Bazı inkarcıların, ayetlerde erkeklerin üstün gösterildiği, hırsıza verilen cezanın şiddet içerdiği, Yahudilerin maymuna çevrilmediği iddialarına ne dersiniz?

Tarih: 24.02.2013 - 11:57 | Güncelleme:

Soru Detayı

-Kur'an'ı bilmeyen bazı kişiler, ortaya bazı fikirler atıyor, bunları nasıl cevap vermeliyiz, ne şekilde açıklama yapmalıyız? Bu kişilerin bazı sözlerini yazıyorum:
"Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış ve bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün." (Nisa, 4/34)
- Cinsiyet ayrımcılığının daha açık bir tarifi herhalde olamaz. "Hâkimlik", "üstünlük", "itaat" ve "dayak"... Açıklama gerektirmeyecek kadar niyeti aşikâr bir ayet.
"Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."(Maide, 5/38)
- Ceza sisteminin bozukluğunu anlatan, şiddeti körükleyen bir diğer ayet. Hırsızın elini kesmek gibi korkunç ve geri döndürülemez bir cezayı öngörüyor. İnsana verilen değeri göz önüne seren, suçluyu ıslah edip topluma kazandırmak yerine onu tamamen işe yaramaz hale getirmeyi amaçlayan, tam ortaçağa yakışır bir ceza...
"Şüphesiz siz, içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, 'Aşağılık maymunlar olun.' demiştik."(Bakara, 2/65)
- Açıkçası, bilmiyoruz, görmedik ya da duymadık... Cumartesi yasağını çiğnedi diye maymuna dönüşen kavimlerin olduğu bir dünya oldukça eksantrik olsa gerek. Tabi burada iki ihtimal var: Birincisi gerçekten Tanrı’nın 1.500 yıl evvel böyle işlerle (!) uğraşıyor olduğu, kavimleri maymuna dönüştürdüğü, ancak günümüzde artık bu huyundan vazgeçtiği. İkincisi ve akla yatkın olanı ise, bu saçma hikâyelerin, tıpkı diğer benzer masallar gibi insanlar tarafından uydurulduğu ve insanların bunlara inandırılıp korkutuldukları...

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu uzun soruyu, tek tek soru cevap şeklinde cevaplamanın daha uygun olacağını düşünüyoruz:

Soru 1:

"Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış ve bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün." (Nisa, 4/34)

- Cinsiyet ayrımcılığının daha açık bir tarifi herhalde olamaz. "Hâkimlik", "üstünlük", "itaat" ve "dayak"... Açıklama gerektirmeyecek kadar niyeti aşikâr bir ayet.

Cevap 1:

Soruda belirtilen dört hususu maddeler halinde cevaplayalım:

Hâkimlik: Ayette erkekler “kavvamdır”  deniliyor. Bu kelime, hakim manasına değil, yönetici, gözetmen, sorumlu manasına gelir. Bununla beraber, -aşağıda da ifade edileceği üzere- İslam’da reis olmak hizmetkâr olmak anlamına gelir.

Üstünlük: Ayette erkeğe bu sorumluluğun verilmesinin gerekçesi olarak gösterilen “erkeklerin üstünlüğü” fazilet üstünlüğü değildir. Ayetteki asıl konu olan aile geçimini sağlama noktasındaki üstünlüktür. Yani, erkek kuvvette, sabırda, aile geçimini temin etmede kadından daha üstündür demektir. Nitekim ayetin ilgili ifadesinin meali şöyledir:

“Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet (maddi-manevi güç-kuvvet) vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri / evi geçindirmeleri gibi malî yükümlülükleridir.”

“Allah katında en değerli / en üstün olanınız, Allah’a karşı en çok saygılı olanınızdır.” (Hucurat, 49/13)

mealindeki ayette üstünlük kriteri (erkeklik-kadınlık değil), Allah’a karşı gösterdikleri saygı olduğu ifade edilmiştir.

Kaldı ki bir evde sözü dinlenen bir büyük, bir reis olmazsa o ailede anarşi kol gezer. Böyle sözü dinlenir bir büyüğün büyük çoğunlukla ancak erkelerden olabilirliği herkesin bildiği bir realitedir. Çocukların -yüzde doksanın üzerinde bir oranda- anneden ziyade babadan çekindikleri, onun sözünü daha fazla dinledikleri gerçeği, gün gibi ortadadır.

- Bu durumda siz olsanız evin sorumluluğunu kime verirsiniz?

İtaat: Kadınların erkeklere itaat etmesi, onlar için bir küçüklük değildir. Evde bir erkeğin makul olan sözlerini yerine getirmenin ne zararı vardır. Evde sözü dinlenecek bir kimseye ihtiyaç olduğuna göre ve bu kişi de erkek olduğuna göre, çocuklara örnek olma adına kadının kocasına itaat etmesi kadar makul bir durum olamaz. Dairede çalışan kadınların yabancı erkelerin emirlerini harfiyen yerine getirdikleri ortada iken, kendi eşine karşı duyarlı davranması kadar doğal bir şey olabilir mi?

Bununla beraber, bu itaat kavramı, bir amir-memur durumunu çağrıştırmamalıdır. Çünkü İslam’da evvela İslam’a aykırı, bir emir ve rica olamaz. Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan bir konuda hiç kimseye itaat edilmez. Bu sebeple bu itaat, aile içerisinde kadının dik kafalılık etmemesini ön gören bir kavram olarak görülmelidir.

Bu durumdan, erkeğin hanımına itaat etmemesi diye bir anlam da çıkarılmaz. Nitekim Peygamberimiz (asm), meşhur Hudeybiye olayında, kurbanların kesilmesini istediği halde, sahabeler vaziyetin şaşkınlığından yerlerinden kımıldamamışlardır. Ve bu durumu eşi Hz. Ümmü Seleme ile istişare etmiş ve dediklerini yerine getirmiştir.

İslam’ın bu karşılıklı anlayışları benimsediğini çok iyi bilen Bediüzzaman Hazretleri: Ailenin huzur ve mutluluğunu “hürmet-i mütekabile = karşılık saygı” erdemine bağlamıştır.

Dayak: Peygamberimiz(a.s.m)’in Veda haccında konuyla ilgili olarak söylediği şu sözleri, ilgili ayetin de bir nevi açıklaması durumundadır:

“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Onlar, Allah’ın yanınızdaki aveneleridir. Onların da sizin hoşlanmadığınız / istemediğiniz kimseleri evinize almamaları sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Şayet öyle bir şey yaparlarsa (istemediğiniz kimseleri evinize alırlarsa), -onların canını yakmadan- dövebilirsiniz. Memleketin örfüne göre onları giyindirmek, yedirip içirmek sizin görevinizdir.” (Müslim, Hac,147; İbn Kesir, Nisa 34. ayetin tefsiri)

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte “kadını dövme ruhsatı”, erkeğin istememesine rağmen kadının bir kimseyi eve alması gerekçesine bağlanmıştır. “Erkeğin istemediği, hoşlanmadığı kimse”, şüphe uyandıran bir konumda olan kimse anlamına gelir.

Aslında evin içerisinde kendisine terettüp eden görevlerini yapmaması da “nüşuz / serkeşlik” anlamına gelmekle beraber, bunun en kritik noktası, erkek açısından şüphe uyandıracak davranışlarda bulunma halidir. Öyle anlaşılıyor ki, ayette söz konusu edilen “nüşuz/serkeşlik” de ailenin huzurunu içten dinamitleyen “şüpheli ortam” anlamına gelir.

Aslında, ilgili ayette (Nisa, 4/34) -meal olarak- yer alan: “O halde iyi kadınlar (…) kocalarının gıyabında / yokluğunda, onların hukuklarını, onurlarını koruyan kadınlardır.” cümlesinden de böyle bir işareti görmek mümkündür.

Ayrıca, Kur’an’ın, bu ailevî “kaba davranışı”, zor sezinlenebilecek “çok kibar” bir kalıpta anlatması, onun ifade inceliğini ve nezaketli üslubunu göstermektedir.

İşte, böyle bir ortamı hazırlayan bir kadının -hadiste ifade edildiği şekilde- hafifçe dövülmesi, şişirilmiş balon haline gelen erkeğin şak diye patlamaması, yuvayı bir anda dağıtmaması için, hikmetli bir sübap görevini yapacak ve  adamın kafatası tenceresinde kaynayan türlü, türlü şeytanî telkinlerden uçuşan buharların yavaş, yavaş beyni terk etmesine imkân sağlayacaktır. Bununla beraber, ayette “önce öğüt, sonra uzak-küs durma, en son çare olarak da dövmenin” sahneye konulmasının ön görülmesi, Allah’ın adalet, ilim ve hikmetine inanan kimselerin üzerinde uzun uzadıya düşünüp kavramaya çaba göstermeleri gereken bir hikmet tablosudur.

Bazı alimlerin de ifade ettikleri gibi, Hz. Peygamber (a.s.m)’in bu “dövme” ruhsatını asla kullanmaması ve “Eşini döven sizin hayırlınız değildir.” diye buyurması, -caydırıcı bir unsur olarak Kur’an’da yer almasına rağmen-, bu ruhsatı kullanmanın uygun olmadığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. (krş. İbn Aşur, Nisa, 4/34. ayetin tefsiri)

Soru 2:

"Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."(Maide, 5/38)

- Ceza sisteminin bozukluğunu anlatan, şiddeti körükleyen bir diğer ayet. Hırsızın elini kesmek gibi korkunç ve geri döndürülemez bir cezayı öngörüyor. İnsana verilen değeri göz önüne seren, suçluyu ıslah edip topluma kazandırmak yerine onu tamamen işe yaramaz hale getirmeyi amaçlayan, tam ortaçağa yakışır bir ceza...

Cevap 2:

Konuları bütüncül bir bakış açısıyla analiz etmediğimiz zaman, yorumlarımızda hata yapma payımız her zaman söz konusudur. Konuyu fazla uzatmamak için, doğrudan hırsızlık vakası üzerinde duralım: Hırsızlık olayında iki taraf vardır:

Birinci taraf, malı çalınan mağdur insanlar, ikinci taraf ise cezayı hak eden gaddar bir hırsız. İnsan olarak bu iki kişiyi adalet ölçüsünde tartacağız. Ne yapalım ki, mazlumun malı korunmuş olsun, zalimin de eli engellenmiş olsun.

Eğer burada caydırıcı bir müeyyide olmazsa, ne malı koruyabilir, ne de hırsızın elini engelleyebiliriz. Hapis gibi cezaların caydırıcı olmadığının en büyük kanıtı bugünkü hırsızlık vakalarının bilançosudur. Her şeyin hikmetini en iyi bilen Allah, çalışmadan, alın teri dökmeden, başkasının mağduriyetine acımadan malını çalmakta menhus bir lezzetin olduğunu, nefs-i emare sahiplerinin bu çirkin işi kolay kolay bırakmayacaklarını, bunun engellenmesinin tek yolunun hırsızlık eden elin kesilmesi olduğunu bilmiş ve hükmünü vermiştir.

Her hırsız, fakirlikten ötürü bu işi yapmıyor. Bunu alışkanlık haline getiren, yorulmadan çok para kazanma peşinde olanların haddi hesabı yoktur.

Fakir olsa bile, eli kesilenin kendisi ve bakmak zorunda olduğu insanları aç bırakmamak devletin görevidir. Hırsız kimse de bunun dışında değildir. Nitekim Hz. Ömer, bir kıtlık döneminde hırsızlık yapanlara ceza uygulamamış ve: “İnsanların karnını doyurmadan, onlardan yasalara uymayı istemeyiz.” demiştir.

Hırsızın elinin kesilmesi ile ilgili Kur’an’ın hükmü -deyim yerindeyse- en çağdaş bir hükümdür. Çünkü bu çağ kadar hırsızı, şehir eşkıyası, kapkaçı, gaspçısı bol olan başka bir çağ olmamıştır. Bunlara karşı alınan yüzeysel ve düzeysiz cezaların caydırıcı olmadığına dair -hırsızlar hariç- herkes hemfikirdir.

İslam tarihinde, bu cezanın âdil bir şekilde uygulandığı ilk üç asırda -hırsızlık suçundan ötürü- kesilen ellerin sayısı yalnız altıdır. Şu anda, dünyanın her bir şehrinde her gün bu suçlar sebebiyle -talan edilen bunca servet yanında- en az bir veya birkaç -el değil- baş kesilmekte / mal sahibi zalimce öldürülmektedir. Buna caydırıcı bir önlemle dur demek, her çağdan daha çok bu çağın ihtiyacı vardır.

İlginçtir, hırsızın durumuna acıyoruz da malı çalınan, hayatı boyunca on yıllarca çalışıp zor biriktirdiği bütün servetini hırsıza kaptıran mal sahibinin bu durumunu pek dikkate almıyor gibi davranıyoruz. Bu adamın da çoluk çocuğu yok mu? Kendisi de muhtaç duruma düşmemiş mi?

İnsanın aklına -malına mukayyet olmadığı için eleştirilerin hedefi olmuş- Nasrettin hocanın meşhur şu sözü geliyor “Yani hırsızın hiç mi suçu yok?”

Bir zamanlar, kendini bilmez bir cahilin, hırsıza verilen cezayı bahane ederek İslam şeriatına hücum etmesine karşılık bazı İslam alimleri çok güzel cevap vermişlerdir. Bunu da bilmek bizim de soru soran kardeşimizin de hakkı olduğunu düşünüyoruz:

İtiraz eden demiş ki: İslam dininde "Kim haksız yere bir kimsenin elini keserse, beş yüz altın diyet ödemek zorundadır." Durum böyle iken, nasıl olur da -değeri beş yüz altın olan- bir el, yarım altın çaldığı zaman kesilir?

Şöyle cevap vermişler: İnsanın canını koruma adına elin diyeti beş yüz olarak hükme bağlanmıştır. Ama insanın malını koruma adına da hırsızın eli değersiz sayılmıştır. Böylece beş yüz değerinde olan bir el yarım altın çaldığında kesilmeyi hak eder. Bir başka alim de şu cevabı vermiştir: Bir el, emin olduğu sürece değerlidir, hain olunca da değerden düşer.

Ne güzel hikmetli sözler... Gerçekten Allah’ın hikmetini böyle anlamak veya anlamaya çalışmak gerekir.

Soru 3:

"Şüphesiz siz, içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, 'Aşağılık maymunlar olun.' demiştik."(Bakara, 2/65)

- Açıkçası, bilmiyoruz, görmedik ya da duymadık... Cumartesi yasağını çiğnedi diye maymuna dönüşen kavimlerin olduğu bir dünya oldukça eksantrik olsa gerek. Tabi burada iki ihtimal var:

Birincisi gerçekten Tanrı’nın 1.500 yıl evvel böyle işlerle (!) uğraşıyor olduğu, kavimleri maymuna dönüştürdüğü, ancak günümüzde artık bu huyundan vazgeçtiği.

İkincisi ve akla yatkın olanı ise, bu saçma hikâyelerin, tıpkı diğer benzer masallar gibi insanlar tarafından uydurulduğu ve insanların bunlara inandırılıp korkutuldukları...

Cevap 3:

Olayın özeti şudur:

“Deniz sahilinde oturan bir kısım Yahudilerin yaptıkları azgınlık sebebiyle, Allah onları sebt / cumartesi günü imtihanıyla imtihan etti. O gün balık avlamaları yasaklandı. Fakat imtihanın bir gereği olarak, cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar onlara akın akın gelirdi. Tatil yapmadıkları diğer günlerde ise, gelmezdi.” (bk. Araf, 7/163) Bu maymun iştihalılar, Allah’a karşı bile kurnazlık yapma yolunu denediler, cumartesi günü balık avlama yasağına uymuş gibi yaparak, balıkları o gün avlamıyor, onları yaptıkları bir havuzda biriktiriyorlardı, cumartesi bittikten sonra balıkları o havuzdan toplamaya başlıyorlardı. Daha sonra bizzat sebt / cumartesi gününde de balık avlamayı helal saydılar. (bk. Hazin, ilgili ayetin tefsiri)

İşte Allah’ın bunlara maymun damgasını vurması, onların haylaz psikolojilerine, aymaz karakterlerine son derece uygun düşmüştür.

Verilen ceza ne kadar işlenen suçun karakterine uygun olursa veya yapılan azarlama ne kadar suçlunun psikolojik durumuna muvafık olursa, o nispette fiilî bir belagat ve sözlü bir fesahat olur.

“De ki: Allah katında bir ceza olarak bundan daha beterini bildireyim mi? O kimseler ki Allah onlara lânet etmiş, gazabına uğratmış, içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve tâguta tapan kimseler yapmıştır. Yerleri en fena olanlar, doğru yoldan büsbütün sapanlar, işte onlardır.” (Maide, 5/60)

mealindeki ayette, suç işleyen Yahudiler için üç damga vurulmuştur:

a. Sebt / cumartesi günü yasağını çiğnedikleri için maymun,

b. Hz. İsa’nın duasıyla gökten kendilerine inen Allah’ın semavî ziyafetini hafife alıp nankörlük etmelerinden ötürü domuz,

c. Buzağıya taptıkları için de “Tağuta tapan”lar damgasını yemişlerdir. (krş. Razî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri)

Bu damgaların her biri, işlenen suçun karakterini yansıtması bakımından son derece manidardır. (Ayrıca, Bakara 2/65; Araf, 7/166. ayetlerin meallerine de bakılabilir)

Allah dilediği zaman bir çok kavimleri helak eder ve etmiştir. Dilediği zaman da bazı suçluları domuz veya maymun kılığına sokabilir. Allah’ın böyle bir ceza vermesini alay konusu yapmak ve “ Tanrı’nın 1500 yıl evvel böyle işlerle (!) uğraşıyor olduğu..”nu söylemek Allah’ı tanımamak anlamına gelir. Bu, aynı zamanda üç semavi dinin ittifakla belirttiği bazı kavimlerin helak edildiğine dair tarihi gerçekleri göz ardı etmektir.

Nitekim,

 “Bunu, (aşağılık maymuna çevirme cezası) hem bu hâdiseye şahit olanlara, hem de sonradan gelecek olan nesillere bir NEKÂL (ibret-i âlem bir ceza) ve korunacaklara da bir öğüt kıldık.” (Bakara, 2/66)

mealindeki ayette bu ceza “en ağır ceza” anlamına gelen “bir nekal” olduğuna vurgu yapılmıştır.

Bununla beraber, Mucahid gibi bazı İslam âlimlerine göre, ayette geçen “maymuna çevirme” cezası, hakiki değil, mecazi bir ifadedir. Nitekim Kur’an’da yine Yahudiler için bir darb-ı mesel olarak şu ifadeye yer verilmiştir:

“Tevrat’ın mesajını ulaştırma ve onu uygulama yükümlülüğünü kabul ettikleri halde, sonra bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler, tıpkı ciltlerle kitap taşıyan merkebe benzer.” (Cumua, 62/5)

Buna göre, ayette onların gerçekten maymun kılığına sokuldukları değil, bir darb-ı mesel olarak kalplerinin maymun kılığına büründüğü ifade edilmiştir.” (bk. Taberi, Maverdi, Razî,  İbn Kesir; Tefsiru’l-Menar; Bakara: 65-66. ayetin tefsiri)

Şunu da belirtelim ki, Allah’ın kudreti, söz konusu Yahudileri gerçek olarak maymun yapabileceği gibi, onları kalben maymun gibi de yapabilir. Yani, onlar aklı başında insanlar olarak Allah’ın vahyi olan Tevrat’ın mesajlarını görmezlikten gelmeleri sebebiyle Allah da onları akılsız hayvanlar durumuna soktu. O kimseler hiç bir zaman gerçeği anlayacak bir kalp ve akla sahip olmadılar. (krş. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun