Cemaatle namazı terk etmenin hükmü nedir? Cemaatle namazı terk etmek küçük günah mıdır, yoksa mekruh mudur?

Tarih: 21.07.2006 - 08:45 | Güncelleme:

Soru Detayı
Cemaatle namazı terk etmek eğer küçük günah ise, o takdirde Peygamberimiz (asm)'in "Vallahi içimden öyle geliyor ki, bir adama cemaate namaz kıldırmasını emredeyim, sonra da o cemaate gelmeyen birtakım adamlara gideyim, onlar hakkında emir vereyim de odun demetleri ile evlerini, üzerlerine cayır cayır yaksınlar." hadisi ile çelişmiş olmaz mı? Bu hadise göre cemaatle namazı terk etmek, büyük günahmış şeklinde anlaşılmıyor mu?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Peygamber Efendimiz (asm), namazın cemaatle kılınmasına çok ehemmiyet vermiş ve her vesile ile bunu teşvik ‎etmiştir.

“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ateş yakılması için odun toplanmasını emretmeyi, ‎sonra da namaz için ezan okunmasını, daha sonra bir kimseye emredip insanlara imam olmasını, sonra da cemaatle ‎namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm.” (Buhârî, "Ezân", 29, 34; Müslim, "Mesâcid", 251-254) 

hadisi, O’nun cemaate verdiği önemi göstermektedir. ‎Nitekim fukaha, bu hadisten hareketle cemaate farz, vacip ve sünnet-i müekkede hükmünü vermişlerdir.

Ahmed b. ‎Hanbel Hazretleri;

“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rüku edenlerle birlikte rüku edin.” (Bakara, 2/43)

âyet-i ‎kerimesi ve arz ettiğimiz hadis-i şeriften hareketle, namazın cemaatle kılınmasının farz-ı ayın olduğu hükmüne ‎varmıştır. Şafiî fukahası, namazın cemaatle kılınmasını farz-ı kifaye olarak kabul ederken, Hanefî ve Malikîler ise ‎sünnet-i müekkede olduğunda ittifak etmişlerdir. ‎

İnsanlığın İftihar Tablosu (asm),

“Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha ‎üstündür.”(Buharî, Ezan, 30; Müslim, Mesacid, 42)

buyurmuş ve cemaatle kılınan namazın sevap açısından daha faziletli olduğunu bildirmiştir. Sevab-ı ‎uhrevînin umuma terettüp etmesi itibarıyla, bir ferde verilen sevaptan diğerlerinin mahrumiyeti söz konusu değildir. ‎O sevabın tamamı, nuraniyet sırrıyla herkesin defterine işlenir. ‎

Bu hadisler, aynı zamanda bize, Allah yolunda yapılan ibadet ü taat ve seyr u sülûkteki ferdî muvaffakiyetlerin, ‎mutlak mânâda mükâfat ve karşılık göreceğini, ancak neticede bunların yine ferdiyet plânında kalıp, hiçbir zaman ‎cemaat hâlinde edâ edilme keyfiyetine ulaşamayacağı hakikatini öğretmektedir. Bu husus; namaz, oruç, hac vs. ‎ibadetlerde olduğu gibi, iman ve Kur’ân yolunda yapılan gayretlerde de mevzuubahistir. ‎

Ancak, devamlı olarak tek bir ferde, Allah’ın vadettiği şeylere ulaşma teminatının olmadığının da mutlak olarak ‎bilinmesi gerekir. İnsan, iman ve Kur’ân adına tek başına harikulade bir şeyler yapsa bile bu, daima ferdiyet plânında ‎kalır. Fakat bir iş, duygu ve düşüncede aynı değerleri paylaşan bir topluluk hâlinde edâ edildiği takdirde, iştirak-ı ‎âmâl-i uhreviye düsturundan hareketle, o insanların her bir ferdi bu amelden kazanılan sevaptan hissedar olur.‎

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun