İnsanın manevi terakkisi sonucu bir makama gelmesi ve makamını yanlış telakki etmesi ve terakki sonucu ortaya çıkan aldanmışlığı açıklar mısınız?

Tarih: 30.06.2012 - 13:29 | Güncelleme:

Soru Detayı

Bediuzzamanı okurken, tarikatlarla alakadar bir konuda bazı kimselerin makamlarını şaşırması ve bu aldanmanın tehlikelerinden bahsediyordu. Madem bu tehlikeyle muhatap olan ve makamını çok yüksek gören bir insan sapıtıp mehdi veya kutup olarak kendisini görebiliyor. Madem bu bir terakki sonucunda ortaya çıkan sarhoşluk ve aldanmışlık halidir. Öyleyse bu aldanmanın bir sonucu olarak büyük bir sukut ve iniş ile o makamların kalıntılarının dahi yok olması gerekmez mi?
 Nasıl o sapıklık ve aldanma, mesela kendisini kutup veya mehdi ilan etme şaşkınlığı devam edebiliyor?
 Makamını yanlış anlamasına mukabil ceza olarak bir düşüş verse Allah, bu durumda şaşırdığını farkedebilir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu gibi şaşırmalar da aslında bir imtihan kaybıdır. Çünkü, haddini bilip bilmemek de imtihan unsurlarındadır. Allah’ın “muhlas” denilen bazı müstesna kulları hariç, hiçbir makamda hiçbir kimseye yerinde sabit kalma garantisi yoktur. Hz. Peygamber (asm)'in:

“Ey kalpleri evirip çeviren! Benim kalbimi dininde sabit kıl.” (Mecmau’z-zevaid, h. no: 11911)

manasındaki duası bunun açık bir göstergesidir.

- “Büyüklerin imtihanı da büyük olur.” sözünün gerçekliği hadislerle ve tecrübeyle sabittir. Onun içindir ki, nefs-i emmaresini öldüren evliyaların bu imtihanlarının devam etmesi için, bu emmarelik görevi a’saba, sinirlere, damarlara tevdi edilir.

- Manevi makamların verdiği sarhoşluk hali, -bu duruma düşen- herkeste aynı seviyede değildir. Dolayısıyla, makamdan sukutlar da bu derecelere göre farklılık arz eder. Örneğin, bir kimsenin kendini kutup telakki etmesi ile İslami mükellefiyetlerden muaf tutulduğunu düşünmesi arasında elbette dağlar kadar fark vardır. Birincisi bir dereceli sukutu gerektiriyorsa, ikincisi on derecelik bir sukutu gerektirir.

Ayrıca, kişinin o andaki ruh haleti de önemli bir ölçüdür. Aklî muhakemesi yerinde olan bir kimsenin yanlışları ile bu muhakemeyi kaybetmiş birinin yanlışları kıysa kabul etmeyecek kadar farklıdır.

- Bu cümleden olarak, bazılarında meczupluk hali var ki, kişide muhakame-i akliye bırakmadığı için sorumluluğu da azalır veya hiç olmaz. Bu konuda sözü, asrın söz sahibi olan Bediüzzaman Hazretlerine bırakalım:

“Sultan Mehmed Fatih'in zamanında hikâye edilen meşhur ve manidar 'Cibali Baba kıssası' nev'inden olarak bir kısım ehl-i velayet, zahiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczubdurlar. Ve bir kısmı dahi; bazan sahvede ve daire-i akılda görünür, bazan aklın ve muhakemenin haricinde bir hâle girer. Şu kısımdan bir sınıfı ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor. Sekir halinde gördüğü bir mes'eleyi halet-i sahvede tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez. Meczubların bir kısmı ise indallah mahfuzdur, dalalete sülûk etmez. Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller, bid'at ve dalalet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.” (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektub, Dördüncü Mebhas, Dokuzuncu Mesele).

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bir kısım meczup evliyanın yanlışları -akli muhakemeye dayalı özgür iradeyi dışlayan- bir istiğrak halinde cereyen ettiği için, makamlarından sukut etmezler. Bu da Allah’ın sonsuız merhametinin bir tezahürüdür. Üstad'ın “Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.” ifadesinden anlaşılıyor ki, bu gibiler küfrü gerektiren bazı yanlışları olmasına rağmen, onlar kâfir olmazlar. Çünkü, meczupluklarını ortaya koyan talihsiz bir cazibe kuvveti, onları -merkezkaç kuvveti gibi- İslam merkezinden uzaklaştırabilir. Bu meşum cazibe akıl ve iradeyi bırakmadığı için bunlar da bir nevi masum mecnunlar zümresine dahil olur.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun