Sonra onu açıklamak da bize aittir. (Kıyame, 75/19), ayetindeki “bize ait"ten maksat nedir?

Tarih: 02.04.2013 - 00:52 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Allah'a ait ise, o zaman her şeyin Kur'an'da apaçık açıklanması gerekir. Kur'an'ın apaçık bir şekilde ifade edildiğiyle ilgili de ayetler vardır. Fakat Kur'an'daki her şeyin açık bir şekilde anlaşılamadığı da malumdur ki müteşabih ayetler ve bunun uzantısı olarak muhtelif hizipler ortaya çıkmıştır.

- Peki Allah bu ayette neyi kasdetmiştir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

“O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir. Doğrusu insan kendi nefsini görür. Onu söylemek için acele edip dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir. O halde, onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize aittir.” (Kıyame, 75/13-19)

Bazı alimlere göre, buradaki hitap, üstteki ayetlerde anlatılan insanadır. Yani, diğer âlemde insana amel defteri verilir. Amel defterini, korkusundan süratle okurken dili sürçer. Ona “Onu söylemek için acele edip dilini kımıldatma.” denilir.

Buna göre bu ayetlerin manası şöyledir:

“O gün insana yaptığı her türlü iyilik ve fenalık ile; yapmadığı her türlü iyilik ve fenalık tek tek bildirilir. Ona göre karşılığını alır. Türlü türlü mazeretler öne sürse de, artık insan, -neler yaptığını çok iyi bildiği-kendisi hakkında şahit olur. Bu gün karşına çıkardığımız kitabını  hemen anında bellemek için dilini kımıldatma. Çünkü senin bu kitabın/amel defterini biz yazdığımız / yazdırdığımız gibi, yaptıklarının hepsini bu kitapta toplamak ve onu okutmak Bize ait bir iştir. Senin lehinde ve aleyhinde olan hiç bir şey, bir zerre, bir hardal tanesi kadar bir hakkın veya haksızlığın kaybolmaz. Acele okumana gerek yok, burada sonsuz bir adalet tecellisi söz konusu hiç bir şeyin kaybolmaz...” (krş, Razî, Beyzavî, ilgili ayetin tefsiri)

Tefsirciler bu görüşe de değer vermeleriyle beraber, ayeti, muhatabın Hz. Peygamber (asm) olmasına göre değerlendirmişlerdir. Buna göre anlamı şöyle olur:

"Ey Peygamber! Kur’an'ın vahyi sana geldiğinde, 'ondan bazı şeyleri kaçırabilirim' şeklinde bir telaş ile dilini kımıldatma. O vahyi göğsünde cem etmek ve kıraatini dilinde sabit kılmak bize aittir. Cebrail’in lisanıyla onu Sana okuduğumuzda Sen de onun okunuşunu takip et ve tekrarla, ta ki zihninde sağlam bir şekilde yer etsin. Sonra, Kur’an’ın manalarından sana müşkil gelenleri beyan edip açıklamak da bize aittir."

Bu manaya göre, ayette -meal olarak- yer alan “Sonra onu / Kur’an’ı açıklamak da bize aittir” ifadesi üç şekilde anlaşılmıştır:

a. Kur’an’da yer alan helal-haram  ve benzeri hükümleri açıklamak bize aittir. Bu, Katade’nin görüşüdür.

b. Cebrail tarafından senin kalbine indirilen  Kur’an’ı senin lisanınla açıklamasını (metnini tebliğ ve manasını beyan etmeni sağlama) bize aittir. Bu, İbn Abbas’ın görüşüdür.

c. Ku’an’da verdiğimiz sözlerin gereğini yerine getirmek,  Kur’an’ın emir ve yasaklarına  terettüp eden ceza ve mükafatları, kıyamet günü açıklamak / hükme bağlayıp ortaya koymak bize aittir. Bu görüş Hasan-ı Basri’ye aittir. (bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri)

Bazı alimlerin belirttiğine göre, bu ayet inmeden önce Kur’an’ın herhangi bir sure veya ayeti inerken, Hz. Peygamber (asm) Hz. Cebrail’e  hem kıraatle ilgili hem de manasıyla ilgili sorular sorardı. “...O halde Biz Kur’ân’ı okuduğumuzda, sen de onun okunuşunu izle!” mealindeki ayet, kıraatle ilgili soruya; “Ayrıca onu açıklamak da bize ait bir iştir.” mealindeki ayetle de manayla ilgili sorusuna cevap verilmiştir. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri).

Özetle: Hz. Peygamber (asm) inen sure veya ayetleri ezberlemeye bileceğinden endişe ederek, Hz. Cebrail onu kalbine indirip okurken, kendisi de ona eşlik ediyordu. Allah onun bu telaşını gidermek üzere, buyurdu ki:

“Telaş etme! Bu ayetleri senin kalbinde toplamak, ezberinde tutmak ve insanlara hiç yanlış yapmadan olduğu gibi aktarmanı sağlama işi bize aittir." (krş. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

Genel olarak Kur’an’ın açık bir kitap olduğu ifade edilmesine rağmen, pek de öyle açık olmadığı meselesine gelince:

Her şeyden önce burada, Kur'an'ın açık-seçik olmasının boyutunu incelemekte fayda vardır.

Evvela Kur'an'da yer alan söz konusu "tafsil/açıklık/ açık-seçik/açıklama"dan maksat, herkesin her konuyu kendi başına anlayabilecek açıklıkta olduğunu düşünmek mümkün değildir. Böyle bir anlayış, pratikteki realitelerle açıkça çelişmektedir. Çünkü yüz binlerce tefsirin varlığına rağmen, yine de Kur'an'ın bütün sırlarının tamamen anlaşılamadığı, inkâr edilemez bir gerçektir.

Kur'an-ı Hakîm'in gün geçtikçe yeni yeni gerçeklere kaynaklık etmesi, âdeta zamanın ihtiyarlanması nispetinde kendisinin kapsam olarak gençleşmesi ve değişik hakikatleri muhataplarına bildirmesi;  bu kadar gelişen ilmî birikimlere rağmen, hâlâ araştırmacılar tarafından her gün Kur'an-ı Kerim'de açıklamaya ve incelemeye muhtaç yeni bakir sahaların keşfedilmesi, söz konusu "açıklık" kavramının sanıldığı kadar açık olmadığını, aksine başka anlamlarının olduğunu göstermektedir.

Bunları teker teker söz konusu etmek, böyle  küçük bir soru-cevap hacmine sığdırmak mümkün görünmemektedir. Bu sebeple genel bir bakış açısını sağlayacak  bir kaç noktaya dikkat çekmekte fayda vardır:

a. Kur'an'ın, "âyetleri açıklanmış kitap" olarak vasıflandırılması, onun herkes tarafından bilinebileceğini değil, konuların Allah tarafından gerçeğe uygun olarak açıklandığını ifade etmektedir.

b. Meşhur tâbirle ve daha doğru varyantıyla: "hem Arapça hem de Rabça" olan Kur'an âyetlerinin açıklığı da Rabçadır. Eğer öyle olmasaydı, Arapçayı bilen herkesin birer allame; birer Zemahşerî, Sekkâkî, Fahreddin Râzî, Kadı Beydâvî  vs. olması gerekirdi.

c. "Şüphesiz, biz onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik." (A'râf, 7/52) ayetinde geçtiği üzere, Kur'an'daki bu "açıklama" işi, ilmî kurallara bağlı olarak yapılmıştır. Onların bilinmesi ise ilmî birikimlere muhtaçtır. Her çağdaki bir takım yeni yorumların getirilmesi, farklı bilgi birikiminin bir yansımasıdır.

d. Şimdi şu ayete bakınız:

"Biz, geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık." (İsrâ, 17/12)  

Evet biz iman ediyoruz ki,  Allah Kur’an’da bu konu dahil her şeyi açık açık anlatmıştır. Ancak biz bir şeye daha iman ediyoruz; o da şudur: Bu ayette söz konusu edilen ve açıklanmış olduğu ifade edilen hususları, -itiraf etmeliyiz ki, bir parça Astronomi ve coğrafya bilgimize rağmen- tamamen anlayamıyoruz.

Demek oluyor ki, "açıklık" kavramı, farklı kesimlere farklı bir boyutu ile boy göstermektedir. Normal bir vatandaş, yılın aylarını ve günlerini sayarak, bir takvim dahilinde disiplinli bir hayat sürebilir. Ancak uzman bir bilim adamı bu konuda çok farklı şeyler bilebilir ve Allah'ın o hayret verici sanatı ve azameti karşısında secde edebilir.

e. Kur'an'ın pek çok ayetinde ilme ve ilim erbabına özel bir önem atfedilmiştir. Halbuki, eğer bilenlerle bilmeyenler Kur'an'ı anlamada aynı seviyede iseler, ilmin hiçbir değeri yok demektir. Bu ise bir safsatadır. Demek Kur'an'ın bilen kimseler tarafından açıklanmaya ihtiyacı vardır.

Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, Kur’an’ın açık bir beyana sahip olması, rastgele herkesin anlayacağı tarzda olduğu anlamına gelmez. Kur’an’ın açık ifadesiyle, Hz. Muhammed (asm)’in tebliğden başka bir görevinin de Tebyin / Kur’an’ı açıklama olması, bu gerçeğin açık göstergesidir. Tarih boyunca, İslam alimleri Hz. Peygamber (asm)'in tebliğ vazifesini yürüttükleri gibi, tebyin/açıklama vazifesini de sürdürmüşlerdir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun