Allah’a inandığı halde Peygamber’den şüphe eden bir kimseye ne diyebiliriz?

Tarih: 11.01.2013 - 04:07 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Çok yakın bir arkadaşım benimle konuşurken önce çekinerek dediği: "Allah var, şüphe etmiyorum; bizi yaratırken vicdan vermiş, neyin iyi neyin kötü olduğunu insan bilir, peygamberlerde aslında insandaki vicdani istismar etmiştir, yoksa Allah’tan bir vahiy aldığı yok." dedi. Örnek olarak Peygamberimiz (asm)'in evlatlığının eşini kendine aldığını, bunu da gelen ayet ile caiz gösterdiğini ve "Allah’ın hiç işi yok da böyle şeylerle mi uğraşsın." dedi ve buna benzer başka örnekler verdi. 

- Medine’de bir savaş sonrası yarı yolda esir kadın ile beraber olduğunu ve bunun bir peygamberin yapmayacağını, bunu eskiden normal gördüğünü, simdi başka düşündüğünü söyledi!

- Arkadaşım için çok üzülüyorum, ona nasıl yardim edebilirim?

- Nasıl cevap verebilirim, inanın bu duyduklarımdan kendim de çok rahatsız oldum, imanıma zarar gelsin istemiyorum, kafam da vesveseye yer vermek istemiyorum. Lütfen bana yardımcı olun. 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Sorudaki tereddüt konuları -Türkiye’de daha çok- meşhur olan dinsiz Turan Dursun’a aittir. İslam dini konusunda alt yapısı olmayanların, bu tür eserleri veya internetteki zırvalarını okuyanlar çok ciddi tehlikelerle karşılaşabilirler. Bu tür dinsizlerin kaynaklarına bakmadan önce dinimizi en doğru şekilde öğrenmemiz gerekir ki, bu zehirlerden etkilenmeyelim.

Bu tür tereddütlerinizi tamamen izale etmek için bu soru-cevap sitemizin konumu elbette müsait değildir. Bununla beraber kısaca da şunları takdim edebiliriz:

- Deizm, tüm dinleri reddeden ancak Tanrı'nın varlığına inanan inanç biçimidir. Dinler reddedildiği için peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günâh, ibadet, vahiy, ahiret, cennet, cehennem, melek, cin ve şeytan gibi kavramların hiçbirinin Deizm inancında yeri yoktur. Yalnızca evreni ve doğa kanunlarını koyan, bunun ardından evrene ve insanlığa hiçbir müdahalesi olmayan bir Tanrıya inanılır.

- Hz. Muhammed (asm)’in ve diğer peygamberlerin gösterdiği onlarca mucize vardır ki, insanlar onları görerek iman etmişler. Örneğin Hz. Muhammed’in elinde bir kitap vardır; Kur’an!

Ümmetin en akıllı, en zeki, en bilgili, en takvalı, en ibadetçi, en dürüst olmakla şöhret bulmuş binlerce İslam aliminin kabul ettiği bir hakikati kabul etmemenin izah edilecek hiçbir tarafı yoktur. Nefsimizin evhamlarına saplanıp güneş gibi ortada olan sahih hadislerin varlığını inkâr etmek yerden göğe kadar bir haksızlıktır.

- İslam dininin temel referans kaynağı Kur’an’dır. Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu gösteren delilleri elde ettiğimiz zaman bütün problemlerimiz halledilir. Çünkü Allah doğru konuşur. Âciz, korkak, zavallı kimselerin işi olan yalana tenezzül etmez..

- Peki Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu, Hz. Peygamber (asm)'in Allah’ın hak elçisi olduğunu nasıl öğreneceğiz?

İşte Türkiye şartlarında ve içinde bulunduğumuz çağın idraki bakımından, bunun en kısa yolu Risale-i Nur eserlerini okumak, bilen kimselerle müzakere etmektir. Öyle zannediyoruz ki, cennet gibi ebedi ve sonsuz bir yurdu kaybetmemek için her türlü yolu denemeye değer. Bu sebeple, hiçbir kaprise kapılmadan, hiçbir ön yargıya tutulmadan, hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan milyonlarca insanların imanını kurtaran Risale-i Nur’u okuma zahmetine katlanmak en akıllıca bir yoldur.

- Şunu da tekrar söyleyelim ki, bizim sitemizde -değişik sorulara verilen cevaplarda- Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu gösteren bazı deliller yazılmıştır. Onlara da bakılabilir. Bütün maksadımız ve yegâne gayemiz bir kardeşimizin imanını kuvvetlendirmek, bir cennet pasaportu olan tahkiki imanı eline vermektir. Bu yolda çekeceğimiz zahmetin karşılığı ise Allah’ın rızasıdır, başka hiçbir şey değildir..

- Özel soruların cevaplarına gelince;

Birincisi:

En çok konuşulan Peygamber Efendimizin Hz. Zeyneb’le evlenmesi ise, -bize göre- başlı başına bir mucizedir. Arapların soyluluğa çok önem verdiği, kölelere hiç değer vermediği bilinmektedir. Hz. Peygamber (a.s.m) halasının kızı Zeynebi, -o istemediği halde-, sırf Hz. Peygamber (a.s.m)’i kıramadığı için, evet dediği azatlı kölesi Zeyd’le evlendirmesi, sonra Zeyd’in boşamasından sonra kendisinin onunla evlenmesi, özellikle “evlatlık aldıkları kimsenin kendi çocuğu olarak telakki edildiği” bir bölgede bunu yapması, başlı başına bir mucizedir.

Kur’an’ın da işaret ettiği gibi, kendisi böyle bir sahnede yer almayı asla istemediğ için, Zeyd’in boşanma isteğini hep geri çevirmiş, sabır tavsiye etmiştir. Üstelik, Kur’an’da onun bu endişesine de işaret edilmiştir. Bütün bunları alt altta, üst üstte koyun ve insanların en akıllısı, en onurlusu, en hikmetlisi, en şereflisi, en saygını, dostları kadar düşmanları da en çok olan  Hz. Muhammed (a.s.m) gibi afif ve nezih bir insanın kendi isteğiyle böyle dostlarını üzen, düşmanlarını sevindiren bir sahnede rol alması düşünülebilir mi? Ama realite, bu sahnede yer aldığını göstermektedir.

Demek ki, bu işler onun isteği dışında, yukarıdan gelen emirlerin bir sonucu olarak cereyan etmiştir. Bu ise, onun hak peygamber olduğunun belgesidir. Hz. Muhammed (a.s.m)’in bu en kritik bir konuyu bile gizlemeyip Kur’an’da açıkça zikredilmesi, onun hak peygamber olduğunun çok açık bir belgesidir. Nitekim, Hz. Aişe, bu hususa dikkat çekmiş ve “Eğer Resulullah Kur’an’dan bir şey gizleseydi bu ayeti gizlerdi.” demiştir.

Tabii ki düşünebilenler için..

İkincisi:

Bazı kaynaklarda geçmesine rağmen Hz. Safiye’nin babası, Huyey b. Ahtab’ın Hayber’de öldürülmesi diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü bu şahıs, Hendek savaşının bir devamı sayılan Kureyza muhasarası esnasında(hicrî 5. yılda) öldürülmüştür. (bk. Zeynî Dahlan, 2/17) Hayber savaşı ise hicrî 7. yılda vuku bulmuştur. (Zeynî Dahlan, 2/51).

Bu iki savaş arasında yaklaşık bir-iki yıl geçmiştir. O halde, bazı cahillerin “Hz. Safiye’nin babasının öldürülmesinden dolayı üzüntülüyken, Hz. Muhammed (a.s.m)’le evlenmek zorunda kaldığına “dair yaptıkları demagoji, bilerek veya bilmeyerek yapılan yalana dayalı, hayalî bir ajitasyondur.

Kaldı ki, Hz. Safiye babasının ölümünden sonra Kenane b. Rabî ile evlenmişti. Demek ki, babasının ölümünden gelen acı -bir insan olarak- kendisini evlenmekten alı koyamamıştı.

Değişik kaynakların verdiği bilgiye göre, Hz. Safiye, Hayber savaşı devam ederken, rüyasında göğsüne bir güneşin -diğer bir rivayette Ayın- düştüğünü görmüş ve bunu (Kenane b. Rabî’ b. Ebi’l-Hakîk ismindeki) kocasına anlatmıştır. Kocası da “Demek ki, sen -şu anda bizimle savaşan- Arapların liderine (Peygamberimizi kastediyor) boynunu uzatacak, kucağına gireceksin. Diğer rivayette: Demek ki sen Hicaz hükümdarı Muhammed’i arzuluyorsun.” demiş ve yüzüne yumruk atmış, gözünü morartmıştır. Daha sonra Peygamberimiz (asm)  kendisiyle evlendikten sonra, bu morarmanın sebebini sormuş, o da bu rüyasını anlatmıştır. (bk. İbn Hişam, Sîre, 2/336;  Zeynî Dahlan, a.g.y)

Bu rüya hadisesi gösteriyor ki, Hz. Safiye gördüğü rüyanın etkisinde kalmış, Dindar bir Yahudî olarak bunun ilahî takdir olduğunu idrak etmiş, “Hicaz Meliki” Hz. Muhammed’le evlenmekten şeref duymuştur. Savaşta kaybettiklerine üzülmüş olmakla beraber, başka herhangi bir askerle değil, asaletine denk bulduğu Hz. Muhammed (a.s.m) ile evlenmeyi en büyük teselli kaynağı olarak görmüştür.

Bazı sahabelerin asaletini bildirerek tanıttıkları ve bunun üzerine bir yandan bir reisin / bir kralın kızı, bir yandan da Hz. Harun’un neslinden gelen Hz. Safiye’nin bu soyluluğunu göz önünde bulunduran Hz. Peygamber (a.s.m), “onu savaş ganimeti arasında bir cariye olarak almış, sonra da azat ederek nikahlamış ve kendine eş yapmıştır.” (Buharî, Meğazî, 38) Bu suretle onu, asaletine uygun bir payeye yükseltmiştir. Bu muamele gerçekten onun için büyük bir şereftir.

Bazı kötü niyetliler, Hz. Peygamber kendine aldığı Hz. Safiye’yi -yolda mola verildiği- o gece çadırına aldığını söyleyerek aynı gecede onunla yattığını ima ediyorlar. Halbuki onu kendi çadırına alması mutlaka onunla yattığı anlamına gelmez. Bir kere kendisi için müstakbel bir eş olarak seçtiği ve o anda da bir cariye olarak kendisi için bir ganimet payı olarak ayırdığına göre, onu -kendi çadırına ve himayesine almayıp da- ortada mı bırakmalıydı? İnsanlık vicdanı elbette böyle vicdansızca bir düşünceyi kabul etmez.

Bu konuda tereddütleri olanlar şunu da iyi bilmelidir ki, Hz. Peygamber bir hadiste esir olarak alınan cariyelerin iddet süresi bir adet olduğunu belirtmiştir. Mesela; Ebu Said el-Hudrî’nin rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz (a.s.m) “Evtas esirleri / cariyeleri” hakkında şöyle buyurmuştu:

“Hamile olanlar doğum yapmadan, hamile olmayanlar ise bir defa adet görmeden onlarla yatmayın." (Ebu Davud, Nikah, 44; Darimî, Talak, 18;  Ahmed b. Hanbel, 3/28)

Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m) de,  Hz. Safiye’nin -bir esir cariye olarak bir aylık- iddet süresi bittikten sonra onunla evlenmiştir.

Müslim’in aşağıdaki rivayeti bu konuda çok açıktır:

Hz. Enes anlatıyor:

“…Hz. Peygamber (a.s.m), -kendisiyle ilgilenmesi, bakımını yapması ve yanında iddetini tamamlaması için, Hz. Safiye’yi Ümmü Süleym’e teslim etti.” (Müslim, Nikah, 87)

Umarız bu açıklamalar akıl ve vicdanları, nefsin ve şeytanın telkinlerine terk etmeyecektir...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun