Allah kendisini Kur’an’da nasıl tarif etmektedir?

Tarih: 13.02.2020 - 08:49 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İhlas suresinde Cenab-ı Hak, kendisini şöyle tanıtıyor:

“Allah birdir. Hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Her şeyi o yaratmıştır. Yarattığı hiçbir varlık O’na benzer ve denk olmamıştır.”

Demek ki, yaratılmış olarak ne hayal edilse o ilah olamaz, mahlûktur. Allah’ı -hâşâ- kimin yarattığını sormak da Allah’ı bilmemekten ileri geliyor. Çünkü yaratılmış olarak ne düşünülürse, o mahlûktur, ilâh olamaz.

Allah’ın sıfatlarını biraz daha yakından tanımaya çalışalım. Allah, ezelîdir, ebedîdir, Allah yaratılmış şeylerin hiçbirine, hiçbir yönden benzemez. Allah’ın varlığı kendi zatındandır.

“Allah’ın varlığı kendi zatındandır.” sözünü Bediüzzaman Kudret sıfatını nazara alarak şöyle ifade ediyor:

"Kudret-i Ezeliye, Zât-ı Akdes-i İlâhiyenin lâzime-i zaruriye-i zâtiyesidir. Yani, bizzarure Zâtın lâzımesidir; hiçbir cihet-i infikâki olamaz. Öyleyse, kudretin zıddı olan acz, o kudreti istilzam eden Zâta bilbedâhe ârız olamaz. Çünkü, o halde cem-i zıddeyn lâzım gelir."

"Madem acz, Zâta ârız olamaz. Bilbedâhe, o Zâtın lâzımı olan kudrete tahallül edemez. Madem acz, kudretin içine giremez. Bilbedâhe, o kudret-i zâtiyede merâtip olamaz. Çünkü, her şeyin vücut merâtibi, o şeyin zıtlarının tedahülü iledir. ” (bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz)

Demek ki, sıfat zatından olunca oraya zıddı giremiyor. Girdiği farz edilirse, iki zıddın bir anda olması gerekir ki bu mantıken mümkün değildir. Yani ilahın aynı anda hem sonsuz kudret sahibi ve hem de kudretin zıddı olan aciz olması mümkün değildir. Bu meseleyi daha iyi anlamak için şöyle bir misal verilebilir: Mesela “Bir insan gördüm." denildiği zaman, ona; "O insanın başı var mıydı?" diye sorulmaz. Çünkü insanın varlığının gereği, yani olmazsa olmazı, başıdır. Keramet hariç, başsız bir insan olamaz.

İşte “Allah” dendiği zaman, zâti ve subuti sıfatları O’nun zatındandır. Yani olmazsa olmazlarındandır. Madem Allah’ın kudretine acizlik ârız olamaz. Dolayısıyla hiçbir şekilde acizlik o kudretin içine giremez. Bu da apaçık gösterir ki, o zâti kudretinde mertebe ve derecelenme olamaz. Çünkü bir şeyin varlığındaki mertebeler, o şeyin zıtlarının içine girmesiyledir. Mesela sıcaklıktaki derecelenme, soğuğun onun içine girmesiyledir. Güzellikteki derecelenme ve mertebeler, çirkinliğin içine girmesiyledir. Mümkinatta, yani yaratılmış olan bütün varlıklarda sıfatlar ârızi, yani onlara sonradan verilmiş olduğu için, zıtlar birbirine girmiştir. Allah’ın sıfatları konusunda insanları yanıltan ve inkâra götüren önemli sebeplerden birisi, Allah’ın bu zâti sıfatlarını kendisine verilmiş olan ârizi sıfatlarla kıyas etmesidir.

Kudrette mertebe ve derecelenme olmayınca, o kudretin bütün kâinata taalluku ile bir zerreye taallukunun aynı olduğunu Bediüzzaman şu şekilde belirtiyor:

' Madem ki kudret-i ezeliyede merâtip olamaz. Öyleyse, makdûrat dahi, bizzarure, kudrete nisbeti bir olur. En büyük en küçüğe müsavi ve zerreler yıldızlara emsal olur.”

Mademki, Allah’ın ezelî kudretinde mertebeler olamaz. Öyle ise, bütün mümkün varlıkların bu sonsuz kudrete nisbeti birdir. En büyük en küçüğe denk ve zerreler yıldızlara emsal ve benzer olur. Bir baharın yaratılması, bir tek çiçeğin yaratılması gibi O kudrete kolay gelir. Haşirde bütün insanlığın yeniden diriltilmesi, bir insanın diriltilmesi gibidir.

İlim, Görme, İşitme, Konuşma ve Yaratma (Tekvin) gibi diğer subutî sıfatların hepsi de kudret sıfatı gibi zatındandır. Yani Allah’ın ilmi sonsuzdur, işitmesi sonsuzdur, görmesi sonsuzdur. Bir başka ifade ile görmesi olmayan veya sınırla olan İlah olamaz, işitmesi olmayan veya sınırla olan ilah olamaz demektir.

Netice olarak; Allah’ın kudreti zatındandır. Sıfat zatından olunca zıddı onun içine giremez. Zıddı onun içine giremediği için, o sıfatta  mertebelenme ve derecelenme olmaz. Mertebelenme olmadığı için, o sıfata göre az-çok, küçük-büyük fark etmez. Mesela, Allah’ın görmesi, işitmesi, iradesi ve ilmi gibi sıfatları zâti olduğundan, bir atomu yaratmasıyla ile sonsuz kâinatı yaratması arasında, bir şeyi bilmesi ile bütün her şeyi bilmesi arasında, bir sesi işitmesiyle bütün sesleri işitmesi arasında, bir şeyi görmesiyle her şeyi görmesi arasında fark yoktur. Allah aynı anda her şeyi işitir, her şeyi görür, şeyi bilir, her işi yapar. Hiçbir iş bir işe mani olmaz.

Bunu, Güneş'in faaliyeti ile bir derece anlamak mümkündür. Meselâ, bahar mevsiminde gündüz vakti Güneş, yansıdığı alandaki bütün bitkileri aydınlatmaktadır. Burada tek çiçek kalsa, diğer bütün ortadan kalksa, güneşin işi kolaylaşmayacaktır. Yani, bütün bitkileri aydınlatmadaki rolü, sarf ettiği gücü ne ise, tek çiçeği aydınlatmada harcadığı gücü de aynıdır. Allah'ın bir mahlûku olan Güneş böyle olursa, elbette, kâinatın sahibi olan Cenâb-ı Hak için mahlûkatı yaratma ve idarede büyük-küçük az-çok hiç fark etmeyecektir. İnsan kendisine verilen cüz-i ilim, irade kudret ve malikiyetle, Cenab-ı Hakk’ın ilmini, kudretini ve malikiyetini anlar. “Ben nasıl bu mülkün sahibiyim. Burada istediğim gibi tasarruf edebiliyorum, Cenab-ı Hak da bu kâinat mülkünün sahibidir ve onda istediği gibi tasarruf eder.” der. Allah’ın isim ve sıfatlarını bir derece anlar.

Bütün insanlarda el, yüz ve göz gibi organlar aynı olmakla beraber, her bir ferdin simasındaki farklılık Cenab-ı Hakk’ın ehadiyetini ve birliğini, istediğini istediği gibi yaptığını gösteren bir mührüdür. İnsan da yeryüzü sayfasında bir kelime gibidir. Her harfinde ayrı bir mana, her noktasında ayrı bir sanat ve hikmet gizlidir. Elli trilyona yakın hücreden örülmüş bu insan sarayında her bir hücre bir nokta gibidir ve bu her bir noktaya binlerce cilt kitaba sığdırılmayacak kadar bilgi yükleyen kâinat sahibi, kendi varlığını ve birliğini böyle bir mühürle göstermek istemektedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun