Hırsızlık için el kesme cezası ilk olarak ne zaman verilmiş?

Hırsızlık için el kesme cezası ilk olarak ne zaman verilmiş?
Tarih: 09.07.2017 - 01:17 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Maide 38: Hayrettin Karaman bir yazısında, el kesme olayının cahiliye Araplarında olduğunu ve Allah’ın bunu devam ettirdiğini yazmış. 
- Kafam karıştı, tüm insanlık adına. Allah neden cahiliye Araplarından böyle bir şey devralsın?
- Eğer onlarda olmasaydı Allah devam ettirmez miydi haşa? (Şeytani düşünce)
- İkinci olarak, hırsızın elini kesme kanunu önceki muhtelif devletlerde bulunuyor muydu veya peygamberler şeriatında?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslamiyet, tevhid inancını getirerek putperestliğe karşı kesin tavır almış, dine aykırı olan her şeyi reddetmiş, bu inanışın eseri olan ve insan şerefine yakışmayan bütün kötü adetleri ortadan kaldırmıştır.

Hukuki ve ahlaki cephesiyle de Cahiliye ruhu ile sonuna kadar mücadele etmiş; sefih, gayrı ahlaki ve zalimane davranışlara son vermiş ve Cahiliye devrinin bütün tezahürlerini ortadan kaldırarak yerini, hilim ve ilimden kaynaklanan davranışların hakim olduğu yeni bir hayat düzeni kurmuştur.

O halde, Cahiliye dönemine ait olsa bile, Allah’ın devam ettirdiği bir uygulama varsa, artık bu hüküm, Allah’ın emridir. Bu durum, cahiliyede olduğu için değil, Allah’ın hükmü ve rızası olduğu için devam ettirilmiştir.

Demek ki, hırsızın kolunun kesilmesi cezası, daha önceleri Cahiliye dönemine ait bir uygulama olsa bile, Allah bu hükmü verince, artın o konu cahiliye uygulaması olmaktan çıkar, Allah’ın emri ve hükmü olur.

Cahiliye Dönemince Hırsızlık ve Cezası

İslâmiyet’ten önce Hicaz-Arap toplumunda hırsızlık kural olarak ayıp ve suç sayılmakla birlikte merkezî bir siyasî otorite bulunmadığından, suçun düzenli bir takibata ve cezalandırmaya maruz kaldığı söylenemez.

Meselâ göçebe Araplar kabile fertlerine, dost kabilelere, mabedlere ve kamuya ait malın çalınmasını suç sayarken, diğer kabilelerden çalınan malı -ki bunlar genelde deve ve giyeceklerdir- ganimet sayar, bu tür eylemleri de cesaret ve beceriyi simgeleyen davranışlar olarak görürlerdi.

Öte yandan hırsızın sosyal konumu ve kabilesinin gücü de cezalandırılmasında önemli farklılıklar doğuruyordu.

Kaynaklar, Cahiliye Arapları arasında hırsızlığın bir hayli yaygın olduğundan söz eder. Öyle ki hırsızlık, Araplarda sosyal hayatın aynası durumunda bulunan Arap edebiyatının da ana temalarından birini teşkil etmiş, Araplar arasındaki meşhur hırsızlar ve hırsızlık vakaları etrafında oluşan çeşitli şiir, darbımesel ve menkıbeyi konu alan bir literatür türü ortaya çıkmıştır.

Cahiliye toplumunda da hırsızlığın hapis, el kesme, kabile himayesinden çıkarma, dayak gibi çeşitli müeyyidelerle önlenmeye çalışıldığı ve bu dönemde bazı münferit olaylarda hırsızın elinin kesildiği bilinmekle birlikte, bu uygulamanın uzunca bir geçmişinin bulunmadığı, hatta hırsızlık için el kesme cezasını ilk koyanın Abdülmuttalib veya Velîd b. Mugīre olduğu rivayetleri vardır. (bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Hırsızlık md.)

* * *

Not: Hayrettin Karaman Hoca’nın konuyla ilgili yazısı şöyledir:

Hırsızlık Cezası 

Hırsızlık farklı şekillerde tanımlansa da hemen bütün dinlerde, hukuk ve ahlâk sistemlerinde kınanmış, yasaklanmış ve cezaya bağlanmıştır.

Eski Ahd'in meşhur "on emri" arasında "çalmayacaksın" talimatı da yer almıştır. 

İslâm'dan önce Arabistan'da hırsızlığın suç sayıldığı ve bu suçu işleyenlerin ceza olarak ellerinin kesildiği, ilk el kesme hükmünü Velîd b. Muğîre'nin verip uyguladığı bilinmektedir.

İslâm gelince, Cahiliye devri düzen, âdet ve uygulamalarının tamamını kaldırmamıştır; bunların bir kısmını olduğu gibi devam ettirmiş, bir kısmında değişiklikler yapmış, kalanını da -İslâm'ın tevhid ve ahlâk ilkelerine aykırı olduğu için- tamamen değiştirmiştir. Hırsızlığın suç sayılması ve bu suça uygulanan ceza da İslâm'ın, Cahiliye'den devralıp devam ettirdiği uygulamalar arasındadır.

Hırsızlık suçu ve cezası ile ilgili ayette şöyle buyurulmuştur:

"Hırsızlık yapan erkeğin ve kadının, yaptıklarının cezası ve Allah'tan caydırıcı bir yaptırım olarak ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Kim bu haksız fiilinden dolayı pişman olur (tövbe eder) ve durumunu düzeltirse, Allah da onun tövbesini kabul buyurur. Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır."(Mâide, 5/39)

El kesme cezasının çok ağır bir ceza olduğunda şüphe yoktur. Bu kadar ağır bir cezanın uygulandığı suçun da aynı derecede ağır olması, suç ile ceza arasında bir dengenin bulunması gerekir; ayetin sonunda Allah'ın "hikmet sahibi, hakîm" olduğunun zikredilmesi, bu denge düşüncesini desteklemektedir; çünkü hikmet "her şeyi yerinde, uygun, düzenli ve dengeli yapma" anlamını içerir.

Bir suçun ağırlık ve hafifliğini belirleyen amiller arasında sosyo-ekonomik yapı ve durum da vardır.

Buradan yola çıkan bazı modernist yorumcular, Cahiliye'de ve İslâm'ın ilk dönemlerinde mülkiyetin, mal ile ona sahip olan insan arasındaki hayatî ilişkinin daha önemli olduğunu, bu sebeple çalmanın ağır bir suç teşkil ettiğini, o gün için verilen cezanın da dengeli bulunduğunu, bugün ise kişinin malı ile hayatı arasındaki ilişkinin o derecede önemli olmadığını, cezanın da buna göre hafifletilmesinin ilâhî maksada aykırı olmayacağını ileri sürmüşlerdir.

Bu cesaretli yorumun şüphesiz tartışılması ve araştırılması gereken yönleri vardır.

Klâsik yorum ve fıkıhçıların ittifakla benimsedikleri hüküm, el kesme cezasının -şartları bulunduğunda- bugün de uygulanacağıdır.

El kesme cezasının uygulanma şartlarının detaylarına burada girmek gerekmez; ancak bunlardan bir tanesi var ki, zikretmeden geçmek, konunun anlaşılmasını olumsuz etkileyecektir; bu şart, hırsızlık yapan kimseyi, suçu işlemeye iten sebeple ilgilidir.

Bütün ilgili kaynaklarda yer alan, Hz. Ömer'in halifelik döneminde geçmiş bir vakıa ve uygulama vardır. Sahibi tarafından aç bırakılan köleler yiyecek çalarken yakalanıp halifeye getirilmişler; halife yaptığı soruşturmada bunu açlık yüzünden yaptıklarını öğrenince çalanları cezalandırmamış; sahiplerini çağırtmış, köleleri bir daha aç bırakırsa kendisini cezalandıracağını söylemiştir.

Yine Hz. Ömer bir kıtlık yılında, genellikle insanlar karınlarını doyurmak için çalmak mecburiyetinde kaldıkları için bu cezanın uygulanmasını, bolluk avdet edinceye kadar durdurmuştur.

Sahabenin gözü önünde cereyan eden ve kimsenin itiraz etmediği bu uygulamalar, bizi bir genel kurala götürmektedir:

Hırsızlık cezasının uygulanma şartlarından biri de toplum içinde, kimsenin aç, açık, temel ihtiyaçlar bakımından muhtaç durumda kalmaması, herkes için mümkün olan en yüksek bir sosyal refah tabanının oluşturulmasıdır.

Buna rağmen, yani insanı çalmaya iten "meşru sebep" ortadan kalktığı halde kolay yoldan, çalışıp terlemeden servet sahibi olmak maksadıyla, başkalarının helâl yoldan kazanılmış mallarını çalanlar, elbette ceza göreceklerdir. 

Ayette yer alan "tövbe, pişmanlık, bir daha yapmama azmi, bu kötü alışkanlığı bırakarak ıslah olmak, durumunu düzeltmek" cezayı nasıl etkiler?

Bu soruya klâsik fıkhın verdiği cevap şudur:

Allah'ın tövbeyi kabul etmesi, ahirette ceza vermemesi demektir, tövbe dünyada verilecek cezayı kaldırmaz.

İlk devir müctehidlerinden Atâ'ya göre, yakalanmadan tövbe eden, pişman olup teslim olan, çaldığını iade ve tazmin eyleyen kimsenin el kesme cezası da düşer.

Fıkıhçılar mülkiyetin korunması ilkesi ile pişmanlığın kötüye kullanılması halinde hukukî istikrarın, mal ve can güvenliğinin korunamayacağı endişesine dayalı olarak bu yorumda ısrar etmişlerdir.

Bize göre ayetin açık ifadesi, gerekli araştırma ve denemeler yapılarak -yakalanmadan önce olsun sonra olsun- pişmanlığında samimi olduğu ve kendini ıslah ettiği anlaşılan kimselere bu cezanın uygulanmaması gerektiğini göstermektedir. Bu şartlarla Allah'ın bağışlaması, kullarının da bağışlaması gerektiğine bir delildir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun