Tehaddi ayetleri sırayla mı inmiş?

Tarih: 26.11.2020 - 10:13 | Güncelleme:

Soru Detayı

​- Tehaddi ayetleri arasında zaman var değil mi?
- Mesela Kuran meydan okurken aynısını getirin sonra 10 suresini sonra 1 suresinin benzerini sonra kısa bir suresinin benzeri diyor ya bunları derken aynı bu sıra ile mi iniyor ayetler?
- Tehaddî ayetlerinin nüzul kronolojisi nasıldır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Tehaddi, Kur'an-ı Kerim’in ilahî kaynaklı olduğunu kabul etmeyenlere, Kur'an’ın benzerini getirmeleri hususunda meydan okuması demektir.

Kur'an hakkında ileri sürdükleri çeşitli şüphelere karşı, hamiyetlerine de dokunarak muarızların, ona bir numune ortaya koymalarını talep eden Kur'an ayetlerine “Tehaddî âyetleri” denilmektedir.(1)

Evet, Tehaddi ayetleri arasında zaman farkı vardır. Örneğin “bütün Kur’an’ın benzerinin getirilemeyeceği” (İsra, 17/88) ayeti Mekke’de inmiştir. Keza, “on surenin benzeri...” (Hud, 11/13) hakkındaki tehaddi ayeti de Mekke’de inmiştir. “Bir surenin benzeri...” (Bakara, 2/23) ile ilgili meydan okuma ise Medine’de tahakkuk etmiştir.

Demek ki tehaddiler arasında epey bir zaman söz konusudur.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin şu mütalaası bize ışık tutacaktır:

“...Bu tabirden anlaşılır ki; onların ilzamları, acizleri son hadde baliğ olmuştur. Zira dokuz dereceye baliğ olan tehaddinin, yani muarazaya davet etmenin tabirleri, tabakaları vardır.

1. Yüksek nazmıyla, ihbarat-ı gaybiyesiyle, ihtiva ettiği ulûmu ve âlî hakaikıyla beraber tam bir Kur'an’ın mislini, ümmi bir şahıstan getiriniz.

2. Eğer böylece mislini getirmek tâkatinizin fevkinde ise, belig bir nazımla uydurma şeylerden olsun, getiriniz.

3. Eğer buna da kudretiniz olmazsa, on sure kadar bir mislini yapınız.

4. Bu da mümkün olmadı ise, uzun bir surenin mislini yapınız.

5. Eğer bu da size kolay değilse, kısa bir surenin misli olsun.

6. Eğer ümmi bir şahıstan imkân bulamadı iseniz, âlim ve kâtib bir adamdan olsun.

7. Bu da olmadığı takdirde, birbirinize yardım etmek suretiyle yapınız.

8. Buna da imkân bulunamadığı takdirde, bütün ins ve cinlerden yardım isteyiniz ve bütün efkârın neticelerinden istimdad ediniz.

Neticeleri, tamamen yanınızda bulunan kütüb-ü Arabiyede mevcuddur. Bütün kütüb-ü Arabiye ile Kur'an arasında bir mukayese yapılırsa, Kur'an mukayeseye gelmez. Çünkü hiçbirine benzemiyor. Öyle ise Kur'an ya hepsinden aşağıdır veya hepsinden yukarıdır. Birinci ihtimal bâtıl ve muhaldir. Öyle ise hepsinden yukarı, fevk-al küll bir kitabdır. On üç asırdan beri misli vücuda gelmemiştir, bundan sonra da vücuda gelemeyecektir vesselâm.

9. "Bizim şahidlerimiz yoktur. Eğer muarazaya girişsek, bizi destekleyecek kimse yoktur." diye gösterdikleri o bahaneyi de defetmek için, "Şühedanıza da müsaade edilmiştir. Onları da çağırın, size yardım etsinler."

İşte bu tabakalara dikkat edilirse, muarazanın şu mertebelerine işareten, Kur'an-ı Kerim'in yaptığı îcaz ile gösterdiği i'caza bir şua görünür.”(2)

Tehaddî Ayetlerinin Nüzul Kronolojisi

Tehaddî ayetlerinin nüzul kronolojisi hakkında ihtilaf bulunmakla birlikte, tefsir ve belagat âlimlerinin çoğuna göre bu ayetlerin nüzul sırası yukarından aşağıya, çoktan aza göre olmuştur.

Cessas, Semerkândî, Zemahşerî, İbn Kesîr, Suyûtî... gibi birçok müfessir, tehaddi ayetlerinin nüzul kronolojisi hakkında çoktan aza doğru bir aşamanın varlığını savundukları görülmektedir.

Tehaddî ayetlerinin nüzul kronolojisi hakkındaki tartışmaların olağan olması gerektiğini belirten alimlere göre, aynı sure içinde hem Mekkî hem de Medenî ayetlerin bulunması mümkün olduğundan, söz konusu ayetlerin kronolojisi hakkında farklı görüşlerin olması doğal karşılanmalıdır. Çünkü her ayetin nüzul kronolojisinin tespit edilmesi güçtür.(3)

Kur'an’ın İlk Nazil Olduğu Dönemde Edebi Ortamı

Kur'an’ın nazil olduğu dönemde Araplar arasında çok ateşli bir edebî rekabet yaşanmakta, önde gelen şairler, bazen yıllarını vererek hazırladıkları kasideleriyle, hatipler de nutuklarıyla panayırlarda yarışmaktaydı.

Bütün insanların izleyebileceği açık meydanlarda zamanın edebiyat üstadlarına takdim edilen edebî ürünlerin, nasıl titiz eleştirilere tabi tutulduğu kaynaklarda izah edilmektedir. Mesela Hansa, Ukaz panayırında en meşhur şairlerden Hassan bin Sabit’in bir beytinde tam sekiz hata bulmuştu.(4)

İşte böyle bir edebî ortamda Allah Teâlâ, inkârcılara meydan okuyarak, Kur’ân-ı Kerîm’in bü­tün insanları benzerini getirmekten âciz bırakan bir mükemmelliğe sa­hip olduğunu ilân etti.

Mekke ve Medine döneminde birçok defa tekrar edilen bu meydan okuma, Kur'an’da birçok safhada gerçekleşmiştir.(5)

Kur'an, çoktan aza doğru teklifler sunarak, muarızlara acziyetlerini sonuna kadar hissettirmiştir.

Kurtubî, tedrîcî bir usulün uygulanmasıyla meydan okumanın edebî açıdan daha güçlü ve daha tesirli hale geldiğini kaydeder. Kur'an bu hususta icâzın en üstün şeklini tatbik etmiştir.(6)

Yüce Allah, müşrikleri fikrî mücadeleye çekmek ve acziyetlerini perçinlemek için böyle yapmıştır.

Birinci aşamada, müşriklerden Kur'an’ın tamamına benzer bir kitap getirmeleri talep edilmiştir:

“De ki: Bu iddianızda tutarlı iseniz, (bana ve Musa’ya inen) bu iki kitaptan daha doğru, daha muteber olup, Allah tarafından gelmiş olan başka bir kitap gösterin, ona tabi olayım!” (Kasas, 28/49)

“De ki: Yemin ederim! Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’ân’ın benzerini yapmak için bir araya toplansalar, hatta birbirlerine destek olup güçlerini birleştirseler bile, yine de onun gibi bir Kitap meydana getiremezler.” (İsra, 17/88)

“…İddialarında tutarlı iseler Kur'an gibi bir söz getirsinler bakalım!” (Tur, 52/34)

Bu ayetler Mekke döneminde nazil olmuştur.(7)

Müşrikler, haliyle Kur'an’ın benzeri bir kitap getirmekten aciz kaldılar.

İkinci safhada saha biraz daha daraltılıp işleri kolaylaştırılarak Kur'an surelerine benzer on sure getirmeleri talep edildi. Mekke’de nazil olan Hud Suresi’nde şöyle buyrulur:

“Yoksa 'Kur'an’ı kendisi uydurmuş.' mu diyorlar. De ki: 'İddianızda tutarlı iseniz, haydi onunkine benzer on sure getirin, isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardımınıza çağırın!' (Hud, 11/13)

 Fakat onlar, bu davete de herhangi bir mukabelede bulunamadılar.

Üçüncü safhada inkarcılardan Kur'an’ın bir suresine benzer bir söz getirmeleri istendi:

“Bu Kur'an’ın Allah tarafından gelmeyip başkası tarafından uydurulmuş olması asla mümkün değildir. Lakin o, daha önce indirilen kitapları tasdik eder ve farzedilen hüküm ve hakikatleri açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir taraf yoktur. Alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiştir. Yoksa 'Onu kendisi uydurmuş.' mu diyorlar? De ki: 'Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer bir sure ortaya koyun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın.' (Yunus, 10/37-38)

İnkarcılar buna da cevap veremeyince, Dördüncü safhada Kur'an onları, tam misli olmasa da kısmen kendisine benzeyen bir söz söylemeye dâvet etti:

“Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'an'ın Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi ona benzer bir sure (söz) meydana getirin ve Allah’tan başka tüm şahitlerinizi (güvendiklerinizi, yardımcılarınızı) çağırın; eğer iddianızda sadıksanız!” (Bakara, 2/23)

Mekke dönemine ait safhalarda mislehû diye benzeri teklif ediliyordu. Burada ise teb‘îz ifade eden min mislihî buyrulmuş, böylece tahdîdî bir nazîre değil, takrîbî bir nazîre de olabileceği bildirilmiştir. Yani “Sizden tam bir nazîre istemiyorum, bilakis herhangi bir cihetle kayıtlı olmaksızın, herhangi bir şekilde bir kısmına benzer bir söz getirmeniz bile yeter” denilmiştir.(8)

Kur'an’ın meydan okuması, insanların aynı lafızlarla, aynı üslupla, belağat açısından benzerini getirmeleri yönünde değildi. Kur'an’ın insanlara meydan okuduğu esas nokta, üslûbu ve ifade tarzı nasıl olursa olsun, belağat ve beyan itibariyle hakikati tesirli bir tarzda ifade etme açısından Kur'an’ın seviyesinde bir kelam getirmeleridir. Nitekim edipler ve şairler arasındaki mukayese de bu manada yapılmaktadır.

Kur'an-ı Kerîm, en son meydan okumasını yaptıktan sonra, inkarcıları ikaz ederek böyle bir muarazayı hiçbir zaman yapamayacaklarını, dolayısıyla isyandan vazgeçerek ilahî azaptan kurtulmalarının kendileri için daha faydalı olduğunu bildirdi.

Ayetteki “وَلَنْ تَفْعَلُوا: ki asla yapamayacaksınız!” ibaresi öyle bir eminlik ve kesinlik ifade etmektedir ki, böylesi bir hüküm ancak ilmi ve kudreti sınırsız, tam ve kusursuz olan bir zat, yani Allah tarafından verilebilir. Yaratıklardan hiç kimse, beşer açısından gayb, yani belirsiz ve kapalı olan istikbale ait böylesine kesin bir hüküm veremez.

İnkarcılar, acziyetlerini iddia ve ilan eden bu sözü duydular, hatta bu söz onların gönüllerine işledi ve oraya iyice yerleşti. Daha sonra da dilden dile dolaştı ve böylece Kur'an’a muaraza edemeyeceklerini iyice anladılar.

Bu ayet onların acizliklerini ufuktan ufuğa taşıdı, yetersizliklerini tescil etti ve onların, dillerini âdeta mühürledi.(9)

Şayet bu ayetlere muhatap olan kimselerin, cevap vermeye güçleri yetseydi, Allah Rasulü’nün (asm) nübüvvet davasını geçersiz kılıp mesnedlerini ve delillerini boşa çıkarma hususundaki ihtirasları sebebiyle, ellerinden gelen hiçbir şeyi geri koymaz, ne pahasına olursa olsun, bunu gerçekleştirme yollarını ararlardı. Eğer böyle bir şeyi de gerçekleştirmiş olsalardı, o da herkes tarafından duyulur ve mesela Müseylimetu’l-Kezzab’ın kendisini rezil eden ve komik duruma düşüren hezeyanları misali, bize kadar nakledilirdi.

Müşrikler bu tehaddîye cevap veremedikleri için onun yerine; yalanlama, kışkırtma, iftira gibi saldırgan bir tavır takındılar;

“Bu ancak nakledilegelen bir sihirdir.” (Müddessir, 74/24),
“Süregelen bir sihirdir”
(Kamer, 54/2),
“Bizzat kendisinin uydurduğu bir yalandır.”
(Furkan, 25/4),
“Öncekilerin masallarıdır.” (Enam, 6/25; Enfal, 8/31)

gibi hakikate tekabül etmeyen, ayrıca kendi kararsızlık ve tutarsızlıklarını gösteren bir takım haksız iftiralarla meşgul oldular. “Bu Kuran’ı dinlemeyin! Okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz” (Fussılet, 41/26) diyerek acziyetlerini iyice ortaya koydular.(10)

Kaynaklar:

1) Hattabi, Beyanu İ‘câz, Mısır, trs., s. 21-22.
2) İşarat-ül İ'caz, 131-132; bk. Razi, Mefatih, 17/102.
3) bk. Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut, 1992, 1/34.
4) er-Râfiî, Mustafa Sâdık, İ’câzü’l-Kuran, s. 185.
5) Bu safhaların sıralanışı hakkında ileri sürülen farklı görüşler için bk. Zerkeşî, el-Burhân, 2/91; Suyûtî, el-İtkân, 4/4; Hâlidî, el-Beyân, s. 67-70.
6) Kurtubî, 1/77.
7) Derveze, et-Tefsiru’l-hadis, 2/283 (el-Kasas, Giriş); 2/325 (el-İsrâ, Giriş); 4/215 (et-Tûr, Giriş).
8) Draz, en-Nebe’, s. 84.
9) er-Râfi’î, İ’câz, s. 142.
10) bk. Dr. Murat Kaya, Kur’ân-ı Kerîm’de: İLÂHÎ AZAMET, İstanbul, 2010; Dr. Mehmet Salmazzem “Tehaddî” Ayetlerinin Nüzûl Kronolojisine Dair Farklı Bir Yaklaşım, EKEV Akademi Dergisi Yıl: 19 Sayı: 64 (Güz 2015), s. 115-133.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun