve tartılabilir özellikteki şeylerde adalete uygun paylaşımın (hakkaniyet) belirlenmesinde terazinin hem gerçek hem simgesel bir yere sahip olması, hatıra ilk gelen anlamı terazi olan "mîzân" kelimesinin bu ayetlerde -az önce açıklandığı şekilde- farklı ama birbiriyle sıkı ilişkisi bulunan manalarda kullanıldığı yönündeki yorumumuzu destekleyici niteliktedir.

Müfessir Razi de bu kelimenin konumuz olan ayetlerde üç ayrı manada kullanıldığı kanaatindedir; fakat ona göre birincide "tartı âleti", ikincide "tartma fiili", üçüncüde ise "tartılan" kastedilmiştir. (Razi, ilgili ayetlerin tefsiri)

10. ayette geçen "enam", canlı varlıkların tamamını kapsayan bir kelimedir; fakat başka ayetlerde yeryüzünde bulunan bütün varlıkların insanın emrine verildiği açıkça ifade edildiği (meselâ Câsiye 45/13) ve bu kümedeki ayetlerin ana teması da insanın sorumluluklarıyla ilgili olduğu için, ayeti yerin canlıların yaşamasına elverişli kılındığı manasında almak, ama yerin yaratılmasındaki asıl amacın yine insan olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

11 ve 12. ayetlerde, başta insan olmak üzere yeryüzündeki canlıların yararına var edilen bazı nimetler hatırlatılmaktadır.

11. ayette geçen "ekmâm" kelimesinin tekili olan "kimm", "hurma meyvesinin ilk aşamadaki kapçığı" demektir; bu mana esas alınarak "zâtü'l-ekmâm" tamlaması "tomurcuklu" şeklinde çevrilmiştir.

Diğer tekili "kümm" esas alındığında ise ağacın "lifleri, çekirdekleri, dal ve kabuk gibi örtüleri" bu kelimenin kapsamına girer.

Her iki ihtimale göre bu unsurların yararları hakkında açıklamalar yapılmıştır. Bir yoruma göre birinci anlamda ileride oluşacak ürüne, ikincisinde ise değişik aşamaların ardından ürünün meydana gelmiş bulunduğuna işaret edilmiş olur. Diğer bir yoruma göre hurma ağacı açısından tomurcukların oluşturduğu salkım çok önemlidir, ürün toplamayı kolaylaştırır.

Bazı müfessirler ise burada estetik görünüme, göze hitap eden güzelliğe işaret bulunduğu kanaatindedir.

Aynı kelime Fussilet 41/47 ayetinde meyvenin ürün vermesi İçin kabuğunu çatlatması bağlamında ve genel olarak meyvelerin ilk aşamadaki kapçığı, çekirdeğin kabuğu anlamlarında kullanılmıştır.

12. ayette "çimlenen taneler" diye çevrilen ifade için de değişik yorumlar yapılmış olmakla beraber genellikle insanların beslenmelerinde özel önemi haiz olan tahıl türü bitkilerin kastedildiği kabul edilir. (Râzî, İbn Âşûr, Elmalılı, ilgili ayetin tefsiri)

Bu ayetteki "hoş kokulu bitkiler" diye çevrilen "reyhan" kelimesi "rızık" anlamında da yorumlanmıştır. Taberî bu yorumu tercih eder ve temel gıda maddesi olan hububatın kastedildiğini belirtir. (bk. İlgili ayetin tefsiri)

13. ayette yegane rab olan Allah'ın nimetlerini yalan sayma yani inkar etme kınanmaktadır.

Surede bu kınama değişik nimetlerin hatırlatılmasını takiben ısrarla sürdürülmektedir. Nimetin nimet olduğunu veya nimetin Allah'a nispet edilmesini ya da her ikisini inkar bu eleştirinin kapsamındadır.

Surede otuz bir defa geçen "Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?" anlamındaki cümlenin yüklemini oluşturan fiil ve "rabbiniz" tamlamasının tamlananı olan zamir tesniye (ikil) kalıbındadır. Yani iki kişiye veya iki gruba hitap edilmekte, "Siz ikiniz, artık Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?" denilmektedir,

Buradaki "ikiniz" ile kimlerin kastedildiği yani muhatabın kimler olduğu konusunda farklı yorumlar bulunmaktadır.

14-15. ayetlerde insanların ve cinlerin yaratılışı özetlendiği gibi 32. ayette de açık biçimde cin ve insan topluluklarına hitap edilmiştir.

Bu iki karine yanında konuya ilişkin rivayetler de dikkate alınarak buradaki hitabın insanlara ve cinlere yönelik olduğu kabul edilir.

Razi, burada kime hitap edilmiş olabileceği ile ilgili birçok ihtimal zikreder. Bunlardan biri şöyledir:

Bunun aslı, tekil hitabın vurgu için aynen tekrarlanması olabilir yani "Sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsin, sen Rabbinin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsin!" demektir.

Diğer bir ihtimal de Kur'an'ın genellikle muhatap aldığı iki insan cinsine yani erkeklere ve kadınlara hitap edilmiş olmasıdır. (Razi, ilgili ayetin tefsiri) 

İbn Aşur'a göre burada insan cinsinin "inananlar" ve "inkarcılar" şeklindeki iki kategorisine hitap edilmekte, mümin olsun kâfir olsun gerçekte hiçbir insanın Allah'ın nimetlerini inkâr edemeyeceği anlatılmak istenmektedir. (bk. İlgili ayetin tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun