KÂİNATTAKİ ÖLÇÜ VE DENGELER
Uzm. İdris TÜZÜN
Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Uzman,Tefsir A.B.D., Şanlıurfa.
[email protected]
Peygamberimiz (s.a.v)’in pek çok mucizesi olmakla beraber, bu mucizeler içerisinde en büyüğü Kur’ân’dır. Peygamberimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Peygamberlerden her bir peygambere insanların iman etmesi için (Allah tarafından) mutlaka mucizeler verilmiştir. Bana verilen mucize ise Allah’ın bana vahyettiği Kur’ân’dır. Bu yüzden kıyamet gününde tabi’leri en çok olanın ben olacağımı umuyorum.”[1]
Geçmişteki peygamberlerin mucizelerine, ancak o zaman diliminde yaşayanlar şahit olmuştur. Onların vefat etmesiyle mucizeleri de son bulmuştur. Hâlbuki Peygamberimiz (s.a.v) vefat ettiği halde, Kur’ân’ın mucizeleri, kıyamete kadar baki kalacaktır. Bu yüzden onun ümmeti, diğer peygamberlerin ümmetinden daha çok olacaktır[2].
Kur’ân, belagat ve fesahat yönünden mucizedir. Fakat Kur’ân’ın i’cazı yalnızca belâgât ve fesâhatiyle sınırlı değildir. Kur’ân pek çok yönden mucizedir.[3]
Kurân’ın mucizevî özelliklerinden biri de onun kevnî sırlardan bahsetmiş olmasıdır. Onun bu sırları fen bilimlerinin gelişmesiyle daha iyi ortaya çıkmıştır. Çünkü fen bilimleri kâinatın sırlarını çözdükçe, bu sırlar Kur’ân’ın kâinattan bahseden âyetlerinin de bir nevi açılımı olmuştur. Meselâ Kur’ân’ın değişik yerlerinde Allah’ın yarattığı bütün varlıkları belli bir miktar, ölçü ve dengeye göre yarattığı ifade edilir. Bu konudaki bazı âyetlerden bazıları şöyledir:
"Onun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir."[4]
“Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”[5]
“(O) her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir.”[6]
"Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık."[7]
“Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.”[8]
"Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir."[9]
Kâinattan bahseden fen bilimleri de ortaya koydukları verilerle galaksilerden, atomlara varıncaya kadar her tarafta hassas ölçü ve dengelerin varlığını ortaya koyarak Kur’ân’ın ifadelerini tasdik eder. Bu makalede Kur’ân âyetleriyle fen bilimleri arasındaki bu iki ortak özellik üzerinde durmak istiyoruz.
Kâinatın Yaratılışı Esnasında Büyük Patlamadaki Denge
Kur’ân’ın değişik âyetlerinde semavat ve arzın yaratışına dikkat çekilir ve insanlar bu konuda tefekküre davet edilir. Örneğin bir âyette şöyle buyrulmuştur:
“Semavat ve arzın yaratılışı da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir”[10].
Yukarıda "Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık."[11]Âyetini kaydetmiştik. Bu âyete göre küçük, büyük her şey hatta bir bütün olarak kâinatın belli ölçülere göre yaratıldığını söylememiz mümkündür. Bilim adamlarının bu konuda yaptıkları açıklamalarda bunu desteklemektedir. Şöyle ki:
Yirminci yüz yıla gelinceye kadar kâinat Samanyolu galaksisinden ibaret sanılıyordu. Edwin Hubble (1889-1953) Kaliforniya’da zamanın en büyük teleskopuyla yaptığı gözlemler sonucunda Samanyolu gibi pek çok galaksiler olduğunu keşfetti. Bu çok önemli keşfini 1929 yılında yayınladı. Galaksiler üzerinde uzmanlaşan Hubble, bir başka şok edici keşif daha yaptı: bu galaksiler birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Galaksiler birbirlerinden ne kadar uzakta ise o kadar hızlı birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Bu uzaklaşma gelişi güzel olmayıp, Hubble diyagramı olarak bilinen şekle uygun bir ölçüyle uzaklaşıyorlardı. Bu eğrinin eğimine Hubble sabiti denilmiştir.
Galaksilerin birbirinden uzaklaşması, daha önce onların birbirine yakın olduğunu, hatta daha da geçmişe doğru gidildiğinde bir zamanlar olmayıp, büyük bir patlamayla ortaya çıktığını gösterdi. Hubble’ın bu keşfi bilim adamlarının pek çok tartışma yapmalarına sebep oldu. Bazıları bu iddiaları reddediyor ve saçma buluyordu. Fakat daha sonra yapılan araştırmalar ve deneyler kâinatın büyük bir patlamayla meydana geldiği görüşünü destekledi. Bu durum ateist filozofların savunduğu durağan evren fikrini yıktı ve dinlerin kâinatın yoktan yaratıldığına dair iddialarının doğru olduğunu ortaya koydu. Günümüzde büyük patlamanın artık bir teori değil, isbatlanmış bir hakikat olduğu –Allah’ın varlığını kabul etmeseler bile- ateist bilim adamları tarafından da kabul edildi.[12]
Bilim adamları büyük patlama esnasında ve sonrasında harikulade ölçü ve dengeler olduğunu tesbit ettiler. Bu ölçü ve dengeler yukarıda bizim bahsettiğimiz yaratılan her şeyin belli bir ölçüye göre olduğuna dair Kur’ân’ın ifadeleriyle prarellellik arzetmektedir. Meselâ, bilim adamları büyük patlama esnasında patlamanın “genişleme kuvveti” ile maddeyi çekerek genişlemeye engel olan evrensel “çekim kuvveti” arasında hassas bir denge ile oluştuğunu söylemektedirler. Kozmoloji profesörü Paul Davies’in ifadesiyle:
“Dikkatli ölçümler kâinatın genişleme hızını kritik bir değerin çok yakınında tespit etmiştir. Öyle ki kâinat kendi kütle çekim kuvvetinden kurtulacak kadardır ve sonsuza kadar genişleyebilir. Eğer patlamanın hızı biraz yavaş olsaydı çekim gücünden dolayı kâinat kendi içine çökerdi, birazcık fazla olsaydı kâinatın maddeleri tamamen dağılıp gitmiş olurdu. Şu suali sormak hayreti muciptir: kâinatın bu genişleme hızı o kadar hassas bir şekilde ayarlanmıştır ki: hızın değeri bu iki felaketin çok ince ayrım çizgisine düşmüştür. Eğer patlama meydana geldiğinde bu hız gerçek hızından sadece 10-18 kadar farklı olsaydı bu, dengeyi yok etmeye yetecekti. Kâinatın patlama gücü inanılmaz bir hassasiyetle, kütle çekim gücüne hemen hemen denk gelmiştir. Büyük patlama öyle alelade bir patlama olmayıp patlamanın şiddeti gayet zarifçe düzenlenmiştir.”[13]
Paul Davies The Mind of God (Tanrı’nın Zihni) adlı kitabında başka bir noktaya şöyle dikkat çekiyor: “(Büyük patlama esnasında) Eğer elektron ve protonun kütlelerinin toplamı normal olarak bir nötronun kütlesinden biraz daha az olmak yerine, birazcık daha fazla olsaydı, netice felâket olurdu. Kâinatta her yerde, bütün hidrojen atomları nötron ve nötrinolar oluşturmak üzere ayrışıvereceklerdi. Nükleer yakıtı kalmayan Güneş büzülüp yok olacaktı.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur’ân Allah’ın her şeyi belli bir ölçü ve miktara göre yarattığını bildirmektedir. Kâinatın yaratılışı esnasında da harikulade ölçü ve dengelerin olduğu bilim adamları tarafından ortaya konulmuştur. Dolayısıyla büyük patlama Allah’ın varlığını gösterdiği gibi, kâinatın yaratılışı esnasındaki ölçü ve dengelerin tesbiti de, Kur’ân’ın bildirdiğini teyit etmektedir.
Yıldızlar, Güneş ve Gezegenler
Kur’ân’da;“Güneş ve ay hesap iledir.”[14] buyrulur. Müfessirler ayette geçen “hüsban” ifadesinin çoğul manasına geldiğini söylemişlerdir.[15] Dolayısıyla bu âyet güneş ve ayın pek çok hassas hesaplara, ölçülere göre yaratıldıklarını ve hareket ettiklerini ortaya koyar. Burada bu hesap ve ölçülerden yalnızca biri üzerinde durmak istiyoruz. Şöyle ki:
Kütlelerin kütle çekim kuvveti denilen bir çekim gücü vardır. Bu çekim gücünden dolayı bırakılan her hangi bir nesne yeryüzüne düşer, nehirler yüksek yerlerden aşağıya doğru akarlar.
Çekim kuvveti, kütlelerin kütlesiyle doğru, kütleler arasındaki mesafeyle ters orantılıdır. Yani kütle arttıkça çekim gücü artar, kütleler arası mesafe arttıkça çekim gücü azalır. Bu yüzden Dünyanın merkezine yakın olan deniz kenarlarında yapılan bir ağırlık ölçümüyle, yüksek bir dağda yapılan ölçüm arasında çok az da olsa farklar olduğu görülür. Veya bir ağırlık ölçümü Dünyada farklı, Ay’da farklı neticeler verir.
Dünya üzerindeki varlıkları çektiği gibi, Ay’a da bir çekim uygular. Fakat Ay ortalama 382 bin km uzakta olduğundan, çekim gücü onu Dünya’ya düşürecek kadar değildir. Aynı zamanda Ay, Dünya etrafında saatte 3660 km hızla seyahat ettirilir. (Jet uçaklarının bir saatte 2500 kilometre mesafe kat ettiğini düşünürsek, Ay’ın bu hızı oldukça yüksektir.) Ay bu hızlı dönme sayesinde bir merkezkaç kuvveti elde eder. Dünya, Ayı çekerken, Ay bu merkezkaç kuvvet yüzünden fırlayıp uzaya kaçmak ister. Bu iki kuvvet arasında tam bir denge kurulduğundan, Ay, ne Dünya’ya düşer, ne de fırlayıp uzaya gider. Eğer Dünyanın çekim kuvveti biraz daha fazla olsaydı, Ay, Dünya üzerine düşerdi. Veya Ay’ın merkez kaç kuvveti biraz daha fazla olsaydı, Ay uzaya fırlar, giderdi.
Dünya ve Ay arasındaki –yerçekimi ve merkezkaç kuvvet- ilişkisi kâinattaki büyük, küçük bütün kürelerde vardır. Meselâ, Güneş, çekim kuvvetiyle Dünyayı kendine çeker. Dünya ise merkezkaç kuvveti ile uzaya fırlamak ister. Bu iki kuvvet arasındaki denge sayesinde, Dünya, Güneş’e belli bir mesafede durdurulur ve Güneş etrafındaki yörüngesinde saniyede 30 km hızla gezdirilir.[16] Bu iki kuvvetten birinin artması veya eksilmesi ya Dünya’nın Güneş’e çarpmasına ya da Dünya’nın yörüngesinden çıkıp uzaya fırlamasına sebep olur.
Aynı ilişki, Güneş ile diğer gezegenler arasında da vardır. Fakat her gezegenin kütlesi, dönme hızı ve Güneş’e uzaklığı farklı olduğundan, Güneş’e verilen bunlara karşı çekim gücüyle, onların merkezkaç kuvvetleri farklı farklıdır.[17]
Çekim kuvveti Güneş ve gezegenler arasında olduğu gibi, sistemdeki bütün gezegenler arasında da vardır. Tabii ki gezegenlerin birbirine karşı etki gücü, Güneş’in çekim kuvveti kadar güçlü değildir. Fakat bu çekim az da olsa birbirlerine tesir eder. Meselâ, Güneş sisteminin en büyük gezegeni Jüpiter’dir. Jüpiter Dünya’dan bin defa büyüktür ve 13 adet uydusu vardır. Jüpiter uydularıyla beraber etrafındaki gezegenlere ve Dünya’ya bir çekim uygular. Ayrıca Jüpiter Dünyadaki hayatın muhafaza edilmesinde önemli bir yere sahiptir. Jüpiter güçlü çekim kuvvetiyle Güneş Sistemine giren her türlü kuyruklu yıldız ve asteroiti ya yörüngesini değiştirerek fırlatır ya da kendi içerisine alarak o gök cismini yok eder. Eğer Jüpiter olmasaydı asteroit ve kuyruklu yıldızlar sürekli Dünya’ya çarparlar ve yeryüzündeki hayatı bitirirlerdi.[18]
Güneş ve gezegenler arasındaki çekim kuvveti Güneş sisteminde dengeli bir birlik ve bütünlük sağlamaktadır. Bazı bilim adamları Güneş sistemindeki dengenin teşekkül etmesi için sisteme bir tür dizayn yapıldığını söylemişlerdir. Bazı bilim adamları da “Güneş sistemi gerçek manada bir sistemdir. Gezegenlerin yalnızca gelişigüzel bir topluluğu değildir”[19] demişlerdir.
Güneş dengeleme faaliyeti aslında Samanyolu galaksisinin merkezi ile galaksideki bütün yıldızlar arasında da mevcuttur. Hatta feza âlemindeki bütün yıldızlar ve galaksilerde de bu özellikler müşahede edilmektedir. Kütleler arasında çekim kuvveti ile merkezkaç kuvvet arasında dengeler kurularak, uzaydaki kütleler arasında organik bir bütünlük oluşturulmuştur.
Gök cisimlerinin bu durumları açıkça Allah’ın varlığını göstermektedir. Çünkü bu devasa düzen incelendiğinde, bu düzenin harikulade bir plana göre tanzim edildiği ve bu planın arkasında da sonsuz bir ilim, irade ve kudret sahibi bir zatın olması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu harikulade düzenin tesadüfen oluşması mümkün değildir. Çünkü tesadüf bir kere olur, iki kere olur, milyonlarca defa olmaz. Milyonlarca defa olan ve tekrarlanan düzenli ilişkiler ise tesadüf olmaz. Bunun tesadüf olduğunu ileri sürmek yalnızca bir iddia ve bir kabul olur, delil ve isbatın konusu olmaz.
Görünüşte zahiren çekim kuvveti, bütün yıldızlar arası ilişkiyi sağlayıp kâinatta bir bütünlüğün ortaya çıkmasını netice veriyorsa da, hakikatte bütün bunların arkasında Allah’ın sonsuz ilmi, iradesi, gücü ve kudreti vardır. Çekim kuvveti sebeptir, fakat asıl müessir kudret-i ilâhîdir.
Yağmurdaki Ölçü ve Denge
Bilindiği gibi yeryüzünde okyanuslardan, denizlerden, göllerden, akarsulardan ve topraktan sular buharlaştırılır. Havaya karışan su buharları yoğunlaşarak bulutların teşekkülüne vesile olur. Bu bulutlar da rüzgârlar sayesinde değişik bölgelere taşınır ve yağmur olarak tekrar yeryüzüne indirilirler.
Peki, buharlaşarak havaya karışan ve havada yoğunlaşarak tekrar bize yağmur olarak gönderilen suyun miktarı ne kadardır? Bu konuda Kur’ân’ın verdiği haberlerle, bilimin ortaya koyduğu bulgular birbiriyle örtüşmektedir.
Bazı âyetlerde yağan yağmurun belli bir miktara (ölçüye) göre yağdığı ifade edilir:
“Gökten belli bir miktara (ölçüye) göre suyu (yağmuru) indiren O'dur. Biz onunla, ölü memlekete hayat veririz. İşte siz de böylece (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.”[20]
Bir başka ayette de şöyle buyrulur:
“Gökten belli bir mikdar su (yağmur) indirip onu arzda durdurduk. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter.”[21]
Peygamberimiz (s.a.v)’de bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Bir yıl diğer yıllardan daha fazla yağmur yağıyor değildir. (Her yıl aynı miktarda yağmur yağar.) Fakat Allah o yağmurları memleketlerde dilediği gibi tasarrufta bulunur. (Bazı memleketlere az yağar, bazılarına çok yağar.) Gökyüzünden inen her katre veya yeryüzünde çıkan her bir rüzgâr ancak bir ölçü ve mîzâna göredir.”[22]
Bilim adamları su döngüsü dedikleri suyun devr-i daimi esnasında ne kadar suyun buharlaştığı, ne kadar suyun atmosferde olduğu ve ne kadarının yeryüzüne indiği hakkında bazı araştırmalar yapmışlar ve neticede peygamberimizin verdiği habere uygun bir tesbitte bulunmuşlardır:
Bilim adamlarının söylediğine göre; Atmosferdeki su buharı genelde 13x1012 ton kadardır. Bu değişmeyen sabit bir miktardır. Yağmurlar yağdığında bu oran azalır, fakat buharlaşmayla eksilen miktar telafi edilir. Böylelikle oran muhafaza edilir. Bilim adamları ortalama olarak yeryüzünden her saniyede 16 milyon ton suyun buharlaştığını hesaplamışlardır.
Acaba yeryüzüne inen su miktarı ne kadardır? Yapılan araştırmalar her saniye yeryüzüne inen su miktarının da 16 milyon ton –yani buharlaşan miktar kadar- olduğunu göstermektedir. Bu miktar bir yılda ise 505 milyon kere milyon ton değerine ulaşmaktadır. Güneş’ten Dünya’ya gelen 13,4 x 1020 kilokalorilik ısı enerjisinin % 22’si bu buharlaşma için harcanmaktadır.[23]
Bilim adamlarının söyledikleriyle, Kur’ân’ın ve peygamberimizin verdiği haber birbiriyle örtüşmektedir.
Buraya kadar yaptığımız izahlar, hem Dünya’da tecelli eden Allah’ın Adl ismini, hem de 1400 sene önce Kur’ân ve sünnetin verdikleri haberle, bugünkü bilimsel araştırmalar arasındaki uygunluğu göstermektedir.
Canlılar Âlemindeki Denge
Bütün bitki ve hayvan türleri çoğalmaya, yayılmaya, yeryüzünü kendi cinsleriyle doldurmaya meyillidirler. Fakat hiçbir canlının aşırı derecede çoğalıp yeryüzünü istila ettiği de görülmemiştir. Meselâ denizlerdeki bazı balıklar binlerce, milyonlarca yumurtlarlar.[24] Bir çift farenin yılda 500, üç yılda ise 20 milyona ulaşacağı tesbit edilmiştir. Bundan yola çıkarak çoğalan balıkların denizleri, farelerin ise karaları istila etmesi gerekirken hiçte öyle olmamıştır. Çünkü Allah, onların karşısına koyduğu başka canlılarla, onların aşırı derecede çoğalmasını önlemiş, böylelikle, balıklar denizleri, fareler de karaları dolduracak derecede çoğalmamıştır. Doğumları, yaşayışları ve ölümleri daima bir denge içinde sürüp gitmiştir. Balık ve farelerde görülen bu durum, bütün canlı varlıklar için de geçerlidir.
Yeryüzünde doğumları, sayıları, yaşayışları ve ölümleri birbirinden çok farklı, milyonlarca canlı türü birbiri içinde ve birbirine bağımlı olarak yaşar. Hepsinde bir yayılma meyli vardır. Fakat onların aşırı derecede çoğalmasını önleyen ve sınırlandıran başka canlılar da vardır.
Bilim adamları, birbirleriyle etkileşim içinde olup, birinin diğeriyle beslendiği canlıları incelemişler ve bunu besin zinciri diye isimlendirmişlerdir. Meselâ, çekirge otları, kurbağa çekirgeyi, yılan kurbağayı, kartal yılanı yer. Her biri diğerinin rızkı olur. Aynı zamanda birbirlerinin aşırı derecede çoğalmasını önleyerek bir dengenin kurulmasına vesile olurlar. Bilim adamlarının ekolojik denge dedikleri bu durum, tabiî seleksiyon değil, Allah’ın canlılar arasına yerleştirdiği ilâhî bir dengedir. Eğer her an onları gören, idare eden ve dengeleyen ilmi ve kudreti sonsuz bir yaratıcı olmasaydı, yüzyıllardan beri bütün canlılarda görülen bu harikulade dengeler bozulur ve canlılar âlemi önce bir karmaşaya döner, sonrada kısa bir zamanda yok olur giderdi.
Dengenin Bozulması
Canlılar âleminde Allah tarafından oluşturulmuş ekolojik bir denge vardır. Fakat bu denge bazen insanların müdahalesiyle bozulmaktadır. Bu dengeyi bozmasının cezasız kalmayacağı Kur’an’da şöyle bildirilir:
“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden kara(lar)da ve deniz(ler)de fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır”.
Son yüzyılda insanların bazı hayvanları aşırı derecede öldürmeleriyle veya çevreyi kirletmeleriyle bazı canlı türleri yok olmuştur. Bu canlıların yok olmaları, onlarla etkileşim içindeki varlıkların da yok olmasına sebep olmuş, neticede denge bozulmuştur. Diğer ifadeyle insanların besin zincirinden bir halkayı yok etmeleri, canlılar arasındaki dengeyi bozmuştur.
Ekolojik dengenin bozulma sebeplerinden biri, herhangi bir canlının yerinin değiştirilmesidir. Yirminci yüzyılda ulaşım vasıtalarının gelişmesiyle Dünya genelinde bir hareketlilik oldu. İnsanlar ticaret, eğitim, eğlence gibi değişik sebeplerle seyahatler yaptılar. Bu seyahatler esnasında değişik bitki ve hayvan türlerinin başka coğrafyalara taşıdılar. Taşınan bu bitki ve hayvan türlerinin bir kısmı gittikleri yeni yerlerde ekolojik dengeyi bozdular. Bu konuda sayılamayacak kadar çok örnekler vardır. Onlardan iki tanesi üzerinde duralım.
Avustralya ve Kaktüs
1900 yıllarında bir göçmen, Avustralya’ya bir kaktüs getirmişti. Bu kaktüs ekilmesinden bir müddet sonra o kadar hızlı bir şekilde yayıldı ki, çok geçmeden 24 milyon hektar araziyi kapladı ve her yıl 4 milyon hektar araziyi de istila etti. Bu hal şehirlilerin de, köylülerin de hayatlarını zorlaştırmaya başladı, ekinleri yok etti, tarıma darbe indirdi. Avustralyalılar bu bitkinin hızlı yayılışını önleyecek bir çare bulamadılar. Bütün Avustralya hiç bir engel tanımadan yayılan, bu yabancı kaynaklı başıboş bitki ordusunun istilasına uğrama tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
Böcek uzmanları Dünyanın çeşitli yerlerinde yaptıkları araştırmalar sonunda 1925 yıllarında sadece bu kaktüs ile yaşayan, sırf onun yapraklarını yiyerek beslenen bir böcek buldular. Bu böcek hızla ürüyordu. Aynı zamanda Avustralya'da, düşmanı olan bir başka böcek türü yoktu. Böcek çok geçmeden söz konusu kaktüsün yayılmasını durdurdu. Arkasından kendi üremesi de yavaşladı. Günün birinde kaktüs türü bitkinin, sürekli yayılışını önlemeye yetecek kadar az bir nesli kaldı.[25]
Avustralya’da Tavşan Felaketi
Tavşan, her kıtada var olan bir hayvandır. Onların aşırı derecede çoğalarak tabiattaki dengeyi bozduğu da görülmemiştir. Fakat Avustralya’da durum çok farklı olmuştur. 1859 yıllarında Avustralya’ya yerleşen bir İngiliz, yanında iki düzine tavşan getirmişti. Bu tavşanlar kaçtılar ve daha sonra onları sınırlandıracak hayvanlar olmadığından hızla üremeye başladılar. Birkaç sene içinde iki düzine tavşancığın nüfusu on binlerle ifade edilmeye başlandı. İlerleme hızları senede orman içinde 10-15 kilometre, düz sahada ise 130 kilometre olarak tahmin ediliyordu. Verdikleri zarar ile baş edemeyen halk bu konuda yönetimden yardım istedi. 1900 yılına gelindiğinde sürekli avlanıp yakalanmaya çalışılmalarına rağmen tavşanlar tüm kıtayı sarmaya başladılar. Tavşanlar tarihe, bir memelinin bir bölgeye en çabuk yayılışı olarak geçti. Bunlar da işe yaramayınca 1950’li yıllarda zehir kullanılmaya başlandı ve tavşan sayısı iki sene içinde 600 milyondan 100 milyona kadar düşürülebildi.
Avustralya’da tavşanlar ile süren savaş halen gündemde olan ve sürekli çözümler geliştirilmeye çalışılan bir problemdir ve tavşanları kontrol altında tutmak için çalışmalar sürdürülmektedir.[26]
Buraya kadar söylediklerimizin neticesinde şöyle diyebiliriz: Canlı varlıklar çoğalmaya ve yayılmaya meyillidirler. Fakat Allah, onların karşısına koyduğu başka canlılarla, onların sınırsız ve kontrolsüz çoğalmalarını önlemektedir. Böylelikle canlılar arasında bir denge ve düzen sağlanmaktadır. İnsanoğlu şuursuzca yaptığı faaliyetlerle bazen bu düzeni ve dengeyi bozmaktadır.
Toplumdaki Kadın ve Erkek Oranındaki Denge
Bu konuda Kur’ân’da şöyle buyrulur:
“(Allah) dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.”[27]
“Allah, her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini bilir. Onun katında her şey bir ölçü iledir.”[28]
Bilhassa ikinci âyete dikkat edildiğinde erkek olsun kız olsun doğacak çocukların belli bir “miktar”a göre yaratıldığı ifade edilmektedir. Bugünkü bilimin ortaya koyduğu veriler de bu âyeti tasdik etmektedir. Şöyle ki:
Nüfus alanında yapılan ilmi çalışmalar, hem şehir, hem ülke, hem de bütün dünya ölçeğinde kadın-erkek oranlarında harikulade bir denge olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmalara göre, doğumlarda ortalama 105 erkeğe karşılık, 100 kız çocuk doğmaktadır. Erkek bebek ölümleri daha yüksek olduğundan 4 yaş civarında her iki cinsin sayısı dengelenmektedir.[29]
Toplumlardaki nüfusa bakıldığında yine kadın ve erkek sayısının dengede olduğu görülmektedir. Bu durum ülkeler düzeyinde böyle olduğu gibi, Dünya genelinde de kadın ve erkek oranları yaklaşık olarak birbirine eşittir. Günümüzde Dünya nüfusu kabaca % 50,5 erkek; % 49,5 kadın şeklinde birbirine yakındır.
Savaşlar, hastalıklar ve göç gibi sebeplerle nüfustaki kadın-erkek oranındaki denge bazen bozulabilmektedir. Ancak kendi haline bırakıldığında zamanla bu oran yeniden dengeye gelmektedir.
Nüfusta Dengesizlik ve Sosyal Problemler
Yukarıda belirtildiği gibi şehir, ülke ve dünya çapında bütün toplumlarda kadın ve erkeklerin doğum ve ölüm oranlarında bir eşitlik tesis edildiği, her iki cins arasına bir denge kurulduğu ve bu sayede insanlık âleminin nüfus yönünden dengeli bir hayat sürdüğü görülmektedir. Bu ölçü ve denge ise ister istemez bize doğum ve ölümlerin bir plan dâhilinde olduğunu göstermektedir. Bu plan elbette tesadüfün değil, her an bütün insanları gören, bütün hadiselerden haberdar olan, ilim, irade ve kudret sahibi yüce bir yaratıcının eseri olabilir.
Toplumlarda zaman zaman sosyal ve ekonomik şartlar –örneğin savaş- yüzünden, nüfustaki kadın erkek oranında değişmeler olmakta, bu da kadın-erkek arasındaki dengeyi bozabilmektedir. Kendiliğinden meydana gelen değişiklikler genelde toplumlarda pek fazla problem oluşturmamış, zamanla bu problemler ortadan kalkmıştır. Ancak, nüfus artışından endişe duyan bazı ülkelerin nüfusa zorla müdahalesi, yüce yaratıcının insanlık âlemine koyduğu bu ölçü ve dengelerin bozulmasına ve pek çok sosyal problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Hindistan ve Çin’de uzun zamandır tek çocuk politikası izlenmiş ve evli çiftlerin birden fazla çocuğa sahip olması yasaklanmıştır. Aileler genellikle erkek çocuk istedikleri için kız çocuklarını doğumdan önce veya sonra öldürmüşlerdir. Bu hal de ister istemez iki ülkede kadın ve erkek oranlarında bir dengesizliği netice vermiştir. 1990’da UNİCEF’in yayınladığı “The Lesser Child: The Girl in India” “Daha Az Çocuk: Hindistan’da Kızlar” adlı raporda, Hindistan’da her yıl ölen kız çocukları sayısının, erkeklerinkinden 300 bin fazla olduğu belirtilmiştir.[30] Birleşmiş Milletler, Hindistan’da her 100 bekâr kadına karşılık, 133 bekâr erkek bulunduğunu rapor etmektedir. Hindistan gibi doğumdan önce cinsiyet belirlemenin yapıldığı ülkelerde erkek oranı belirgin şekilde yüksektir. Çin’de de durum farklı değildir. Çin hükümetinin yayınladığı rakamlara göre 1995’de, eş bulamadığı için evlenemeyen otuzlu yaşlarda 10 milyon insan bulunmakta idi. Araştırmacılar, kendine eş bulamayan erkek sayısının, 21. yüzyılın ilk on yılında iki-üç katına çıkacağını belirtmektedir.[31]
Hûlasa; buraya kadar anlattıklarımız toplumlardaki kadın erkek oranında bir denge olduğunu, fıtrata uygun olmayan müdahalelerin nüfustaki dengeyi bozarak pek çok sosyal problemlere sebep olduğunu ortaya koymaktadır.
İnsan Vücudunda Ölçü ve Denge
Bazı âyetlerde Allah’ın varlıkları yaratıp, onları tesviye ve takdir ettiği, yani onları belli ölçülere göre yarattığı ifade edilir. Meselâ bir âyette şöyle buyrulur:
“(O Allah) ki: yarattı ve tesviye etti, (sonra) takdir etti ve yol gösterdi.”[32]
Bu âyet umumî olarak bütün varlıkların bilhassa bitki ve hayvanların belli ölçülere, miktarlara göre yaratıldığını göstermektedir.[33] Bu varlıklar içinde insan eşref-i mahlûkat olarak en güzel biçimde yaratılmıştır. Onun yaratılışında pek çok harika ölçüler gözetilmiştir. Bu konuda bir âyet şöyledir:
“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu”.[34]
Ayetteki “adeleke” (عدلك) kelimesini müfessirler “bünye ve uzuvların düzgün, ölçülü ve mutedil olması, azalar arasında uyum ve denge olması” şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu konuda İbn Abbas "Belini doğrulttu, dik ve dengeli kıldı, eğri belli hayvanlar gibi yapmadı." demiştir.[35]
Müfessir Mukatil de “Allah tarafından insana iki göz, iki kulak, iki el ve iki ayak verilmiş ve bu azalar arasında tam bir denge ve oran gözetilmiştir. Meselâ, iki elden biri diğerinden uzun veya iki gözden biri diğerinden daha büyük yaratılmamıştır.”[36] Demiştir.
Müfessirlerin âyeti tefsir ederken simetriyi nazara vermeleri âyetin manasına uygundur. Fakat kanaatimizce âyetin manası yalnızca zikredilenlerle sınırlı değildir. İnsan vücudunda simetrinin de ötesinde pek çok dengeler ve ölçüler vardır. Âyetin insanın maddî veya manevî bütün cihazlarında var olan ölçü ve dengelerden bahsediyor olması daha makul görünmektedir. Aşağıda buna dair bazı örnekler üzerinde durulacaktır.
Psikologlar yaptıkları zekâ testleriyle toplumdaki zekânın belli bir ölçüye göre dağıtıldığını ortaya koymuşlardır. Bu çalışmalara göre: İnsanların yaklaşık üçte ikisi (%68) 85 ile 115 IQ aralığındadır. Bu alan normal zekâ olarak adlandırılır. 70 ile 85 arasında olan % 13 kadarı geri zekâlılığa yakın, 115 ile 130 arasında olan % 13 kadarı da üstün zekâlılığa yakındırlar. İnsanların %95’i ise, 70-130 IQ aralığındadır. Geri zekâlı olanlarla, üstün zekâlı olanların oranı aynıdır ve toplumda yaklaşık %2 civarındadır.[37]
Toplumda zekâ dağılımı belli bir ölçüye göre olduğu gibi, insanların boylarında da benzer bir eğilim olduğu görülmüştür. Meselâ, aynı yaşta ve aynı cinsten bir grubun boyları ölçülecek olsa, bunların en kısa boyludan en uzun boyluya kadar bir sıraya girdiği görülür. Ancak ilginç olan nokta, büyük çoğunluğun orta boylu olup, bunlardan çok kısa ve çok uzun boylu olanların azınlıkta kalmasıdır.[38]
İnsan vücudundaki organlarda ve organların çalışmalarında da mükemmel bir denge hali görülmektedir. Meselâ acıktığımız zaman kandaki şeker oranı düşer ve açlık hissi ortaya çıkar. Yemek yenilip de insan doyduğunda tokluk hissi ortaya çıkar ve yemeğe olan ihtiyaç hissi durdurulur. Benzer bir faaliyet de alyuvarlarda görülür. Kandaki alyuvarlar azaldığında iliklerde alyuvar üretilir. Alyuvarlar belli bir miktara ulaştığında iliklerdeki üretim durdurulur.
İnsan vücudunda ortalama her saniyede 50 milyon hücre ölmekte, ölenlerin yerine de bir o kadarı üretilmektedir. Bu yoğun trafiğin dengeli bir şekilde düzenlenmesi sayesinde hayatımız sükûnet içinde devam etmektedir. Sürekli hücre kaybına mukabil aynı oranda yeni yeni hücreler oluşmazsa veya hücre kaybına mukabil aşırı hücre üretimi olursa insan vücudunda denge bozulur, hastalıklar ortaya çıkar ve vücudun hayatı tehlikeye girer. Meselâ kanser, hücrelerin aşırı, dengesiz çoğalmasından kaynaklanan en tehlikeli hastalıklardan sadece biridir.
Yeme ihtiyacı ve alyuvarların üretiminde olduğu gibi hemen hemen vücuttaki bütün faaliyetlerde benzer bir ayar yapıldığı görülmektedir. Vücutta her hangi bir eksiklik olduğunda organizma faaliyete geçmekte, ihtiyaç temin edildiğinde ise faaliyet durdurulmaktadır.
Sonuç
Makalemizin başında “Hiçbir şey yok ki, onun hazineleri bizim katımızda olmasın. Biz ondan ancak belli bir miktar indiririz.”[39] Âyetini ve benzer âyetleri zikretmiştik. Fen bilimlerinden buraya kadar aktardığımız izahlar da, hücreden Samanyolu galaksisine varıncaya kadar her yerde ölçüler, dengeler olduğunu göstererek, Kurân’ı teyit etmektedir. Buraya kadar yaptığımız izahları kısaca şöyle hulasa edebiliriz:
- Kâinat büyük bir patlama ile yaratılmış, arkasından da muazzam bir hızla genişlemeye başlamıştır. Bilim adamları bu genişleme esnasında, genişleme hızı ile çekim kuvveti arasında harikulade bir ölçü ve denge olduğunu tesbit etmişlerdir.
- Çekim gücü ve merkezkaç kuvvet arasında oluşturulmuş denge sayesinde, Ay ile Dünya, Dünya ile Güneş, Güneş ile gezegenler, Güneş sistemi ve galaksi, galaksimiz ve diğer galaksiler arasında bir birliktelik oluşturulmuştur. Bu dengelerdeki az bir değişiklik bütün kâinatta devasa değişiklikleri netice verecek özelliktedir.
- Dünyada her saniye yaklaşık 16 milyon ton su buharlaşmakta, 16 milyon ton su da yağmur olarak yeryüzüne inmektedir. Böylelikle tonlarca tuzlu su, tatlı suya dönüşmekte, yeryüzündeki hayat devam edebilmektedir.
- Yeryüzündeki bütün bitki ve hayvanlara bir yayılma, çoğalma meyli verilmiş, fakat onların aşırı derecede çoğalıp yeryüzündeki dengeyi bozmaması için, önlerine başka canlılar da konularak ekolojik bir denge oluşturulmuştur. Zaman zaman insanların bilerek veya bilmeyerek bu ekolojik dengeyi bozdukları müşahede edilmektedir.
- Yapılan araştırmalar toplumdaki kadın, erkek oranlarında da bir denge olduğunu göstermektedir. İnsanların müdahale etmemesi şartıyla doğum ve ölüm hadiselerinde kadın ve erkek sayılarının birbirine eşit olduğu görülmektedir.
- Toplumu oluşturan fertlerin boyları, zekâları incelendiğinde, boy ve zekânın toplumda belli ölçülere göre dağıtıldığı görülmüştür.
- İnsan, hayvan ve bitki vücutları incelendiğinde, hepsinde simetrik bir yapı olduğu, yine bu canlı vücutlarında altın oran’a uygun ölçüler olduğu görülmektedir.
- En küçük yapı birimi hücrelerde de – meselâ, alyuvar ve akyuvarlarda- dengeli azalma ve çoğalmalar görülmektedir. Bu hücrelerin azalma ve çoğalmalarındaki denge bozulduğunda insan hayatı tehlikeye girmektedir.
Bilimlerin, bize sunduğu hücrelerden kâinatın bütününe varıncaya kadar her yerde ve her zamanda müşahede edilen bu ölçüler ve dengeler nasıl meydana gelmiştir?
Bu soruyu ateistler “tesadüfen, kendiliğinden olmuştur” diye cevaplandırmaktadırlar. Onların bu sözleri bir delil ve ispata dayanmamakta, bir iddia ve kabulden ileri gitmemektedir. Bu cevap önyargısı olmayan insanları pek de tatmin eden bir cevap değildir. Ne tesadüflerin, ne de şuursuz varlıkların bu akıl almaz devasa büyüklükteki kâinattaki ölçü ve dengeleri kurması mümkün değildir.
Bu ölçü ve dengeler ancak her an bütün kâinatı müşahede eden, kudreti her şeye yeten, bir işi yaparken, diğer işler kendisine zor gelmeyen mukaddes bir zatın işleri olabilir. Biz o mukaddes zata Allah diyoruz.
[1] Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buhârî, KitabuFedailü’l-Kur’an, Bab, 1; Sahih-i Müslim, Kitabu’l- İman, Bab, 70, Hn, 152.
[2] Suyûtî, Celâleddin Abdurrahman, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetu-Nizar Mustafa, Mekke, 1998, IV/ 993.
[3] Zerkeşî, Bedreddin, el-Burhânfî Ulûmi’l-Kur’ân, el-Mektebetü’l-Asrıyye, 2009, II/63.;Suyûtî, IV/997;
[4] Ra'd Suresi, 8.ayet.
[5] Talak Suresi, 3. ayet.
[6] Furkan Suresi, 2. ayet.
[7] Kamer Suresi, 49. ayet.
[8] Hicr Suresi, 19. ayet.
[9] Şûrâ Suresi, 27. ayet.
[10] Rum Suresi, 22. ayet.
[11] Kamer Suresi, 49. ayet.
[12] Tafsilat için bkz: Steven Weinberg, İlk Üç Dakika, Tübitak, Ankara, 1996, s, 16-43; Stephen Hawking – Leonard Mlodinov, Büyük Tasarım, Doğan Yayıncılık, İstanbul, 2012, s, 50, 117-136.
[13] Paul Davies, Superforce: Thesearchfor a Grand Unified Theory of Nature, A Touch Stone Book Published by Simon&Schuster, New York (1984), s. 184; Ayıca, Paul Davies, Godand the New Physics, Simonand Schuster, 1983, s, 179.
[14] En’am Suresi, 96.ayet, Rahman Suresi, 5.ayet.
[15] Beyzavî, Tefsiru Beyzavî, Daru Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, c, 1, s, 313.
[16] Dünya’nın bir yılda güneş etrafında çizdiği daire ortalama 950 milyon km’dir.
[17] Paul Davies. Tanrı ve Yeni Fizik. İm Yayınları, s, 52.
[18] http://www.umitsamimi.com/2013/01/jupiter-dunyamizi-nasil-korur/ (Erişim, 5.06.2015)
[19] Taşkın Tuna. Güneş Sistemi. Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1983, s, 66.
[20] Zuhruf Suresi, 11.ayet.
[21] Müminun Suresi, 18.ayet.
[22] İmam Suyutî, Ed-Dürrül-Mensur, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1993, c, 5, s, 71.
[23] Taşkın Tuna. Etrafımızdaki Hava. Y. A. Yayınları, İstanbul, 1984, s, 30-31.
[24]Bazı balıkların bir senedeki yumurtaları hakkındaki şunlar tesbit edilmiştir: Uskumru; 350 - 400 bin arası, Has kefal; 150 bin - 1 milyon arası, Palamut torik 400 binden birkaç milyona kadar, Orkinos; yaklaşık 1 milyona yakın, Mığrı; 3-5 milyon, Mavi kefal balığı; 150 binden 7 milyona kadar, Levrek, 500 bin - 2 milyon arası, Pervane balığı; 300 milyona yakın yumurta yumurtlar.
[25] Cressy Morrison. İlim İman Etmeyi Gerektirir. Mütercim: Nureddin Boyacılar) D.İ.B. Yayınları, Ankara, 1992, s, 91.
[26] http://www.tavsan.org/avustralya_istilasi.php
[27] Şura Suresi, 49. ve 50.ayetler.
[28] Ra’d Suresi, 8.ayet.
[29] Erol Tümertekin ve Nazmiye Özgüç. Beşeri Coğrafya. Çantay Kitabevi, 2015, s, 272.
[30] Erol Tümertekin ve Nazmiye Özgüç, a.g.e., s, 278.
[31] Erol Tümertekin ve Nazmiye Özgüç, a.g.e., s, 279.
[32]A’la Suresi, 2. ve 3.ayetler.
[33] Mehmet Vehbi Efendi. Hülasatü’l-Beyan. Üçdal Yayınları, c, 16, s, 6417-6418
[34] İnfitar Suresi, 6-8.ayetler.
[35] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır. Hak Dini Kur’ân Dili. Sadeleştiren: İsmail Karaçam ve arkadaşları, Azim Dağıtım, İstanbul, tsz., c, 9, s, 51.
[36] Fahrettin Razî. Tefsiru Fahri Razî, Daru’l-Fikr, 1995, c, 16, s, 81.
[37] Rod Plotnik. Psikolojiye Giriş. Kaknüs Yayınları, s, 288.
[38] Feriha Baymur. Genel Psikoloji, İnkılap ve Aka, İstanbul,1978, s, 243.
[39] Hicr Suresi, 21.
BENZER SORULAR
- MATEMATİĞİN PENCERESİNDEN YARATILIŞ GERÇEĞİ (BÜYÜK PATLAMA TEORİSİ)
- EVRİMCİLERLE YARATILIŞÇILARIN ÇEVRE PROBLEMLERİNE BAKIŞI
- DARWİNİZM'İN İNSANÎ İLİŞKİLERE ETKİLERİ
- KUR'AN-I KERİM VE İNSANIN YARATILIŞ DEVRELERİ
- HAYAT BİR MÜCADELE MİDİR?
- BİTKİLER ÂLEMİNE YARATILIŞ PENCERESİNDEN BAKIŞ
- AYETLER IŞIĞINDA İNSANIN YARATILIŞI
- FEN BİLİMLERİ IŞIĞINDA YARATILIŞ
- HAŞR SURESİ 24. AYETE GÖRE YARATILIŞ İMKÂNI VE MAHİYETİ
- KUR’ANIN IŞIĞINDA TAHIL BİTKİLERİ