İslam tarihciliği nasıl başlamıştır?

Tarih: 06.01.2015 - 16:55 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur’ân-ı Kerîm’de kıssalarla çeşitli milletlerin yaşayış ve düşünüşleri, davranışları, kaderlerini etkileyen çarpıcı unsurlar vurgulanarak onların kaderlerini yönlendiren unsurlar ibret alınması için bütüncül bir yaklaşımla ortaya konmuştur. Bu husus,

“Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an uydurulabilecek bir söz değildir. Kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve rahmettir.” (Yûsuf, 12/111)

meâlindeki âyetle ifade edilmiştir. Yaratılış gayesine uygun hareket eden ve tevhid inancına bağlı olan insanların doğru yola ulaşmalarını sağlayan kıssalar, herhangi bir ırkın veya milletin tarihine odaklaşmadığı gibi insanlık tarihini bir bütün halinde ele alarak Müslümanların dünya tarihine yönelmesini sağlamıştır.

Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’de bazı sûre ve âyetlerde Mekke şehri, Kâbe, Kureyş kabilesi ve Câhiliye devri Arap toplumunun dinî ve içtimaî durumu, hayat telakkileri, Hz. Muhammed (asm)’in çocukluğu, peygamber olarak görevlendirilmesi, vahiy alışı, Mekke dönemindeki tebliğ faaliyetleri, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret, muhacirler ve ensar, hicret etmeyenler, Mekke’deki münafıklar, hicret sonrası faaliyetler, Medine’de Müslümanların durumu ve Resûl-i Ekrem (asm)’e gösterdikleri bağlılık, Medine devri münafıkları, bedevîler ve Ehl-i kitap ile münasebetleri, Mekkeli müşriklerle münasebetleri, Bedir, Uhud, Hendek gazveleri, Hudeybiye Antlaşması, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük gazveleri gibi konulara yer verilmek suretiyle İslâm dünyasında tarihin ve tarih yazıcılığının, siyer ve megāzî konularının âdeta planı çizilmiştir.

Ayrıca Kur’an’da Mekkî ve Medenî sûrelerin ayrılması tarih bilincinin oluşmasına ve gelişmesine yardımcı olmuş, başta esbâb-ı nüzûl olmak üzere geçmiş peygamberlerle kavimlerin daha yakından tanınması ve ilgili âyetlerin daha iyi anlaşılması ihtiyacı Müslümanları tarih araştırmalarına sevketmiştir.

Müslümanları tarih yazıcılığına yönelten başka gelişmeler de vardır. Bunların başında Abdullah b. Amr b. Âs’ın eś-Śaĥîfetü’ś-śâdıķa’yı hazırlaması, Enes b. Mâlik’in topladığı hadisleri Resûl-i Ekrem (asm)’e tashih ettirmesi, Amr b. Hazm’ın Hz. Peygamber’in mektuplarını toplaması gibi çalışmalar yanında sayıları elliyi aşkın sahâbînin yazılı ve bir kısmı şifahî rivayetleri belli bir kronoloji ve konu bütünlüğü içerisinde muhafaza etmesi gelmektedir.

Resûlullah dönemini yakından ilgilendiren, Medine’de yazıya geçirilen ilk sözleşme ile şehrin Harem sınırlarına ve develerin zekât miktarına dair belge, Berâ b. Âzib ve İbn Abbas ile çocuk yaştaki sahâbîlerden Sehl b. Ebû Hasme el-Ensârî’nin siyer ve megāzîye dair birer sahîfesi, Hz. Peygamber (asm)’in çeşitli kabile ve devlet başkanlarına yazdığı İslâmiyet’e davet mektupları, kabilelerle yapılan antlaşmaların metinleri, bazı kişi ve kabilelere verilen iktâ ve ahidnâme gibi belgelerin birer örneğinin saklanmasından anlaşılacağı üzere, bazı yazılı belgelerin tarihçilere ulaştığı bilinmektedir.

Tâbiîn neslinden Urve b. Zübeyr ve İbn Şihâb ez-Zührî’nin bir araya getirdikleri sahîfeler tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde çok önemli rol oynamış; Mûsâ b. Ukbe, İbn İshak ve Ma‘mer b. Râşid gibi ilk dönemde siyer ve megāzîye dair eserler yazan tarihçilerin ana kaynaklarını teşkil etmiştir.

Tarih bilincinin gelişip tarih yazıcılığının gerçekleşmesinde Hz. Ebû Bekir devrinde başlayan, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde devam eden fetih hareketlerinin de büyük etkisi olmuştur. Tevhid mücadelesinin temsilcileri olarak ümmet bilincine ulaşan Müslümanların İslâm tarihiyle ilgilenmeleri ve gösterdikleri başarıları gelecek nesillere aktarmaları önemli bir amaç haline gelmiştir. Öte yandan Müslümanların teşrî‘ ve kazâ ihtiyaçları ile idarî ve malî konular, gayri müslimlerin durumu, Hz. Peygamber (asm)’in sünneti, hilâfet meselesi, büyük savaşlar gibi meselelerde ashabın icmâı ve ihtilâfının bilinmesine gerek vardı. Bunun için de bazı adımlar atılmıştır.

Hilâfetinin üçüncü yılında Hz. Ali’nin teklifiyle 16 yılının Rebîülevvel ayında (Nisan 637) muharrem ayını hicrî takvimin ilk ayı kabul eden Hz. Ömer döneminde ayrıca tarih yazıcılığına çok önemli bir kaynak vazifesi gören divan defterleri tanzim edilmiştir. Bu defterler sayesinde erkekler, kadınlar, çocuklar ve mevâlîden olan Müslümanlar, başta ehl-i Bedir olmak üzere İslâmiyet’e giriş önceliklerine ve hizmetlerine göre kayıt altına alınmış, evvelâ Kureyş kabilesinin Benî Hâşim kolundan başlanması dolayısıyla daha sonra yazılan bazı tabakat ve ensâb kitaplarının hem malzemesine hem planına esas teşkil etmiş, ayrıca yeni kurulan şehirlerde ve fethedilen yerlerde kabilelerin iskânında akraba olanların birbirine yakın mekânlarda iskânına yardımcı olmuştur.

Hz. Ömer’in kendisine gelen mektupları, antlaşma metinlerini, gönderdiği emirnâmeleri ve tayin kararlarını bir sandık içerisinde sakladığı bilinmektedir. Onun vali ve kumandanlarından fethedilen bölge ve ülkelerin arazi durumu, iklimi ve halkına dair istediği yazılı bilgilerle tarihçilerin faydalanacağı başka faaliyetleri de vardır. Hz. Peygamber (asm)'in şahsiyetine ve Müslümanların tevhid mücadesine temas eden şiirlerin toplanması için Kûfe valisine tesbitlerde bulunmasını emretmesi ve yine onun zamanında ensarın şiirlerinin toplanması da tarih yazıcılığında faydalanılan şiirlerin muhafazası bakımından yararlı olmuştur.

Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan karışıklıklar ve fitne hareketleri, iç savaşlar, Hâricîler’in ortaya çıkması, Hz. Ali’nin şehâdeti, Kerbelâ faciası, imâmet/hilâfet tartışmaları, Emevîler’e karşı birçok ayaklanmanın meydana gelmesi ve Şuûbiyye hareketleri de olayların farklı görüşler doğrultusunda ele alınmasına vesile olmuş, bu olayların tarihine dair eserler yazılmaya başlanmıştır.

İlk Emevî halifesi Muâviye b. Ebû Süfyân ensâb bilgisinin tesbitini istemiş, Suhâr b. Abbas el-Abdî ve Dağfel b. Hanzale es-Sedûsî’nin birikiminden faydalanılmasını emretmiştir. Ayrıca eski hükümdarların tarihini öğrenmeye önem vermiş, bu amaçla Yemen tarihiyle ilgili bir eser yazması için Ubeyd (Abîd) b. Şeriyye’yi San‘a’dan getirtmiş, kendisinden kadîm Araplar’a, onların ve diğer kavimlerin meliklerine, çeşitli dillerin teşekkülü ile insanların çeşitli beldelerde birbirinden ayrılmasına dair ahbârı toplatarak yazdırmasını istemiştir (İbnü’n-Nedîm, I/2, s. 278, 279-280). Onun günümüze ulaşan kısa Yemen tarihi basılmıştır (Aħbârü’l-Yemen ve eş'ârühâ ve en-sâbühâ, İbn Hişâm, Kitâbü’t-Tîcân ekinde, Haydarâbâd 1347). I. Velîd’in, kütüphanesi için Hâlid b. Ebü’l-Heyyâc’ı mushaf yanında ahbâr ve eş‘ârı istinsah etmekle görevlendirmesi (a.g.e., I/1, s. 15), II. Velîd’in Araplar’ın ahbâr ve ensâbını bir araya getirtmesi, bu çalışmaların daha sonra Hammâd er-Râviye ve Cennâd’a intikal etmesi tarih yazıcılığının gelişmesini etkilemiştir (a.g.e., I/2, s. 286). Bu arada VIII. yüzyılın ortalarından itibaren kâğıt imalâtı ve kullanımının yaygınlaşmasının tarihçilik yanında diğer ilimlerin gelişmesinde ve yazıya geçirilmesinde büyük esiri olmuştur. Abbâsîler zamanında devlet teşkilâtının gelişmesi ve başta resmî yazışmalarla ilgili olmak üzere birçok divanın kurulması arşiv belgelerinin artmasını sağlamıştır. Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr, İbn İshak’tan siyer ve megāzî, Hârûnürreşîd kādılkudâtı Ebû Yûsuf’tan devlet gelirleri ve sarf yerleri hakkında eser yazmalarını istemiştir. Bu dönemde de halife sarayındaki sohbet konularından biri de tarih olmuş, bazı tarihçiler, kâtipler ve nedimler bu toplantılara katılmış, Belâzürî gibi tarihe dair önemli eserler kaleme alan kişiler bunlar arasından çıkmıştır.

I. (VII.) yüzyılın ilk yarısından itibaren sahâbîler ve tâbiîlerin ilk nesli tarafından başlatılan siyer ve megāzî çalışmalarının ardından dünya tarihi, fütuhat, bölge ve şehir tarihleri, tabakat kitapları olmak üzere küçüklü büyüklü çeşitli konularda tarih çalışmaları yapılmıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı sahalarındaki teliflere paralel olarak tarih kitaplarında da rivayet usulü kullanılmış, hadiselerin kahramanlarının veya hadiseyi gören ve görenden dinleyen râvilerin verdikleri bilgiler isnad sistemiyle kaleme alınmıştır. Bu dönemdeki tarihçiliğin rivayet tarihçiliği olduğu ifade edilmiştir. Hz. Âdem’den başlayan dünya tarihleri için Kur’an ve hadislerdeki bilgilerle bu bilgilere uyan bilgiler içeren Ehl-i kitap rivayetlerine yer verilmiştir. Diğer taraftan başta muhaddisler olmak üzere bu ilk asırdaki müellifler rivayet icâzeti almadıkları hiçbir kitaptan iktibasta bulunmamışlardır. Fuat Sezgin şarkiyatçıların isnad sistemine dair ileri sürdükleri, İslâm’ın ilk 150 yıllık döneminde başta hadisler olmak üzere nakledilen rivayetlerin insanlar arasında şifahî olarak anlatıldığı, muhaddislerin hicretin II. yüzyılın sonlarında veya III. yüzyılın başlarında senedler icat edip uydurdukları ve bunları haber ve rivayetlerin başına ekleyerek tedvîn faaliyetlerine giriştikleri şeklindeki iddialarının doğru olmadığını, şifahî rivayetin yanında senedlerin de yer aldığı sahîfe ve kitapların bulunduğunu, günümüze ulaşan senedlerde geçen râvilerden en az birinin müellifin teşkil ettiğini, bu dönemlerde Müslüman müelliflerin iktibaslarında hiçbir zaman kitap ismi zikretmediklerini, yalnızca rivayetin senedini vermekle yetindiklerini hadis ve tarihî rivayetlerin senedlerini inceleyerek göstermiş, şarkiyatçılar tarafından yapılan çalışmalarda bu iddialar kabul edildiğinden doğru sonuçlara ulaşılamadığını ortaya koymuş ve isnadın başlangıcından itibaren tefsir, hadis, fıkıh, siyer ve megāzî, tarih, edebiyat ve şiir gibi bütün ilim dallarında yazılmış metinlerde kullanıldığını ispat etmiştir.

Soylarına ve tarihe bağlılıkları ile tanınan Araplar Câhiliye devrinde ensâba dair bilgilere çok önem veriyordu. Bazı kabilelere ait soy kütüğü tomarları ile Resûl-i Ekrem’in hayatında bazı sahâbîlerin kaleme aldığı hadis sahîfeleri ve devlete ait bazı yazılı belgeler yanında siyer ve tarih yazıcılığında çok önemli yeri olan, Hz. Ömer zamanında Araplar’ın ensâb bilgisini kayıt altına alan divan defterlerinin düzenlenmesiyle ensâb konusunda önemli bir adım atılmıştır. Emevî halifelerinin kabilelerin nesebini iyi bilen kimseleri Dımaşk’a davet ettikleri, çocuklarına Arap kabilelerinin ensâbını öğretmelerini istedikleri, bazılarına ensâb konusunda kitap yazdırdıkları bilinmektedir. Ensâb konusunda Arap-İslâm dünyasının en önemli şahsiyeti kabul edilen Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’nin (ö. 204/819) başta ensâba ve ahbâra dair olmak üzere 150 kadar eser yazdığı kaydedilmektedir.

Siyer ve Megāzî. İslâm dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Resûl-i Ekrem’in hayatını ele alan siyer ve megāzî çalışmalarının istisnaî bir yeri vardır. Bu çalışmaları I. (VII.) yüzyılda veya II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında vefat eden, bir kısmı sahâbî çocuğu olan tâbiîn âlimlerinin başlattığı bilinmektedir. Bunlar arasında Saîd b. Sa‘d b. Ubâde el-Hazrecî, Sehl b. Ebû Hasme el-Ensârî, Saîd b. Müseyyeb, Ubeydullah b. Kâ‘b el-Ensârî ve Şa‘bî gibi yazılı sahîfelerdeki haberleri daha sonraki kaynaklarda yer alan kişiler bulunmaktadır. Bu dönemde başta teyzesi Hz. Âişe olmak üzere bazı sahâbîlerden aldığı hadisleri rivayet eden Urve b. Zübeyr ile çeşitli kaynaklardan topladığı hadis ve haberleri bir araya getiren İbn Şihâb ez-Zührî, zamanımıza farklı kaynaklar içerisinde ulaşan İslâm tarihçiliğinin ilk örnekleri olan bu metinleri, üslûbunun sağlamlığı yanında abartı ve yönlendirmelerden uzak bir şekilde kaleme almak suretiyle siyer ve megāzî yazıcılığını yeni bir safhaya intikal ettirmişlerdir. Urve ve Zührî’nin talebelerinden üçü bu alanda eser telif edenler arasında büyük şöhrete ulaşmıştır. Mûsâ b. Ukbe’nin Kitâbü’l-Meġāzî’si günümüze bütünüyle intikal etmemiş olmakla birlikte, haberleri bazı kaynaklardan toplanmak suretiyle, Ma‘mer b. Râşid’in el-Meġāzi’n-nebeviyye’si, Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin el-Muśannef’i içerisinde zamanımıza ulaşmış ve müstakil olarak da yayımlanmıştır (Dımaşk 1401/1981). Zührî’nin üçüncü talebesi İbn İshak’ın Siyer’i tarih yazıcılığında büyük izler bırakmıştır. Resûlullah’ın sadece gazve ve seriyyelerini kaleme alan Vâkıdî’nin Kitâbü’l-Meġāzî adlı eseri ve onun “Kâtibü’l-Vâkıdî” diye meşhur olan talebesi İbn Sa‘d’ın, başında siyer konusunun yer aldığı Kitâbü’ŧ-Ŧabaķāt’ı ile bu sahanın ana kaynaklarının tamamlandığı bilinmektedir.

Daha sonraki tarihçiler bu eserlerden faydalanmış, onların rivayetlerini ve planlarını kullanmıştır. İbn İshak, bir bölümü bu alanın günümüze ulaşan ilk eseri olan Kitâbü’l-Mübtedeǿ ve’l-meb'aŝ ve’l-meġāzî’siyle siyer ve megāzî kitaplarına bilinen şeklini vermiş, zamanımıza intikal etmeyen Kitâbü’l-Hulefâ adlı eseriyle de İslâm dünyasında tarih eserlerinin derinlik ve devamlılık kazanmasında etkili olmuştur. Bu anlayışı benimseyen tarihçilerden bazıları genel dünya tarihiyle, bazıları Resûlullah dönemiyle veya hicretle başlayan tarihler yazmıştır. Bu arada fetihler başta olmak üzere bazı kabilevî, siyasî, iktisadî veya dinî hadiseler, monografiler veya biyografiler, şehir ve bölge tarihleri kaleme alanlar olmuştur.

(Kaynak: Mustafa Fayda, "Tarih Maddesi", DİA, XL, 30-36)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun