Modernizm hakkında bilgi verebilir misiniz?
- Bu yol hak mıdır? - Savunucuları neden bu yolu seçmiştir?
Değerli kardeşimiz,
İslâm'ın getirdiği, Kur'ân'ın ve Peygamber (asm) uygulamasının ihtivâ ettiği evrensel, ebedî, kâmil insanlık için zarûrî ilkeleri ve değerleri her çağın, her şartın ihtiyacına göre formülleştirip, uygun üslûp ve düzene sokup insanlara telkin ve tebliğ etme işi ictihada, yani âlimlere bırakılmıştır.
İslâm tarihi boyunca birçok müctehidler (birinci sınıf İslâm âlimleri) ve müceddidler (dîni özüne ve amacına uygun olarak yenileyenler, başka bir ifadeyle evrenseli verili bir konu ve konuma uygulayanlar) bu şerefli ve önemli ödevi hakkıyla yerine getirmişlerdir.
Büyük Gazzâlî'nin ölümsüz eserine verdiği isim bu bakımdan ilgi çekicidir: "İhyâu-ulûmi'd-din= Din ilimlerini canlandırmak". Bu isimden yola çıkarak yukarıdaki ifadeyi şu kalıba da sokabiliriz: Din eskimez, ölmez; eskiyen, ölen din ilimleri olabilir, yani müctehidlerin, müceddidlerin, içinde yaşadıkları çağlar ver şartlar için ürettikleri İslâm kaynaklı bilgiler ölebilir, değerlerini ve işlevlerini yitirebilir, bunları ihyâ etmek, yeni şartlarda aynı kaynaklardan yeni baştan üretmek âlimlerin işidir.
İslâm din ve kültür tarihi daha önce de yabancı kültürlerle tanışmış, onların meydan okumalarına marûz kalmıştır. Bu kültürler karşısında İslâm'ın mâhiyet ve değerini ortaya koymak, müslümanların tavırlarını belirlemek üzere iki farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır:
1. İslâm felsefecilerinin yaklaşımı: Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ gibi müslüman felsefeciler, hakikati temsil ve ifade ettiğine inandıkları Yunan felsefesini temel alarak Kur'ân âyetlerini (vahyi) felsefeye uyarlamaya çalışmışlar, bazan sınırı çok aşan, inkârla eşit sonuç doğurma noktalarına yaklaşan açıklamalar ve yorumlar yapmışlardır.
2. Fıkıhçı ve kelâmcıların yaklaşımı: Bunlar vahyi esas almış, buna ters düşen felsefe, inanç ve düşünceleri vahye ve "müslüman aklına" dayanarak reddetmiş, sözlü ve uygulamalı nakle dayanan İslâm'ı savunmuş, bunu başka düşünce ve kültürlere karşı "farklı İslâmî seçenek" olarak takdim etmişlerdir.
Her iki yaklaşımın da benzer özelliği İslâm'dan vazgeçmemek, başka bir düşünce veya inancı onun yerine koymamaktır. Felsefeciler filozof aklı ile vahyi uzlaştırarak dîni muhâfaza etmeye çalışırken, fıkıh ve kelâm okullarının yetiştirdiği, bazılarının ayrıca tasavvuf yolundan da beslendiği bilinen mezheb imamları, Gazzali, Râzi, Şâh Veliyyullah gibi âlimler, İslâmî olmayan (başka inanç ve kültürlerden etkilenmiş) akıl ve felsefelere karşı vahyi savunmuşlar, hakikati ve insan için ideal hayat düzenini bu kaynakta aramış, bulmuş ve açıklamışlardır.
İnanç, ahlâk ve kültürün önemli unsurlarında üstünlüğünü muhâfaza eden İslâm âlemi, XVII. yüzyıldan itibaren -İslâm kültüründen de etkilendiği bilinen- rönesans ve reformun meyvalarını devşirerek düşünce ve bilim alanında sıçrama yapmaya başlayan Batı'ya karşı, kendi değerleri ve dinamiklerini işleterek alternatif üretememiş, bu alanlarda hızlı ilerleyen âlemin gerisine düşmüştür.
Düşünce ve bilim, teknoloji ve ekonomiyi de etkileyip dengeleri değiştirince, hep yenen ve kazanan İslâm âlemi yenilmeye ve kaybetmeye başlamıştır. Artık Ebû Hanîfeleri, Gazzâlîleri, Râzîleri, Şâh Veliyyullahları olmayan, olanları da dinleyip anlamaktan uzaklaşmış bulunan Müslümanlar, mağlubiyetin verdiği şaşkınlık içinde derde doğru teşhis koyamamış, devayı isabetli tâyin edememiş, yapacak yerde yıkmış, düzeltecek yerde bozmuştur.
İşte bu kültür çatışması İslâm dünyasının hâlâ yaşadığı ikinci büyük çatışmadır. Bu çatışmanın içinden kendini koruyarak, rüşdünü ve yeterliğini isbat ederek çıkma ödevi hâlâ başarılamamıştır.
Bu yeni çatışma döneminde eski müctehid ve müceddidlerin yollarını takip eden İslâm âlimleri yanında filozofların yaklaşımlarını (uzlaştırma, uyarlama) benimseyenler de vardır.
Bunlara, bizim "eyyamcı" diye nitelediğimiz bir üçüncü sınıf daha eklenmiştir. Eyyamcılar da tek tip değildir, ancak ortak özellikleri, önce parça parça, sonra da toptan İslâm'ın ilke ve değerlerini, İslâm kültür ve medeniyetini Batı'ya (onların deyişiyle çağa) ait olanla değişmek ve değiştirmektir. Bu değiştirmeyi tepeden inmeci ve açıktan inkârcı bir tavırla yapanlar, yapmaya uğraşanlar da vardır.
Eyyamcılar ise tepeden inmecileri desteklemekle beraber açıktan inkâr yerine, tevil (yorum) yoluyla inkâr usûlünü tercih etmişlerdir. Bunlara "modernist, çağdaş, âlim" gibi haysiyetli nitelikleri yakıştırmak haksızlıktır. Bunlar düpedüz oportünist, çıkarcı, eyyamcı takımıdır; çıkarları öyle gerektirse Müslüman(!) bile olabilirler.
Haysiyetli İslâm âlimlerine yakışan davranış ve onların omuzlarında bir yük olarak duran sorumluluk, hem İslâm'ı hem çağı bütün gerçeklikleri ile tanımak, tanıtmak ve İslâm'ın eskimeyen, ölmeyen, değerini asla yitirmeyen özünü, çağın anlayacağı bir dil ve üslûba kavuşturmak, ona muhtaç olan insanlığa sunmaktır.
Bunun için de hem din eğitimi ve öğretiminin geliştirilip yaygınlaştırılması hem de İslâm ilmi çalışmalarının desteklenmesi gerekmektedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Sonra onu açıklamak da bize aittir. (Kıyame, 75/19), ayetindeki “bize ait"ten maksat nedir?
- İslam diniyle muhatap olan ilkler, Kur'an-ı Kerim'i ve hadis-i şerifleri nasıl bir yöntem ile anlarlardı?
- Allah niçin tanınmak ve sıfatlarının tecelli etmesini istemektedir; bunu yapmak O’na ilahi bir haz mı veriyor?
- Hâlâ ayıklanmaya muhtaç ve kullanılan hadisler var mıdır?
- Allah sıfatlarına hakim değilse, her bir sıfatına ayrı bir ilahtır demek gerekmez mi?
- İnsanların fiillerinin Allah’ın sıfatlarına taalluk etmesi ne demektir?
- Mana alemi ne demektir?
- Allah'ın sıfatlarının tecellisinin tabloya olan taalluku ile resme olan taalluku arasında nasıl bir muvazene vardır?
- İnsanın manevi terakkisi sonucu bir makama gelmesi ve makamını yanlış telakki etmesi ve terakki sonucu ortaya çıkan aldanmışlığı açıklar mısınız?
- Allah, ahiret hayatı başladığında bazı sıfatlarının tecellisini ebediyyen yitirir mi?