Aczimizi ve fakrımızı şefaatçi yapıp, hakikatlerin inkişafını talep edebilir miyiz?

Tarih: 30.04.2015 - 00:43 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Tarikat ve tasavvuf mesleğine girmeden doğrudan ve vehbi bir şekilde, imana dair meselelerin kalp ve ruhta inkişaf etmesi mümkün müdür?
- Aczimizi ve fakrımızı şefaatçi yapıp doğrudan dergah-ı İlahi’ye ye iltica ederek hakikatlerin inkişafını talep edebilir miyiz?
- Adetullah noktasında Cenab-ı Hakkın aczin ve fakrın hürmetine kullarına vehbi bir şekilde hakikatleri en parlak bir tarzda açıp ihtar ve ilham etmesi var mıdır?
- Sahabelerin, müçtehitlerin ve müceddidlerin yolu hangi minval üzeredir?
- Ehl-i Hakikati ve ilmi ve ötesini nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Elbette velayet mesleği, kalbin inkişafı, hakikatlerin ilham edilmesi yalnız tarikat mesleğine mahsus değildir. Takva sahibi her insana Allah tarafından vehbi ilimler verilebilir, ledünni hakikat açılabilir.

“Allah’a karşı gelmekten sakını; Allah size öğretir.” (Bakara, 2/282)

mealindeki ayet de takvanın bir sonucu olarak Allah tarafından insanlara ilim verileceğine işaret etmektedir. Burada herhangi bir meslek ve meşrep sınırlandırılması yoktur.

- Önemli olan Kitap ve sünnet çizgisinde sağlam bir anlayışı yakalamak ve o çizgide hayatını sürdürebilmektir.

Ancak bunun özellikle bu zamanda çok zor olduğunu da söylemek zorundayız. Çünkü cinni şeytanların yanında insanlardan olan şeytanların da alabildiğine çoğaldığı bir zaman diliminde, kişinin tek başına onlarla ve nefsiyle mücadele edip galip gelmesi oldukça zordur.

Bununla mutlaka bir tarikat veya cemaate girmenin şart olduğunu da söylemek istemiyoruz. Söylediğimiz şey, dindar, güzel bir çevre ile irtibatlı halde yaşamaya çalışmaktır.

- Sahabe ve tabiin devrinde Kitap ve sünnetin himayesinde yetişen binlerce evliyanın varlığı, tarikatların dışında da velayet yollarının olduğunun göstergesidir.

- Bu işin erbabı olanlardan biri olan Bediüzzaman Hazretlerinin şu tespitleri konumuza ışık tutmaktadır:

“Velayet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini; Sünnet-i Seniyeye ittiba'dır. Yani: A'mal ve harekâtında Sünnet-i Seniyeyi düşünüp ona tâbi' olmak ve taklid etmek ve muamelât ve ef'alinde ahkâm-ı şer'iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir."

"İşte bu ittiba ve iktida vasıtasıyla, âdi ahvali ve örfî muameleleri ve fıtrî hareketleri ibadet şekline girmekle beraber; herbir ameli, sünneti ve şer'i o ittiba' noktasında düşündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü şer'î veriyor. O tahattur ise, sahib-i şeriatı düşündürüyor. O düşünmek ise, Cenab-ı Hakk'ı hatıra getiriyor. O hatıra, bir nevi huzur veriyor. O halde mütemadiyen ömür dakikaları, huzur içinde bir ibadet hükmüne getirilebilir. İşte bu cadde-i kübra, velayet-i kübra olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan sahabe ve selef-i sâlihînin caddesidir.” (bk. Mektubat, s. 450).

Aşağıdaki ifadeleriyle Bediüzzaman, velayet yollarından birinin de kendisinin Kur’an’ın feyziyle keşfettiği Risale-i Nur mesleği olduğunu bildirmektedir:

“İ'lem Eyyühel-Aziz! Tevfik-i İlahî refiki olan adam, tarîkat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet Kur'andan, hakikat-ı tarîkatı -tarîkatsız- feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza maksud-u bizzât olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın îsal edici bir yol buldum. Seri-üs seyr olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîkı ihsan etmek, rahmet-i hâkimenin şânındandır.” (bk. Mesnevi-i Nuriye, s. 212-213)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun