“Bana mucize olarak sadece Kur’an verildi”, “Size Kur’an yeter” hadislerini nasıl anlamalıyız?

Tarih: 29.12.2013 - 12:20 | Güncelleme:

Soru Detayı

1) "Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah'ın bana vahyettiğidir / Kur'an'dır." (Buhârî, İ'tisâm, 1)

2) Rasulullah ölüm döşeğinde şöyle dedi: "Ben yalnızca Kur’an’ın haram kıldıklarını haram kılarım. Allah’a yemin ederim ki benim adıma bir şeye (beni bahane ederek) sarılmasınlar.” (Ebu Yusuf er-Redd, 31, s.85

3) "Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir." (Ebu Davud, Etime 39; Tırmizi, Libas 6; İbni Mace, Etime 60; El-müracaat sayfa 20)

4) "Din konusundaki ihtilaflarda size Kur'an yeterlidir." (5424-Buhârî-Müslim-Nesâî; 4727-Muvatta-Müslim; 5406-Buharî-Müslim)

- Bu hadisler ilgili kaynaklarda mevcut mudur?

- Mevcut ise bu hadislerden, Resulullahın Kur'an'dan başka bir mucizesi olmadığı ve helal-haram kılma yetkisi olmadığı, hadise lüzum olmadığı manası çıkıyor. Nasıl anlamak, değerlendirmek lazım; detaylıca şerhlerini yapar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1) "Bana mucize olarak verilen ise, ancak Allah'ın bana vahyettiğidir / Kur'an'dır." hadisi sahihtir. (bk. Buhârî, Fedailu’l-Kur’an,1, İ'tisâm, 1; Müslim, İman, 239)

Bu hadisten Hz. Peygamber (asm)'in Kur’an’dan başka bir mucizesinin olmadığı anlamı çıkmaz. Çünkü;

a) Bu hadiste, Kur’an’dan başka bir mucizesinin olmadığına değil, en büyük mucizesinin Kur’an olduğuna vurgu yapılmıştır. Zira, her bir peygamberin başka peygamberlerde olmayan hususi bir mucizesi vardır. Örneğin, Hz. İbrahim (as)’in ateşten yanmaması, Hz. Nuh (as)’un gemisi, Hz. Salih (as)’in devesi, Hz. Musa (as)’nın asası, Hz. İsa (as)’nın ölüleri diriltmesi, söz konusu peygamberlere mahsus en büyük mucizeleridir. 

Bunun gibi, Kur’an’da Hz. Peygamber (as)'in muarızlarına karşı meydan okuduğu en büyük mucizesidir. Bu hadiste bu hususa vurgu yapılmıştır. (krş. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 9/6)

b) Hz. Peygamber (asm)'in bizzat Kur’an’da sabit olan, Bedir savaşında bir avuç çakıl taşları eline alıp atarak düşmanı hezimete uğratması (Enfal, 8/17), ayı ikiye bölmesi (inşikak-ı kamer) mucizesi (Kamer, 54/1) ve eşlerinden birine gaibten haber vermesi (Tahrim, 66/3) gibi mucizelerinin varlığı, bu hadisten maksadın, Hz. Peygamber (asm)'in Kur’an’dan başka bir mucizesinin olmadığı görüşünü kesin olarak çürütmektedir.

c) Buhari, Müslim gibi, sahih hadis kaynaklarında onlarca mucizeye yer verilmesi de, bu hadisten maksadın, Hz. Peygamberin Kur’an’dan başka mucizesinin olmadığı yolundaki anlayışın yanlış olduğunu pekiştirmektedir.

d) Doğru bilgi kaynaklarından birinin “sadık haber / mütevatir haber” olduğu alimlerin ittifakıyla kabul gören bir kuraldır. Bu açıdan bakıldığında, rahatlıkla denilebilir ki, Hz. Peygamber (asm)'in mucizelerinden bazıları mütevatir haberlerle / kesin bilgilerle sabittir.

e) “Haninü’l-ciz” (Hz. Peygambere minber yapılınca, daha önce kendisine dayanarak hutbe okuduğu kuru hurma kütüğü’nün bu ayrılıktan ötürü ağlaması), Ay’ın Efendimiz (asm)'in bir işaretiyle ikiye ayrılması, Hudeybiye seferi esnasında susuz kalan orduya içirmesi ve diğer ihtiyaçlarını gidermek üzere parmaklarından yeteri kadar suyun akması, çok az bir yemekten yüzden fazla insanları doyurması gibi mucizelerle ilgili haberler, alimler tarafından mütevatir olarak kabul edilmiştir. (bk. el-Kettanî, Nazmu’l-Mütenasir mine’l-hadisi’l-mütevatir, 221-225)

f) Bu hadisi izah ettiğimiz gibi anlamak gerekir. Çünkü, bir çok mucizeyi haber veren de Buhari ve Müslim gibi sahih kaynaklardır. İki sahih haber arasında farklı bir algı olabiliyorsa, aralarını bulmak gerekir. Çünkü, herhangi birini diğerine tercih etme imkânımız yoktur. Kaldı ki Hz. Peygamber (asm)'in mucizelerinin olmadığına dayanak kabul edenlerin gösterdiği bu delil bir iken, onun mucizelerinin varlığını gösteren onlarca sahih ve manevi mütevatir haber vardır.

Burada misal olarak az bir yemekten yüzlerce insanın doyması mucizesini aktarmakla iktifa edeceğiz:

- Hz. Cabir anlatıyor:

“Biz Hendek günü çukur kazıyorduk. Bir ara çok sert bir yer karşımıza çıktı. Bunun üzerine sahâbîler Peygamber’e (asm) geldiler ve:

“Hendek'te (taş parçası gibi) sert bir damar karşımıza çıktı.”, dediler.

Peygamber (asm): "Ben hendeğe ineyim." buyurdu.

Sonra Peygamber (asm) karnına (açlıktan) bir taş parçası sarılmış olarak kalktı. Çünkü biz (hendek kazarken) üç gün yiyecek içecek bir şey tatmadan orada kalmıştık. Peygamber (asm) sivri balyozu eline aldı ve o kayaya vurdu. O sert kaya ince kum gibi dağıldı. Ben: 'Yâ Rasûlallah, eve gitmeme izin ver.', dedim. Evime geldiğimde eşime (Mes'ûd kızı Suheyle'ye):

'Ben Peygamber'de bir açlık hâli gördüm ki, artık sabır gösterilecek / dayanılacak şey değildir. Evinde yiyecek bir şey var mı?' diye sordum.

O da: 'Yanımda biraz arpa ile bir keçi oğlağı var.', dedi. Hemen keçi oğlağını kestim. Eşim de o arpayı öğüttü. Nihayet eti çömleğe koyduk. Hamur mayalanıp fırına, etin bulunduğu çömlek de tandıra konulduktan ve bunlar güzel pişmeye başladıktan sonra ben Peygamber'e geldim ve:

'Yâ Rasûlallah, biraz yiyeceğim var, bir veya iki kişi ile kalk buyur gel.', dedim. Rasûlullah:

'Yiyeceğin ne kadardır?' diye sordu. Ben de miktarını bildirdim. O da: 'Hem çok, hem de güzel!' buyurdu. Aynı zamanda:

'Hanımına söyle! Ben evinize gelinceye kadar çömleği tandırdan, ekmeği de fırından ayırmasın!' diye tenbih etti. Bunun ardından Rasûlullah orada bulunanlara: '(Ey Hendek ahâlîsi!) Kalkınız (Câbir'in ziyafetine gideceğiz).' buyurdu.

Bu umûmî davet üzerine Muhacirler ve Ensar kalktılar. Cabir karısının yanına girince telaşından:

'Allah sana iyilik versin! Peygamber Muhacirleri, Ensarı ve yanında bulunan kimseleri getiriyor.', diye endişesini belirtti.

Kadın: 'Peygamber yemeğimizin miktarını sana sordu mu?' dedi.

Ben de: 'Evet sordu.' dedim. Eşim: 'Madem ki biz evimizdeki yiyeceği Peygamber'e bildirdik, gerisini Allah ve Rasûlü bilir.', dedi.

Peygamber (hendek halkıyle evimizin önüne gelince yanındaki topluluğa):

"Giriniz ve birbirinizi sıkıştırmayarak serbest oturunuz." buyurdu. (Sahâbîler bölük bölük oturdular.)

Sonra Rasûlullah kendi eliyle ekmeği fırından alıp parçalamağa ve üzerine et koyup davetlilere sunmaya başladı. (Bir bölük yiyip kalkınca diğerlerine) Rasûlullah bu suretle ekmek bölüp üstüne et koymaya ve hendek halkına dağıtmağa devam etti. Nihayet davetliler doydular. Yemek de arttı kaldı. Rasûlullah, Câbir'in hanımına:

"Bu geri kalanı sen ye ve başkalarına da hediye et. Çünkü bütün insanlara açlık isabet etmiştir." buyurdu.” (Buhari, Magazi, 29)

2) Ebu Yusuf’un rivayet ettiği hadis için şunları söyleyebiliriz:

a) Ebu Yusuf bu hadisi “Sika bize Resullah’tan haber verdi...” diye başlamıştır. Hadis ilmi bakımından zayıflığını gösteren birçok illet vardır. Yani hadis bu şekliyle mualleldir ve maluldur. Çünkü; bu hadis senetsizdir. “Sika”nın kim olduğu meçhuldür. Ebu Yusuf sahabeye yetişmediğine göre, Resulullah (asm)’tan rivayet ettiği bildirilen “Sika” sahabe değildir. Dolayısıyla hadis munkatıdır. Böyle bir hadis delil olamaz.

b) Bu hadis rivayetini aktaran Ebu Yusuf’un kendisi de bu hadise dayanarak hadisleri reddetmiyor. Bilakis, “Fkıh ehlinin bilmediği, kitap ve sünnete uymayan, şaz hadislere itibar etme. Hadis alimlerinin (muhaddis olan cemaatin) kabul ettiği, fakihlerin bildiği, kitap ve sünnete uygun olan hadis rivayetini al...” diyor. (bk. er-Red, ala siyeri’l-Avzaî, Haydarabâd, tarihsiz, s. 31)

c) Hadislerin şeriatta bir delil olmalarını kabul etmeyen Hariciler ve benzerleri bu gibi hadis rivayetlerine dayanmışlardır. İslam alimleri, bu konudaki rivayetlerin hepsinin zayıf veya uydurma olduğunu belirtmişlerdir. İmam Şafii, İbn Hazm, Beyhaki, İbn Abdul-berr, İbn Mehdi, Suyutî gibi en büyük hadis otoriteleri bu görüşü seslendirmişlerdir. (bk. er-Rahmetu’l-Muhdat, Şubuhat havle hucciyeti’s-sünne)

d) Kütübü Sitte’de geçen aşağıdaki şu sahih hadisin ifadeleri, bu gibi rivayetlerin çürük olduğunun açık delilidir: 

“Dikkat edin, bana kitap (Kur’an) yanında bir o kadarı da verildi. Dikkat edin ki, yakında bir adam (karnı) tok, koltuğuna gerilerek 'Siz Kur’an’a bakın; onda bulduğunuz helalı helal, bulduğunuz haramı da haram sayın.' diyeceği günler yakındır...'” (Ebu Davud, es-Sünne, 5)

Diğer bir rivayette ciddi bir uyarıcı barındıran şu hususlara dikkat çekiliyor:

“Sakın! Sizden biriniz koltuğuna dayandığı bir halde, kendisine emir veya yasaklarımdan bir hüküm geldiğinde; ‘Biz bunu bilmiyoruz, Allah’ın kitabında ne varsa ona uyarız.’ derken görmüş olmayayım.” (Ebu Davud, es-Sünne, 6)

e) Ebu Yusuf, bu hadisi, “hadisin Kur’an’a uymasının şart olduğunu” söyleyen alimlerin görüşlerine uygun olarak buna bir delil olarak zikretmiştir. 

Halbuki, Hz. Peygamber (asm)'in bazı hükümleri Kur’an’da olmadığı halde, Hanefi alimleri de onu kabul etmişlerdir. Örneğin, Kur’an’da “iki kız kardeşin bir arada nikahlanamayacağına” dair hüküm (Nisa, 4/23) yer almaktadır. Hz. Peygamber (asm) buna ilave olarak bir kadının halası ve teyzesiyle birlikte de nikah altına alınmayacağına dair hükmünü vermiş 

Kurtubi’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamberin ortaya koyduğu bu hüküm, ümmetin icmaıyla kabul edilmiştir. (bk. Kurtubi, ilgili ayetin tefsiri)

Gerçekten bu hüküm dört mezhep alimlerince kabul görmüş ve Fıkıh kaynaklarında “ikisinden birisi erkek olması durumunda onların evlenmeleri caiz olmayan iki kadının bir arada nikahlanmasının caiz olmadığı” şeklinde bir kurala bağlanmıştır. (bk. V. Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslamî, 7/142)

3) "Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir." (Ebu Davud Etime 39; Tırmizi Libas 6) şeklindeki hadiste, sünneti teşvik eden sahih hadislerle çelişen bir tarafı yoktur. Burada vurgulanan husus, Allah’ın kitabında zikredilmeyen şeylerin prensip olarak mübah kabul edileceğidir. “Her makamın bir makalesi var.” kuralı gereğince, burada Hz. Peygamber (asm)'in bir hüküm koyamayacağına değil, Kur’an’da yasaklanmayan şeylerin prensip olarak mübah olduğuna vurgu yapılmıştır. “Eşyada asıl olan ibahedir.” şeklindeki fıkıh kuralı da bu gibi hadislere dayanmaktadır. 

Burada önemli bir nokta da şudur: Allah’ın Kur’an’da yasaklamadığı şeylerden sorup durmayın; sonra sorunuz sebebiyle hoşunuza gitmeyecek şekilde bazı şeyler yasaklanabilir.

Bu hadis tamamen şu ayetin bir nevi açıklamasıdır: 

“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur’ân’ın indirilmesi esnasında onları sorarsanız, size açıklanır. Halbuki Allah onları bağışlamış, sizi onlardan muaf tutmuştur. Çünkü Allah gafurdur, halimdir / affı ve müsamahası geniştir.” (Maide, 5/101)

4) "Din konusundaki ihtilaflarda size Kur'an yeterlidir." şeklinde bir rivayet kaynaklarda yer almamaktadır.   

"Ey iman edenler! ...Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah’a ve peygambere götürün. (Nisa 4/59) âyetinin beyanına da zıttır.

Müfessirler ilgili ayet gereği müslümanların karşılaştığı sorunlarda Kuran ve sünnete müracaat edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. (İbn Kesir, 2/304.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun