Dünya'nın düz olduğuna dair ateistlerin Kur'an'dan gösterdikleri ayete karşılık ne cevap verilebilir?

Tarih: 29.09.2015 - 00:35 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Dünya'nın düz olduğuna dair ateistlerin Kur'an'dan gösterdikleri ayete karşılık cevap verdiğimizde bize verilen bu cevaba bir reddiye yazar mısınız?
- Kuran çelişkilerini örtmek için mecaz anlam diye bir şey mi çıkarıldı? Ateistlerin iddiası:
- Eğer ”güneşin battığı siyah balçık” derken mecaz yapılarak başka bir şey kastedilmişse o halde “Allah” derken, ”cennet” derken, ”cehennem” derken de mecaz yapılıp başka bir şey kastedilmiş olabilir değil mi?
- İşinize gelmeyen her ayette mecaz aranacaksa ipin ucu kaçar. Bu ayetlere yüzyıllarca bu anlamda inanılmışken siz şimdi çıkıp başka yorum yaparak aslında başka bir anlamı olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz?
- Tabi diğer dinlerin kitaplarını neden böyle esnek yorumlarla değil de bir ateist gibi okuyup irdelediğinizi de sormak lazımdır. Görülen bir yanlışı kabul edip yüzleşmek yerine, “Orada aslında başka şey kast ediliyor” diyerek yan çizmenin manası nedir?
- Bunun adı, fark edilen fakat hoşa gitmeyen bir gerçekle yüzleşmekten kaçma çabası olsa gerek?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kehf Sûresi 86. Âyette ifade edildiği üzere Zülkarneyn’in “güneşi bulanık bir gözede, bazı âlimlere göre ise kızgın bir suda batıyor” görmesinin mecâzî olduğu açıktır.

Karineler yardımıyla bir sözün mecâzî mi hakiki manada mı söylendiğini anlamak, işin uzmanları için zor değildir. Ancak mecâz ilmin elinden cehlin eline düşerse, hakikat telakki olunur. Örneğin “ormanda bir aslan gördüm” dediğimizde, bu aslanın gerçek bir aslan olduğunu anlarız. Çünkü “orman” kelimesi bu konuda karinedir. Ancak “hamamda bir aslan gördüm” dediğimizde buradaki aslanla pehlivan yapılı bir insanın kasdedildiğini düşünürüz. Çünkü “hamam” karinesi var. Ancak bazen bir sözle hakikat mi mecaz mı kasdedilmiş karıştırılabilir.

Kur’an’da mecazi ifadelerin bulunduğunu şu âyet açıkça ifade ediyor: “Bu dünyada kim kör ise, o âhirette de kördür…” (İsrâ, 17/72) Bu âyetteki birinci körlükten maksadın Kur’ân hakikatlerine karşı körlük olduğu, fiziki körlük olmadığı açıktır.

Kur’ân’daki bir ifadenin mecaz mı hakikat mi olduğu hususunda âyetin siyak ve sibakı (öncesi sonrası) kimin söylediği, ne için söylediği, hangi makamda söylediği, genel islamî prensipler, Kur’an âyetleri vs. birer karinedir.

Söylenen söze bu bilgiler ışığında bakıp anlamalıdır.

Kur’ân Allah tarafından gelen, kendisinde hiçbir şüphenin bulunmadığı hak sözdür. Kâinattaki bütün varlıklar da onun mahlûkudur. “Yaratan bilmez mi?” âyetinde de bildirildiği gibi, Kâinâtı yaratan elbette yarattığı varlıklar hakkında doğruyu ve gerçeği bildirecektir. Aksi asla düşünülemez. Nitekim “Hak hakka zıt düşmez.”(1) denilmiştir. Buna rağmen eğer, Kur’ân âyetleriyle kâinât hakkındaki bilimsel veriler arasında bir uyuşmazlık görünüyorsa, bu durumda şu iki ihtimal söz konusudur: Ya o konu hakkındaki bilgide bir yanlışlık vardır, ya da âyet yanlış anlaşılmıştır. Çünkü, hemen herkesçe benimsenmiş bir kaidedir ki: Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl alınır ve nakil tevil olunur.

Bir felsefe profesörü olan Christina’nın İncil’den deliller getirerek dünyanın dönmediğini ispat etmeye çalışması üzerine Galileo 1615 yılında, bilim ve din arasındaki münasebeti nasıl anladığını belirttiği “Düşes Christina’ya mektup” isimli bir mektup kaleme alır. Mektubunda şöyle der:

“İncil ile Kopernik’in teorisi arasında ihtilafa düştüğümde gayem Allah’ın kitabını ve kelimelerini doğrulamaktı. Bunu da ancak İncil’deki kelimeleri yeniden yorumlayarak ve yanlış yorumlardan kaçarak yapabilirdim. İncil’de genelde hakikatler temsillerle anlatıldığından temsiller metafizikî olarak anlaşılmalı. Tabiat kitabına gelince o, matematikî lisanın ışığında yorumlanmalıdır. Tabiat de hiç şüphesiz Allah’ın okunması gereken diğer bir kitabıdır. Tabiat kitabıyla İncil uyuşmadığı zaman ne yapmalıyız? Birincisi, İncil’de akla, mantığa ters bir şey yoktur… Akıl ve mantıkla uyuşmadığı yerde yeniden yorumlanmalıdır. Zira her iki kitabın yazarı olan Allah kendisiyle zıtlaşmaz.”(2)

Böylece Galileo, İncil’in Allah kelâmı olmasından hareketle, bilimsel gerçeklerle çatışmayacağını belirtmiş, çatışma var zannedilen durumların yanlış anlamalardan kaynaklandığına rına işaret etmiştir. Bu söyledikleri tahrife uğramamış ilâhî bir kitap için şüphesiz doğrudur. Çünkü hak hakka zıt düşmez. Allah’ın iki kitabı (Kâinat ve Kur’ân) birbiriyle çelişmez. Ancak İncil’in tahrif edildiği Hz. İsa’nın vefatından uzun süre sonra birbirleriyle çelişen çok sayıda İncil’in yazıldığı tarihî bir gerçektir. Dolayısıyla beşer elinin karıştığı bu ilahî kitapta bilimle çatışan şeylerin bulunması artık tabii bir durumdur.

Ancak Galileo İncil’i tahrif edilmemiş bir kitap olarak gördüğü için böyle bir açıklamada bulunmuştur. Aslında onun bu açıklamaları asla tahrife uğramayan, lafız ve manasıyla Allah’ın kelâmı olan Kur’ân için geçerlidir. Duman’ın ifadesiyle,

“Galileo dünya dönüyor! derken Kur’ân’ı bilmiyordu. Şayet Kelamullah’taki konuyla ilgili âyetleri bilseydi, fikrini destekleyecek olan ilahî bir metni delil olarak kullanırdı da bugün hak vermeyeni kalmadığı gibi asrında da yalnız kalmazdı.”(3)

Geçmişte bazı alimlerin dünyanın düz olduğunu iddia etmeleri ve bazı âyetleri bu istikamette yorumlamaları meselesine gelince; zaman ve çevrenin insanın düşünce ve ruh dünyasında önemli etkileri olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu etki altındaki insan, kendi zamanında ve bulunduğu çevrede revaçta olan nazariyeleri, felsefî görüşleri sabit gerçekler zannederek âyetleri bu istikamette anlayıp yorumlayabilir. Geçmişteki yanlış bilimsel tefsir örneklerinde -taassup, taklit, bilimsel malzemenin yetersizliği gibi sebeplerin yanında- daha çok bu sebep önemli rol oynamıştır. Kur’ân’da bahsi geçen yedi sema’yı felsefedeki dokuz sema anlayışıyla bağdaştırmaya çalışmak bu konuda akla gelen ilk örneklerdendir.

Bazı tefsirlerde “Arza da bakmıyorlar mı, nasıl düzgün yaratılmış.” (Ğâşiye, 88/20) gibi âyetlerin yorumunda yeryüzünün düz olduğunu iddia etmek bir taassup ve taklit örneği olarak zikredilebilir. Mahallî’nin bu âyetin tefsirinde, “Bu âyet yerin düz olduğu hususunda açıktır. Din âlimleri de bu kanaat üzeredir. Ehl-i hey’etin (Astronomi alimlerinin) dediği gibi kürevî değildir.”(4) diyerek yerin düz olduğunu belirtmesi çevrenin ve yaşanılan devrin tefsir üzerindeki etkisi hakkında önemli bir örnektir. Çünkü, “din âlimleri de bu kanaat üzeredir” sözüyle yaşadığı çevrede o dönemdeki din alimleri üzerinde böyle bir anlayışın hakim olduğuna işaret etmektedir.

Ancak bu durumun Mahallî’nin yaşadığı muhit ve dönemler için söz konusu olduğu anlaşılıyor. Çünkü kendisinden(5) bir asır önce yaşamış olan İbn Kayyım (v. h. 751), bu âyetteki satıh (sutihat) ifadesiyle arzın üzerinin canlıların yaşamasına, yerleşmesine elverişli hale getirildiğinin kasdedildiğini, bu durumun arzın kürevî olmasına aykırı olmadığını ifade etmektedir.(6)

Mahallî’den dört asır önce yaşamış olan İbn Hazm (v. h. 456) ise, “el-Fasl” adlı eserinde “Arzın yuvarlaklığının beyanı” başlığı altında, ilimde önder vasfını hak etmiş hiçbir İslâm âliminin dünyanın yuvarlaklığını inkâr etmediğini, onlardan hiçbirinin buna aykırı bir söz söylemediğini, bilakis Kur’ân ve sünnette arzın kürevî olduğuna dair deliller bulunduğunu belirtir.(7) Nitekim, muhakkik müfessirler, bütün kelâm alimleri ve İslâm filozofları arzın kürevî olduğu hususunda ittifak etmişler ve bunu kabul etmemeyi mükâbere saymışlardır.

Keza İslam alimleri, “Bir şeyin düzlüğü kürevî olmasına mani değildir. Küre büyüdükçe satıh düz görünür.” şeklinde yorumlar yaparak, bu tür âyetlerin dünyanın yuvarlaklığına aykırı bir yönü olmadığını belirtmişlerdir. Örneğin Mahallî’den 2,5 asır önce yaşamış olan Râzî (v. h. 604) “O Allah ki size arzı bir döşek yaptı.” (Bakara, 2/22) ayeti hakkında bazılarının bu ayetten hareketle, arzın firaş (yatak) olması için kürevî olmaması gerektiğini söylediklerini(8) naklederek, bu iddiada bulunanlara şöyle cevap verir:

“Bu iddia çok uzaktır. Çünkü küre çok büyük olunca onun bir parçası üzerinde yerleşmeye imkân vermesi açısından satıh gibi olur. Nitekim dağlar da yeryüzünün direkleri olduğu halde onlar üzerine yerleşmek mümkündür.”(9)

Burada “Peki, Kur’ân’da dünyanın yuvarlaklığını bildiren âyetler var mı?” şeklinde bir soru yöneltilebilir. Bu nedenle dünyanın yuvarlaklığına işâret eden bazı âyetleri de ele almayı faydalı görüyoruz:

Bu âyetlerin başında biraz önce ismi geçen İbn Hazm’ın bin yıl önce zikrettiği  “Geceyi gündüze, gündüzü de geceye sarar.” (Zümer, 39/5) âyeti gelmektedir. İbn Hazm bu âyetin dünyanın kürevî olduğu hususunda çok açık olduğunu belirterek, çünkü der, âyetteki tekvîr kelimesi tekvîru’l-amâme ifadesinden alınmış olup bu ifade sarığı başa dolamak, sarmak manasına gelir. Bu ifade arzın kürevî olduğu hususunda bir nassdır.(10)

Tekvîr kelimesinin sarma dolama manalarına gelmesi dünyanın döndüğüne de delâlet etmektedir. “Geceyi gündüze örter, onu süratle takip eder.” (A’râf, 7/54) âyetinde ifade edilen durum da ancak dünyanın yuvarlaklığı için söz konusudur. Çünkü yuvarlak olunca gece-gündüz birbirini takip edip kovalar. Dünyanın bir kısmı gece iken diğer tarafı gündüz olur. Dünyanın düz olması durumunda ise bütün bölgeler tamamen gündüz veya tamamen gece olur.(11)

Bu âyetlerin dünyanın yuvarlaklığına işâreti o derece kuvvetlidir ki, bilimsel tefsire karşı olanlar (âyetleri bilimsel veriler ışığında tefsir etmenin doğru olmadığını iddia edenler) dahi bu âyetleri tefsir ederken, dünyanın yuvarlaklığına işâret ettiğini belirtmekten kendilerini alamamışlardır. Örneğin Kutub, “Geceyi gündüze, gündüzü de geceye sarar.” (Zümer, 39/5) âyeti hakkında bilimsel tefsire müracaat etmek zorunda kalışını şöyle ifade etmektedir:

“Bu ifade hayret vericidir, okuyanı son zamanlarda keşfedilen, dünyanın yuvarlaklığına ilişkin görüşe bakmaya zorlamaktadır. Ben, bu 'Fî-Zılâl' kitabımda Kur’ân’ı insanların keşfettikleri teorilere hamletmemeye özen gösteriyorum. Zira bu teoriler yanlış da olabilir, doğru da. Bugün ispatı, yarın çürütülmesi mümkündür. Kur’ân ise değişmeyen bir gerçektir. Doğruluğunun belgesini bizzat kendi bünyesinde taşımaktadır. Basit ve zayıf insanların keşfettikleri şeylerin ona uygun düşmesi veya aykırı düşmesi Kur’ân'ın bu gerçekliğini değiştiremez.”

“Evet, ben bu konuda çok özen göstermeme rağmen Kur’ân'ın bu ifadesi beni dünyanın yuvarlaklığı konusuna eğilmeye mecbur etmiştir. Bu ifade, yeryüzünde gözler önünde bulunan somut bir gerçeği tasvir etmektedir: Yuvarlak olan dünya, güneş etrafında ve kendi ekseni etrafında dönmektedir. Dünyanın güneşe bakan yüzeyini ışık kaplamakta ve orası gündüz olmaktadır. Yalnız, gündüz olan bu bölüm sabit değildir. Çünkü dünya dönmektedir. Dünya döndükçe, gece daha önce gündüz olan yerlerin üzerini kaplamaya başlar. Dünyanın yüzeyi yuvarlak olduğu için, gündüz onun üzerine sarılırken gece de dünyanın üzerine sarılır bir surette gündüzü takip eder. Böylece bir müddet sonra diğer taraftan gündüz gecenin üzerine sarılmaya başlar.”

“Bu hareket böylece sürekli olarak devam eder: 'Geceyi gündüzün üzerine sarıyor; gündüzü de gecenin üzerine sarıyor.' Bu kelime (yukevviru), hareketin şeklini belirlemekte, konumunu sınırlandırmakta, dünyanın tabiatını ve hareketinin türünü belirtmektedir. Dünyanın yuvarlaklığı ve kendi ekseni etrafında dönüşü ile ilgili teori, Kur’ân'daki ifadeyi, bu teoriyi benimsemeyen diğer açıklamalardan daha sağlıklı biçimde açıklamaktadır.”(12)

“O, iki maşrık ve iki mağribin Rabbi’dir.” (Rahmân, 55/17), “Maşrıkların ve mağriplerin Rabbi’ne yemin olsun ki…” (Meâric, 70/40) gibi âyetlerin de dünyanın yuvarlaklığına işaret ettiği belirtilmiştir. Şöyle ki:

Eğer yeryüzü düz olsaydı, güneş doğduğunda her tarafı aydınlatır, battığında ise dünyanın her tarafı karanlıklar içinde kalırdı. Ancak dünyanın bir kısmının gece, bir kısmının gündüz yaşıyor olması ve bu durumun ân be ân yaşanması, sürekli olarak dünyada güneşin doğduğu ve battığı bölgelerin söz konusu olması, dünyanın yuvarlaklığının delilidir.(13)

Burada dünyanın hareket ettiğine, döndüğüne delâlet eden bir âyete değinmek de yerinde olacaktır. “Dağları görür, onları câmit zannedersin. Halbuki onlar bulutların geçip gittiği gibi giderler” âyetinin dünyanın hareket ettiğine delâlet ettiği şöyle açıklanmıştır:

Biz dağları görür ve bize görünmeleri açısından sâkin (hareketsiz) zannederiz. Halbuki onlar gerçekte, bulutlar gibi geçip gitmekte, süratle hareket etmektedirler. Bu da, ancak arzın süratle hareket etmesi sebebiyledir. Dağlar da ona tabi olarak hareket etmektedir. Çünkü, sadece dağların hareket edip de, dünyanın sâkin kalması düşünülemez. Böyle bir şey olsa dağlar dünyadan kopup ayrılıverirdi. Böyle bir şey olmadığına göre, onların hareketinin dünyanın hareketinden dolayı olduğu ortaya çıkıyor.

Dağlar küre-i arz üzerindedir. Dolayısıyla dağların hareket ettiğini söylemek, küre-i arzın da hareket ettiğini söylemek gibidir. Belağattaki ifadesiyle, cüz (dağlar) zikredilerek küll (dünya) kasdedilmiştir. Bulutlar, rüzgârların taşımasıyla hareket ettiği gibi, dağlar da arz tarafından taşınarak hareket etmektedirler.

Bazı tefsirlerde denildiği gibi, bu âyette ifade edilen dağların hareketinin kıyamet esnasında vuku bulacağı ise, doğru değildir. Çünkü bu esnada dağların varlığı söz konusu değildir ki, âyetin devamındaki “Her şeyi mükemmel yaratan Allah’ın sanatı” ifadesine uygun düşsün. Çünkü kıyamet esnasında, dağlar hallaç pamuğu gibi atılıp toz-toprak haline gelecek, yeryüzü dümdüz olacak, hiçbir çıkıntı veya girintisi olmayacaktır.

“Dağları görürsün…” ifadesi de ancak bu mükemmel sanatı müşahede etmeye, onlardaki hikmetleri tefekkür edip iman ve yakinlerini artırmaya teşvik olunan insanlar için söz konusudur. Kıyamet koptuğu esnada ise böyle durumlar söz konusu değildir.(14)

Saîd Ramazan el-Butî de “Arzı da bundan sonra (yuvarlayarak) yaydı.” (Nâziât, 79/30) âyetini Kur’ân’ın câmiiyyeti çerçevesinde ele alarak şunları söylüyor:

Bu âyeti arz ve onun heyeti hakkında ancak gördüğü şekli olan uzayıp yayılmasını bilen bir kimse okuduğunda, “dehâ-hâ” ifadesinden yayılıp uzanmayı anlar. Bu doğru bir anlayış olup kelime yakın sözlük manasıyla delalet eder.

Sonra bu âyeti bir astronomi alimi veya bu asırdaki herhangi kültürlü bir kimse okuduğunda “dehâ-hâ” ifadesinden dairevîlik ve kürevîlik manasını anlar. Bu da bu kelime hakkında doğru bir anlayıştır. Çünkü bu kelime hem yuvarlaklık hem de yayılma manasını taşımaktadır.

Bu, arz hakkında çok dakik bir tavsiftir. Bu kelime Hicrî III. Asır şairlerinden İbnu’r-Rûmî’nin şu beyitlerinde her iki manasıyla kullanılmıştır:

Her şeyi unutsam da rastladığım bir fırıncıyı unutamam. Neredeyse göz açıp yumuncaya kadar ekmek hamurunu yuvarlayıp yayıyordu (yedhû)

Avucunda top halinde görünmesiyle ay gibi yayılmış hali arasında, ancak içine taş atılmış su yüzündeki dairenin büyümesi kadar bir süre vardı.(15)

Bilimsel tefsirle ilgili eserlerin pek çoğunda bu âyette dünyanın yuvarlaklığı ve döndüğüne işaret bulunduğu belirtilmiştir. Burada yeri gelmişken âyetin bu hususlara delaleti hakkında biraz daha bilgi vermek istiyoruz: 

Dahv kelimesi lügatte, yaymak manası(16) hariç, genelde yuvarlaklıkla ilgilidir. Örneğin, dahâ’l-batnu, karnı büyüyüp, aşağı doğru sarkan kimseler için kullanılır. Edhâ, deve kuşunun kumdaki yuvasına denir. Bu yuva, yuvarlaktır. Ancak tam yuvarlak olmayıp bir tarafı taşkın bir tarafı basıktır. Günümüzde Bazı Arap ülkelerinde de yumurta için “dahye” kelimesi kullanılmaktadır. “De-hâ”nın hakiki manası “yumurta gibi yaptı”dır. Bu ise, küre-i arz için en dakik bir ifadedir. Çünkü arz da yumurta gibi, Ekvator bölgesinde taşkın olup tam yuvarlak değildir.

Keza, bu kelime ayın yörüngesi için de kullanılır. Bu yüzden Ğamravî, bu kelimede (dahv), izaha bile ihtiyaç duyulmayacak derecede dünyanın yuvarlaklığına açık bir işaret bulunduğunu söyler.

Bu kelimenin “taşı eliyle atıp yuvarlamak, yağmurun çakıl tanelerini yuvarlayarak sürüklemesi,(17) çocukların oyun olarak çukura yuvarladıkları yuvarlak taşlar” manalarında kullanıldığına(18) dikkat çeken Meydânî de bu bilgilere dayanarak, “dahv”ın, sürüklenen veya yuvarlanan çakıl taşlarında olduğu gibi, bir hat üzerinde gitmeye ve kendi etrafında dönmeye delalet ettiğini, dolayısıyla “ve’l-arda ba’dezâlike dehâ-hâ” âyetinde arzın hem yörüngesinde hem de kendi ekseni etrafında döndüğüne işaret edildiğini söyler. Keza bu kelimede yerinden oynatma, harekete geçirme manası da vardır.(19)

Böylece bu açıklamalara göre bu kelime;

- Hem dünyanın bir dâhî (atıcı/ yuvarlatıcı) tarafından yörüngesine atılıp yerleştirildiğine,
- Hem yuvarlaklığına, hem elips şeklinde olduğuna,
- Hem kendi yörüngesi etrafında döndüğüne
- Hem de güneş etrafındaki yörüngesi üzerinde döndüğüne
delâlet etmektedir. (Kaynaklar ve geniş bilgi bk. Veysel Güllüce, Bilimsel Tefsirde Usûl, Aktif Yayınevi)

Dipnotlar:

1. el-Hakku lâ yudâddu’l-hakk.
2. Yılmaz ve arkadaşları, II, 587-588.
3. Duman, Kur’ân-ı Kerim ve Tıbba Göre İnsan’ın Yaratılışı s. 111.
4. Suyutî-Mahallî, Tefsîru’l-Celâleyn. Mektebetu Arslan, İstanbul, tsz. Eserin bazı baskılarından bu ibare kaldırılmıştır. Mahallî’nin eserini tamamlayan Suyûtî de, “Bu âyette ehl-i hey’etin arz kürevîdir, düz değildir sözüne bir red vardır. Bunu Celaluddin el-Mahallî tefsirinde söylemiştir” diyerek bu kanaate katıldığına işaret etmiştir (bkz. Suyutî, el-İklîl, s. 286). Dinî ilimlerle ilgilenenlerle müsbet bilimlerle ilgilenenler arasındaki muarazanın sebeplerine işaret eden Draz, bu itirazların temelinde, her grubun kendi dâire-i ilmi dışında kalan şeyleri hakikat zannetmesinin yattığını söyler. Doğru olan ise, herkesin haddini bilmesi, yıkıcı değil yapıcı olması, ulaşabildiği bilgiyi kabul ederken ulaşamadığını inkâr etmemektir. (Draz, ed-Dîn, Dâru’l-Kalem, Kuveyt, 1970, s. 76)
5. Mahallî’nin vefat tarihi; h. 864, m. 1459’dur.
6. İbn Kayyımi’l-Cevziyye, et-Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’ân, Dâruİhyâi’l-Ulûm, Beyrut, 1988, s. 372.
7. Muhammed Ali b. Hazm el-Endelusî ez-Zâhirî, el-Faslfi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihal, Dâru Sâdır, Beyrut, II, 97.
8. Suyutî, müfessirlerin çoğunun bu âyete dayanarak arzın kürevî değil de düz olduğunu iddia ettiklerini söyler (Suyutî, el-İklîl, s. 27).
9. Razî, Mefâtihu’l-Ğayb, II, 95.
10. İbn Hazm, a.y. Kelimenin bu delâleti hakkında bkz. Râğıb, s. 443; İbn Hazm bu hususta başka deliller de sıralar. Örneğin, yeryüzünde güneşin batışının farklı saatlerde oluşunun dünyanın yuvarlaklığına delalet ettiğini söyler. Keza, İbn Arabî Futuhât’ında, İbnTeymiyye ise Risâletu’l-Arşiyye’sinde dünyanın yuvarlak olduğunu söylemişlerdir (M. Said es-Suyutî, s. 31).
11. Nedim Cisr, Kıssatu’l-İmân, Trablus, baskı yeri ve tarihi yok, s. 321.
12. Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, V, 3038.
13. Muhammed Said es-Suyutî, s. 30-31.
14. Muhammed Saîd es-Suyûtî, s. 33-34; Nedim Cisr de bu âyetin dünyanın döndüğü hakkında sarih bir nas olduğunu söyler (Nedim Cisr, Kıssatu’l-İmân, s. 321).
15. Bûtî, s. 116.
16. Nitekim bazı müfessirler kelimenin bu manasından dolayı, bu âyette de dünyanın düz olduğu yorumunu yapmışlardır
17. bk. Ebu'l-Kâsım el-Huseyn b. Muhammed Râğıb el-İsfehanî. el-Mufredât fî Ğarîbi'l-Kur'ân,thk., M.SeyyidKeylanî, Beyrut, tsz., s. 165.
18. bk.İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “dahv” maddesi; İbnFâris, Mu’cemu’l-Mekâyisi’l-Luğa, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1994, s. 377; Râğıb el-İsfehânî, el-Mufredât, s. 165.
19. bk. Râğıb, s. 165.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun