Enaniyet gerekli değil midir, din enaniyete zarar vermez mi?

Enaniyet gerekli değil midir, din enaniyete zarar vermez mi?
Tarih: 01.10.2021 - 10:58 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hayatta yaptığımız basit işlerden büyük işlere kadar enaniyete ihtiyaç duyuyoruz. Bir şeyler başarmak, azimli ve kararlı olmak için enaniyetimizi kullanıyoruz. Örneğin Fatih Sultan Mehmet'in "Ya İstanbul'u ben fethederim ya da İstanbul beni" sözünde olduğu gibi.
- Ama dine yönelirken her şeyi Allah'a nispet etmemiz ve sürekli acizliğimizi itiraf etmemiz benliği ve özgüveni düşürüyor. En azından kişisel tecrübem böyle.
- Teorik olarak kader anlayışında Külli irade ve Cüzi iradeyi beraber kabul etsem de dine yönelmem Cüzi irademi kullanmama, sorumluluk almama, hayatta savaşmama engel oluyor. Özne olamadığım için inkişaf edemiyorum.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Allah, kullarına verdiği nimetleri yok saymayı da kişinin kendinden bilmesini de istemez; ikisi de aşırılıktır.

Bunun ortası ve doğrusu ise, bütün nimetleri Allah'tan bilmek ve onun rızasına uygun kullanmaktır.

Bu nedenle nimetleri yok saymak da onları kendimizden bilmek de asla doğru değildir.

Bize güneşin ışığını yansıtan bir aynamız olsa, elbette bu ışıkları aynadan bilmek hatadır, ancak ışıkların kaynağını Güneş'ten bilmek şartıyla, aynayı korumak gerekir, onu yok saymak asla doğru olmaz. Evet, "Bana bir ışık yansıyor, ama bunun kaynağı ayna değil Güneş'tir." demek gerekir.

Aynen bunun gibi bizde yansıyan bütün güzellikler, ezeli ve ebedi olan Allah’ın nimetleridir, bunları kendimizden bilmek hatalı olduğu gibi o nimetlerin yansımasına ve görünmesine vesile olan aynayı yok saymak da hatalı olur.

Şu halde bizde bulunan her nimeti Rabbimiz'den bilmek şartıyla kabul etmek, verildiği istikamette kullanmak ve elde edilen başarıları da yine ondan bilmek imanımızın gereğidir.

Nitekim bir ayette; “Rabbinin nimetlerini anlat da anlat.” (Duha, 93/11) buyurulmuştur.

Şu halde, dinimiz bize verilen nimetleri yok saymamızı değil, aksine bunların farkında olmamızı, ama asla kendimizden bilmeden yerine getirmemizi, hamdimizi ve şükrümüzü de Rabbimize yapmamızı istemektedir.

Cevap 2:

Sosyal hayatta bazı kavramlar, maalesef zamanla kendi anlamlarının dışında farklı anlamlarda da kullanılmaktadır. Bu ise birçok yanlış anlaşılmalara neden olmakta, hatta eğer dinle ilgili bir kavram ise, dini sorgulamaya kadar varan bir kafa karışıklığına sebebiyet vermektedir.  “Ene” ve “enaniyet” kavramları da bunlardandır.

Bundan dolayı sorunuza, öncelikle bu iki kavramı açıklamakla başlamak istiyoruz.

“Ene” kelimesi Arapçada “ben” anlamına gelmektedir. “Enaniyet” kelimesi de benliği üstün tutmak ile ilgili bir durumdur. Yani kendini her zaman başkalarından üstün tutma, kibirlenme, gururlanma ve bencillik anlamına gelmektedir. Her durumda kendini öncelikli görmek ve öncelikli hissetmek anlamında da kullanılmaktadır.

Görüldüğü gibi, bu anlamda bir enaniyet, insanlarda olması gereken, istenilen, arzu edilen  bir vasıf değil, tam tersi toplumca hoş karşılanmayan, insanın özüne yakışmayan bir vasıftır. Bunun yanında ayrıca enaniyet, insanın kendi yeteneklerine güvenmesi değil, kendisini olduğundan büyük göstermesi, gerçekte var olmayan üstünlük duygusuna kapılmasıdır.

Hayatımızda yaptığımız işlerde başarılı olmak için bu anlamda bir enaniyete de ihtiyacımız yoktur. Hayatta başarılı olmak, insanın kendi yeteneklerinin farkında olması ve onları âdetullah kanunlarına göre kullanması ile mümkün olabilir.  

Ayrıca insan, kendisine ve diğer kullara karşı değil, sadece Allah’a karşı “aczini ve fakrını hissedip yalvarması” gerekir. Yoksa aczini ve fakrını halka gösterip dilencilik vaziyetini almak, kendisini çaresiz ve zayıf hissetmek değildir. Burada bir müminin kendisini yaratana karşı aciz ve zayıf görmesi de var olan yeteneklerinin hakiki sahibinin kendisi olmadığının şuurunda olması anlamındadır.

Bu tür konularda inanan bir insanla inanmayanın farkı şuradadır:

İnanan insan, kendisinde olan yeteneklerin, Allah’ın verdiği nimetler olduğunu bilir ve onun adına, ondan yardım isteyerek kullanır. Allah’ın gücüne inandığı için daha büyük bir azimle çalışır, tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi. Böyle bir insan kendisini, güçsüz, iradesiz, zayıf, çaresiz görmez, tam aksine Allah’ın ona verdiği gücü bildiği için daha güçlü hisseder.

Sizin verdiğiniz örnekte de görüldüğü gibi, Fatih Sultan Mehmet gurura kapılmak yerine veya kendisini bir hiç görmek yerine, Allah’ın ona verdiği idare etme, yönetme yeteneğinin bilincinde birisi olarak konuşuyor. Çünkü bu sözü söyleyen Fatih, aynı zamanda her şeyin sahibi olana Allah’a güvendiği için “Allah'ım! İstanbul’un Fatihi ben olayım, bu fethi bana nasip eyle.” diye dua eder. Allah’a güvenmesi, ondan İstanbul’un fethi için yardım istemesi, yan gelip yatmasına değil de daha çok çalışmasına ve daha büyük bir inançla savaşmasına neden olmuştur.

Allah’a inanmayan ise, tüm yeteneklerin, başarının sadece kendisinde olduğunu bilir, enaniyet gösterir, gurura kapılır. Ancak en küçük bir başarısızlık ve sıkıntı karşısında ümitsizliğe düşer, kendisini suçlar, depresyona girer. Ayrıca insan ne kadar güçlü olursa olsun, bazen milyonlarca defa büyütüldükten sonra ancak görülebilen bir virüse karşı çaresiz kalabilir. Kendisine çok güvenmesi, çok zeki olması burada ona hiçbir fayda sağlamaz. Ayrıca sosyal hayata baktığınız zaman, başarının sadece kendine güvenmek olmadığını da göreceksiniz.

Konuyu biraz daha müşahhas hale getirmek (somutlaştırmak) için şöyle bir örnek verebiliriz:

Padişahın biri, raiyetinden hiçbir şeyleri olmayan iki insandan her birine onlarca kilo altın para ile bir binek ve onlardan bu parayı en iyi şekilde değerlendirmelerini ister. Ayrıca yardıma ihtiyaçları olduğunda ondan her türlü yardımı isteyebileceklerini de sözlerine ekler. Ancak bunlardan biri, verilen bu parayı kendisinin kazandığını, zenginliğinde kimsenin katkısı olmadığını, kimsenin yardımına da ihtiyacı olmadığını söyler. Bu sözler karşısından herkes ona güler. Çünkü onun bu kadar parayı kazanmaya gücünün yetmeyeceğini herkes bilir; ayrıca herkes bilir ki, günün birinde parayı kaybetme veya çaldırma ihtimali de var.

Diğer kişi, kendisinin aslında fakir olduğunu, aciz olduğunu, maddi imkânının olmadığını, ama padişahın kendisine onlarca kilo altın hediye ettiğini ve bunu en iyi şekilde değerlendireceğini söyler. Şimdi çok zengin olsa da zenginliğinin kendi kazancı olmadığını, padişahın verdiğini, gerekirse padişahın daha çok verebileceğini söyler. Ve bu düşünce ve inançla daha çok yatırım yapma cesaret eder.

İşte kendine ve enaniyetine güvenen ile güvenmeyen kişilerin hali de buna benzer. Enaniyeti bırakmak, insanın kendisini yeteneksiz, başarısız, hiçbir şey yapamayacağı anlamına gelmez; sadece kişinin Allah’a olan imanını ve gücünü artırır.

Özetle, insana verilen her türlü yetenek ve kabiliyet, Allah’ın hediyesidir, bunları yok saymak nankörlük olduğu gibi bunları kişinin kendinden bilmesi de gasptır, hırsızlıktır.

Demek ki, her şey Allah’ın bize birer ikramı ve hediyesidir; onun mülkünde, onun mülkü olarak bilmek ve yine onun iznine uygun kullanmak imandır, ibadettir, fazilettir ve Allah’ın hakiki kulu olmaktır.  

İlave bilgi için tıklayınız:

"Benlikduygusu insana niçin verilmiştir?

İnsanın kendisinde bulunan ene / benlik duygusunun, hakka bakan ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun