Hırsızlık yapan kişi yakalanınca tövbesi kabul olmaz mı?

Tarih: 15.11.2021 - 15:19 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şöyle ki ben bir yerden hırsızın yakalanmadan önce tövbe edebileceğini ama yakalandıktan sonra tövbesinin geçerli olmayacağını duydum. Bu durumda hırsızlık yapan kişi yakalanınca tövbe etse bile bu tövbesini Allah kabul etmez mi?
- Ayrıca hırsızlık yaptığı için eli kesilen bir hırsız gündelik işlerini yapmakta çok zorlanır. Örneğin bir doktor hastasını muayene ederken ya da bir üniversite öğrencisi yazı yazarken diyelim ona kolaylık amaçlı protez el takılabilir mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, buradaki hırsızın tövbesi konusu, günaha karşı yapılan tövbe değil, hırsızlıktan dolayı verilecek olan el kesme cezasının uygulanıp uygulanmamasıyla ilgilidir.

Konuyla ilgili ayetlerin mealleri şöyledir:

“Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Kim bu haksız davranışından sonra tövbe eder ve halini düzeltirse, bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Maide, 5/38-39)

Bu ayetlerde hırsızlıktan tövbe etmeye de yer verilmiş, fakat ilk ayette ceza konusu kesin ifade edilmesine karşılık ikinci ayette tövbenin dünyada da cezanın düşürülmesine vesile olup olmamasına işaret edilmemiştir.

Bu sebeple, cumhur-u ulemaya göre, bu tövbe işi ahiretle alakalıdır. Allah ahiretle ilgili tövbesini kabul eder, ama dünyadaki el kesme cezası yok olmaz ve uygulanır. Şu halde, tövbenin dünyadaki cezayı düşürmesi -ister mahkemeye intikalden önce isterse sonra olsun- söz konusu değildir. Nitekim daha önce tövbe etmesine rağmen Hz. Peygamber (asm) Efendimizin, hırsızlıktan ötürü Mahzumiye olan kadının elini kestirmesi bunun delilidir. (bk. Buhari, Enbiya, 54, Hudud, 11; Müslim, Hudud, 9; İbn Aşur, el-Meraği, ilgili ayetin tefsiri)

Hanefi mezhebine göre ise, hırsızlık suçu mahkemeye intikal ettikten sonra, malı çalınan kişi hırsızı af da etse veya bir şekilde barışmış olsalar da cezası yok olmaz, el kesme cezası uygulanır. (bk. V. Zuyahli, el-Fıkhu’l-İslamî, 4/2844)

Razi’nin verdiği bilgiye göre, tabiinden bazı alimler cumhura muhalif olarak ayetten “dünyada da tövbenin kabul olacağına ve artık el kesme cezasının verilmeyeceğine” dair görüş beyan etmişler. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

Beydavi de “tövbenin -ekser alimlere göre- cezayı düşürmediğini ve yok etmediğini” bildirmek suretiyle, farklı görüşlerin olduğuna da işaret etmiştir. (Beydavî, ilgili yer)

Semerkandi de cumhuru ulemaya muhalif olarak bu konuda şunları söylemiştir:

“Kim yaptığı hırsızlık suçundan tövbe eder ve çaldığı malı sahibine teslim ederse, ahirette olduğu gibi, dünyada da tövbesi kabul edilir ve had cezası uygulanmaz.” (bk. Semarkandi, ilgili yer)

İslam'ın temel amacı insanları cezalandırmak değil, aksine onları huzur içerisinde ve mutlu bir şekilde yaşatmaktır. Bu sebeple İslam suç işlemeyi önlemek için caydırıcı cezaî müeyyidelerin yanında dinî, ahlakî, sosyal ve iktisadî tedbirleri de almıştır. Bu cümleden olarak Kuran'da fakirlere, yoksullara, darda kalanlara, ihtiyaç içinde kıvrananlara devlet bütçesinden hisse ayrılması istenmiş (bk. Tevbe 9/60), "(Zenginlerin) mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır." (Zâriyât 51/19) buyurularak, zenginlerin fakirlere yardım etmeleri emredilmiştir.

Öte yandan, haram olan şeylerden zaruret hallerinde yenilip içilebileceğine dair ruhsat verilmiştir. (bk. Bakara 2/173)

İslam'ın, bu ve benzeri sosyal yardım­laşma konularındaki emirleri uygulandığı takdirde, insanları hırsızlığa sevk eden sebepler büyük ölçüde ortadan kalkar.

Öte yandan, bu konuda göz ardı edilmemesi gereken bir husus aslî hüküm ve müeyyide ayıranıdır. Müeyyideler (yaptırımlar) hukuk sisteminin gayeleri değil, amaçlanan hükümlerin korunup desteklenmesini sağlayan düzenlemelerdir.

Eşya hukuku alanında Kur'an'ın temel buyruklarından biri, mülkiyet hakkına saygı gösterilmesi ve sahibinin rızası olmadan bir malın ister zorla ister gizli yollarla alınmamasıdır. Bu buyrukla hedeflenen amacın gerçekleştirilmesi için kuşkusuz değişik yaptırımlar düşünülebilir. Nitekim insanlık tarihi bu konuda hangi yaptırımın daha başarılı olacağıyla ilgili tecrübelerle doludur.

Fakat bu alanda geliştirilen yöntemlerin tatmin edici bir başarı düzeyine ulaşabildiğini söylemek kolay değildir.

Bütün bunlar, Kur'an'ın bir taraftan insanlık onurunun ayaklar altına alınmasına ve toplumunun huzur ve güvenliğinin altüst olmasına yol açan hırsızlık eylemine fırsat vermeyecek düzenlemeler yapılması üzerinde önemle durmasını, diğer taraftan da -bütün önlem ve çabalara rağmen- böyle çirkin bir fiilde ısrar edenlere karşı sert ve kararlı bir tavır takınmayı telkin etmesini daha anlaşılır kılmaktadır.

Bir başka anlatımla, burada mal aleyhine işlenen cürümler arasında hırsızlığın yeri belirlenirken, bu fiilin iman ve ahlak açısından Müslüman kimliğiyle bağdaşamayacak bir nitelik taşıdığının vurgulandığına dikkat edilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber'in (asm) bazı hadislerinde de bu nokta üzerinde durulmuştur. (bk. Müslim, Hudud, 9)

Yalnız başına okunduğunda sadece ağır bir ceza hükmü içerdiği düşünülebilecek olan bu ayetin, Kur'an'ın ilkeleri ve Hz. Peygamber (asm) Efendimizin uygulamaları ışığında incelendiğinde, burada öncelikle, İslam'ın dinî ahlakî buyruklarını içine sindirmiş bir toplumda hırsızlık olarak nitelenebilecek bir eylemin yargıya intikal edebilecek düzeye gelmesinin çok düşündürücü olduğuna dikkat çekildiğini söylemek mümkündür.

Nitekim Allah’ın Elçisinin (asm) mektebinde yetişmiş bir devlet adamı olan Hz. Ömer hırsızlık vakalarında cezalandırma alternatifinden önce sanığın niçin çaldığı sorusu üzerinde durmuş ve ceza hukukunun temel ilkelerinden olan "kusur" şartının gerçekleşmediği kanaatine vardığı durumlarda ceza uygulanmamasına karar vermiştir. (bk. Kur'an Yolu, ilgili ayetlerin tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun