Kuran’ın öncüsü meçhul kitap mı?
- Bazı ateistlerin buradaki iddialarına cevap verir misiniz?
- Peygamberimiz Hz. Ömer’e kızmış mıdır ve Kabe’nin altından belge çıktığı iddiası nedir?
- Bu iddiaları başka kanallarda söylemişti. Bunlara açık cevaplar verirseniz bize çok faydası dokunur. İddialar şöyle:
- Kuran’ın öncüsü meçhul kitap.
- Kur’an’daki bazı ayetler, daha önce yaşanmış, daha önce emredilmiş gibi ifade edilmiş.
- Örneğin Müslümanlara namaz şartının miraçla geldiği öne sürülür.
Miraç’ın ise Hicrete yakın bir zamanda gerçekleştiği belirtilir. Ama Alak suresi ilk gelen surelerdendir ve içinde namazdan bahseder. Alak 9-10:
"Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?"
- Eğer Alak suresi ilk surelerdense, namaz bundan önce emredilmiş olmalıdır.
- Bir başka örnek Kalem suresinde geçen “Eskilerin Masalları derler” ifadesidir.
- Kalem suresi de ilk yıllarda gelen surelerdendir ve o sureden önce İbrahim’in, Musa’nın vb. peygamberlerin hikayeleri anlatılmamıştır. Kalem 15:
"Ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman, 'Öncekilerin masalları! ' der."
- Demek ki daha önce bu masallar anlatılmış ve Kureyşliler de burun bükmüş: “Eskilerin masalları” diyerek.
- Bu durumda insan düşünmeden edemiyor. “Daha önce Kureyşlilere okunan bir başka kitap mı vardı?” diye.
- Bunu destekleyen bir ayet de var üstelik: Nisa 136:
"Ey iman edenler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba, daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa, pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir."
- Ayete dikkat edilirse; “Daha önce indirdiği kitaba da” diyor. “Kitaplara” deseydi, Tevrat,ı, Zebur’u ve İncil’i anlardık. Ama tekil kullanıyor, “kitaba” diyor.
- Ya ortada bir yazım hatası vardır ki bu da Allah’tan geldiğine inanılan bir kitap için bir çelişkidir. Ya da bilinçli kullanılmıştır ve Kur’an’dan önce Kureyş’e ait bir kitap daha mevcuttur.
- Kureyş’te Kur’an’dan önce bir kitap daha varsa bu kitaba ne olmuştur?
Değerli kardeşimiz,
İster İslami ister gayriislami kaynaklarda bulunan bilgileri ispat etmek için belgesel deliller getirmek gerekir. Yoksa her gördüğümüz ve duyduğumuz şeyleri özellikle hoşumuza giden bilgileri kesinmiş gibi lanse etmeye kalkışmak çok eblehane bir cehalettir.
Örneğin, “Kuran’ın öncüsü meçhul kitap” safsatasını hayallere sıkıştırmak bile çok zordur. Zira, böyle bir prensip varsa, bu “öncü meçhul kitap” yalnız Kuran için değil, diğer pek çok semavi ve arzi kitaplar için de söz konusu olacaktır. Böyle bir zincirlemede “meçhuller” listesini çağın gereği olan araştırma ve delillerle desteklemek zorunluluğu yok mu?
Bu asırda delilsiz konuşmak, tutarsızlıkla rezil olmak anlamına gelir. Örneğin, Kuran’ın öncü meçhullerinden biri rahip Bahire, biri rahip Nastura, bir başka Yahudi kaynakları, biri Hilfü'l-Fudul derneği olarak lanse edilmiştir.
Şimdi sormak gerekir: Acaba bu kaynakların her birisi, bizzat Kuran’ın tamamını mı, yoksa ayrı ayrı bölümlerini mi talim etmişlerdi?
Buna cevabınızın olmadığını çok biliriz. Zira örneğin, Hz. Muhammed (asm) yaklaşık 12 yaşında iken bulunduğu kervanda rahip Bahira ile karşılaştığı söylenir. Eğer bu olayın olduğuna inanıyorsanız, Bahira’nın orada söylediklerine de inanmalısınız. Çünkü olaydan bahseden aynı kaynakların aynı yerinde Bahira’nın Hz. Muhammed’in (asm) peygamber olacağını da bildirdiği yazılıdır. Ve kendisinin Hz. Muhammed’e (asm) dinle ilgili bundan başka bir tek kelime öğrettiği sabit değildir.
Diyelim ki, siz Bahira veya Nasturasınız, o kadar harika bilgileri hiç tanımadığınız bir kimseye ne diye verirsiniz? Niye kendinizi peygamber ilan etmiyorsunuz?
Bu kısa girişten sonra ilgili makalede geçen konuları işaretlediğimiz maddeler sırasına göre açıklamaya çalışacağız:
İddia 1:
Namaz hicretten yaklaşık bir buçuk yıl önce Miraçta farz kılınmıştır. Ancak ilk nazil olduğu kabul edilen Alak suresinde de namazdan sözedilmektedir..!
Cevap 1:
Alak suresinin ilk nazil olan ayetlerinin yalnız ilk beş ayet olduğu İslam alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından kabul gören bir husustur. (bk. Kurtubi, Alak suresinin tefsiri) Namazdan bahseden ayetler ise surenin 9. ve 10. ayetleridir.
İslam âlimlerinin yorumları arasında şu ikisine işaret etmekte fayda vardır:
Birincisi: Birçok sahih hadislerde zikredildiği üzere, ilk vahyin nüzulünden sonra -vahyin askıya alındığı- bir fetret dönemi vardır. Bir müddet sonra tekrar vahiy gelmeye başlamıştır. Bu fetret döneminden sonra da uzun yıllardan sonra, Miraç mucizesinden sonra, hicretten yaklaşık 1-2 yıl önce Alak suresindeki namazla ilgili ayetler de nazil olmuştur. (bk. İbn Aşur, Alak suresinin tefsiri)
İkincisi: Birçok sağlam rivayetlerde de zikredildiği üzere, Hz. Muhammed (asm) peygamber olmadan önce de (Farz olarak değil de nafile olarak) sabah-akşam iki rekât namaz kılardı. Alak suresinde söz konusu edilen namaz bu nafile namazdır.
“Güneş'in doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et!” mealindeki ayette emredilen namazın Miraçtan önce Hz. Peygamber Efendimiz (asm) tarafından kılınan namazdır. Hz. Aişe’ye göre, ilk olarak namaz -hem hazarda hem seferde- iki rekât olarak farz kılınmıştır. Daha sonra hazerdeki namazlar (sabah-akşam namazları hariç) dörde yükseltildi. (bk. Buhari, 350; Müslim, 685)
İmam Şafii gibi bir kısım âlimlere göre Miraç olayından önce farz kılınan gece namazı idi. Sonra bu hüküm neshedildi. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 1/464-465)
Demek ki ister farz ister nafile olarak olsun, Hz. Peygamber (asm) Efendimiz Miraçta namazın farz kılınmasından önce de hatta peygamber olmadan önce de Hz. İbrahim’in Hanif dinine göre ibadet ettiği ve namaz kıldığına dair önemli rivayetler vardır.
Nitekim Mekke’de veya Hicaz'da bulunan müşriklerin de Beytullah’ı ziyaret ettikleri ve namaz kıldıkları ayetle sabittir. “Onların Beytullah’ın yanındaki namazları ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildi.” (Enfal, 8/35) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
İddia 2:
Kalem suresinde müşrikler Kur’an için “Eskilerin Masalları demişler” (Kalem, 68/15). Muterize göre, Kuran’da daha önce meşhur semavi kitaplardan söz edilmediği için, buradaki “masallar”dan maksat, Kur’an’dan önce müşriklerin bildiği bir/veya birkaç kitaptır.
Cevap 2:
Kaynaklarda Kuran için “Eskilerin Masalları” diyen Velid b. Muğire'dir. Bazılarına göre de Nadr b. Haris’dir. Bu ikincisi, “Bakıyorum Muhammed dudaklarını kıpırdatıyor, söyledikleri benim size anlattığım eskilerin masallarıdır. Birçok ülkeyi gezen bu kişi, özellikle 'Rüstem-i Zal' ve 'İsfendiyar' kıssaları olarak bilinen masalları hikaye ediyordu.” demiş, Kuran’ı da -haşa- bu masallara benzetmiştir. (bk. Kurtubi, Enam, 25, Kalem 15. ayetlerin tefsiri)
Bunu söyleyenlerin “ِAhnes b. Şureyk, Ebu Cehil, Utbe b. Rabia, Esved b. Abdi Yağus” olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat en meşhur olanı Velid b. Muğire’dir. (bk. İbn Atıyye, Kalem, 15. ayetin tefsiri)
Burada önemli olan Kuran için “eskilerin masalları” diyen kimselerin Allah tarafından çok kötü vasıflarla damgalanmış olmalarıdır. İlgili ayetlerin meali şöyledir:
"Olur olmaz yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp iğneleyen, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günahkâr, huysuz ve kaba, üstelik karakteri bozuk kimselere, serveti ve çocukları var diye sakın boyun eğme. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman, 'Öncekilerin masalları!' derler." (Kalem, 68/10-15)
Demek ki, bu masalcılar, “masallar hezeyanının” kahramanları olarak aynı ortak paydaya sahiptirler. Bu sebepledir ki, değişik isimler bildirilmiştir. Çünkü halk arasında bunların bu vasıflara sahip olduğu bilindiği gibi, ilim ehli tarafından da bu kişilikleri tespit edilmiş ve ilan edilmiştir. Hiçbir kaynakta bunlardan herhangi birinin bu çirkin vasıflarına itiraz edilmemiştir.
Bununla beraber, Kuran’da Allah’ın gazabına uğrayanlar arasında en meşhur olan Nadr b. el-Haris ve Velid b. Muğire’dir. Bununla ilgili bazı ayetlerin mealleri şöyledir:
"Yarattığım o şahsı (cezalandırmak üzere) tek başına bana bırak. Kendisine geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim; önüne nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi! Hayır, umduğu gibi olmayacak! Çünkü o, ayetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim! O, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası ne biçim ölçtü biçti! Sonra kahrolası ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda sırtını dönüp gitti ve kibrine yenildi 'Bu' dedi, 'Olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir.' Ben onu sakara (cehenneme) sokacağım. Sen bilir misin sakar nedir? Bitirir ama yok olmaya da bırakmaz; insanları kavurur. Orada on dokuz görevli vardır." (Müddessir, 74/11-30)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Kuran için “eskilerin masalları” diyenler, “Olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir.” mealindeki ayetlerde geçtiği üzere, bununla -yazarın dediği gibi- meçhul bir kitabın varlığını değil, Kuran’ın -haşa- Hz. Muhammed (asm) tarafından şifahî veya kitabî masallardan derlenip uydurulduğunu söylemek istemişlerdir. (krş. Meraği, Kalem suresinin ilgili ayetinin tefsiri)
Yüce Allah, “masallar” anlamına gelen “Esatîr” kelimesini öyle bir tarzda kullanmıştır ki, bu kullanımla Kuran’ın eskilerin masallarından olmadığını aklın gözüne sokmuştur. Şöyle ki:
a) Bu kelimenin kullanıldığı yerlerdeki konumu çok dakik bir hesap sonucu ortaya konulduğunu göstermektedir.
Esatir kelimesinin Kuran’da geçtiği yerler şunlardır:
Enam, 6/25; Enfal, 8/31; Nahl, 16/24; Müminun, 23/83; Furkan, 25/5; Neml, 27/68; Ahkaf, 46/17; Kalem, 68/15; Mutaffifin, 83/13.
Bu kelimenin farklı surelerde -biraz sonra izah edileceği üzere- çok hikmetli bir şekilde söz konusu edilmesi, Kuran’ın sonsuz ilim ve hikmetle iş yapan Allah’ın kelamı olduğunu göstermektedir.
b) Bu kelimenin tekrar sayısı: 9’dur. Geçtiği ayet numaralarının toplamı: 281’dir. Bu 9 ayetin sayısının toplam numaraların son iki rakamıyla 281=9x9 uygunluk göstermesi, bilen bir iradenin tasarrufunun göstergesidir.
c) İlginçtir, Esatir /اساطير kelimesinin geçtiği ayetlerin numaralarının toplamı 281 olduğu gibi, onun ebced değeri de 281’dir.
Bu harika tevafukla âdeta Kuran-ı Hakîm bize diyor ki: “Esatir kelimesinin yer aldığı ayetlerin numaralarının toplamını onun ebced değerine uygun olarak düzenleyen ancak sonsuz bir ilim ve hikmet olabilir.”
Özellikle bu ayetlerden 8 tanesi Mekke’de bir tanesi de (bk. Enfal, 8/31) Medine’de indirilmiştir. Yaklaşık 20 sene önce Mekke’deki bu düzenlemeyi yapan zat, 20 sene sonra bu kelimeyi nereye konacağını, onunla bu harika düzenlemeyi hangi ayet numarasıyla uzlaştıracağını bilen biridir. Bu zat ise ancak Allah’tır ve Kur’an onun kelamıdır.
d) Yine gerek Kuran için “eskilerin masalları” diyen müşriklerin sözlerinde gerekse onlara verilen cevaptaki Kuran’ın ifadelerinde Kuran’ın gerçek semavi kimliğini görmek mümkündür. İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:
"İnkâr edenler, 'Bu Kuran, onun (Hz. Muhammed’in-asm) uydurduğu, birilerinin de bu konuda kendisine yardım ettiği bir düzmeceden ibarettir.' dediler; böylece onlar açık bir haksızlık ve iftirada bulunmuş oldular. Yine dediler ki, 'Bunlar (Kuran ayetleri), onun başkalarına yazdırdığı, sabah akşam kendisine okunan eskilerin masallarıdır!' De ki: 'Onu, göklerin ve yerin sırlarını bilen Allah indirdi. Doğrusu o çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.'" (Furkan, 25/4-6)
Şimdi ayetlerin ifadelerini tahlil edelim:
1) İnkârcıların iddiası: “Bu Kuran, onun (Hz. Muhammed’in-asm) uydurduğu, birilerinin de bu konuda kendisine yardım ettiği bir düzmeceden ibarettir.” “Bu yardım edenler, ona Kuran’ı öğrettiler.” demek istiyorlar.
Acaba 6 binden fazla olan, dünya ve ahiret memleketinin durumunu, konumunu hallaç pamuğu gibi atmış derin ve kapsamlı bir kitabın, böyle bazı kimselerin yardımıyla düzenlenmesi mümkün müdür?
Kaldı ki, bu yardım ettiği öne sürülen kimseler hakkında dört görüş vardır: Utbenin kölesi Addas, bazı Yahudiler, Abdullah el-Hadremi, Ebu Fükeyhe er-Rumi. (Maverdi, ilgili ayetlerin tefsiri)
Bazı âlimlere göre en çok atıfta bulunulan kimseler ise birer Yahudi olan Addas, Yesar ve Cebr adındaki adamlardır.
Bunlar Ehl-i kitap oldukları için daha önce öğrendikleri bilgilerini çevresine aktarıyorlar idi. Sonra da Müslüman oldular ve Hz. Peygamber (asm) de ara sıra onlara uğrayıp onlara İslam Dinini öğretiyordu. (bk. Razi, ilgili ayetlerin tefsiri).
2) Yine dediler ki “Bunlar (Kuran ayetleri), onun başkalarına yazdırdığı, sabah akşam kendisine okunan eskilerin masallarıdır!”
Bu ifadede Hz. Peygamberin (asm) yazı yazmayı bilmediği zımnen belirtilmiştir. Başkasına yazıyı dikte etmesi bunun göstergesidir. Ancak onların Hz. Peygamberin (asm) ne okuma ne de yazmayı bilmediğini çok iyi bildiklerini, buna rağmen okumayı bildiğini ima ettiklerini Kuran’ın çok açık ifadelerinden öğreniyoruz.
Mesela, meallerini verdiğimiz şu ayetler tartışmasız birer şahittir:
“Sen bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yazabiliyordun; öyle olsaydı gerçeği çürütmeye çalışanlar kuşkuya düşerlerdi.” (Ankebut, 29/48)
İddia 3:
Bunu destekleyen bir ayet de var üstelik:
Nisa 136: "Ey iman edenler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba, daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa, pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir."
Ayete dikkat edilirse; “Daha önce indirdiği kitaba da” diyor.
“Kitaplara” deseydi, Tevrat,ı, Zebur’u ve İncil’i anlardık.
Ama tekil kullanıyor, “kitaba” diyor.
Ya ortada bir yazım hatası vardır ki bu da Allah’tan geldiğine inanılan bir kitap için bir çelişkidir. Ya da bilinçli kullanılmıştır ve Kur’an’dan önce Kureyş’e ait bir kitap daha mevcuttur.
Kureyş’te Kur’an’dan önce bir kitap daha varsa bu kitaba ne olmuştur?
Cevap 3:
İlgili ayetin meali şöyledir:
“Ey iman edenler, Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba, daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa, pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir." (Nisa, 4/136)
Tereddüt konusu; ayette yer alan “daha önce indirdiği kitaba da iman edin” ifadesidir. Bunu şöyle izah etmek mümkündür:
a) Kitap kelimesinin tekil olarak kullanılması “daha önce indirilen her bir kitaba iman edin” manasına gelir. (bk. Kurtubi, ilgili ayetin tefsiri)
Bilindiği üzere “her bir kitap” ifadesi, “kitaplar” sözcüğünden daha kuvvetli bir vurgudur.
Nitekim bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak gösterilen bir rivayete göre, bir grup Yahudiler Hz. Peygambere (asm) gelip “Biz, sana, sana indirilen kitaba, Musa’ya, Tevrat’a ve Uzeyr’e iman ediyoruz, diğer kitapları ve peygamberleri inkâr ediyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) “Hayır, böyle olmaz, Allah’a, peygamberlerine, Muhammed’e (asm), ona indirilen kitabı Kuran’a ve ondan önce gönderilen her bir kitaba iman etmeniz gerekir.” buyurdu; onlar “Biz onlara iman etmiyoruz.” deyince, bu ayet nazil oldu ve hepsi de iman ettiler. (bk. Razi, İbn Aşur, Meraği, ilgili ayetin tefsiri)
b) Bazı âlimlere göre, bu ayetin muhatapları -yukarıdaki rivayette yer alan- bir grup Yahudilerdir. Bunlar “Biz söylediklerimizin dışında kalan herhangi bir peygambere ve herhangi bir kitaba veya daha önceki kitaplara iman etmeyiz.” demişlerdi. Bunun üzerine bu ayette onlara kendi üsluplarına uygun bir ifadeyle cevap verilmiş ve onlar da iman etmişlerdir. (krş. Meraği, ilgili yer)
Buna göre, ayette bir kitap manasına gelen “el-kitab” kelimesi, kitaplar manasına gelen “el-kütüb” olarak da okunur. Bu yazılım tarzı Kuran’da birçok kelime için söz konusudur. Örneğin: Fatiha suresinde “Melik” kelimesi, bir çıktı ile “Malik” olarak da okunabilir.
c) Ayetin son cümlesinde yer alan “Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa, pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir." mealindeki ifadesi oradaki “kitap” kelimesinin “kitaplar” anlamında kullanıldığını göstermektedir.
Nitekim bu hususa dikkat çeken İbn Aşur gibi bazı müfessirler de bu konuyu şöyle yorumlamışlardır:
“(Allah’ın) daha önce indirdiği “Kitap” kelimesinden maksat, kitaplar demektir. Kelimenin başındaki EL takısı istiğrak (daha önceki bütün semavi kitaplar) içindir. Yani: “Allah’ın daha önce gönderdiği bütün kitaplar.” anlamına gelir. Ardından gelen cümlede geçen “Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa…” ifadeden de bunu anlamak mümkündür.” (bk. İbn Aşur, ilgili yer)
İddia 4:
Kur’an çok karmaşık bir kitaptır. Ne ilk ayeti kesin bellidir ne de son ayeti. Tarihsel bir sıra ile yazılmadığı gibi, olaylara-gelişmelere göre de bir sıra izlenmemiştir. Ne başlangıç tarihi belirtilmiştir ne de tamamlanış tarihi. Kısacası Kur’an’da hiç tarih yoktur.
Cevap 4:
Dinsizlik adına kalemşörlük yapanların bu iddiasına cevap olarak birkaç noktaya dikkat çekmekte fayda vardır:
a) Evvela Kuran’dan önceki Tevrat, Zebur, İncil gibi semavi kitaplarda da vahyin ne başlangıç ne de sonuç tarihi bellidir. Yalnız daha sonra insanlar tarafından yazıldığı kabul edilen oradaki bilgilerin yüzde 80-90’ında verilen bazı tarihlerin vahiy olmadığı kesindir.
b) Kitab-ı Mukaddeste -zamanla sokuşturulan- bazı tarihi bilgilerin, dönemler arasındaki sürenin, bazı olaylarla ilgili verilerin doğru olmadığı ilim çevresinde tartışmasız kabul edilmektedir. Bu kitaplarda yanlış tarihlerin varlığı mı, yoksa Kuran’da bu gibi tarihlerin verilmemesi mi daha isabetlidir?
c) Kuran’ın nizam ve intizam içinde olmadığı iddiasını çürüten onlarca delil vardır. Önce Müceddid Bediüzzaman Hazretlerinin şu veciz ifadesine bakalım:
“Evet, Kuran-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz derecesindeki kemal-i nizam ve intizamı ve kitab-ı kâinattaki intizamat-ı sanatı, muntazam üsluplarıyla tefsir ettikleri halde; manzum olmadığının diğer bir sebebi de budur ki: Ayetlerinin her bir necmi, vezin kaydı altına girmeyip ta ekser ayetlere bir nevi merkez olsun ve kardeşi olsun ve mabeynlerinde mevcud münasebet-i maneviyeye rabıta olmak için, o daire-i muhita içindeki ayetlere birer hatt-ı münasebet teşkil etsin. Güya serbest her bir ayetin, ekser ayetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur'an içinde binler Kur'an bulunur ki, her bir meşrep sahibine birisini verir.” (Sözler, s. 138)
- Bu gerçeğin canlı bir misali 2. iddianın cevabında anlatılan “Esatîr” kelimesinin konumudur.
- İkinci bir misali Yasin suresinin 69. ayetidir. Bu ayetin hem manası hem matematik değeri itibariyle nasıl kapsamlı bir yüzü ve her tarafı gören bir gözünün olduğunu birlikte görelim. Evet,
“Biz ona şiir öğretmedik; zaten bu ona yakışmaz da. Ona vahyedilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur’an’dır.” (Yasin, 36/69)
mealindeki ayetin metni şöyledir: وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖي لَهُؕ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌۙ
Bu ayette Kuran’ın şiir gibi manzum bir kitap olmadığının gerekçesi seslendirilmiş ve bunun apaçık bir Kur’an olduğuna vurgu yapılmıştır. “Apaçık Kuran” vurgusunda, onun sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğu anlamına gelir. Bunun sağlamasını şöyle yapabiliriz:
Birincisi: Bu ayetin -Kuran’ın başından itibaren- buradaki tertip numarası: 3774’tür. Bu sayı: 102x37’dir. Çarpanlardan 102 sayısı, ayetin son kelimesi “Mübin” sözcüğünün ebced değeridir. Bu tevafukta, Kuran’ın tamamının, şiir vezninde hapsedilip sıkıştırılmamış, aksine her bir ayetinin, hatta her bir kelimesinin başka ayetlere bakan birer gözü ve birer yüzü olsun diye veznin dışında serbest bırakılmak suretiyle “apaçık bir Kuran” olarak dizayn edilmiştir. Bunun bir kanıtı gözle görülen bu ayetin mucizevi konumudur.
İkincisi: (Şiir kelimesinin şeddesi, iki “mâ”nın meddesi sayılır) bu ayetin ebced değeri de: 3774=102x37’dir. (=6x629)
İddia 5:
Kuran’da bir tarihlemenin olmaması, yazımının ne zaman başladığını da kesin belirlemiyor. Mekke dönemine ait olduğu öne sürülen ilk surelerdeki ifadelere İslam öncesi şairlerinde de rastlanılması, Kur’an’ın yazımına belirtilen 609-610 tarihinden çok önce başlandığı şüphesini doğuruyor. Ya da Kur’an’ı yazmakta faydalanılan başka bir kitap ya da kayıtlar olduğu olasılığı akla geliyor.
Nitekim Yemen, Sana Kur’an’ını inceleyen Profesör Puin, ayetlerin yazılı olduğu parşömenlerin bir kısmının kazınmış olduğunu ve altta farklı metinler olduğunu söylüyor. Ayetlerin bir kısmının İslam öncesinde Aryani kökenli Hristiyan beyitlerinden alındığı ileri sürülüyor. Bu ayetlerde Arami dilinden pek çok kelimenin kullanılması bunun bir kanıtı olarak sunuluyor.
Cevap 5:
Bu gibi soruların cevabı sitemizde uzun uzadıya yer almaktadır. Bununla beraber, orada yazdıklarımızın küçük bir kısmını buraya da almakta fayda vardır. Orada şöyle denilmiştir. Konuyu maddeler halinde takdim edelim:
a) İnkarcılar, Hz. Peygamberin (asm), peygamber olduğu günden beri onun bir şair, bir sahir, bir kahin olduğunu iddia edip durmuşlardı. Ancak, bunu iddia eden insanların büyük çoğunluğu daha sonra iman etmişlerdir. Bu husus tarih, siyer, tefsir ve hadis kaynaklarında tescil edilmiştir.
İşte bunların bu imanları, daha önceki iddialarının doğru olmadığına, onların da şahitlik ettiğinin göstergesidir.
b) Herhangi bir ihtimalin, aklın nazarında bir değer ifade etmesi, aklî bir ihtimal (ihtimal-i aklî) olması için, ona işaret eden bazı emarelerin bulunması şarttır. Bu husus, akıl ve mantık uzmanı âlimlerce kabul edilen ilmi bir kuraldır.
Bu kurala göre: “Herhangi bir delile dayanmayan bir ihtimalin beş paralık değeri yoktur.”
Gerçekten eğer böyle kabul edilmezse, bu takdirde örneğin, herkesin evlerini terk edip dışarıda-çadırlarda yaşaması gerekir. Çünkü her an memleketi yerle bir eden bir depremin olması muhtemeldir. Özellikle İstanbul’da deprem ihtimali birçok bilimsel verilere göre yüksek olduğu düşünüldüğü halde, hiç kimsenin evini terk etmemesi gösteriyor ki, kesin bir delil olmadığı sürece insanlar, herhangi bir ihtimale, hayali bir kuruntuya ihtimal vermez. İstanbul’da deprem ihtimalinin emareleri olmasına rağmen, ne zaman olacağına dair delil olmadığı için, şu anki durum itibariyle kimsenin umurunda bile değildir.
Bunun gibi İslam ve Kuran’la ilgili olumsuz iddiaların bir değer ifade etmesi için delillere dayalı ilmî bir intihal raporu hazırlamaları gerekir. Aksi takdirde yalancı ve müfteri damgasını yemekten kurtulamazlar.
c) Herhangi bir kitapta benzer kelimelerin, ifadelerin bulunması kadar normal bir şey olabilir mi? İki kitapta on kelimenin hatta yüz kelimenin benzer olması, birinin diğerinden kopya edildiğinin delili olabilir mi? Olamaz. İlmen, aklen olamaz. Sadece hayalen olabilir.
Kuran’ı kerim 6.000’den fazla ayetten, yüz binlerce kelimeden meydana gelir. Farzımuhal, içinde daha önce kullanılmış yüz kelimenin var olmasının ne zararı vardır. Zaten Kuran’da çok açık olarak ifade edilmiştir ki, “Bu Kur’an Arapça lisanıyla indirilmiştir.”
Kuran’da Arapça dili kullanıldığına göre, elbette daha önce kullanılan bazı kelimeler, ifadeler ve sözcüklerin onda bulunması sadece “olabilir” bir ruhsat değil, olması gereken bir zorunluluktur. Zira Kuran’da yeni bir Arapça dili icat edilmemiş, aksine eski dilin aynısı kullanılmıştır. (bk. Yusuf, 12/2; Rad, 13/37; Tâhâ, 20/113; Şuara, 26/195; Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3; Şura, 42/7; Zuhruf, 43/3; Ahkaf, 46/12)
Peki, adama sormazlar mı; Arapça diliyle indirilmiş bir kitap olan Kuran’da Arapların daha önce kullandıkları kelimeleri veya bazı ifadeleri kullanmaz da neyi kullanır?
d) Özetle: Kırk yönden mucize olan Kuran gibi bir kitap elimizdedir. Dünyanın en akıllı, en ferasetli, en bilgili insanları olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi binlerce sahabinin onu yakından takip etmelerine rağmen, zerre kadar bir tereddüde mahal olacak bir duruma rastlamamaları, onun vefatından sonra da canlarını mallarını onun getirdiği dava uğruna ortaya koymaları, binlerce evliyanın onun izini takip ettikleri için keşf-u keramet sahibi olmaları, on beş asırdan beri insanların yıldızları mesabesinde olan milyonlarca Müslüman ilim adamının onun davasının haklılığını ortaya koyan binlerce delil ve burhanı serdetmeleri türünden ve onlarca yönden Hz. Muhammed (asm)’in hak peygamber olduğunu gösteren güneş gibi bu kadar deliller ortada iken, şeytanın bir vesvesesine veya nefsin vehmine ilişen bir kuruntudan kaynaklanan bir hezeyana değer vermek için akli melekeyi yitirmek gerekir.
İddia 6:
Muhammed’den çok sonra 8. yüzyılda Hristiyan ve Yahudilerle yaşanan polemikler neticesinde Kur’an’a son şekli verildiği şeklinde. Kur’an’ın kökeni ile ilgili Arif Tekin’in yazdıklarına bir göz atalım:
“Hz. Muhammed henüz 35 yaşındayken ve daha peygamberlik fikri ortalıkta yokken, Mekke’deki Kâbe tamir edilir ve o sırada Süryanice yazılmış bir kitap Kâbe’nin temelinden ortaya çıkar… Hatta bu tamirat sırasında Kâbe’nin temelinden bir de altın-gümüş hazineleri çıkar ve talan edilir.. Bu arada çalanlardan ‘Düveyk’ adında biri yakalanıp eli de kesilir…"
Cevap 6:
İddiada geçen “Muhammed’den çok sonra 8. yüzyılda Hristiyan ve Yahudilerle yaşanan polemikler neticesinde Kur’an’a son şekli verildiği şeklinde...” bilgisi hayali bir kuruntudan ibarettir. Zira, şu anda Müslümanların elinde bulunan Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamberin (asm) vefatından yaklaşık 20 yıl sonra Hz. Osman döneminde nüshaları çoğaltılan Kuran’ın aynısıdır. Bu hususta İslam ümmetinin ittifakı vardır.
Kaynaklarda, Kuran’ın harekelerini koyan Hz. Ali’nin talebesi olan Ebu’l-Esved ed-Düeli 69/688’de renkli bir mürekkeple harflerin üstüne, altına, önüne birer nokta koydu. Üstteki a, alttaki i, yandaki u sesini veriyordu. Tenvin içinde iki nokta kullanıldı. Esved'in öğrencisi Nasr ibnu’l-Asım 89/708’de harfleri harekeledi. (bk. Sorularla İslamiyet: Kur'an-ı Kerim ne zaman harakelendi?)
Önce şunu belirtelim ki, bu hareke işi olmadan önce yüzden fazla sahabe Kuran’ı hıfz etmiş ve namazlarda ve diğer zamanlarda okuyorlardı. Bunların harekelemeye ihtiyaçları da yoktu. Bu harekeler özellikle Arap olmayan Müslümanlar ile ami Araplar için yapılmıştır.
Dolayısıyla, bu işlemlerin doğrudan Kuran’ın mevcut şekliyle hiçbir ilgisi yoktur. Zira, Kuran’ı herkesten önce Hz. Peygamber (asm) vahiy edilen kısmını anında ezberine alıyordu. Bu konuda ayetler de vardır. İnen her ayet vahiy katiplerine yazdırılırdı. Ayrıca kendisi namazlarda okurken cemaatteki sahabiler de onun ağzından hıfz ediyorlardı. Tarih ve Siyer kitaplarının bildirdiği üzere, Hz. Peygamberin (asm) vefatından bir yıl sonra, sadece Yemame harbinde 70’ten fazla hafız şehit olmuştu. Demek ki o dönemde yüzden fazla hafız vardı.
Hz. Peygamber Efendimizin 35 yaşında iken Kâbe’nin tamiri yapıldığı doğrudur. Hatta ilgili kaynaklarda şu bilgi de vardır:
“Haceru’l-Esved’in yerine yerleştirilmesinde ihtilaf oldu, sonra Mescide, (Beni Şeybe kapısından) ilk girenin hakem olmasında anlaştılar ve ilk olarak Peygamberimiz (asm) girince oradakilerin hepsi çok sevindi ve “Muhammedu’l-Emin geldi hepimiz ona güveniyoruz” dediler. (bk. İbn Hişam, es-Sire, 1/196-197)
Bu bilgiyi kaynaklarda gördüğü halde, bunu göz ardı eden kimsenin ne kadar art niyetli olduğunu bilmek için âlim olmaya gerek yoktur.
“O sırada Süryanice yazılmış bir kitap Kâbe’nin temelinden ortaya çıkar…” ifadesinin dayandığı rivayetlerden birinde “Kitabın Süryanice”, diğer bir rivayette ise “Arapça” olduğuna işaret edilmiştir. (bk. a.g.y)
Hangisi doğrudur beli değil... Bu her iki rivayet de, İbn İshak “tamriz” sigasıyla “Bana anlatıldı ki” diye başlamış ve zayıf olduğuna işaret edilmiştir. Bu konu İbn İshak Siyerinde de el-Bidaye ve’n-Nihaye’de de anlatılmış fakat “Kâbe’nin hazinesi” şeklinde isimlendirilmiştir. (bk İbn İshak, es- Sire,1/103, el-Bidaye, 2/ 301)
Tekrar edelim ki, söz konusu kaynakların asıl kaynağı İbn İshak’ın es-Sire’sidir. İbn İshak da bu konuyu “Huddist” (Bana anlatıldı / birileri bana söyledi) şeklindeki “Tamriz”li olan yani sağlıklı ve sağlam olmayan bir kalıpla başlamıştır. Bilimsel kriterler açısından bu, delil sayılmayan zayıf bir rivayet olarak kabul edilir.
Bütün araştırmalarımıza rağmen el- İsabe’de geçtiği iddia edilen “O (Kâbe’nin altından) çıkan kitabı okuyan kişi diyor ki, bu belgede yazılanları size tam okusam, ola ki başıma bir şeyler gelir.” Bu açıklama, Askalani, 'El-İsabe fi temyizi s’ Sahabe' adlı yapıtında Esved bin Abd’dan aktarmaktadır.” şeklindeki bilgiye rastlayamadık.
İddia 7:
Hatta Medine’ye geçince ilk yıllarda Zeyd bin Sabit’e şunu diyor: “Bana Süryanice yazılar gelir. Ben, Yahudilerin sırlarımı bilmelerini istemiyorum. Onun için sen gel de bu Süryanice’yi öğren bana lazımsın” diyor ve Zeyd, “Çok kısa zamanda, 2 hafta içinde ben bu dili öğrendim: Hem gelen mektupları okuyabiliyordum hem de sahiplerine yanıt verebiliyordum” diyor. Burada İslami kaynaklarda deniliyor ki, Zeyd bu Süryanice dili medreselerde öğrendi. Peki hangi Süryanice medreselerinde öğrendi diye sorulmaz mı? Kaldı ki, bir insanın yabancı bir dili 2 hafta gibi kısa bir zaman dilimi içinde öğrenmesi ve hele hele diplomatik düzeyde gelen yazılara yanıt vermesi ne kadar gerçekçidir bu da dikkatlerden kaçmamalıdır!
Cevap 7:
Hz. Peygamber (asm), Yahudilerle yaptığı görüşmeler ve yazışmalar sırasında kendisine yardımcı olması için Zeyd’in İbranince veya Süryanice yazmayı öğrenmesini istediği, onun da kısa sürede bu yazıyı öğrendiği rivayet edilir. (bk. Kenzu’l-Ummal, 37055-56-57)
Ancak kaynakta bu rivayetlerin sıhhati ile ilgili bir değerlendirme yoktur.
Hz. Zeyd’in iki haftada bir lisanı öğrenmesini havsalasına sıkıştırmayan yazar, bu talim işinin çok önceden başladığını söylemek ister. Dikkatlerden kaçmaması gereken bir nokta da şudur ki: İddiacı, bu konuda Hz. Zeyd’in harika bir zekâya sahip olduğunu, bu işin kendisine Hz. Peygamber (asm) tarafından verilen bir görev olduğunu, ona dua da edildiği ve bunun bir mucize türünden de harika bir olay olduğunu aklının köşesinden bile geçirmiyor.
Bununla beraber, Hz. Zeyd bu işi bir yılda da öğrense, art niyetli kimselerin ne gibi bir kazancı olur, merak ediyoruz.
İddia 8:
Bir gün Hz. Ömer bir Yahudiyle karşılaşır. Adamın yanında yazılı bir kitap vardır ve Ömer o adamı oturtur. Adam, şimdiki biçimiyle Kuran’da yazılı olan Yusuf suresinin ilk 3 ayetini aynen okur. Ki daha önce de bunları Muhammed’den duymamıştı, eskilerden kalma, daha önce yazılmış kitaptan okuyordu. Ömer orada adama "Sen bunları Daniel peygamberin kitabından mı aldın!" der.
“Sen 3 ayet okudun al sana 3 kırbaç/tokat” diyor ve adamı dövüyor. Bir de ona, ‘Eğer sen bunları başka yerde okursan, senin canına okurum.’ diyor ve o kitaptan bir nüsha alıp doğruca Muhammed’in yanına vararak ona şöyle diyor: Ben bu kitabı Beni Kureyza Yahudilerinden bir arkadaşımdan kopyalayıp getirdim. Bunun içinde önemli bilgiler var, bunlardan istifade edelim diye getirdim’.
Cevap 8:
Bu iddiada daha uzunca bilgilere ve -ön yargı kokan yorumlara da- yer verilmiştir.
Şimdi bu konuyla ilgili verilen kaynaklardan bazılarına bakalım:
a) Verilen kaynaklardan (İbn Kesir, Suyuti, Yusuf, 3. ayetin tefsiri). Bu kaynak doğrudur.
Fakat orada Hz. Ömer’e dayandırılan birkaç farklı rivayet vardır. Bunların hangisi doğrudur, Allah bilir.
b) Hz. Ömer’in getirdiği ehl-i kitaba ait kitaptan kızmasını, muamma bir sır gibi gösterip, altında (güya Kuran’ı çürüten) bir buzağı aramak, gerçekten ön yargı fanatiğinin akıl, kalp ve vicdanları nasıl törpülediğinin canlı bir göstergesidir.
Bu husus, yalnız Hz. Ömer olayında söz konusu olan bir sır değildir. Başka birçok ayet ve sahih hadislerde de Hz. Peygamberin (asm) bu kızgınlığının gerekçesine işaret eden ifadeler vardır. Örnek olarak şunları gösterebiliriz.
1) İlgili kaynaklarda Hz. Peygamber (asm) kızdığında şu ifadeler kullanmıştır:
“Nefsim elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, ben size bembeyaz, tertemiz bir kitap getirdim. Artık Ehl-i kitaba bir şey sormayın; çünkü bazen siz söyledikleri doğruları (bilmeden) yalanlayabildiğiniz gibi, bazen de batılı, yanlışları (bilmeden) tasdik edebilirsiniz... Nefsim elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, eğer Musa şu anda hayatta olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir çaresi olmazdı.” (bk. İbn Hanbel, 23/349).
2) “Biz seni sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak bütün insanlara gönderdik; fakat insanların çoğu bunu anlamıyorlar.” (Sebe, 34/28) mealindeki ayette, Hz. Peygamberin (asm) bütün insanlara peygamber olarak gönderildiği vurgulanmıştır.
Naklettiğimiz hadis-i şerifte yer alan “Nefsim elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, eğer Musa şu anda hayatta olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir çaresi olmazdı.” manasındaki ifadede bu ayetin bir tefsiri, bir tekidi ve bir misali olmaktan başka bir şey midir?
Demek ki, Hz. Peygamberin (asm) bu hususu vurgulaması, fevri bir kızgınlık refleksinden dolayı değil, kendisine vahiy olarak gelen Kuran ifadesinin bir tasdiki, bir canlı misali ve insanlara bir derstir.
3) “Sen bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yaza biliyordun; öyle olsaydı gerçeği çürütmeye çalışanlar kuşkuya düşerlerdi. Hayır! O (Kur’an), bilgiye mazhar kılınmış olanların sıkıntıya düşmeden anlayabilecekleri apaçık âyetlerdir. Yetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.” (Ankebut, 29/48-49) mealindeki ayetlerin ifadelerini gördükten sonra, bu konuda Kuran’ın başka yerlerden kopyalandığını iddia etmek, ön yargının kör ettiği bir gözle, art niyetin devre dışı bıraktığı akılsız bir akılla bakmanın bir göstergesidir.
4) Son olarak şu ayetlerin meallerini de arz etmekte fayda vardır:
“Bu uyarıcı kitap kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler (elbette cezalarını görecekler). O, gerçekten çok değerli (karşı konulmaz güce sahip) bir kitaptır. Asılsız bir şey ona ne önünden ne arkasından yaklaşabilir. O, hikmet sahibi, övgüye layık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussilet, 41/41-42)
mealindeki ayetlerde Kuran’ın her türlü hatadan uzak, her türlü hatadan beri, her türlü kusurdan müberra, her türlü karışıklıktan, çelişkiden münezzeh bir kitap olduğuna vurgu yapılmıştır. Ayrıca bu kitabın ancak her şeyi hikmetle yapan, her açıdan övgüye layık olan Allah’ın kitabı olabileceğine işaret edilmiştir.
“Kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz kitap hakkında bir şüphe içinde iseniz, haydi onun benzeri bir sure de siz getirin, Allah’tan başka taptıklarınızı da (güvendiğiniz kim varsa hepsini) yardıma çağırın; eğer iddianızda samimi iseniz. Bunu yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız- yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının; ki o, inkârcılar için hazırlanmıştır.” (Bakara, 2/23-24)
mealindeki ayetlerde Kuran’ın sahibi bütün inkarcılara karşı meydan okumaktadır. Bu meydana okuma işi, kıyamete kadar geçerlidir. Ve daha işin başında iken “Bunu yapamazsanız ve (ne şimdi ne de ileride bunu) asla yapamayacaksınız” ifadesiyle kendine olan güvenini, söylediklerinin doğruluğunu pekiştiren bir tavır söz konusudur. Buyurun hodri meydan!..
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Muhammed neredeydi? Bekke, Kudüs mü?
- Hz. Peygamberin, Hudeybiye’de bazı kelimeler, krallara mektuplar ve sadaka/zekâtla ilgili bir yazılar yazdığı doğru mudur?
- Peygamberimize atılan kahin, şair, mecnun iftiralarına, Kur’an nasıl cevap veriyor?
- Recm ayeti var mıydı, Hz. Peygamber kimleri recm ettirdi?
- Kur'an'ın tahrif olduğuna dair Sünni kaynaklarda geçen rivayetlerin kaynağı nedir? Sıhhat durumları nasıldır?
- Ebu Cehil’e neden hakem ismi verilmiştir ve Kur'an'a, eskilerin masalları, demiş midir?
- Peygamberin tüm hadisleri günümüze kadar ulaştı mı?
- Hz. Muhammed puta taptı mı?
- Eski ümmetlere gösterilen mucizelerden sonra azabın gelmesi, Peygamberimize mucize verilmediği anlamına mı gelir?
- “Bana mucize olarak sadece Kur’an verildi”, “Size Kur’an yeter” hadislerini nasıl anlamalıyız?