Kuran’da imla hatası mı var?

Tarih: 09.11.2022 - 12:43 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kuran yazısının özellikleri nedir?
- Mushaf yazısı aynen muhafaza edilmiş mi?
- Kuran'ın başka harflerle yazılması uygun mı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kuran-ı Kerîm'in kendine mahsus bir yazı şekli vardır ki, buna "Hz. Osman zamanında istinsah edilen Mushafların yazı ve imla şekli" manasında "Resm-i Osmanî" veya "Resmü'l-Mushaf" denir. Mushaflarda belirlenen bu yazı şekli günümüze kadar özenle ve aynen muhafaza edilmiştir.1

İşte bu titizlik sebebiyledir ki, çok eski devirlerden beri, Kuran'ın yazısıyla ilgili müstakil eserler yazılmış ve bunun neticesinde "Resmü'l-Mushaf" ilmi doğmuş ve bu ilmin öğrenilmesi de farz-ı kifâye olarak değerlendirilmiştir.2

Bazı âlimler, Mushaf hattının tevkifi olduğunu, çünkü Hz. Peygamber (asm) Efendimizin gözetiminde bu şekilde yazıldığını ve böyle yazılmasının da çeşitli hikmetlere dayandığını; en azından bu konuda ashabın icmaının bulunduğunu, bu bakımdan buna uymanın lüzumlu olduğunu ifade etmişlerdir.3

İmam Malik (179/795), ilk yazı şeklinin korunmasını ve buna uyulmasını gerekli görmektedir.4 Ahmed b. Hanbel (241/855) de bu yazıya muhalefet etmenin haram olduğu görüşündedir.5 Hanefîlerce, Hz. Osman Mushaflarının yazısının dışında bir yazıyla Mushafın yazılmaması gerektiği bildirilmektedir.6 Şafiler de bu yazıya tabi olmanın, uyulması gereken bir sünnet olduğunu söylemişlerdir.7

Şu halde dört mezhebin ortak görüşü, Resm-i Osmanîye uymanın zaruri olduğu noktasında birleşmektedir.

Nitekim bu ilmin en önde gelen âlimlerinden olan Ebû Amr ed-Dânî de (444/1053), İslam alimlerinin bu yazıya uymanın gerektiği görüşüne muhalefet etmediklerini kaydetmektedir.8 Zeccâc (311/923), İbn Dürüsteveyh (347/958) gibi ileri gelen bazı dilciler ile hem müfessir hem de bir dil bilgini olan Zemahşerî (538/1143), Mushaf yazısına uymanın sünnet (takip edilmesi gereken bir yol) olduğunu ve buna muhalefet etmenin caiz olmadığını belirtmişlerdir.9

Bazı âlimler ise, bu imla tarzının, o devirde yazının olgunlaşmamış olmasından ileri geldiğini iddia etmektedirler.10 Bu bakımdan Resm-i Osmanî'ye uymak gerekmez; hatasız okumak neyi gerektiriyorsa Kuran'ın Arap harfleriyle o şekilde yazılması lazımdır.11

Fakat bu, teoride kalmış bir görüştür. Çünkü pratikte Resm-i Osmanî o zamandan bu zamana kadar (hem Mushaflarda hem de bu konuyla ilgili eserlerde) muhafaza edilmiştir. Yani Kuran kelimeleri Peygamberimiz (asm) ve ashab zamanında hangi harflerle yazılmışsa bugüne kadar öyle yazılagelmiştir. Hareke ve nokta konulması sayesinde de hatalı okumaların önüne geçilmiş, başka bir imla tarzına ihtiyaç kalmamıştır.

Aslında okunmasının zor olduğu söylenen kelimeler birkaç tanedir ve hepsi de harekelidir; harekesi olmayan harfler zaten okunmamaktadır. Bu bakımdan bunları gerekçe göstererek güncel Arapça imlaya uygun olarak yazılması gerektiğini söylemenin tutarlı bir tarafı yoktur. Kaldı ki söylenilen şekilde, en güncel, en kolay imlâ ile yazılmış bile olsa ve okuyacak kişi Arap da olsa, hiç kimse, önce bir hocadan ders almadıkça Kuran'ı doğru okuyamaz.

Unutulmamalıdır ki, Arapça dil kuralları sonradan tespit edilmiştir. Üstelik bu alanın bilginleri arasında da birçok ihtilaf vardır.12

Bu konuda bir üçüncü görüş olarak da yazının gelişmemişliği veya katiplerin yeterli bilgiye sahip olmayışları yahut hataları sebebiyle değil, o zamanki yazı anlayışının, geçerli yazım kurallarının o şekilde olduğu ve mevcut sahih kıraatler de gözetildiği için Mushafların böyle yazıldığını söylemek mümkündür. Nitekim Hz. Osman tarafından çoğaltılıp belirli İslâm merkezlerine gönderilen Mushaflar, noktasız ve harekesiz bir hâlde, çeşitli kıraatlere göre okunmasına elverişli olarak yazılmıştı.

Netice olarak, Peygamberimiz (asm) zamanından bu zamana kadar Kuran'ın kıraat tarzı nasıl korunduysa, yazısının da aynı şekilde korunmasının gerekli olduğu açıktır. Aksi halde bunun sonu gelmez, her bölge ve her devir insanı kendine göre Mushaf yazmaya kalkışır; Müslümanlar arasındaki Mushaf birliği ortadan kalkar, ihtilaflar ortaya çıkar. Ayrıca kıraatlerin muhafazası, Resmü'l-Mushaf'a uymakla mümkündür.

Müslümanlar bu zarurete inandıkları içindir ki, Kuran yazısı (Resm-i Osmanî / Resmü'l-Mushaf), her hali ile muhafaza olunmuş ve günümüze kadar gelmiştir.13

Burada şunu da ifade edelim ki, ilk dönem Mushaflarının yazısına bakıp da günümüzdekilerle mukayese ederek farklı yazılmış olduğu yanılgısına düşmemelidir. Bunu, yani yazı tiplerinin farklı olmasını, şimdiki bilgisayarlarda kullanılan harf karakterlerinin (fontların) farklılığı gibi değerlendirmek gerekir; yani görünümleri farklı olsa da harfler aynı harftir.

Kur'an Yazısının Özellikleri

İlgili eserlerde hat (yazı) iki kısımda incelenmiştir:

a) Hatt-ı kıyasi: Bir kelimenin telaffuz edildiği gibi yazılmasıdır.

b) Hatt-ı ıstılahi: Mushafların imla tarzıdır. Bilhassa Resm-i Osmanî'nin kıyasa muhalif olan özellikleridir.14

Kuran kelimelerinin çoğu hatt-ı kıyasi denilen tarzda, yani kelime nasıl okunuyorsa öyle (telâffuz edildiği gibi) yazılmıştır: اَلْحَمْدُ - نَعْبُدُ - نَسْتَعِينُ kelimeleri telaffuz edildiği gibi yazılmıştır.

Buna mukabil bazı kelimeler, söylenişinden veya daha sonraki dönemlerde ortaya çıkmış bulunan imlâ kurallarından biraz farklı olarak (اَلصَّلٰوة - اَلزَّكٰوة kelimelerinde olduğu gibi) yazılmıştır ki işte bu, Mushafa mahsus bir özellik olarak değerlendirilmekte ve buna da hatt-ı ıstılahî denilmektedir. Bunlar şu şekilde özetlenebilir15:

1. Hazif: Bazı harflere söyleyişte bulunduğu halde yazıda yer verilmemiş olması. Mesela şu kelimelerde telaffuzda elif bulunduğu hâlde yazıda bulunmamaktadır: اَلرَّحْمٰن - ذٰلِكَ - لٰكِنْ . Aynı şekilde لِيَسُۤؤُا kelimesinde16 iki vav'dan birisi, هَلْ يَسْتَوُنَ lafzında da17 yazıdaki vav harfini uzatmaya yarayacak harf-i med olan vav yazılmamıştır. Keza اَلنَّبِيّنَ - اَلْاُمِّيّنَ gibi bazı kelimelerden ikinci yâ harflerinin yazılmaması da böyledir.

2. Ziyade: Bazı harflerin söyleyişte bulunmadığı halde yazıda yer alması. Mesela مِائَةَ kelimesinde elif, وَا۪يتَاۤئِ ذِي الْقُرْبٰى ayetinde18 yâ, اُولُوا ve اُولِى kelimelerinde vav harfi telaffuzda bulunmadığı halde yazılmıştır. (Hazif ve ziyade başlığı altında incelenen hususlar halen Batı dillerinde de vardır; nitekim bazı harfler yazıldığı halde okunmaz, buna mukabil telaffuzda bulunduğu halde yazıda bulunmaz).

3. Hemze: Hemze bazı ayetlerde farklı yazılmıştır: اَلرُّؤْيَا kelimesinin اَلرُّءْيَا şeklinde vav'sız, وَرِئْيًا kelimesinin ise yâ harfi olmadan وَرِءْيًا şeklinde19 yazılması buna örnektir.

4. Bedel (veya ibdal): Bazı harflerin başka bir harfe dönüştürülerek yazılması. Mesela سَلَاسِلَا kelimesi20 tenvinden bedel elif ile yazılmıştır. Aynı şekilde وَكَاَيِّنْ lafzındaki nûn'un aslı tenvin olduğu halde bu şekilde yazılmıştır. Buna karşılık لَنَسْفَعًا kelimesindeki tenvinin aslı te'kid nûnu (نْ) olduğu halde Mushaflarda bu şekilde yazılmıştır. Keza اَلصَّلٰوة - اَلزَّكٰوة - اَلْحَيٰوة gibi bazı kelimeler -muzaf olmadıkları yerlerde- elif ile değil elif'den bedel vav ile yazılmıştır (Muzaf oldukları yerlerde ise -Tevbe 9/103 ve Hûd 11/87 hâriç- elif ile yazılmışlardır: عَنْ صَلَاتِهِمْ - وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ - اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا - لِحَيَاتى).

Bazı kelimelerde bulunan müennes tâ'ları da bazı yerlerde açık, bazı yerlerde kapalı yazılmıştır: Mesela رَحْمَت - رَحْمَة ، نِعْمَت - نِعْمَة ، - سُنَّة سُنَّت kelimeleri böyledir.

5. Vasıl: Bazı harf ve edatların bitişik yazılması demektir. Mesela "an-mâ" edatları (A'râf 7/166: فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ hâriç) bütün Kur'ân'da عَمَّا şeklinde vasledilerek yazılmıştır. Aynı şekilde "in-mâ" (Ra'd 13/40: وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ hâriç) اِمَّا şeklinde bitişik yazılmıştır. Keza "en-lâ" lâfzı bazı âyetlerde21 ayrık olarakاَنْ لَا şeklinde yazıldığı hâlde, genellikle اَلَّا şeklinde bitişik olarak yazılmıştır.

6. Fasıl: Bazı harf ve edatların ayrık yazılması demektir. Mesela "fî-mâ" bazı yerlerde22 فِى ما şeklinde ayrık yazılmıştır. Aynı şekilde "enne-mâ" genellikle bitişik (اَنَّمَا şeklinde) resmedilmişken iki yerde23 اَنَّ مَا şeklinde ayrık yazılmıştır.

7. Mushaflar arasındaki yazım farklılıkları: Yukarıda belirtilen ortak özelliklerden başka bir de Mushaflar arasında görülen az sayıdaki yazım farklılıkları söz konusudur:

Bilindiği gibi Kuran, Hz. Osman zamanında birkaç nüsha (7-8); istinsah edilmiş ve bunlar belirli merkezlere gönderilmiştir. İstinsah edilen Mushaflar, Peygamberimize dayandırılan çeşitli kıraatleri ihtiva etmesi için harekesiz ve noktasız yazılmıştır. Bu nüshalarda Kureyş lehçesi esas alınmakla birlikte, Müslümanlar arasında yaygın olan ve daha sonra mütevatir kıraatler bünyesinde yaşayacak olan vecihler de muhafaza edilmiştir. Nokta ve hareke bulunmayan bir yazı ile istinsah edilen bu Mushaflara, bir vech ile okunan kelimeler, nüshaların hepsinde aynı yazılmış; az sayıda bulunan, iki veya daha fazla vechi ihtiva eden kelimeler, (hareke ve nokta konulmadığına göre) aynı imlâ ile yazılınca hepsini içine alabiliyorsa, onlar da yine bütün Mushaflara bir imlâ ile yazılmıştır.

Mesela (فَاكِهُونَ) kelimesinde24 iki kıraat vardır. Birisi fâ'nın meddi ile diğeri de medsiz kıraatıdır25. Bu kelime bütün nüshalarda elifsiz (فَكِهُونَ) yazılmıştır. Buna göre elifsiz yazılışı bir kıraati, fâ'dan sonra bir elif takdîri ile okuyuş da diğerini ihtiva etmiş olur.

Aynı şekilde A'râf sûresi 169. âyetin sonunda yer alan (اَفَلَا تَعْقِلُونَ) lâfzı, altta ve üstte iki nokta olmadan (ـعْقِلُونَ) şeklinde yazılarak, (تَعْقِلُونَ - يَعْقِلُونَ) şeklindeki iki kıraati26 da kapsamıştır.

Buna karşılık çok az sayıda bulunan bazı lâfızlarda bunu sağlamak mümkün olmadığı için bunlar, ayrı ayrı nüshalarda gösterilmiştir. Mesela Bakara Sûresi'nin 132. âyetindeki (وَوَصَّى) kelimesi diğer bazı kıraatlerde, iki vav arasına bir elif ilavesi ile (واَوْصَى) şeklindedir27. Kezâ Tevbe 100. âyette yer alan (جَنَّاتٍ تَجْرِى تَحْتَهَا الَانْهَارُ), lâfzı bir kıraatte (مِنْ) ilâvesiyle (مِنْ تَحْتِهَا) şeklindedir28. Bunun gibi bir kaç yerde görülen farklılıklar ise, ayrı ayrı Mushaflarda gösterilmek sûretiyle muhafaza edilmiştir29. Bunun da pek çok anlam zenginliği vardır. Kıraat farklılıklarının tefsir ve hüküm istinbatında önemli bir yeri vardır. Bu ise semavi bir zenginliktir.

Burada işaret edilmesi gereken diğer bir husus da şudur:

"Resm-i Osmâniye uygunluk vaciptir. Fakat bu uygunluktan maksat, Hz. Osman tarafından yazdırılan Mushaflardan herhangi birisinin resm-i hattına uygunluktur. Bu uygunluk, tahkikî muvafakat ile takdirî muvafakat diye iki kısma ayrılır.

Mesela el-Mukni'de zikredildiği üzere mesâhif-i Osmâniye'nin hepsinde eliflerin yazıdan hazfi ile (ملك يوم الدين) yazılmıştır.

Şimdi yeni yazılacak bir Mushafta da bu elif'in yine hazfi ile yazılırsa mesâhif-i Osmâniye'ye tahkîkî bir muvafakat; elif izhar edilerek (مالك) şeklinde yazılırsa takdîrî muvafakat husule gelmiş olur.

Bu bakımdan (ملك) yerine (مالك) şeklinde yazılması asıl kıraate uygun olduğundan bu, hatt-ı Osmânî'den ayrılma sayılmaz. Benzer kelimeler hakkında da hüküm böyledir"30.

Mushaf Yazısına Gösterilen Hassasiyet

Ashab ve ondan sonra gelen tabiin nesli (ve daha sonrakiler), mushafların yazımına çok dikkat ederlerdi. Kuran'dan olmayan hiçbir şeyin yazılmamasını söyler, gereksiz işaretlerin konulmasını da hoş görmezlerdi31. Ayrıca Mushafın büyük ebatlı sayfalara iri harflerle ve düzgün bir şekilde, açık ve okunaklı yazılmasını isterlerdi. Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi bazı sahabilerin harflerin ince ve küçük yazılmasını hoş karşılamadıkları nakledilmiştir32.

Bütün bu gayretler de Kuran'ın ve onun yazısının orijinalliğinin bozulmamasını sağlamak içindi.

Yüzyıllar boyunca Kuran-ı Kerîm, Hz. Osman Mushaflarına uygun olarak meşhur hattatlar tarafından çok güzel yazılarla yazılmıştır. Kütüphanelerimizde şanına yaraşır bir şekilde yazılmış binlerce cilt Mushaf bulunmaktadır.

İlk dönem Kuran yazmaları ma'kılî ve kûfî (sert köşelerin ve düz hatların hâkim olduğu) yazıyla yazılmıştır. Bu yazı türlerinin karakteri gereği ilk devir Kuran yazmaları oldukça hacimlidir. Nesih ve sülüs diye anılan yazı türleri yaygınlaştıktan sonra, hacimler gittikçe ufalmış; sayfaları birbirini tutan Mushafların benimsenmesinden sonra, sayfa sayısı bakımından da Mushaf hacmi belirli hale gelmiştir.

Öte yandan, Mushafları en güzel şekilde yazma gayretleri sonunda hat (yazı) sanatı büyük bir gelişme göstermiş, bir yandan yazısı (hüsn-i hat) ve süslemeleriyle (tezhib), diğer yandan cilt ve mahfazalarıyla her biri birer sanat şaheseri olan Mushaflar meydana gelmiştir. Mushafların üzerine konulduğu zarif rahleleri de bu gayretlerin ürünleri arasında anmak gerekir. Özellikle Müslüman Türkler bu alanda çok gayret sarf etmişler, bundan ötürü "Kuran-ı Kerîm Mekke'de indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı." sözü meşhur olmuştur.

Cevdet Paşa ileri gelen Türk hattatları arasında, Şeyh Hamdullah Âgâh Efendi (926/1520), onun talebesi Hâfız Osman, onun talebesi Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, onun talebesi Şekerzade Mehmed Efendi isimlerini zikreder. Kendi tasnifine göre ikinci derecede gelenler ise, Eğri Kapılı Rasim Efendi, Deli Osman, Mehmed Celâleddin ve Şimşir Hâfız'dır33.

Kayışzade Hâfız Osman Nuri (vf. 1894) ve Hasan Rıza Efendi (vf. 1920), nesih yazıyla Mushaf yazımında zirveye ulaşan isimler olarak kabul edilir. Her ikisi de ayetlerin sayfa başında başlayıp sonunda bitecek şekilde ve her sayfada on beş satır düzenine göre (berkenar veya derkenar tertip) nesih yazıyla yazdıkları Mushaflarla tanınmışlardır. Satır ölçüsünde Kevser ve İhlas surelerinin uzunluğu, sayfa ölçüsünde de Bakara Sûresi'nin "müdayene âyeti" denilen 282. âyeti esas alınmıştır. Söz konusu âyet on beş satır tutmuş, diğer yerler de bu ölçüye göre yazılmıştır. Başta İstanbul kütüphaneleri ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olmak üzere, dünyanın birçok yerinde çok değerli el yazması Mushaflar mevcuttur. Hacim itibariyle en büyük Mushaf (117x98 cm.) Kahire'de Hidiviye Kütüphanesi olarak bilinen Dârü'l-Kütübi'l-Mısrıyye Kütüphanesinde bulunmaktadır34.

15. asrın ortalarında matbaanın icadından sonra ilk Mushaf basımı Venedik'te 1530 yılında gerçekleştirilmiş, ancak bu baskının nüshaları Papa VII. Clement tarafından toplatılarak yaktırılmıştır. Paris'te Lâtince tercümesiyle birlikte Mushafın ilk baskısı 1543'te, Hamburg'da 1694'te, Londra'da 1833'de, Leipzig'de 1768 ve 1834'te, Petersburg'da 1787'de, Hindistan'ın Leknev şehrinde 1850'de, Bombay'da 1852'de, Delhi'de 1863'te basılmıştır. Hz. Osman Mushaflarındaki imlâ esas alınarak 1864'te Mısır'da, 1801'de Kazan'da, Hâfız Osman hattı esas alınarak 1871'de İstanbul'da ilk baskı gerçekleştirilmiştir35.

Kuran'ın Başka Harflerle Yazılması

Bilindiği gibi, Kuran sure ve ayetlerinin tertibi, kelimelerin yazılış şekli ve tamamına ait yazısının neden ibaret olduğu hususunda, Müslümanlar arasında bir birlik meydana gelmiştir. Bu konuda kararlaşan icma sebebiyle, artık bu yazının değiştirilip yerine başka bir yazının ikame edilmesi caiz değildir.

Ömer Nasuhi Bilmen (1971) "Büyük Tefsir Tarihi" isimli eserinde, bu hususta bazı âlimlerin görüşlerini nakletmekte ve Kuran'ın bilinen şekli ve harfleriyle yazılmasının zaruri olduğunu bildirmektedir36. Zerkanî (1945) de aynı konuya temas ederken, Ezher alimlerinin verdiği bir fetvayı naklederek, gerek ashab-ı kiramın ve gerekse onlardan sonra zamanımıza kadar gelen Müslümanların, Kuran'ın Arap harfleriyle yazılmasını gerekli gördüklerini, binaenaleyh Kuran-ı Kerîm'in Lâtin harfleri (ve Arapça dışındaki diğer alfabeler) ile yazılmasının caiz görülmediğini bildirmekte37 ve "Âlimlerimiz, Kuran'ın Arap harflerinden başka bir alfabeyle yazılmasını men etmişlerdir."38 demektedir.

Bedreddin ez-Zerkeşî ise (794/1392), cevazına ihtimal olmakla beraber, Kuran'ın Arapça dışında okunmasının haram olması gibi, bunun da yasak olmasının daha uygun olacağı kanaatindedir39.

Konuyu şu şekilde izah etmek mümkündür:

1) Kuran yazısının dışında bir yazı, Kuran-ı Kerîm'i, harflerin mahreçlerine (çıkış yerlerine) ve tecvîd kaidelerine riayet ederek okunmasında yeterli olmamaktadır. Mesela şu harflerin Türk alfabesinde karşılığı yoktur: ث - خ - ذ - ض - ظ - ع . Kuran'da, içinde bu harflerin bulunduğu yüzlerce kelime vardır. Bu tür kelimeleri Lâtin harfleriyle yazınca bunları doğru okumak mümkün olmaz.

Ayrıca hemze (ء) ile ayın (ع), te (ت) ile tı (ط), se (ث) ile sîn (س) ve sâd (ص), hâ (ح) ile hı (خ) ve he (هـ), dâl (د) ile dat (ض), zel (ذ) ile ze (ز) ve zı (ظ), kaf (ق) ile kef (ك) harfleri, Lâtin harfleriyle yazılınca birbirine karışabilir; dolayısıyla bu harflerden meydana gelen yüzlerce Kuran kelimesi de hatalı telâffuz edilmiş olur.

Mesela Kuran'da Lâtin harfleriyle "ism" şeklinde yazılabilecek iki türlü kelime vardır. Birisi (اثم) kelimesidir ki "günah" anlamındadır. Diğeri ise (اسم) kelimesidir ve "ad" manasına gelir. وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ : Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın (Mâide 5/2). فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظيمِ : Öyleyse Yüce Rabbinin adını tesbih et (Vâkıa 56/96).

Türkçede "halk" şeklinde yazılabilen iki türlü kelimeden birisi "yaratmak" anlamında (خلق), diğeri ise tıraş etmek anlamına da gelen (حلق) kelimesidir. وَالَّذينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ : Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyler, hiçbir şey yaratamazlar; aslında kendileri yaratıktır (Nahl 16/20). وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُۧسَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُ : "(Hacda) Kurban, yerine ulaşıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin" (Bakara 2/196).

Aynı şekilde "sûre" şeklinde yazılabilen iki kelimeden birisi "sûre" anlamında (سورة), diğeri de "sûret, şekil" manasında (صورة) kelimesidir. وَاِنْ كُنْتُمْ في رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه : Eğer kulumuz (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kuran) hakkında şüphede iseniz, haydi onun gibi bir sûre meydana getirin (Bakara 2/23). فيۤ اَىِّ صُورَةٍ مَا شَاۤءَ رَكَّبَكَ : Seni dilediği sûrette terkip eden de O'dur (İnfitâr 82/8).

"Asâ" şeklinde yazılabilen (عَسَى) kelimesi "ümit etmek" mânâsında, (عَصَى) ise "isyan etmek" anlamındadır. وَعَسٰىۤ اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ : Olur ki sizin hoşlanmadığınız bir şey, sizin iyiliğinizedir (Bakara 2/216). فَكَذَّبَ وَعَصٰى : Fakat o, yalanladı ve isyan etti (Nâziât 79/21).

Keza "Mahzûrâ" şeklinde yazılabilen (مَحْذُورًا) kelimesi "sakınmak, korkmak" anlamında, (مَحْظُورًا) kelimesi ise "yasaklamak" manasındadır. اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا : Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır (İsrâ 17/57). وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا : Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir (İsrâ 17/20).

Kuran-ı Kerîm'de bunlara benzer, Lâtin harfleriyle yazıldığı takdirde hatalı okunabilecek yüzlerce kelime göstermek mümkündür.

Bu harflerin altına üstüne, sağına soluna ilâve noktalar, virgüller veya çizgiler koyarak (transkripsiyon) çözüm bulmaya çalışmak da çare değildir, orijinalinin yerini tutamaz. Bu tür özel işaretleri öğrenip alışılacak zaman zarfında orijinal harfleriyle Kuran okumayı öğrenmek daha kolay ve daha sağlıklıdır.40

2) Latin harfleriyle yazılan ayetlerde, tecvîd kurallarının pek çoğunu uygulamak da mümkün olmaz. Mesela medler, idğamlar, ihfâlar, iklâblar, kalkale, vakıf ve ibtidâ kuralları hakkıyla tatbik edilemez.

3) Ayrıca Kuran yazısının dışında bir yazı, mevcut Kuran yazısının ihtiva ettiği kıraat vecihlerini de içermez.

4) Bundan başka, mevcut yazının hâfızaya büyük yardımı olmaktadır. On-on beş yaşlarındaki binlerce çocuğun bu ilâhî kelâmı güçlük çekmeden ezberlemeleri bu hususu ispat etmektedir.

5) Hepsinden de en önemlisi Kuran-ı Kerîm'in hem Mushaf halinde yazılmış şeklini hem de kıraatini muhafaza etmek Müslümanların en başta gelen görevidir. Çünkü Kuran, Peygamberimiz zamanında hem yazılı şekliyle hem de okunuş tarzıyla koruma altına alınmış ve bize emanet olarak bırakılmıştır:

"Size bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız, artık bir daha sapıklığa düşmezsiniz. Ki o, Allah'ın Kitabı Kur'ân'dır"41.

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, bu konuda şöyle demektedir:

"Semâvî kitaplar arasında şimdiye kadar gerek lâfzı ve manası ve gerek şekli itibariyle varlığını ve aslını koruma imtiyazı yalnız Kuran-ı Kerîm'e mahsustur. Büyük bir tarihî kıymet ve dinî yücelik taşıyan bu İlâhî Kitab'ın lâfzını da, manasını da, resm-i hattını (yazısını) da olduğu gibi muhafaza etmek, Müslümanlar için en kati bir vecibedir. Bütün Müslümanlar, Kuran-ı Azîmüşşân'a karşı böyle bir vecîbe ile mükellefiyeti ebedî bir şeref ve övünç telakki etmektedirler"42.

Kuran'ın Yazısıyla İlgili Eserler

Bu ilme dair yazılan eserlerde, Kuran'ın yazısının kendine mahsus özellikleri anlatılmakta, kelime ve harflerin çeşitli durumlarda nasıl yazılmış oldukları, istisnaî hâlleri ve bunların sebepleri inceden inceye tespit olunmaktadır43.

Böylece Kuran'ın kendine mahsus yazım özellikleri, hem Mushaflarda hem de bu tür eserlerde muhafaza edilmiş bulunmaktadır.44

İlave bilgi için tıklayınız:

Kuran'da yazım hatası var mı?

Kuran-ı Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi ...

Kuran'ın ilk yazılmış nüshaları neden ortadan kaldırıldı?

Dipnotlar:

1 İbn Kesîr, Fedâilü'l-Kur'ân, s. 15.
2 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 27.
3 Zerkânî, Menâhil, I, 377; Yûnuszâde Ahmed Vehbi, "Resm-i Mushaf", Sırât-ı Müstakim, C. 2, sayı: 52, s. 413; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 26-27.
4 Ebû Amr ed-Dânî, el-Mukni', s. 9-10 ve 23; İbn Teymiyye, Fetâvâ, XIII, 420; İbn Kesîr, Fedâilü'l-Kur'ân, s. 15; Zerkeşî, el-Bürhân, I, 379; Süyûtî, el-İtkân, II, 1183; Taşköprizâde, Miftâhü's-Seâde, II, 372.
5 Merâğî, Tefsir, I, 13 ve bir önceki dipnotta belirtilen yerler.
6 Zerkânî, age, I, 379; Ömer Nasuhi Bilmen, age, I, 29
7 Zerkânî, age, I, 379.
8 Dânî, el-Mukni', s. 10.
9 Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 82; Taşköprizâde, age, I, 94; Bilmen, age, I, 34.
10 bk. Zerkeşî, age, I, 379; İbn Haldun, Mukaddime, s. 419; Zerkânî, age, I, 380.
11 bk. Zerkânî, age, I, 385.
12 Bunlar, "Basriyyûn" ve "Kûfiyyûn" diye iki ekole ayrılmışlardır. Basriyyûn, hicrî ikinci ve dördüncü asırlar arasında Basra'da yetişen ve Arapça'nın gramer kaidelerini tespit etmeye çalışan dilcilerle bunların görüşlerini benimseyen bilginlere verilen isimdir. Kûfiyyûn ise, hicrî ikinci asrın sonlarına doğru ortaya çıkan, Basriyyûn'dan ayrılarak ayrı bir grup oluşturan Kûfe dil mektebine mensup bilginlere verilen addır. Her iki mektep mensuplarının ihtilafları hakkında eserler yazılmıştır. İbnü'l-Enbârî'nin yazdığı eserde 121 temel ihtilaf konusu tespit edilmiştir (Hulûsi Kılıç, "Basriyyûn", DİA, V, 117; a. mlf, "Kûfiyyûn, DİA, XXVI, 345).
13 Mushafların yazılmasına gösterilen özene bir misal olmak üzere şu hâdiseyi nakledelim: Abdülaziz b. Mervân Mısır'da valilik yaptığı bir sırada, kendisine bir mushaf yazılmasını emretmiştir. Mushafın hatasız olmasına son derece dikkat ederek, yazılan bu mushafta her kim bir yanlış bulursa, kendisine kurbanlık bir koç ile otuz dinar mükâfat vereceğini ilân etmiştir. Kûfe kurrâsından bir zât, bu mushafta "Na'ce" yerine "Nec'a" yazılmış bir hata bulmuş ve mükâfatını almıştır (Corci Zeydân (1322/1914), Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, III, 112
14 Komisyon, Hatt-ı Kur'ân-ı Kerîm, s. 3. Bu iki türden başka bir de hatt-ı arûz (hattu'l-arûz) denilen sunî bir imlâ tarzı vardır ki bu, vezin ve kafiye gereği, normal yazıda yazılmayan harfleri gösteren, telâffuz edilmeyenleri atan, değişenleri söylenişlerini karşılayacak harflerle yazan, hattâ kelime sonundaki tenvinleri harfle gösteren arûz şiirine mahsus bir imlâ şeklidir (Nihat M. Çetin, "Arûz", DİA, III, 427; ayrıca bk. Taşköprizâde, age, I, 93-94).
15 Bunlar için bk. Dânî, el-Mukni, s. 10-122; Dânî, el-Muhkem, s. 57-196; İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, II, 128-161; Süyûtî, el-İtkân, II, 166-170; Dimyâtî, İthâf, I, 81-96; Zerkânî, Menâhil, I, 369-373.
16 İsrâ 17/7.
17 Nahl 16/75.
18 Nahl 16/90.
19 Meryem 19/74.
20 İnsân 76/4
21 Mesela bk. A'râf 7/105, 169; Tevbe 9/118, Hûd 11/14 vs.
22 Mesela bk. Bakara 2/240, Mâide 5/48, En'âm 6/145 vs.
23 Hacc 22/62, Lokman 31/30.
24 Yâsîn 36/55.
25 İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, II, 354.
26 İbnü'l-Cezerî, age, II, 257.
27 Dânî, et-Teysîr, s. 7.
28 Dânî, age, s. 119.
29 Dânî, el-Mukni', s. 115; Abdurrahman Çetin, Kur'ân-ı Kerîm'in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar, s. 201-202.
30 Ömer Nasuhi Bilmen, age, I, 29
31 Ebû Ubeyd, Fedâilü'l-Kur'ân, s. 394-397.
32 Ebû Ubeyd, age, s. 398-399; Hindî, Kenzü'l-Ummâl, II, 332, 341; Süyûtî, age, II, 1180.
33 Osman Keskioğlu, Son İlâhî Kitap Kur'ân-ı Kerîm, s. 65.
34 Osman Keskioğlu, Kur'ân Tarihi, s. 257.
35 Bu konuda bk. Tayyib Okiç, Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, s. 96-97; Osman Keskioğlu, "Türkiye'de Matbaa Tesisi ve Mushaf Basımı", AÜİF Dergisi, C. XV, s. 133-134 (1967); a. mlf, Kur'ân Tarihi, s. 258-261; Subhî Sâlih, Mebâhis, s. 99-100.
36 Bilmen, age, I, 34 vd.
37 Zerkânî, age, II, 134.
38 Zerkânî, age, II, 133.
39 Zerkeşî, age, I, 380.
40 Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu kararında şöyle denilmektedir: "Kur'ân-ı Kerîm Arapça'dır. Hâlen kullanmakta olduğumuz Lâtin alfabesinde yer alan harfler, Arapça'daki bütün sesleri karşılamamaktadır. Bu sebeple birtakım özel harf ve işaretler kullanılmadan, Kur'ân-ı Kerîm'in Lâtin alfabesiyle eksiksiz ve doğru olarak yazılması ve hatasız okunması mümkün değildir. "Transkripsiyon" denilen özel harf ve işaretler ise, Arap harflerini bilmeyenler için bir anlam taşımaz. Bu itibarla Lâtin harfleriyle yazılmış Kur'ân-ı Kerîm'i doğru ve düzgün okuma imkânı olmadığından, bu harflerle yazılan Kur'ân'ı okumak uygun değildir." (Diyanet Aylık Dergi, Mart 2005, s. 44)
41 Ebû Dâvud, Menâsik, 57; İbn Mâce, Menâsik, 84.
42 Bilmen, age, I, 36.
43 Geniş bilgi için bk. Dânî, el-Mukni', s. 10-146; a. mlf, el-Muhkem, s. 1-259; Mukaddimetân, s. 134-171; Zerkeşî, el-Bürhân, I, 376-440; Süyûtî, el-İtkân, II, 166-171; Taşköprizâde, Miftâhü's-Seâde, II, 372-377; Merâğî, Tefsîr, I, 13-15; Zerkânî, Menâhil, I, 369-405; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 26-36; Subhî Sâlih, Mebâhis, s. 275-280; İsmail Karaçam, Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûlü, s. 202-213.
44 bk. İzzet Hasen, el-Muhkem mukaddimesi, s. 32-33; ayrıca bk. İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 53; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 94-95; İzzet Hasen, el-Muhkem mukaddimesi, s. 33.

Bibliyografya:

Bilmen, Ömer Nasuhi (1971), Büyük Tefsir Tarihi / Tabakâtü'l-Müfessirîn, İstanbul 1973 (I - II).
Çetin, Abdurrahman, Kur'ân'ı Kerîm'in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar, İstanbul 2010, 2. baskı, Ensar Neşriyat. Çetin, Nihat M, "Arûz", DİA, III, 424-437, İstanbul 1991.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd (444/1053), el-Mııhkem fî Nakti'l-Mesâhif, nşr: İzzet Hasen, Dimaşk 1379/1960. ----- el-Mukni' fî Ma'rifeti Mersûmi Masâhıfi Ehli'l-Emsâr, nşr: Muhammed Ahmed Dehmân, Libya 1359/1940. ----- et-Teysîr fi'l-Kırââti's-Seb', nşr: Otto Pretzl (1941), İstanbul 1930.
Dimyâtî, Ahmed b. Muhammed (1117/1705), İthâfü Fudalâi'l-Beşer fi'l-Kıraâti'l-Erbaati'l-Aşer, nşr: Şaban Muhammed İsmail, Beyrut-1987, (I-II). Ebû
Ubeyd Kâsim b. Sellâm el-Herevî (224/838), Fedâilü'l-Kur'ân, nşr: Mervân el-Atıyye - Muhsin Harâbe - Vefâ Takıyyüddîn, Beyrut 1999, 2. baskı.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara 1979, 2. baskı. Corci Zeydân (1332/1914), Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi, trc: Zeki Megâmiz, İstanbul - 1329 (I-V).
Hindî, Ali b. Abdülmelik (975/1567), Kenzü'l-Ummâl fî Süneni'l-Akvâli ve'l-Ef'âl, nşr: Bekrî Hayyân - Safvet es-Sikâ, Beyrut 1399/1979 (I-XVI).
İbnü'l-Cezerî, Ebü'l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed (833/1429), en-Neşr fi'l-Kırââti'l-Aşr, nşr: Ali Muhammed Debbâ, Mısır ts. (I-II).
İbn Haldun, Abdurrahman Mağribî (808/1406), Mukaddime, Beyrut, ts, 4. baskı.
İbn Kesîr, Ebü'l-Fidâ' İmâdüddîn İsmail b. Şihâbüddîn Ömer b. Kesîr ed-Dimaşkî (774/1373), Fedâilü'l-Kur'ân, (Zeylü Tefsiri İbni Kesîr), Mısır, ts, trc: Mehmed Sofuoğlu, Kur'ân'ın Faziletleri, İstanbul 1978.
İbnü'n-Nedîm, Muhammed b. Ishak (385/995), el-Fihrist, Beyrut ts.
İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalîm (728/1328), Fetâvâ, nşr: Abdurrahman b. Muhammed Asımi, Riyad 1381 (I-XXXVII).
Mukaddimetân fî Ulûmi'l-Kur'ân (ve hümâ Mukaddimetü Kitâbi'l-Mebânî ve Mukaddimetü'bni Atıyye), nşr: Arthur Jeffery, Mısır 1954.
Keskioğlu, Osman (1989), Kur'ân Tarihi, İstanbul 1953.
----- Son İlâhî Kitap Kur'ân-ı Kerîm, Ankara 1983.
----- «Türkiyede Matbaa Tesisi ve Mushaf Basımı», Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XV (1967).
Kılıç, Hulûsi, "Basriyyûn", DİA, V, 117-118, İstanbul 1992.
----- "Kûfiyyûn", DİA, XXVI, 345-346, Ankara 2002. Komisyon, Hatt-ı Kur'ân-ı Kerîm, İstanbul 1337. Merâğî, Ahmed Mustafa, Tefsîru'l-Merâğî, Beyrut 1974, 3. baskı (I-X).
Okiç, Muhammed Tayyib (1977), Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, editör: Hayati Yılmaz, İstanbul 1995.
Sarı, Mehmed Ali, İmam Âsım ve Asım Kıraati, (Öğr. Üye. tezi, İstanbul Y.İ.E, 1970).
Subhî Sâlih, Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1979, 11. baskı.
Süyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman (911/1505), el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur'ân, nşr: Mustafa Dîb el-Buğâ, Beyrut 1996, 3. baskı (I-II).
Taşköprizâde, Ahmed b. Mustafa (968/1561), Miftahü's-Seâde ve Mısbâhü's-Siyâde fi Mevduâti'l-Ulûm, nşr: Kâmil Bekr-Abdülvehhâb Ebü'n-Nûr, Kahire 1968 (I-III).
Yûnuszâde Ahmed Vehbi, "Resm-i Mushaf", Sırât-ı Müstakim, C. 2, sayı: 52, s. 413.
Zemahşerî, Cârullah Mahmud b. Ömer (538/1143), el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl, Beyrut ts. (I-IV).
Zerkânî, Muhammed Abdülazîm (1367/1945), Menâhilü'l-İrfân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, ts. (I-II).
Zerkeşî, Bedrüddin Muhammed b. Abdullah (794/1392), el-Bürhân fî Ulûmi'l- Kur'ân, nşr: Muhammed Ebü'l-Fadl İbrahim, Mısır 1972, 2. baskı (I-IV).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun