Dağlar sabit ise, aşınması nasıl açıklanabilir?

Tarih: 26.12.2018 - 09:14 | Güncelleme:

Soru Detayı

Bir ateist sitesinde şöyle diyor:
1) Kuran`da dağlar sabit yazıyor ancak dağların aşınması, yükselmesi, alçalması ve erozyon bu duruma yani Kuran`da dağların sabit olduğu olgusuyla çeliştiğini söylüyorlar.
2) Ayrıca Fussilet suresinde dağların yaratıldığını ve yaratılmanın sona erdiğini söylüyorlar ve diyorlar ki günümüzde hala dağlar oluşmaya devam ediyor. Madem Kuran`da dağlar 4 evrede yaratıldı ve yaratma son buldu o zaman niye günümüzde hala dağlar oluşmaya devam ediyor diyorlar.
3) Her nefis ölümü tadacaktır. Nefis ruh demekse hayvanların bakterilerin ruhu yok onlar nasıl ölecek diyorlar.
4) Fatır 13 ve Zümer 5`de geceyi gündüze katmak varken Yasin 37 de geceyi gündüzden çıkarmak var. Bunu onların sitesinde görmedim bu benim gözüme çarptı. Haşa Allah’ın ayetlerinde çelişki olmaz. Bu ayetleri nasıl anlamalıyız?
- Şu ateistlere ve benim kafama takılan bu soruya güzel bir şekilde cevap verirseniz çok mutlu olucam.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Kur'an’da dağların “revasi = sabit” olduğu hususu farklı ayetlerde geçmektedir. Bir misal olarak şu ayete bakalım:

(Allah) sizi sarsar diye (sarsmaması için) yeryüzünde dağları sabitleştirdi.” (Nahl, 16/15)

- Ayette yer alan “revasi” kelimesi, “rasiyet” kelimesinin çoğulu olup sabitlenmiş, kazık gibi çakılmış (evtad) anlamına gelir.

Kur'an’da gemilerin bir limanda durup sabit kalması / lenger / demir atması için de aynı kökten gelen “mürsa” kelimesi kullanılmıştır. (Hud, 11/41)

Nahl suresi 15. ayette yer alan “ELKA” kelimesi, ilka etmek, bir yere bırakmak, bir yere koymak, dikmek, yerleştirmek manasına gelir.

Ayette  “yeryüzünde” diye meal verilen kelimenin aslı “fi’l-ard”dır.  Yani, yer kelimesinin başında harf-i cerri kullanılmıştır. ise, zarfiyeti (bir şeyin içini/içindekini) ifade eder.

Buna göre, ayette yer alan “fi’l-ardı”nin manası, “yeryüzü” değil, “yeriçi”dir. Ayetin meali ise şöyle olmalıdır: “(Allah), sizi sarsar diye (sarsmaması için), yerin / toprağın içine / derinliklerine dağları sabitleştirdi / yerleştirdi.”

Bu meal, Kur'an’da dağların “EVTAD = kazık” (Nebe, 78/7) olarak nitelendirilmiş olması gerçeğine de uygundur.

- Şimdi, kökleri yerin / toprağın derinliklerine yerleştirilmiş dağların varlığını inkâr etmek mümkün müdür?

Demek ki, “dağların aşınması, yükselmesi, alçalması ve erozyona uğraması...” onların göz önündeki varlığı, özellikle de yerin derinliklerine kök salmış olan dağların sabit olduğundan şüphe etmek için biraz da SOFESTAİ olmak gerekir.

- Bilindiği üzere, sonbaharda bir ağacın, yaprak, meyve ve çiçeklerinin yok olması, o ağacın varlığına zarar vermez. Kışta yeryüzünün yeşilliğini, ürünlerini kaybetmesi, hatta toprağının erozyona uğraması, aşınması, yeryüzünün sabit olmadığı kimin aklına getirir?

Keza, bir insanın bir böbreği, dalağı, bir akciğeri, tiroit bezi ameliyatla bedeninden alınmış olsa, hatta iki kulağı, iki eli, iki ayağı da kesilmiş olsa yine de bu adamın hayatta sabit kalmadığını düşünmek bile kimsenin aklına gelmez!.. Demek ki, Kur'an’ın ifadelerini anlamakta zorlanan, üstelik beyni ateizm illetiyle müptela olan bir kimsenin kuruntularıyla Kur'an güneşi söndürülemez. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar, gündüze hiçbir zarar veremez.

Cevap 2:

İlgili ayetlerin meali:

“De ki: Siz yeri iki günde yaratan (Allah)’a karşı nankörlük edip de başkalarını Ona denk mi tutuyorsunuz? Oysa O Âlemlerin Rabbidir. O, dört günde yerin üstünde sabit dağlar yarattı, onu bereketli hale getirdi ve rızık arayanlar için azıklarını ihtiyaca uygun şekilde takdir etti.” (Fussilet, 41/ 9-10).

- Bu ayetlerde, Allah’a şirk koşanların hatalarını göstermek için, Allah’ın sonsuz ilim, hikmet ve kudretini nazara vermek suretiyle, onun eşi, benzeri, dengi hiçbir şeyin olmadığı ifade edilmiştir. Koca kainatın altı günde (2 astronomi, 4 jeoloji devrede) yaratan Allah’ın başka ortaklara ihtiyacının olmadığına işaret edilmiştir.

-Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:

“Acaba her senede, dört yüz bin envaı birden zemin yüzünde icad eden ve semavat ve arzı altı günde halkeden ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha sanatlı, hikmetli zîhayat bir kâinatı inşa eden bir kudret-i ezeliye, bir ilm-i ezelînin dairesinde, plânları ve mikdarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi göze göstermeyen bir ecza ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misillü, gayet kolay o madumat-ı hariciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u haricî vermeyi o kudret-i ezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek; evvelki güruh olan Sofestaîlerden daha ziyade ahmakane ve cahilanedir.” (bk. Lem'alar, s. 193-194)

- Yapılmış olan varlıklardan söz etmek, yapılacakların olmayacağı anlamına gelmez. Nitekim, göklerde de "Samanyolu Galaksisi" çok sonradan yaratıldığı bilinmektedir. “Göklerde ve yerde bulunan herkes, (bütün ihtiyaçlarını)O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahman, 55/29) mealindeki ayette, Allah’ın, her an var olmaya ihtiyaç gösteren varlıklar yarattığı, yaratacağına vurgu yapılmıştır.

Soruda işaret edilen Fussilet suresindeki ayette, yaratmanın artık son bulduğunu, bir daha olmayacağını gösteren hiçbir ifade yoktur. Orada yaratılanlar nazara verilerek Allah’ın her şeye kâdir olduğu gerçeğine işaret edilmiştir.

Nitekim, o ayetin işaret ettiği altı safhalarda göklerin ve yeryüzünün yaratılıp donatıldığının bildirildiği esnada yeryüzünde hiçbir insan ve hiçbir canlı yoktu. Çünkü, ilahi hikmet açısından belli bir süreç zarfında ancak atmosfer ve diğer hayat şartlarının oluşması için, önce kâinat apartmanın yaratılması, yiyecek, içecek, giyeceklerle donatılması gerekiyordu. Bu düzenlemeler, inşaatlar, topraklar, araziler, hülasa bütün ihtiyaçları karşılayan maddelerin olmasından sonra sıra insanların ve diğer canlıların yaratılmasına geliyordu. Kur'an’da “insanın topraktan yaratıldığı” (Secde, 32/7) ifade edilmektedir.

Demek önce toprak / yer küresi sonra insan yaratılmıştır.

“O (Allah), hem binmeniz için, hem de size bir ziynet olsun diye, atları, katırları, merkepleri de yarattı. O, bundan başka sizin bilmediğiniz şeyleri de yaratıyor.” (Nahl,16/8)

mealindeki ayette de yaratmanın devam ettiğine dikkat çekilmiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri de İslam inancına göre ve bir realite olan yaratmanın devam ettiğini göstermektedir:

“Haşr-i baharîde (bahar haşrinde) görüyoruz ki: Beş-altı gün zarfında küçük ve büyük hayvanat ve nebatattan üç yüz binden ziyade enva'ı haşredip neşrediyor.” (bk. Sözler, s. 80)

“Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihya edip iade ediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde icad ediyor. Halbuki maddeten farkları pek az olan tohumcuklar o kadar karışmışken, kemal-i imtiyaz ve teşhis ile o kadar sür'at ve vüs'at ve sühulet içinde kemal-i intizam ve mizan ile altı gün veya altı hafta zarfında ihya ediliyor. Hiç kabil midir ki: Bu işleri yapan Zâta bir şey ağır gelebilsin, semavat ve arzı altı günde halkedemesin, insanı bir sayha ile haşredemesin? Hâşâ!” (bk. age., s. 81)

- Bütün bu deliller yanında şunu da diyebiliriz ki, ayette işaret edilen yaratılış safhalarından sonra, hele günümüzde “bazı dağların meydana geldiğini” gösteren hiçbir ilmi delil yoktur.

Cevap 3:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra da huzurumuza döndürüleceksiniz.” (Ankebut, 29/57) mealindeki muhataplar öncelikle insanlardır.

Mekke’den hicret eden Müslümanlardan bazıları, hayatlarını nasıl idame edeceklerinden endişe duyuyorlardı. Bazıları, evini, yurdunu, çoluk çocuğunu bıraktığı için üzülüyordu. Hatta bazıları yakında olacağını tahmin ettikleri savaşta ölmekten korkuyorlardı. (bk. Taberi, Razi, İbn Kesir, el-Bikai, ilgili ayetin tefsiri)

Bu ayet, bunların bu zayıf damarlarını tamir etmek ve onlara şu hakikat dersini vermek için inmiştir:

“İster savaşa gidin, ister evinizde oturun, ister hicret ederek Allah yolunda evinizi, yurdunuzu terk edin, ister terk etmeyin; ecel geldiğinde mutlaka öleceksiniz. Sadece yurdunuzdan değil, ondan çok daha fazla sevdiğiniz yakınlarınızdan, dostlarınızdan sevdiklerinizden de ayrı düşeceksiniz. O halde, Allah’ın rızasını kazandıracak ve sizi cennette mutlu kılacak bir yolu takip edin. Bu yol ise Allah’ın ve elçisinin emir ve yasaklarına uymaktır…”

Bu söylenenlerin gerçekliğini bundan bir sonraki ayetin ifadesiyle tasdik edilmektedir:

“İman edip iyi ameller işleyenleri, altlarından çeşitli ırmaklar akan ve içlerinde sürekli kalacakları yüksek köşklere yerleştiririz. İyi işler yapanların alacakları ödül ne güzeldir!” (Ankebut, 29/58)

- Kur'an’ın muhatapları insanlardır. O halde, hitap tarzı onların anlayışlarına göre söz konusu olur. Genel olarak insanlar bu ayetten: “insanın ölümünü” anlar. Çünkü nefis kelimesi genel halkın nazarında insana aittir. Buna göre, ayette -ki nüzul sebebi de bunu gösteriyor- insanlara hitap vardır.

- Bununla beraber, yine insanların birçoğu “canlı” denildiği zaman, hem insanları, hem hayvanları, hem de bitkileri anlarlar.

Nitekim, modern bilimin tanımına göre, “Canlı üreyen, üretken olan varlıktır.”

Bu tanıma göre, yukarıda arz edilen her üç grup varlık da canlıdır.

Bir şeyin mahiyetini bilmek ayrıdır, varlığını bilmek ayrıdır. İnsan ruhunun mahiyeti bilinmediği gibi, diğer canlıların da görünürdeki biyolojik hayatları dışında bir şey bilinmiyor.

“Evet, hayat, kudret-i ezeliyenin en büyük ve en ince ve en acib bir mu'cizesidir ve bütün nimetlerden üstündür ve mebde' ve meâdın bürhanlarından en zahir bürhandır. Evet, hayat nevi'lerinin en ednası nebat (bitki) hayatıdır. Hayat-ı nebatiyenin başlangıcı, çekirdekte veya habbede hayat düğümünün uyanıp açılmasıdır. Bunun keyfiyeti o kadar zahir, o kadar umumî, o kadar me'luf iken, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar hikmet-i beşerden ve felsefesinden gizli kalmıştır. İşte hayatın ne derece ince olduğu anlaşıldı.” (bk. İşarat-ül İ'caz, s. 178)

Demek ki,  her canlının kendisine özgü bir canı var. Biyolojik hayatta her üç kısım da müşterektir. Bitkilerin “yarı canlılığı” ifade eden  biyolojik bir canı vardır. Buna “bitkisel hayat” denir. Çünkü, bitkiler de -insan ve hayvanlar gibi- doğuyor, büyüyor ve ölüyor..

Bu üç kısım canlının hayatları farklı olduğu gibi, nefisleri/canları da farklıdır. Her biri, taşıdığı nefsi / canı ne ise onun ayrılmasıyla ölür.

- Hülasa; önce ayette muhatap olanlar yalnız insanlardır. Ondan fazla baktığımız tefsir kaynaklarının hemen hepsinde -yukarıda ifade ettiğimiz gibi- ayetin nüzul sebebi insanlardır. Bununla beraber, diğer canlıların da kendilerine göre bir ruhu vardır. Onun varlığıyla yaşar, yokluğuyla ölür. Buna “hayat-ı hayvani” veya “biyolojik canlılık” denir.

İnsanlarda ise, bu biyolojik hayat yanında onlara mahsus bir canları/ruhları vardır. Bu ruhun mahiyeti bilinmemekle beraber, bazı alimler buna “ruh-u sultani” diyorlar.

Herhalde yeryüzü halifesi / sultanı olan insanın sultanca bir ruhunun olması çok münasip ve pek lüzumludur.

Cevap 4:

İlgili ayetlerin ilgili cümlelerinin meali:

“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar.” (Fatır, 35/13)

“Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. (Zümer, 39/5)

“Gece de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık içinde kalmışlardır.” (Yasin, 36/37)

Bu üç ayette de aynı hakikat seslendirilmiştir. O da, “gece ile gündüzün bir birinin peşi sıra ortaya çıkmaları, birinin ortaya çıkmasıyla diğerinin kaybolmasını sağlayan harika bir nizam ve düzenin olmasıdır.”

Bununla Allah, kâinattaki harika nizama dikkatleri çekmekte ve insanların yurdu olan yeryüzünün, gece-gündüz / aydınlık-karanlık gibi  farklı sahnelere maruz bırakılmasının arka planındaki yüce yaratıcının sonsuz ilmi, hikmeti, kudreti ve inayetinin nasıl insanın faydasına tecelli ettiğini ders vermektir.

- Aynı hakikati farklı biçimde ifade etmek belagatin önemli bir parçası olan bir “tefennün sanatı”dır.

Mesela: “Allah, geceyi gündüzün içine sokar...” ifadesinden şunu anlamak mümkündür:

“Bu nizamda, Güneş doğduğunda aydınlığın olduğu gündüz vaktinde, gece ile gündüzün yerleri değişmiyor.”

Demek ki, ince bir nizamla -yerküresi gerek kendi, gerekse güneşin etrafında dönerken- farklı zamanlarda farklı konuma giriyor. Yuvarlak olduğundan (değişik bölgeleri itibariyle) güneşten bazen ışık alıyor bazen almıyor. Böylece meydana gelen farklı zaman dilimlerinde, bazen gece gündüzün içine, bazen de gündüz gecenin içine giriyor..

Mesela: “Geceyi gündüzün üzerine sarıyor…” mealindeki ifadeden de şunu anlayabiliriz:

Gece ve gündüzün olduğu mekan yer küresidir. Nasıl ki insanlar yuvarlak olan başlarına sarık sarıyorlar, aynı şekilde Allah  yerkürenin başına da güneşin beyaz sarığını sarıyor. İnce ve dakik bir hesapla, bazen siyah sarık, bazen beyaz sarık sarılıyor. Ve gece-gündüz oluyor.

Mesela: “Gece de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık içinde kalmışlardır” mealindeki ayette, gecenin varlığı, aklını kullanan insanlar için Allah’ın ilim, hikmet ve kudretinin belgesidir. Çünkü, gece ile gündüzün meydana gelmesine vesile olan güneş ile yerküresinin ikisi de bulundukları rotalarından şaşmadıkları, kendi yörüngelerinde kaldıkları halde, gece ile gündüzün olması harika bir nizamın alametidir.

Böylece gündüz yerini geceye bırakmak için, aydınlığını çekip çıkarıyor ve aydınlık olan yer küresi, karanlığa gömülüyor…

Bu konuyu incelikleriyle anlatmak buradaki meramımızın dışında olduğu için kısa kesiyoruz...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun