Ayeti bir yerde kesip veya istediğimi iki kez okuyabilir miyim?

Tarih: 30.08.2023 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kabe imamları kıraatte bulunurken çoğu zaman aynı ayetin bir kısmını bir yerde kesip baştan bir daha okuyor. Ayeti bir yerde kesip tekrar okumanın kuralı nedir ve delili nedir?
- Peygamberimiz zamanında böyle okunduğunu zannetmiyorum.  
- Mesela Meryem suresinde 4’ncü ayette veştealer ra'sü şeyba diyorlar sonra başa dönüp veştealer ra'sü şeybev şeklinde bir daha okuyorlar mesela amenerrasulü okurken isran kemâ hameltehu olan yeri isran kema hamelteh deyip yarıda kesiyor sonra bir daha hameltehu şeklinde baştan okuyorlar veya nur suresi 12. ayette “ve kalu” diyor birebir aynı tekrarlayarak “ve kalu” şeklinde ikinci kez okuyorlar
- Yani bu okuyuş taktiğidir anlıyorum ama kim belirliyor bunu mesela ben okurken kafama göre ayeti bir yerde kesip veya istediğimi iki kez okuyabilir miyim?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Ayetin herhangi bir yerinde durup geriden başlama, kıraat ilmindi vakf ve ibtida dediğimiz alanın konusudur.

Özellikle tek nefeste okunması mümkün olmayan uzun ayetlerde zorunlu olarak bir yerde durup geriden başlamak gerekir. Durmaya vakıf, başlamaya ibtida diyoruz.

Burada gelenekte âlimler bu konu üzerinde kafa yormuş ve bu tür ayetlerin neresinde durulacağını belirlemişler ve bunlara da birtakım isimler vermişlerdir.

Bu konuda temel hedef ayetin anlamının bozulmamasıdır. Buna rağmen yine bazı vakf işareti olmayan yerlerde durmak gibi birtakım zorunluluklar olabilir. O zaman ayetin anlamını tamamlayacak bir yerden başlayarak ayeti bitirmek gerekir. Tabi bunun için de biraz Arapça dilbilgisine sahip olmak gerekir.

Bunun dışında bazı okuyucular ayetin anlamına bağlı olarak vurgu maksatlı ayeti tekrar ettikleri vakidir. Yani ayetteki mesajı vurgulamak adına tekrar etmek mümkündür. Ama bu her ayette uygulanabilecek bir şey değildir. Zira tekrar her ayette olduğunda, okuyuşun ahengi ve insicamı bozulur ve kıraatin temel amacı ötelenmiş olur.

Amenerrasulu aşr-ı şerifinde verilen örnek ise eğer o şekilde gerçekleşmişse bir vakıf hatasıdır. Çünkü kari ayeti tamamlama sıkıntısı yaşayabilir. O zaman hamelteh kelimesinde vakıf yaptığında manayı tamamlayacak şekilde hamelteh kelimesinden değil nefesini toparlayıp vela tahmilden alması gerekir.

Hamaltehu kelimesinden başladığında başlı başına bir anlamlı cümle oluşmuyor. Vakıf yapmadan hemen önce zaten ayetin başlangıcı buna işaret ettiği için hamelteh kelimesinden başlasa da olur gibi bir düşünceyi akla getirse de kaynaklarımız mefuldan ibtida yapılmayacağına dair görüş birliği içindedirler.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

Vakf ve İbtida Nedir?

Vakf ve ibtida, Kuraan okurken lafız ve manayı gözeterek durmak ve ardından okumaya başlamak anlamındadır.

Sözlükte vakf “durmak, kelimeyi kendinden sonraki kelimeden ayırmak, kelimeyi harekeden kesmek” anlamlarında masdardır.(1)

Terim olarak okumaya tekrar başlamak niyetiyle nefes alacak bir zaman kadar sesi kesmeyi ifade eder. Bu şekilde kıraati kesmeye vakf dendiği gibi durulması gereken yerler için de aynı terim kullanılır.

Sözlükte “başlamak, bir şeyi ilk defa yapmak” anlamındaki bed’ kökünden türeyen ibtidâ ise(2) vakfın karşıtı olup “ilk defa okumaya başlamak, vakftan sonra kıraate devam etmek için tekrar başlamak” demektir. “Bir şeye yeniden başlamak” anlamına gelen istînaf ve itinaf kelimeleri de aynı manada kullanılır.(3)

“Okuyuşta nefes almak veya kıraati nihayete erdirmek amacıyla kelimenin sonunda sesi kesip durmak” anlamındaki kat‘ genelde “kıraati nihayete erdirmek” manasına gelmekle birlikte zaman zaman vakf yerine kullanıldığı, vakfın da bazan onun yerini aldığı görülmektedir.

“Susmak, okuyuşu kesmek” manasına gelen sekt, Kuran tilâvet ederken iki kelime veya harf arasında nefes alıp vermeden çok kısa bir süre duraklamayı ifade eder.(4)

Bir kelimeyi kendisinden sonra gelen kelimeye sesi ve nefesi kesmeden bağlayarak okumaya da vasl denilmiştir. Vakf ve kat‘ kelimelerinin karşıtı olan vaslda esas olan harekedir.

Bir bilim dalı olarak vakf ve ibtidayı, “Kuran okurken lafız ve mananın uygun olduğu yerlerde durmayı ve ardından başlamayı sağlamak amacıyla gerekli bilgileri veren ilim” şeklinde tanımlamak mümkündür.

Vakf ve İbtida Neden Gerekli?

Vakf ve ibtida, Kuran’ın mucizeliğinin gösterilebilmesi ve kastedilen mananın doğru anlaşılabilmesi için dikkat edilmesi gereken bir husustur.

Kuran’da vakf ve ibtida kelimeleri geçmemekle birlikte Kuran’ın anlaşılmasının(5), tertîl ve tecvid ile tane tane, dura dura okunmasının(6) istendiği göz önünde bulundurulursa buna en başta Kuran’ın kaynaklık ettiği söylenebilir.

Nitekim Hz. Ali iki ayette geçen tertîli “vakfları bilmek ve harfleri tecvid ile okumak” şeklinde açıklamıştır.(7)

Vakf ve ibtidaya riayet Hz. Peygamber (asm) Efendimizin sünnetiyle de sabittir. Ümmü Seleme validmeiz, “Resulullah Kuran okurken kıraatini ayet ayet keserdi (ayet sonlarında dura dura okurdu) demiş ve Fatiha’dan örnek vererek her ayetin sonunda durduğunu ifade etmiştir.(8)

Abdullah b. Ömer, Kuran’ı öğrendikleri gibi vakf yapılması gereken yerleri de öğrendiklerini belirtmiştir.(9)

Tâbiînden Meymûn b. Mihrân da kurranın uzun veya kısa olsun konu tamamlanmadan kıraati kesmediklerini bildirmiş, bazı kimselerin bu hususa dikkat etmemesinden yakınmıştır.(10)

Kıraat imamları ve alimler de vakf ve ibtidayı bilmenin gereğine işaret etmiş, birçok alim icazet vermek için vakf ve ibtida bilgisini şart koşmuştur.

Vakfın Çeşitleri

Vakf ya nefesin yetmemesi ve öksürük gibi zorunlu bir durumda ya da lafız ve mananın tamamlandığı yerlerde yapılır. Bunlardan birincisine “el-vakfü’l-ıztırârî”, ikincisine “el-vakfü’l-ihtiyârî” denilmiştir.

Bu ikisi dışında öğrenciyi bilgilendirmek ve imtihan etmek için yapılan vakfa “el-vakfü’l-ihtibârî”, bir kelimede muhtelif kıraat vecihlerini cemetmek üzere yapılan vakfa da “el-vakfü’l-intizârî” adı verilmiştir.

Hz. Cebrâil’in vahiy esnasında yaptığı rivayet edilen vakflara “vakf-ı Cibrîl”, Hz. Peygamber’in (asm) vakflarına “vakf-ı nebî”, لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ (Bakara 2/286) örneğinde görüldüğü gibi birbirinin muadili olan, birbirinin anlamını tamamlayan yerlerde yapılan vakflara “vakf-ı izdivâc”, ifade edilen mananın doğru anlaşılmasını sağlamak (وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ (Feth 48/9) örneğinde olduğu gibi birinci zamirin Hz. Peygamber’e (asm), ikinci zamirin Allah’a ait olduğunu göstermek) için yapılan vakfa “vakf-ı beyân” denilmiştir.(11)

Zorunlu ve ihtiyarî vakflar çeşitli terim ve değerlendirmelerle gruplandırılmış, çoğunluğun benimsediği “tam, kâfî, hasen, kabîh” terimleri yanında “tam muhtâr, kâfî câiz, hasen kabîh metrûk, tam ve benzeri, nâkıs ve benzeri, hasen ve benzeri, tam ve etem, kâfî ve ekfâ, hasen ve ahsen, sâlih ve aslah, kabîh ve akbah, tamam, ceyyid, mefhum” gibi terimler de kullanılmıştır.(12)

Diğer taraftan İmam Ebu Yusuf’un Kuran’daki vakflar için tam, nâkıs, hasen, kabih gibi nitelemeler yapılmasını bid‘at saydığı nakledilmiştir.(13)

Vakfın Kısımları

Âlimlerin çoğunluğuna göre vakflar lafız ve mana durumu göz önünde bulundurularak başlıca dört kısımda incelenmiştir:

1. Vakf-ı Tâm.

Mâba‘di (kendisinden sonraki kelime veya ifade) ile lafız ve mana yönünden ilgisi olmayan ve sözün her bakımdan tamamlandığı yerlerde yapılan vakftır.

Mesela Bakara suresindeki (2/5) ”وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ“ ayetinin sonunda böyle bir vakf mevcuttur.

Bazen ayet ortalarında da yer almakla birlikte çoğunlukla ayet sonlarında, kıssaların nihayetinde ve bütün surelerin bitiminde yapılan vakflar tam vakftır.

2. Vakf-ı Kâfî.

Kelime, lafız ve mana bakımından tamam olmakla birlikte mâba‘di ile anlam ilgisi devam eden yerde yapılan vakftır.

Mesela Bakara suresinde (2/3) ”وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ“ ayetinin sonunda yapılan vakf bu şekilde bir vakftır.

Vakf-ı kâfî, âyet sonlarında olduğu gibi ayet içlerinde de bulunabilir, ”الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ“ (Mâide 5/5) cümlesinin sonunda durmak gibi.

3. Vakf-ı Hasen.

Söz tamamlanmakla birlikte mâba‘di ile lafız yönünden ilgisi bulunan yerde yapılan vakftır.

Mesela Fâtiha sûresinde ”الْحَمْدُ لِلّٰه“ deyip durmak böyle bir vakftır. Sonunda durulan söz aslında bir mana ifade ediyorsa da mâba‘di ile lafız yönünden ilgisi devam etmektedir.

Vakf-ı hasen ayet ortalarında ve sonlarında da görülebilir.

4. Vakf-ı Kabîh.

Söz lafız ve mana yönünden tamamlanmadan mâba‘di ile sıkı ilişkisi olan yerde yapılan vakftır. Bu gibi yerlerde vakfedilmesi halinde kastedilen mana anlaşılmaz.

Mesela Fâtiha suresinin başında ”الْحَمْد“ deyip durmak böyledir. Bir hususu anlatsa bile murat edilmeyen bir mana ortaya çıkıyorsa bu da kabih veya akbah vakftır.

Mesela Nisa suresinde (4/43) “sarhoşken” anlamındaki ifadeyi okumadan ayetin “namaza yaklaşmayın” anlamına gelen ”لَا تَقْرَبُوا الصَّلَاةَ“ kısmını okuyup durmak bu türden bir vakftır.(14)

İbtidanın Kısımları

İbtida, tam, kâfî, hasen ve kabih olmak üzere dört kısımda incelenir.

İbtidada dikkat edilecek en önemli husus okumaya başlanacak yerin manasının müteakip yerle bütünlük sağlamasıdır.

Buna göre vakf-ı tâm ve vakf-ı kâfîlerde durulduktan sonra arkasından gelen kelimeden başlanır.

Vakf-ı hasen ayet sonunda ise ardındaki ayetin başından okunarak devam edilir; ayet ortasında yapılmışsa anlam bütünlüğünü sağlamak şartıyla o kelimeden veya daha geriden alınarak başlanır.

Vakf-ı kabîhlerde yine mana bütünlüğü göz önüne alınarak o kelimeden veya daha geriden başlamak gerekir.

Bunlar genel kurallar olup bazı yerlerde istisnalar bulunabilmektedir.

Ayet sonlarına ve durak işaretlerine (secâvend) dikkat ederek okuyan bir kimse genellikle doğru vakf ve ibtida yapmış olur.(15)

Vakf İşaretleri

Vakf yapılacak yerleri tesbit etmek Arapça bilmeyi ve belli bir birikime sahip olmayı gerektirdiğinden, okuyucuya kolaylık sağlamak üzere birtakım işaretlerin konulmasına ihtiyaç duyulmuş, bu hususta Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî’nin (ö. 560/1165) ”ج ز ص ط ع ق م لا“ harfleriyle belirlediği sistem kabul görmüştür.(16)

Zamanla bu işaretlere diğer bazı harfler ilave edilerek İslam ülkelerinde mushaflarda uygulanmış, bunlara “secâvend” denilmiştir.

Secâvendler hükümlerine göre şu şekilde gruplandırılabilir:

Durulması gereken vakf: ”م“

Geçilmesi câiz görülmekle birlikte durulması evlâ olan vakf: ”قلى، قف، ج، ط

Durulması câiz olmakla birlikte geçilmesi evlâ olan vakf: ”صلى، ق، ص، ز

Durulmaması, durulduğu takdirde geriden alınması gereken vakf ”لا

İki grup üç noktadan meydana gelen, “vakf-ı muânaka” (vakf-ı mürâkebe) denilen ve sadece bu gruplardan birinde durulması gereken vakf: ؞ ؞.

Ayrıca bir konunun veya kıssanın bitip yeni bir konu veya kıssanın başladığını göstermek üzere ”ع“ harfi kullanılmıştır.

Bazı mushaflarda bunların yanında başka işaretler de bulunabilir.

Vakf, ayet sonlarında veya ortalarında üzerinde durulacak kelimenin bütünlüğü korunarak, resm-i Osmânî’ye riayet edilerek lafız ve mananın tamamlandığı yerlerde ve sükûn üzere yapılır.

Bir kelimenin ortasında veya ”أينما“ gibi bitişik yazılmış iki kelime arasında uygulanması caiz değildir.

Kat‘ ise mananın tamamlandığı ayet sonlarında yapılır.(17)

Vakfın yapılışına dair bazı kural ve ayrıntılardan söz edilmişse de bunların doğru anlaşılması ve uygulanabilmesi bir “fem-i muhsin”den (ehil bir hocanın ağzından) öğrenilmesiyle daha uygun olur.(18)

Vakf ve İbtidânın Hükmü.

Kuran tilâvetinde vakf ve ibtidâ kurallarına uyulması istenmekle birlikte bu konuda yapılabilecek hatalar hoşgörü ile karşılanmıştır.

Mâide suresinin 73. ayetinde “hiçbir ilah yoktur” anlamındaki ”وَمَا مِنْ إِلٰه“ lafzında durulması gibi, batıl bir mana elde etmeye yönelik bir kasıt bulunmadıkça bir vebalin bulunmadığı, çünkü “durulması gerekir” denen yerlerde de fıkhî anlamda vacip veya farz hükmünde bir vakfın söz konusu olmadığı belirtilmiştir.(19)

Çoğunluğa göre kasıt dışında meydana gelen vakf ve ibtida hataları sebebiyle namaz fasid olmaz, yani bozulmaz ve yeniden kılmak gerekmez.(20)

Bu bağlamda vakf ve ibtidânın tevkīfî (Kur'an ve Sünnete geldiği gibi) olup olmadığı hususu tartışılmıştır.

Hz. Ali’nin tertîli açıklayan sözleri, Abdullah b. Ömer’in Kur’an öğrenirken vakfları da öğrendiklerini söylemesi, Meymûn b. Mihrân’ın kurrânın konu tamamlanmadan kıraati kesmediklerini belirtmesi vakf yerlerinin tevkīfî sayıldığının bir delili olarak görülmüş ve bu ilmin öğrenilmesi gerektiği hususunda ashabın icma ettiği belirtilmiştir.(21)

Diğer taraftan vakf yerlerini belirlemenin ictihada dayandığını söyleyenler de vardır.(22)

Ancak durakların büyük çoğunluğunun Asr-ı saadet’ten beri uygulandığı bilinmektedir.(23)

Vakflar konusunda ilk eser yazan kişinin tabiînden Kitâbü’l-Vuḳūf adlı eseriyle Şeybe b. Nisâh (ö. 130/748) olduğu belirtilmekte.(24)

Kaynaklar:

1) Lisânü’l-ʿArab, “vḳf” md.; Kāmus Tercümesi, III, 762.
2) Lisânü’l-ʿArab, “bdʾe” md.; Kāmus Tercümesi, I, 6.
3) Kāmus Tercümesi, III, 525.
4) Tehânevî, I, 959.
5) meselâ bk. el-Bakara 2/221, 242, 266; Âl-i İmrân 3/118; en-Nisâ 4/8.
6) el-Furkān 25/32; el-Müzzemmil 73/4.
7) İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 255; Süyûtî, I, 258.
8) Müsned, VI, 302; Tirmizî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 23.
9) Hâkim, I, 35.
10) Dânî, s. 134-135.
11) İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 225; Ahmed b. Muhammed el-Üşmûnî, s. 8, 10, 19; Ali el-Kārî, s. 63.
12) Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, s. 149; Dânî, s. 138-139; Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî, I, 116-132; Ahmed b. Muhammed el-Üşmûnî, s. 10; Zekeriyyâ el-Ensârî, s. 6.
13) Alemüddin es-Sehâvî, II, 552; Zerkeşî, I, 354.
14) Vakf yapmanın uygun görülmediği yerler için ayrıca bk. Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, I, 116-149; Dânî, s. 150; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 230-231.
15) ibtidâ konusunda örnekler için bk. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 226-229.
16) ʿİlelü’l-vuḳūf, I, 169.
17) Kıraat imamlarının uygulamaları için bk. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 238.
18) a.g.e., II, 120-194; Süyûtî, I, 276-279.
19) İbnü’l-Cezerî, Muḳaddime, s. 154.
20) Ali el-Kārî, s. 62; Saçaklızâde, s. 271-272.
21) Dânî, s. 134-135; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 225.
22) Ahmed Hattâb Ömer, VIII [1977], s. 173-174; Dânî, el-Müktefâ, nşr. Câyid Zeydân Muhlif, neşredenin girişi, s. 11-15.
23) İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 225.
24) İbnü’l-Cezerî, Ġāyetü’n-Nihâye, I, 330; bk. DİA Vakf ve İbtida md..

Bibliyografya:

Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 81, 959; II, 1802.
Müsned, VI, 302.
Sîbeveyhi, el-Kitâb, Bulak 1317, II, 281-293.
Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, Îżâḥu’l-vaḳf ve’l-ibtidâʾ (nşr. Muhyiddin Abdurrahman Ramazan), Dımaşk 1390/1971, I, 116-149.
Nehhâs, el-Ḳaṭʿ ve’l-iʾtinâf (nşr. Ahmed Hattâb Ömer), Bağdad 1398/1978.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 54, 55.
Hâkim, el-Müstedrek, I, 35.
Dânî, el-Müktefâ fi’l-vaḳf ve’l-ibtidâʾ (nşr. Yûsuf Abdurrahman Mar‘aşlî), Beyrut 1404/1984, s. 130-641, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 47-71; a.e. (nşr. Câyid Zeydân Muhlif), Bağdad 1403/1983, neşredenin girişi, s. 10-17.
Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî, ʿİlelü’l-vuḳūf (el-Vaḳf ve’l-ibtidâʾü’l-kebîr) (nşr. Muhammed b. Abdullah el-Îdî), Riyad 1427/2006, I, 116-132, 169; ayrıca bk. neşredenin girişi, I, 24-42.
Alemüddin es-Sehâvî, Cemâlü’l-ḳurrâʾ ve kemâlü’l-iḳrâʾ (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb), Mekke 1408/1987, II, 548-645.
Zerkeşî, el-Burhân, I, 342-375.
İbnü’l-Cezerî, Ġāyetü’n-Nihâye, I, 224-240, 330.
a.mlf., en-Neşr, I, 224-240, 255, 428-491; II, 120-194.
a.mlf., Muḳaddime, İzmir 1301, s. 154.
Süyûtî, el-İtḳān (Bugā), I, 258-279.
Ahmed b. Muhammed el-Üşmûnî, Menârü’l-hüdâ fî beyâni’l-vaḳf ve’l-ibtidâʾ, Kahire 1393/1973, s. 4-27.
Zekeriyyâ el-Ensârî, el-Maḳṣıd li-telḫîṣi mâ fi’l-Mürşid (Üşmûnî, Menârü’l-hüdâ içinde), s. 4-27.
Ali el-Kārî, el-Mineḥu’l-fikriyye (bi) şerḥi’l-Muḳaddimeti’l-Cezeriyye, Kahire 1368/1948, s. 62-63.
Saçaklızâde, Cühdü’l-muḳıl (nşr. Sâlim Kaddûrî el-Hamed), Amman 1422/2001, s. 271-272.
Ali Şevvâh İshak, Muʿcemü muṣannefâti’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Riyad 1403/1983, I, 280.
Ahmed Hattâb Ömer, “Muḳaddime fi’l-vaḳf ve’l-ibtidâʾ”, Âdâbü’r-Râfideyn, VIII, Musul 1977, s. 163-184.
Tayyar Altıkulaç, “Secâvendî, Muhammed b. Tayfûr”, DİA, XXXVI, 268-269.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun