"Temizlik imanın yarısıdır..." diye başlayan hadisi açıklar mısınız?

Tarih: 20.03.2024 - 17:57 | Güncelleme:

Soru Detayı

"Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur..."
- Müslimde geçen bu hadisi nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Önce ilgili hadis-i şerifin tam metni verip sonra açıklamasını yapmaya çalışalım.

Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım el-Eş’arî (ra)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (asm) şöyle buyurdu:

« الطُّهُورُ شَطْرُ الإِيمَان ، وَالْحَمْدُ للَّه تَمْلأَ الْميزانَ وسُبْحَانَ الله والحَمْدُ للَّه تَمْلآنِ أَوْ تَمْلأ مَا بَيْنَ السَّموَات وَالأَرْضِ وَالصَّلاَةِ نورٌ ، والصَّدَقَةُ بُرْهَانٌ ، وَالصَّبْرُ ضِيَاءٌ ، والْقُرْآنُ حُجَّةٌ لَكَ أَوْ عَلَيْكَ . كُلُّ النَّاسِ يَغْدُوا، فَبَائِعٌ نَفْسَهُ فمُعْتِقُها ، أَوْ مُوبِقُهَا»

“Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizanı, sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyadır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu azat kimi de helak eder.” (Müslim,Tahâret 1). 

Bu hadis-i şerif, her biri önemli bir gerçeğe işaret eden birçok konuyu ihtiva etmektedir. Sırasıyla bunları ele alalım:

Temizlik diye tercüme ettiğimiz tuhûr kelimesi, hadisin bazı rivayetlerinde abdest anlamında vudû’ olarak geçmektedir. Bu sebeple buradaki temizlik, şer’î temizlik yani abdest manasındadır.

Müslüman olmak ve iman etmek, büyük-küçük bütün geçmiş günahları yok eder. Abdest de önceki küçük günahları temizler. Bu sebeple abdest almak, mümini günahlarından temizlemek bakımından imanın yarısı gibi olur.

İman, insanı tevhid dışı her türlü inanç kirlerinden temizler. Abdest de bu gönül temizliğinin, organlara yansıyan görüntüsü olarak imana delalet eder. Bu yönüyle, “Müminin içi gibi dışı da temizdir.” mesajını vermek bakımından imanın yarısıdır.

“Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir.” (Bakara, 2143) ayetinde görüldüğü gibi, hadisteki iman kelimesi namaz anlamında olabilir. Bu takdirde, abdestsiz namaz kılınamayacağı, kılınsa bile sahih olmayacağı için abdest, namazın yarısı demek olur.

Öte yandan iman, kalbin tasdiki ve organların o tasdike boyun eğmesi demektir. Namaz, organların boyun eğdiğinin delili, abdest de namazın sıhhatının şartı olduğu için, bu manada imanın yarısı sayılabilir. Ancak bu cümle, “Abdestin sevabı, imanın sevabının yarısıdır.” anlamına gelmez. Yine bazı mezheplerin iddia ettiği gibi, amelin imandan bir cüz olduğunu da göstermez.

 Hamd, Allah’ı kemal sıfatlarıyla övmek demektir. Her amelin bir sevabı olduğu ve bunların tartılacağı dinimizce bildirilmiş bir gerçektir. O hâlde Allah Teâlâ’yı, kendisine layık kemal sıfatlarıyla övmenin, elhamdülillah demenin ecir ve sevabı da mizanı dolduracak ölçüde büyüktür. Onun kısa bir cümle olduğuna bakılmamalı, tevhid inancının ifadesi olarak, Yüce Yaratıcı'yı tanımak ve tanıtmakta olduğuna bakılmalıdır. 

Allah’ı kemal sıfatları ile anmak demek olan elhamdülillah tesbihi ile onu noksan sıfatlardan tenzih anlamındaki sübhânellah ifadesi bir arada söylenince, tam olarak tevhid  inancı dile getirilmiş olmaktadır. Bu tesbih ve tenzih, kâinâtın en büyük ve yegâne gerçeğini itiraftır. Sevabı da ona göre olup yer ile gök arasını dolduracak kadardır.

Hadis-i şerifteki bu ifadeler, elhamdülillah ve sübhânellah cümlelerinin mümine kazandırdığı sevabın büyüklüğünü anlatmakta ve dolayısıyla sık sık ve fakat bilinçli olarak bunların söylenmesini tavsiye etmiş olmaktadır.

 Namaz, tıpkı bir ışık kaynağı gibi, insanı kötülük ve çirkinliklerden alıkoyup, doğruya yöneltir. Çünkü o, ışığını imandan alır. Namazlı-niyazlı müminin hem ruh hayatında hem de yüzünde bu nurun izlerini görmek mümkündür. Günde beş defa abdest alarak yıkanan insanın, günün yorgunluğunu, maddi-manevi kirlerini elinden, yüzünden temizlemesi, elbette onda bir parlaklık meydana getirecek, hayatını güzelleştirecek, ona tatlı bir mehtap görünümü kazandıracaktır. Namaz kılmakla kazanılan bu nur ile iyi kötüden, helal haramdan ayrılacaktır. Mümin bu sayede kazandığı irade gücü ve temiz yaşayışının ışığı ile hem dünya hem de ahirette diğer insanlardan farklı ve mutlu bir hayata sahip olacaktır. Kur'ân-ı Kerîm’deki ifadesiyle “nurları önlerini aydınlatan” (bk. Hadîd, 57/12), müminler arasında yerini alacaktır.

 Sadaka, veren kişinin imanına delildir. Zira sadaka, hem zekât hem de hayır-hasenat anlamına gelir. Bunları yerine getirmek de imandan kaynaklanır. Şefkat, yardım, çevreye karşı duyarlılık, zayıf ve kimsesizleri korumak hep iman alâmetidir. Merhametsizlik, haksızlık, duyarsızlık, kabalık ve katılık dinî duygudan, sorumluluktan, ilahi huzurdaki hesaplaşmaya önem vermemekten, kısacası imansızlıktan ileri gelir. “Dini yalan sayanı gördün mü? O, yetimi iter-kakar ve asla fakir-fukaranın doyurulmasını teşvik etmez.” (Mâun, 107/3), ayeti bu durumu açıkca ortaya koymaktadır. O hâlde sadaka, imana ve ondan kaynaklanan üstün İslami değerlerin varlığına delildir. Öte yandan sadaka veren mümin, kıyamette malını nereye harcadığı sorulduğu zaman, verdiği sadakayı gösterecektir.

 Ayrıca bu hadis-i şerif, sabrın mahiyetini tanıtmakta ve onu bize tarif etmektedir. Eğitim ve öğretimde, konunun mahiyetini, ait olduğu sistemdeki tarifiyle vermek en isabetli bir uygulamadır. Hadiste Peygamber Efendimiz (asm) sabrı “ziya” olarak takdim etmektedir. Ziya, ışığı ve ısısı kendisinden olan cisimler için, nur ise, ışığını bir başkasından alıp yansıtan cisimler için kullanılır. “Güneşi ziyalı, ayı nurlu kılan...Allah'tır.” (Yunus, 10/5), ayeti bunun en kesin delilidir. Bu demektir ki, sabır, müminin hem dünya hem de ahiret saadetini temin yolunda, kendisinde tabiî olarak bulunan bir ışıktır. Mümin bir yandan sabır sayesinde, yasakların yalancı câzibesinin arkasındaki asıl sıkıntı unsurlarını görüp onlardan sakınırken, bir yandan da emirlerin yerine getirilmesinden dolayı ortaya çıkan güçlüklerin gerisindeki huzuru sezip güçlükleri sabırla göğüsleyerek sonuçtaki mutluluğa kavuşma imkânı bulur. Mümine bu irade gücünü verecek olan da ondaki sabır, dayanma, ğögüs germe melekesi olacaktır. Kısaca mümin, enerji kaynağı kendi içinde olan bir varlıktır.

Âlimlerimiz, “beşerî duyguları akıl ve şeriat sınırları içinde tutmayı” sabır olarak tarif etmişlerdir. Ayet ve hadislerde sabır kelimesinin birkaç manada kullanıldığı görülmektedir:  

- İbâdetlerin yerine getirilmesi ve yasakların terkedilmesine sabır.
- Belâ ve musibetlere sabır.
- Halkın ezâ ve cefâsına sabır.
- Allah’a davette, emir bi’l-ma’rûf ve nehiy ani’l-münkerde sabır.
- Savaş alanlarında ve kâfirlerle mücâdelede sabır.

Bunlardan her biri sabrın, mümin için gerçekten bir “ziya”, büyük bir güç kaynağı olduğunu göstermektedir. 

Belki bazıları sabrı, haksızlıklara boyun eğmek, tepki göstermemek zannedebilirler. Oysa sabır, müminin asıl dinamizminin adıdır. Sabır, dayanıklı olmaktır, zorlukları göğüslemektir. Bu sebeple de Yüce Rabbimiz, müminlere umdukları kurtuluşa erebilmeleri için sabretmelerini, sabır yarışında düşmanları geçmelerini açıkca emretmektedir. Bütün zorluklara dayanmanın mümine daha çok gerektiğini ve yakıştığını hatırlatmaktadır. Allah’ın yardımının sabredenlerle beraber olmasının hikmeti de bu olsa gerektir.

Sabır, Müslümanın öz sermayesidir. Buna potansiyel güç de denebilir. Kendilerinden yardım beklenen kimseler her zaman yardımcı olmayabilir. Atalarımız ne güzel söylemişlerdir: “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.” Ama mümin kendi aslî sabır gücü ile ayakta durabilirse, en büyük zorlukları aşacak, ulaşmak istediği  hedeflere kavuşacaktır. Bu sebeple sabrın ziya olduğunu asla unutmamak, daima sabır ışığını önde tutmak gerekmektedir. “Birbirlerine sabrı tavsiye edenler”in hüsran ve zarardan kurtulduğunu haber veren Asr suresi, Müslümana yapılabilecek en iyi yardımın sabır tavsiyesi olduğunu belgelemektedir.

Sabrın “ziya”, namazın “nûr” diye tanıtılması, sabrın insan hayatındaki herşeyi kuşattığını göstermektedir. Zira “Sabır ve zamanın halletmediği mesele yoktur.”. O hâlde zorluklar karşısında hemen teslim olmamak, doğruda ve hakta direnmek gerekmektedir. Halledilmez gibi gözüken problemler bile sabır ve zamanla çözülecektir. Bu da sabrın “ziya” olduğuna bir başka delildir.

 Kur’ân-ı Kerîm hidayet rehberidir. İslam’ın ana kaynağıdır. İnsanlar ona inanmakla, müminler de hükümlerini yaşamakla yükümlüdür. Kur’an, ona bağlı kalmaya çalışanların lehinde, “inandım” dediği hâlde hükümlerine uymayanların da aleyhinde delildir. Çünkü her şeyi açıklamış ve kimseye bahâne bulma imkânı bırakmamıştır. Diğer taraftan müminler, aralarındaki ihtilafları çözmek için Kur’an’a  başvuracaklar, Kur’an da onların ya lehinde ya da aleyhinde delil olacaktır. Yani Müslümanlar Kur’an’a göre değerlendirileceklerdir.

 Her yeni gün herkes için yeni bir pazardır. Bu pazarda, bir bakıma insanın dünya ve ahireti alınıp satılmaktadır. Kimileri meşru sınırlar içinde kalmaya çalışır, kendileri için kârlı bir gün geçirmiş olurlar. Kimileri de sınırlara dikkat etmez, ne pahasına olursa olsun arzularına ulaşmak isterler. Böylece kendileri için hiç de iç açıcı olmayan bir gelecek hazırlamış olurlar. Bu sebeple disiplinli bir Müslüman olmaya, her gün yeniden niyet ve gayret edilmelidir. “Nefislerini Allah’ın satın aldığı müminlerden.” (Tevbe, 9/111), olmaya bakılmalıdır.

 Bu hadis-i şerifin birbiriyle irtibatsız gibi gözüken cümlecikleri arasında aslında tam bir uyum ve bütünlük bulunmaktadır. Tahâret ile namaz arasında, elhamdülillâh duası ile iman ve Kur’an arasında, sadaka ile pazardaki alışveriş arasında ve bütün bu unsurlar ile sabır arasında sıkı bir bağ vardır.

Sonuçta hadisimiz Müslümanı, sabra dayalı bir iman, ibadet, zikir, hayır ve ticaret hayatının sahibi olarak tanımlamakta ve bizlerden böylesi Müslümanlardan olmaya çalışmamızı istemektedir.

Hasılıkelam;

1. Müminin hayatında sabrın yeri son derece önemlidir. Sabır müminin enerji ve ışık kaynağıdır.

2. Sabır, zafer ve başarının temel şartıdır. Zira, “Allah’ın yardımı sabredenlerle beraberdir.”

3. Sabır, katlanmak değil, göğüs germektir.

4. Abdest, zikir, namaz, sadaka, Kur’ân-ı Kerîm, bunların her biri müminin hayatında ayrı ayrı yer ve rol sahibi değerlerdir.

5. Günlük hayat bir pazar sahnesidir. Her Müslümanın bu hayat pazarında “iyi bir Müslüman” olarak yerini alması gerekmektedir. (bk. Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Erkam Yayınları, Hadis No: 26)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun