KUR'AN-I KERİM VE İNSANIN YARATILIŞ DEVRELERİ

Dr. İhsan ŞENOCAK,
[email protected],

Dr. Ahmet YAZICI
DİB Aşıkkutlu Eğitim Merkezi,
 [email protected]

      Kur’an-ı Kerîm’e göre Tefsir, Hadis, Fıkıh ilim kabul edildiği gibi, Tıp, Kozmoloji, Tarih, Coğrafya vb. de birer ilimdir. Müslümanlar insanlığın maslahatına olan bütün ilimleri tahsil etmekle mükelleftirler. Fakih, müfessir ve muhaddis âlim kabul edildiği gibi, fizikçi, tıpçı da bu manada âlim addedilir. Nitekim Kozmoloji, Botanik ve Zooloji’den bahseden ayetlerin siyakında (uslup ve tarzında) Allah Azze ve Celle, “Muhakkak, kulları içinden ancak âlimler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar.”[1] buyurmaktadır.

     İnsanı, neden ve nasıl yaratıldığına dair tefekküre davet eden Kur’an-ı Kerim, bunun nereden başlayacağını tayin noktasında Hz. Âdem’in topraktan yaratılması, neslinin anne karnında teşekkülü ve merhaleleri itibariyle iki boyuttan bahseder.    

      Yaratılış

     Topraktan Yaratılma

     Bütün canlıların tek bir kökten türeyip geliştiğini savunan Evrim Teorisiyle Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği yaratılış merhaleleri her yönüyle birbirinden farklıdır. Zira Evrim, yaratılışı inkâr etmek için ortaya atılan, bu yüzden ispat edilemeyen bir teori, yaratılış ise binlerce yıldır milyarlarca defa gözler önünde cereyan eden bir hakikattir. Ne var ki bazı müslümanlar aşağıdaki ayeti esas alarak insanlarla maymunların müşterek bir kökten türemiş olabileceğini söylemiştir;[2]

    “Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, ‘Aşağılık maymunlar olun!’ demiştik.”[3]

     Kur’an’ın Evrim’i reddetmediğini savunanların istidlal ettiği, yani delil getyirdiği bu ayet-i kerime, Cumartesi gününü ibadete tahsis etmekten imtina eden, deniz kenarına açtığı havuzda toplanan balıkları pazar günü avlayarak Cumartesi’yi ibadete hasretme emrini dolayısıyla da avlama yasağını delmediğini düşünen Yahudileri uyarmakta ve onları istiğfara çağırmaktadır.

     Allah’ın (c.c.) emrine uymayan Yahudiler bir anda aşağılık maymuna çevrildi. Fakat bu, Evrimcilerin iddia ettiği gibi uzun bir zaman içerisinde değil, bir anda oldu ve maymuna dönen insanlar üç gün sonra öldü, hiç biri maymun olarak üreyemedi.[4] Ayrıca Evrim’de tekâmül esastır. Bu hadisede ise insanın hayvan olması yani inhitatı söz konusudur.

     İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem insan olarak yaratıldı, çocukları da nesiller boyu insan olarak evlendi ve çoğaldı. Kur’an-ı Kerim de sarih bir ifadeyle Hz. Âdem’in tek olduğunu ve topraktan yaratıldığını beyan eder. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

     “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini var eden; ikisinden birçok erkek ve kadın meydana getirip yayan Rabbinize karşı kulluk vazifenizi yerine getirememekten sakının.”[5].

     Ayette geçen ( وَاحِدَةٍ نَّفْسٍ مِّن  خَلَقَكُم) “Sizi tek bir nefisten yarattı” ifadesiyle Hz. Âdem’in; (زَوْجَهَا مِنْهَا وَخَلَقَ ) “Ondan da eşini yarattı” terkibi ile Hz. Havva’nın Hz. Âdem’den yaratıldığına, (وَنِسَاء كَثِيرًا رِجَالاً مِنْهُمَا وَبَثَّ ) “İkisinden birçok erkek ve kadın meydana getirip yayması” ise bütün bir beşeriyetin Hz. Âdem ve Havva’dan geldiğini işaret etmektedir. Yine Zümer Suresi’nde yaratılışın iki boyutu nazara verilerek, “Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den), sonra da o tek nefisten eşini yarattı.” denmekte ve ardından, “Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor.”[6] buyrularak topraktan yaratılan Hz. Âdem’in çocuklarının rahimlerde yaratıldığına dikkat çekilmektedir.

     Kur’an-ı Kerim eşi kendinden yaratılan Hz. Âdem’in topraktan yaratıldığını sarahaten ifade etmektedir. Buna göre ilgili ayetlerde Hz. Âdem’in -insan olana kadar- geçirdiği devrelere işaret edilmekte ve yaratılış o devrelere isnat edilmektedir.

     Allah Teâlâ, Hz. Âdem’i turâb/toprak[7], tîn-i lâzib/yapışkan çamur,[8] sülâle min tîn/çamurdan öz,[9] hame-i mesnûn/değişime uğramış kara çamur[10] ve salsal/kuru çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan[11] yarattığını haber vermektedir.

     Ayetlerde zikredilen beş kelimenin her biri, yaratılışın bir devresine tekabül etmektedir. Bu durum kişinin evinin; “Topraktan, çamurdan veya tuğladan bina edilmiştir” demesinden farksızdır. Bu ifadede evin inşaatında kullanılan malzemenin teşekkül süreci ile ilgili bilgi verilmektedir. Evde kullanılan malzemenin cinsi topraktır. Toprak, tuğla olabilmek için çamura dönüşmüştür. Tuğla da çamurun pişirilmiş halidir. Misalde de görüldüğü gibi, topraktan tuğlaya doğru bir tekâmül söz konusudur. Bu durumda toprağın evrelerinden her hangi birini esas alarak; “Ev topraktan ya da tuğladan yapılmıştır” demek yanlış olmadığı gibi, teşekkül süreci ile alakalı hususi bilgi verdiğinden hakîmane bir izah olur.

     Hz. Âdem’in topraktan yaratılmasından bahseden ayet-i kerimeler de böyledir. Allah Teâlâ ayetin siyak ve sibakına (öncesi ve sonrasına) göre toprak, yapışkan çamur, çamur özü, kara çamur ya da kuru çamuru murad etmiştir.    

     Kur’an’a ve Sünnet’e Göre Anne Karnında Yaratılma

     Kur’an-ı Kerim pek çok yerde farklı açılardan yaratılışa dikkat çeker ve cenînin anne karnında geçirdiği merhalelerle alakalı ayrıntılı bilgi verir. Mü’minûn Suresi’ndeki ayetler ise, Hz. Âdem’in topraktan yaratılması, cenînin anne karnındaki merhaleleri, ölüm ve diriliş fasıllarını da bir arada zikrederek insanın nereden ve nasıl gelip, nereye gittiğini şu şekilde tasvir eder:

     “Gerçek şu ki biz insanı çamurdan süzülüp çıkarılmış bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi ‘alaka’ya (aşılanmış yumurta/zigot) dönüştürdük. Peşinden alakayı, bir parçacık et haline (mudğa) soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Sonra (Ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz. Sonra da kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.”[12] 

     İnsanın yaratılışı ve cenînin anne karnında geçirdiği merhalelerle alakalı pek çok hadis rivayet edilmektedir. Abdullah b. Mes’ud’un rivayet ettiği hadis, yaratılışla alakalı detay bilgi veren ayetin[13] tefsiri konumundadır: 

     "Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde toplanıp teşekkül eder. Sonraki kırk günde ‘alaka’; bu kadar müddet geçince de ‘mudğa’ olur. Sonra Allah bir meleği dört kelime ile gönderir. Bu melek onun rızkını, ecelini, amelini, kötü biri mi yoksa iyi biri mi olacağını yazar. Sonra ona ruh üflenir."[14]

     Bu hadiste insanın yaratılışının başlangıcı belirtilmekte, ayrıca cenînin rahimde geçirdiği merhaleler ve ruhun üflenme zamanı bildirilmektedir.

     Hadiste üç defa tekrar edilen “kırk gün” ifadesiyle bir şeyin ardı sıra olma hali mi, iç içelik mi kastedildiği, kırklar arasında zikredilen “sümme/sonra” kelimesi ile zamanda mı yoksa ifadede mi tertibin amaçlandığı ictihadî bir mevzudur.

     Ayrıca “insan hayatının başlangıcı” terkibi ile döllenme, sinir sisteminin yaratılması, isteğe bağlı hareketlerin olması ya da ruh üflenmesi hadiselerinden hangisinin kastedildiği farklı görüşlerin teşekkülüne yol açmıştır. Buna göre cumhur, yumurtanın spermle döllenip rahme yerleştiği zamanı, insan hayatının başlangıcı olarak kabul etmiş, çoğunluğun dışında kalanların takdirleri ise, dört ayın bitip beşinci ayın girmesi[15], döllenmeden sonra yüz yirmi günün geçmesi, seksen dördüncü gün, üç ay, on iki hafta ve bir küsur ay şeklindedir.[16]

     Allah Rasûlü (s.a.v.) mevzuyla alakalı bir başka hadiste ise sadece döllenmenin başlangıcından bahsetmektedir:

    "Nutfe üzerinden kırk iki gece geçince, Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini ve kemiğini yaratır."[17]

     Bu iki hadis birlikte değerlendirildiğinde ortaya şu hakikat çıkmaktadır: Birinci hadis, üçüncü dönemin sonunda yani cenînin üzerinden yüz yirmi gün geçince ruhun üflendiğini, ikincisi ise kırk ikinci günde organların yaratıldığını ifade etmektedir.[18]

     Gerek yaratılışla ilgili nasslar, gerekse de tıbbi veriler cumhurun görüşünü desteklemektedir. Nitekim ikinci hadiste kırk ikinci günde yaratılışın pek çok aşamasının tamamlandığı ifade edilmekte, sadece ruhun üflenmesi zikredilmemektedir.[19]

     Buna göre ruhun üflenmesi ile insanın yaratılması birbirinden farklı hâdiselerdir.

Hadis, meleklerin görevleri bağlamında değerlendirildiğinde ikinci hadisi birinciye hamlederek anlamak pekâlâ mümkündür. Buna göre ikinci hadiste geçen “nutfe” kelimesi “mudğa” yerinde kullanılmıştır. Bu tesbit dikkate alındığında anlam, “mudğa üzerinden kırk iki gün geçince, yani cenîn; nutfe, ‘alaka ve mudğa’dan oluşan kırkar günlük üç dönemi tamamlayınca, Yüce Allah mudğaya dönüşen nutfeye rahim işleriyle görevli meleğin dışında başka bir melek gönderir ve ona tam bir insan sureti verir.” şeklinde olur.[20]  

     Bu bahsin hülasası şudur ki, Allah Rasûlü (s.a.v.) kırkar günlük ilk üç dönemin ilk merhalesi olan “nutfe”yi zikredip sonuncusu olan “mudğa”yı kastetmiştir.  

     Nasslardan anlaşıldığına göre cenînin gelişimi iki alanda gerçekleşmektedir. Birincisi hissedilebilir, maddi gelişmedir. Bu alanda bedende peşi sıra gerçekleşen yaratılış halleri görülür.

     İkincisi ise gelişmekte olan bedene izafe edilen fakat hissedilemeyen bir terakkidir ki onunla hayat, akletme, irade, tefekkür gibi kabiliyetler ortaya çıkar. Bu ikinci gelişme ruhun cesede üflenmesiyle başlar.[21]

     Dolayısıyla cenînde hayatın başlaması ile ona ruhun üflenmesi birbirinden farklı hâdiselerdir. Bu yüzden insan öldükten sonra da hücrelerde hayat bir müddet daha devam etmektedir.[22]

Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’de zikredilen cenînin merhaleleri modern tıbbın uzun araştırmalar neticesinde ulaştığı verilerle pek farklılık göstermemektedir. Nitekim Toronto Üniversitesi Anatomi bölümü hocası Keith Leon Moore, çocuğun anne karnında geçirdiği merhalelere dair Kur’an’ın yaptığı sınıflandırmanın XX. Yüzyılda emriyologların yaptığı tarif ve taksimlerden daha üstün ve daha isabetli olduğunu söylemektedir.[23]

     Buna göre Modern Tıpla Kur’an-ı Kerim arasında bir kaç mevzuda fark varsa bu, tıbbın yapacağı yeni keşiflerle Allah kelamı olan Kur’an’ın asırlar öncesinden bildirdiği hakikatlere ulaşacağına işaret eder.

     Cenîne Ruh Üflenmesi

     Ulema cenîne ruhun üflenme zamanı noktasında ihtilaf etmiş ve bu noktada iki farklı görüş ortaya çıkmıştır:

     Hanefî, Şafiî, Hanbelî ve Zahirî hukukçuların da içerisinde yer aldığı cumhur, ruhun üflemesinin dört ayın sonunda ya da yüz yirminci günde gerçekleştiğini ifade etmektedir. İbn Hacer bu konuda fukahanın fikir birlikteliği içerisinde olduğunu zikretmektedir.[24]

Bu görüşü benimseyen âlimler aşağıdaki delillerle istidlal etmektedirler:

     -Bir önceki bölümde de zikredildiği gibi- İbn Mes’ud’un rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

     "Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde toplanıp teşekkül eder. Sonra kırk günde ‘alaka’; bu kadar müddet geçince de ‘mudğa’ olur. Sonra Allah bir meleği dört kelime ile gönderir. Bu melek onun rızkını, ecelini, amelini, kötü biri mi yoksa iyi biri mi olacağını yazar. Sonra ona ruh üflenir."[25]

     Cenîn ilk üç aşaması olan “nutfe, alaka ve mudğa”nın her birinin kırk gün olduğu, ruhun üflenmesinin de bunların nihayetinde gerçekleştiği dikkate alındığında söz konusu hâdise yüz yirminci güne ya da dört ayın sonuna tekabül etmektedir.

     Ebû Hatim de, “Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik.”[26] ayetiyle, nutfe üzerinden dört ay geçince ona meleğin gönderilip ruh üflenmesinin kastedildiğini ifade etmektedir.[27]

     Kurtubî’nin de içinde yer aldığı ulemaya göre ruh üflenmesi dört ay on gün geçtikten sonra, yani yüz otuz günün bitiminde olur.[28]

     Bu görüşü benimseyen âlimler görüşlerini şu şekilde delillendirmişlerdir:

     İbn Abbas cenîn üzerinden dört ay on gün geçince ona ruh üfleneceğini bunun da eşi vefat eden kadının iddeti olduğunu belirtmektedir.[29] 

     Ayrıca Kurtubî, ruhun dört ayın bitimi beşinci ayın girmesiyle üflendiğine, anne karnında cenînin bu tarihten sonra hareket etmesinin de buna delalet ettiğini belirtmektedir.[30] 

     Ne var ki, İbn Abbas’tan nakledilen bu rivayetin senedinde yer alan Muhammed b. Humeyd er-Razî, Buharî ve Nesâî başta olmak üzere pek çok muhaddis tarafından cerh edilmiştir (bu fikrin kabul edilmemesi).[31]  Bu yüzden söz konusu rivayet zayıftır. Ayrıca günümüzdeki çeşitli tıbbi aletler de cenînin hareketlerinin daha önceki dönemlerde başladığını tespit etmektedir.

     Söz konusu rivayetleri birinciyi esas alarak şu şekilde birleştirmek de mümkündür:

     Ruhun yüz yirmi gün geçtikten sonra üflenmesi, döllenmeden itibaren hesaplanırsa yüz otuz güne ulaşır. Ayrıca ruh üflemenin yüz yirminci günde başlayıp yüz otuza kadar devam ettiği yani birinci rivayetin hadisenin başlangıç, diğerinin ise son tarihini bildirdiği kabul edilebilir.

     Ayet, hadis ve günümüz tıbbi verilerinden hareketle cenîne dair şunlar söylenebilir:

     1. Cenînin yaratılması birinci kırk günün erken döneminde başlar, ikinci kırkın başlangıcında tamamlanır. Beyin ve sinir sisteminin teşekkülüyle ceninin, tam bir insan görünümüne kavuşması üçüncü kırk günün sonu ve dördüncünün başında olur. Bu dönemden doğuma kadar olan süreç cenînin normal gelişim gösterdiği merhaledir.[32]

     2. Fukahanın çoğunluğuna göre cenînin insanî hayatı, ruhun üflenmesiyle başlar. Zira cenînin insan olarak hukuki kimlik kazanması beyinle değil ruhla gerçekleşir.

     3. Yukarıdaki hadisten de anlaşıldığı gibi, ruhun üflenmesi yüz yirminci günden sonra gerçekleşir. Nitekim Nevevî, Kurtubî, İbn Hacer, İbn Receb el-Hanbelî ve İbn Âbidîn başta olmak üzere pek çok âlim de bu görüştedir.[33]

     II. Kur’an'ı Kerim'deki Yaratılış Mucizesi

     Tıp tarihinde cenînin gelişmesiyle alakalı ilmi nazariyelerinin en güçlüsü “bodur cenîn” nazariyesidir.[34]  XVII. yüzyılda bulunan mikroskop 1940’larda gelişmiş haline kavuşana kadar cenînin bir tohumdan çıkan küçük bir ağaç suretinde geliştiği, ilk haliyle son hali arasında yalnızca büyüme noktasında bir farklılık olduğu zannedilmekteydi.[35]

     Döllenmiş yumurtanın teşekkül ve gelişim merhalelerini görüntüleyen cihazların keşfinden önce tıp otoritelerinin önemli ihtilaf mevzularından biri, insanın erkeğin sperminden mi, yoksa kadının hayız kanından mı yaratıldığı idi.

     Modern Tıp ise cenînin anne karnındaki gelişiminin bir defada olup bitmediğini, farklı merhalelerden geçerek doğum safhasına geldiğini söylemektedir. Buna göre cenîn hayız kanından yaratılmıştır. Sperm ise, mayanın sütü dönüştürüp peynir yapması gibi bir işleve sahiptir. Sütü dönüştürüp peynir yapan maya gibi, sperm de cenîn üzerinde döllenme dışında başka bir tasarrufa malik değildir. Ne var ki 1775 yılına kadar Batı’da ilmine güvenilen hiçbir tıpçı cenînin, erkeğin sperminin kadının yumurtasıyla karşılaşmasının bir sonucu olduğunu söylememiştir.[36]

     Mikroskop geliştirilip, cenînin yaratılma ve gelişme safhaları tesbit edilene kadar, Kur’an-ı Kerim dışında hiçbir eser döllenmeden modern tıbbın anlattığı şekil ve muhtevada bahsetmemiştir.

     Yaratılmayla alakalı her iki görüşü de reddeden Kur’an-ı Kerim, on dört asır önce insanın, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının karışımıyla oluşan bir nutfeden yaratıldığını bildirmiştir.[37]   

     İnsanın kadının rahminde “bodur ağaç” gibi değişmeden büyüdüğünün kabul edildiği bir zamanda Kur’an-ı Kerîm, cenînin bir merhaleden başka bir merhaleye intikal ederek yaratıldığını haber verdi.[38]

     Bir oturumda Abdulmecid Zindani, ABD’li Anatomi Profesörü E. Marshall Johnson’a, Kur’an-ı Kerîm’in cenînin anne karnında bir anda değil, belli merhalelerden geçerek yaratıldığını ifade ettiğini söyleyince, ABD’li bilim adamı “Bu doğru olamaz.” der. Daha sonra ise ikili arasında şu çerçevede bir konuşma geçer; Zindani:

- Kur’an-ı Kerîm’in Miladi 7. asırda insanın anne karnında farklı merhalelerden geçerek yaratıldığını haber vermesi ayetlerle sabit bir mevzudur.

- Hayır! Bu doğru olamaz.

- Niçin bu hükmü veriyor, imkânsız olduğunu söylüyorsunuz? Kur’an-ı Kerîm’in bu mevzudaki ayetleri son derece açıktır; “Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip, dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır.”[39]; “Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz. Hâlbuki O, sizi merhalelerden geçirerek yaratmıştır.”[40]

     Bu ayetleri duyunca sarsılan ABD’li bilim adamı biraz düşündükten sonra, “burada üç ihtimal var.” der ve şu hususları sıralar;

1. Ceninin merhale merhale yaratıldığını söyleyen Muhammed’in yanında yüksek teknolojiyle üretilmiş bir mikroskop ya da görüntüleme cihazı olmalı. Ondan istifade ederek cenîn üzerinde araştırma yaptı, kimsenin bilmediği sonuçlara ulaştı ve bize bu bilgileri verdi.

2. Kur’an’da bu bilgiler tesadüfen yer almıştır.

3. Muhammed, Allah’ın Rasûlü’dür.

Abdulmecîd Zindani, ABD’li bilim adamıyla ihtimalleri teker teker münakaşa eder ve nihayet ABD’li, Kur’an’ın i’cazını kabul etmek zorunda kalır.

     Birinci ihtimale dair şunlar söylenebilir:

     Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) yaşadığı asırda insanlar ne büyüteçin, ne de mikroskobun yapımı için gerekli olan sınaî alt yapıya sahipti. Ne Roma’da, ne de İran’da mikroskop yapabilecek teknolojik bir alt yapı vardı. Buna göre Allah Rasûlü’nün  (s.a.v.) bir laboratuvar ortamında cenînin anne karnındaki gelişmeleri inceleyip merhaleleri tesbit etmesi daha sonra da bunları insanlarla paylaşması imkânsızdır.

     Kur’an-ı Kerîm’in cenînin devrelerinden bahsetmesi tesadüf olamaz. Zira Kur’an-ı Kerim bir değil, birden çok ayette cenînin devrelerinden mücmel ya da mufassal olarak bahsetmektedir. Mevzunun çok sayıda ayette tafsîl edilmesi tesadüfî bir durum olamaz.

     Zindanî cenînin rahimde geçirdiği devrelerden bahseden ayetleri okuyup izah edince ABD’li bilim adamı Kur’an-ı Kerim’deki malumatın tesadüfen olabileceği yönündeki iddiasının gerçeğe aykırı olduğunu itiraf etmek zorunda kalır. ABD’li Johnson, Kur’an-ı Kerim’deki yaratılışla alakalı bilgilerin tek isnat noktasının semadan gelen vahiy olduğu yönündeki üçüncü ihtimali kabul eder.[41]

     III. Modern Tıbba ve İslam’a Göre Yaratılış

     Modern tıbba göre hamilelik, kadının son hayzı üzerinden on dört gün geçince başlar. Döllenmeden sonra geçen yirmi bir ile otuzuncu günler arasında “alaka”, “mudğa”ya dönüşür. Yirmi bir ve yirmi sekizinci günler arasında ise sinir sisteminin teşekkülü başlatılır. Otuz beşinci günde üst bölgeler, kırk ikide ise alt taraflar meydana getirilir. Bir hafta sonra sırasıyla üst ve alt kaslar şekillenir ve kan dolaşımı başlatılır. Altıncı haftanın sonu, yedinci haftanın başı itibariyle çalışmaya başlatılan kalp, insan hayatının sonuna kadar faaliyetine devam eder. Yüzün şekillenmesi sekizinci haftada tamamlanır. Cenînin gelişim süreci ise devam eder. On altıncı haftada (yüz yirminci günde) yeni bir yaratılış başlar. Bu da yirminci haftaya kadar sürdürülür. Bu dönemde beyin, beynin üst bölgeleri ve sinir hücreleri hâsıl edilir. Cenîn bu dönemde hayatta ihtiyaç duyacağı ve insanî fiilleriyle iradî tasarruflarını yerine getireceği bütün organlara sahip kılınmıştır. Bunlarla da duygu, düşünme, hatırlama ve hayal gibi soyut ameliyeleri gerçekleştirir.[42]

      Birinci Merhale

     Sağlam Karargâh

     Nutfe, lügatta az ya da çok saf su demektir.[43] Istılahta ise erkeğin üreme hücreleri (sperm), kadının üreme hücresi (yumurtacık) ve aşılanmış yumurta (zigot) anlamlarına gelmektedir.[44] Kur’an’daki kullanımda ise “nutfe”nin “zigot (döllenmiş yumurta)” anlamı öne çıkmaktadır.[45]

     Kadınla erkeğin birleşmesinde, erkekten ayrılan 200-300 milyon spermden ancak birkaç yüz tanesi yumurtaya kadar ulaşabilir. İlk temasa geçen hücre ise yumurtayı döller ve yumurta hücresi zarına tutunur. Bir kaç dakika sonra dış zar birbirine kaynar. Bu sırada yumurta diğer spermlerin tutunmasına mani olabilmek için spermi içine çeker ve dışarıdaki spermleri uzağa iten bir kimyevî madde salgılanır. Sonuçta içine başka spermlerin giremeyeceği bir zar meydana getirilir ve bu zar gittikçe sertleşir. Sperm ve yumurta hücresinin tüp içerisinde birleşmesi yani döllenmesi sonrası teşekkül eden yeni tek hücreye zigot (nutfe) adı verilir. Zigot bölünerek rahim içerisine doğru ilerler ve rahme yapışarak yerleşir.[46] 

     İnsanın bir ağaç gibi rahimde büyüdüğünün farz edildiği bir zamanda yaratılmanın bütün safhalarını ayrıntısıyla anlatan Kur’an-ı Kerim, spermin içeriye, ondan başka hiçbir şeyin giremeyeceği korunaklı bir yerde zigota dönüştürüldüğü şöyle haber verilmiştir:

     “Sonra onu (spermi) sağlam bir karargâhta yumurtanın içine girerek nutfe/zigot haline getirdik.”[47]

     Zigotun sağlam bir karargahta geliştiğini Ümmi olan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Allah Azze ve Celle’den başka kim bildirebilirdi?

     Nutfe İçerisinde Şekillenen Varlık

     İnsanın saç ve göz rengi dâhil olmak üzere yüzlerce karakteristik özelliği, yumurtayla birleşen spermin içerisinde “nutfe” halinde iken vardır. Bilim adamları bu durumu ancak asırlar sonra tesbit edebilmiştir. Cenînin nutfe içerisinde ilk buluşmada insan olarak şekillendiğini bildiren şu ayetin, insanı yaratan ve ona şekil veren Allah’tan başka bir güce isnadı söz konusu olabilir mi?!

     “Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! Allah onu neden yarattı? Bir nutfeden (bir damla sudan) yarattı da ona insan şeklini verdi.”[48]

     Ayete göre sperm cenîne dönüşürken insan olmanın pek çok özelliğini taşımaktaydı. İğne ucundan daha küçük olan cenîndeki özellikleri bir insanın Miladi 7. asırda vahiy olmadan bilmesi tahayyül edilebilir mi?!

     Cinsiyetin Belirlenmesi

     Kur’an-ı Kerim, cenîn nutfe halindeyken cinsiyetin belirlendiğini şöyle haber vermektedir:

     “Şüphesiz O, iki cinsi erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.”[49]

     Ayet, nutfenin (döllemiş hücre) spermin, yumurtanın içine girmesiyle hâsıl olduğunu bildiriyor. Bilim adamları -nutfenin bu döneminde- cinsiyetinin erkek mi, kız mı olduğunu ancak 1932’de icad edilen elektron mikroskobun gelişmiş modelleriyle belirleyebildi. Kur’an-ı Kerim ise Miladi 7. asırda sperm yumurtanın içine girdiğinde cinsiyetin belirlendiğini haber veriyor. Bununla alakalı yarım asır öncesinde yazılan tıp kitaplarıyla asırlar önce telif edilen tefsirler mukayese edildiğinde görülecektir ki, pek çok müfessir cinsiyetin nutfe aşamasında şekillendiğini söylemiştir.[50] 

     Nutfe’nin Yürüyüşü

     Erkeğin spermi, kadın yumurtasıyla birleştikten sonra nutfenin (döllenmiş hücre) rahme yerleştirilene kadar seyri devam eder. Bu konuda Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

     “Nutfe, rahimde kırk yahut kırk beş gecede yerleştikten sonra, ona görevli melek gelir ve 'Ya Rabbi, şu mahluk şaki mi olacak, said mi olacak?’ diye sorar. Bu iki halden biri yazılır. Melek tekrar, 'Ey Rabbim, erkek mi olacak yoksa dişi mi?' diye sorar. Yine bu ikisinden biri yazılır. Ameli, yaşadığı müddet içinde yeryüzündeki ayak izleri, eceli ve rızkı hep yazılır. Sonra bunların yazıldığı sayfalar dürülür. Artık o sayfalara ne bir ekleme yapılır ne de onlardan bir şey eksiltilir.”[51]

     Bilim adamları, spermin, yumurtanın içerisine girdikten sonra nutfe olarak rahme doğru ilerlemesinin belli bir zaman devam ettiğini, rahme ulaştığında ilerlemenin durup, nutfenin oraya yerleştiğini söylemektedir.  Allah Rasûlu de (s.a.v.), spermin döllenmeden sonra rahme yerleşene kadar sabit olarak bir yerde durmadığını, cinsiyetin de bu süreçte yaratılıp, melek tarafından yazıldığını belirtmektedir. Görüntüleme cihazlarının olmadığı bir zamanda Allah Rasûlü'nün (s.a.v.)  rahimlerdeki seyir ve istikrardan bahsetmesinin vahiyden başka bir dayanağı olabilir mi?

      Kadınlar Sizin İçin Bir Tarladır

     Nutfe rahim duvarını yarar ve açılan toprağın içine giren tohum gibi rahme dahil olur, daha sonra içeriye doğru çekilir ve üzeri örtülür. Bu yüzden Tıp ve Anatomi kitapları bu dönemi “ekim dönemi” olarak isimlendirir. Embriyoloji uzmanları rahmin bu halini içerisine tohum ekilen toprağa benzetmektedirler. Kuran-ı Kerim bilim adamlarının yakın bir zaman önce gözlemleyebildiği bu ilişkiyi asırlar önce haber verdi ve “Kadınlarınız sizin için bir tarladır.” buyurdu.[52]

     “Men” yerinde “Ma”nın Kullanılması

     Yaratılışla ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

     “Allah her dişinin karnında ne taşıdığını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. O'nun katında her şey bir ölçü iledir.”[53]

     Sperm yumurtanın içine girdiğinde ceninin cinsiyeti belli olmasına rağmen ayette akıllı varlıklar için kullanılan “من “ yerine akılsızlar için olan “ما” kullanılmış ve “أُنثَى كُلُّ تَحْمِلُ من يَعْلَمُ اللّهُ”  denilmemiştir. Bu kullanımdaki nükte ise “saç renginden göz şekline kadar nutfe”de yaratılan sayısız özelliklerin yanında cinsiyetin sıradan bir hadise olduğunu vurgulamaktır.

     Rahimde Eksilme ve Artma

     Annenin yumurta ve babanın sperm hücresi döllenip birleştikten sonra bölünerek çoğalır. Daha sonra bir kısım hücrelerden plasenta (bebek eşi), geri kalanlardan da farklılaştırılarak bebek hâsıl edilir.[54]

     Ayette zikredilen “eksiltme” bebek eşinin teşekkülü sürecindeki bölünmeyi ve buna bağlı olarak “nutfe”deki ayrılmayı; “تَزْدَادُ وَمَا” artırmak ise geride kalan nutfenin büyüyerek çocuğun teşekkülünü sağladığı anlatılmaktadır.  Nitekim “nutfeden” ayrılan “bebek eşi” yarım kilo ağırlığında kalırken nutfe büyütülüp çocuk şekline çevrilir.

     Kur’an’ın, nutfeden ayrılıp “bebek eşine” dönüştürülen hücrelerin kopmasıyla yaşanan küçülmeyi, geri kalan kısmın ise büyütülerek bebek olmasını haber vermesi mucizeden başka bir şekilde izah edilemez.

     İkinci Merhale

     Nutfe belli bir zaman sonra “alaka"ya dönüştürülür. Nitekim Allah Teala, “Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) hâline getirdik.”[55] buyurmaktadır. Bu, cenînde yaşanan ikinci büyük dönüşümdür.

     Alaka Mucizesi

     Lügatte “alaka” bir şeye tutunmak ve yapışmak anlamına gelir. Her çeşit kana “alaka” dendiği gibi, kelimeyi “donmuş kan” olarak anlayan müfessirler de vardır.[56]   

     Alak Suresi’nde yaratılma, bu ikinci merhaleye isnat edilerek insanın “alak”tan yaratıldığı haber verilmiştir.[57] Arapça'da sülüğe de “alaka” denir. Bir “alaka” olan cenînle, sülük arasında şöyle bir münasebet vardır. Göletlerde yaşayan sülükler su içerken koyunların ve sığırların ağzına yapışarak kan emerler. Suyun içindeki “alaka”nın konumu ne ise, nutfeden “alaka”ya dönüşen ceninin durumu da o dur. Cenîn de alaka da su ile kuşatılmıştır.

     Sudaki “alaka” ineklerin ağzına yapışarak, kadındaki “alaka” da rahme yapışarak kan emer. Nutfe’nin “alaka”ya dönüşüp rahme yapışmasını ve sudaki “alaka” gibi kanla beslenmesini, bu yüzden de “alaka”ya benzetilerek muşahhas hale getirilmesini, Allah Rasûlü(s.a.v.)’nün Allah’tan başka bir kaynaktan almış olması mümkün değildir.

     Mudğa

     “Çiğnenmiş bir parça et[58] anlamına gelen “mudğa”, cenînin “alaka”dan sonraki merhalesine verilen addır. Bu dönemde “alaka” üzerinde, sanki dişlenmiş gibi bir görüntü teşekkül eder. Amerikalı emriyolog Keith Leon Moore, mudğa ile çiğnenen bir şey arasındaki benzerliği gösterebilmek için yerden bir parça toprak alır, dişleriyle çiğner sonra da onu, mudğanın yanına koyar ve şöyle der, “Bu, cenînin ‘mudğa hali’, diğeri ise dişlerle çiğnenerek yapılan mudğa.”[59]

     Mudğa ağızda çevrilen bir çiğnem gibi bir şekilden başka şekle girer, lakin üzerinde diş izlerine benzeyen işaretleri hep muhafaza eder. Bir pirinç tanesinden çok daha küçük olan cenînin çiğnem şeklinde olduğunu Allah Rasûlü (s.a.v.) vahiyden başka bir yolla öğrenip aktarması mümkün değildir. 

     Cenînin kemikleri bu “mudğa”dan neşet eder. Kur’an-ı Kerîm bu durumu şu şekilde anlatmaktadır:

     “Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden alakayı mudğa (bir çiğnem et) yaptık, bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik.”[60]

     Mudğa bir anda kemiğe dönüştürülmez. Bir kısmında hücreler tam olarak şekillenmezken, diğer bölümünde insan cisminin esasını teşkil eden mudğa, ancak nihaî aşamaya yaklaşır.  Kur’an-ı Kerim bu durumu şöyle izah etmektedir:

     “Biz, gerçekten de sizi(n her birinizi) topraktan, sonra zigottan, sonra alakadan, sonra (temel özellikleriyle) teşekkülü tamamlanmış ama (bütün unsurlarıyla) henüz tamamlanmamış bir ceninden yarattık.”[61]

     Cenîn bu haldeyken onda organların bir kısmının teşekkül ettiğini, diğerlerinin ise henüz ortaya çıkmadığını Ümmi bir Peygamber’in haber vermesi mucizeden başka nasıl izah edilebilir?! 

     Kırk İki Gün Hadisi

     Altıncı haftanın sonuna geldiğinde pirinç tanesinden daha küçük olan cenînde beyin, gözler, ağız, iç kulaklar, kalp, akciğerler ve sindirim sistemi şekillenmeye başlar. Bu dönemde cenînin kulakları küçük nokta şeklindedir. Kol ve bacakları da şekillenmeye başlamıştır. Mikroskopla on binlerce defa büyüterek gözlenebilen bu devreler hakkında Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

     “Nutfenin anne rahmine düşmesinin üzerinden kırk iki gün geçince Allah Azze ve Celle ona bir melek gönderir, “mudğa”ya insan şekli verir, kulağını, gözünü yarıp ortaya çıkarır, cildini, etini ve kemiğini meydana getirir.”[62]

     Kemik Önce Yaratıldı

     Yakın zamana kadarki eserlerde cenînde önce etin sonra kemiğin yaratıldığı belirtilirdi.  Lakin Kur’an-ı Kerîm’de Cenab-ı Hak şöyle; “Mudga’yı kemiklere  dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik.”[63] buyurarak kemiğin etten önce olduğunu haber vermiştir. Allah Teâlâ daha sonra bu kemiklere adale giydirdi.

     Bir İngiliz üniversitesinde hoca, önce etin sonra kemiğin yaratıldığını anlatmış, yıllar sonra kemiğin önce yaratıldığını keşfedince, derste öğrencilerine önemli bir buluşa imza attığını, kemiğin önce yaratıldığını söyleyince, talebeler arasında bulunan bir Müslüman; “Hocam! Kur’an Kerim bunu on dört asır önce haber verdi.” deyince, hoca bunun imkânsız olduğunu söyler, nihayet talebe İngilizce bir mealden okuyunca hoca önceliğin Kur’an’a ait olduğunu kabul eder.    

     Üçüncü Merhale

     Kemiklere adale giydirildikten sonra cenînde üçüncü merhale başlar. Bu merhalede cenin gelişmeye, beden de büyümeye devam eder ve nihayet ruhu taşıyacak bir yapıya ulaşır. Ayette geçen “آخَرَ خَلْقًا أَنشَأْنَاهُ” terkibi, Allah Teâlâ’nın cenîni başka bir şekilde inşa edip ruhu ona yerleştirmesi anlamındadır.

     Bu merhalenin iki önemli hadisesi, cenînin maddî manada gelişiminin devam etmesi ve ona ruh üflenmesidir. Bu yüzden Allah Teala bu hadiseyi şöyle ifade buyurmuştur, “Nihayet onu bambaşka bir yaratık halinde inşa ettik.”[64]

     Kâinat’ta hiçbir şey maddeden ve ruhtan yaratılan insana benzemez. O, Kur’an’ın haber verdiği gibi bambaşka bir varlıktır; Hayvan doğar, büyür, gelişir, hayvan olarak yaşar ve hayvan olarak ölür. İnsansa büyür, dahi, âlim, mütefekkir, muslih, kaşif ve mucid olur. Çünkü o ruhuyla bambaşka bir varlıktır.

     Bugün bilim, cenînin maddî gelişim safhalarının hangisinde his ve duyguların devreye girdiğini, ruhla bedenin ne zaman ve nasıl birleştiğini bilmekten acizdir. Bu yüzden yaratılışa dair tasnif ve tayinler yapılırken hâlâ pek çok meselede susan Tıp ve Biyoloji, Kur’an-ı Kerim’in Allah Tela’nın “cenini bambaşka bir yaratık olarak inşa ettiğini” haber verdiği ayetlerle ruhun dördüncü ayın sonunda üflendiğini haber veren hadisleri dikkate alırsa, keşif yolculuğunda daha hızlı mesafeler kat edebilir.

      Sonuç

     Allah (c.c.), “Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır.”[65] ayetiyle insanları üç karanlık içerisinde, üç aşamada yarattığını haber vermektedir.

     Emriyologlar da cenînin anne karnındaki gelişiminin üç embriyolojik aşamadan geçerek tamamladığını söylemektedir.[66] Buna göre yaratılış merhalelerini “nutfe”, “mudğa” ve ruhun üflenmesiyle başlayan ve insanı bütün canlılardan ayıran ruh aşaması olarak tasnif edebiliriz.

     Evrim yaratılışı inkâr etmek için uydurulan bir teori, zigotun yumurtayla buluşması sonucu başlayan yaratılış süreci ise, Allah Teala’nın kanunlara bağladığı bir hakikattir.

     Bir mucize olan yaratılışı daha iyi anlayabilmek için mucez ve mu’ciz bir kelam olan Kur’an-ı Kerim üzerinde daha derin okumalar yapma mecburiyetimiz vardır. İslami İlimler okuyan öğrencilerin bir kısmı Tıp Fakültelerinde alanında uzman hocalar riyasetinde master ve doktora yaparsa Kur’an-ı Kerim’in yaratılışla alakalı mucizevî beyanları daha derinlikli anlaşılacaktır.

     Olmayan, olma ihtimali de olmayan Evrim masal, Yaratılış ise hakikattir. Yaratılış, binlerce yıldır milyarlarca defa tekrar ederken, yazılı hiçbir kaynakta Evrim’in olduğuna dair kayda değer tek bir malumat yoktur.

     Malum olduğunu zannettiğimiz büyük meçhul olan insanı, vahyin gölgesinde anlama ameliyemiz terakki ettikçe insanlık Evrim Masalından bütünüyle kurtulacaktır.  

         Kaderle İlgili Bir Açıklama

Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurur:

 “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde toplanıp teşekkül eder. Sonra kırk günde ‘alaka’; bu kadar müddet geçince de ‘mudğa’ olur. Sonra Allah bir meleği dört kelime ile gönderir. Bu melek onun rızkını, ecelini, amelini, kötü biri mi yoksa iyi biri mi olacağını yazar. Sonra ona ruh üflenir.” (Buhari, Kader, 1; Bed’ül-Halk, 6; Enbiya, 2; Tevhid, 28;Müslim, Kader, 1; Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, Kader, 4, 8).

Bu hadiste geçen, “kötü biri mi yoksa iyi biri mi olacağını yazar” ifadesiyle ilgili olarak aşağıdaki gibi bir takım sorular sorulmaktadır:

 “İnsanın önceden ne yapacağı belli ise, kişi yaptığından nasıl sorumlu tutulabilir?” Ve

“Allah eğer gelecekte olacakları biliyorsa, önceden bilinen bu olayları gerçekleştiren insanların özgür iradeleri olduğundan bahsedilebilir mi?”   

     “İlim Maluma Tabidir”

     Kaderde Cenab-ı Hakk’ın Âlim ismi hâkimdir. O ismin tecellisi olan ilim burada esastır. Bu durum İslam düşünürlerince “İlim maluma tabidir/bilgi bilinene tabidir” sözüyle de kısaca ifade edilir. Allah (celle celâluhu) olacakları olacağından dolayı bilmektedir. Fakat bilmesi olanları belirlemez. Çünkü ilim maluma tabidir ve bilme olacakları belirlemez.  Öyleyse “ilim Maluma tabidir” sözüyle ne kastedilmektedir? Bilindiği gibi ilim/bilgi: Okumakla, araştırmakla, görmekle, dinlemekle bir şeyin ve olayın gerçeğini, hakikatini öğrenmek ve bilmektir. Bilgi; zandan/sanıdan farklıdır. Zan, kesinliği olmayan kanaat, tercih, inanç ve düşüncedir.

Peki, ikinci olarak “malum nedir ve ilmin maluma tabi olması ne demektir?” Malum; bilinen şey, ilmin konusu ve ilime konu olan objedir. Malum sözü içine, bilime konu olan ve yaratılan her şey girer. Bu konuda aşağıda geçen örneklemelerin konunun anlaşılmasına yardımcı olacağını düşünmekteyiz:

Önce şu örnek üzerinden konuyu kavramaya çalışalım: Antalya-Isparta karayolu belli bir uzunluktadır. Bu yol, bilgiye konu olan şey olması açısından “malum” diye adlandırılır.  Biz bu yolun varlığını, 120 km uzunlukta olduğunu biliriz. Buna da “ilim/bilgi” denir. Burada bizim bilgimiz/ilmimiz maluma (ilme konu olan şeye) tâbidir, ona uyar ve ona uyduğu için ilimdir. Bu yol 120 km uzunluğunda olduğu için, biz onu 120 km olarak biliriz. Biz yola 120 km dediğimiz için, yol 120 km değildir. 150 km desek de yol 150 km olmaz.

     Eğer; Malum ilme tabi olsa ve uysaydı, biz “bu yol 150 km.dir” deyince yol 150 km olurdu.

Bilimsel verilerde konunun açıklayıcı başka örnekleri de vardır: İlim adamları, tecrübe ve araştırmalara dayanarak, güneşin hangi gün, hangi saatte tutulacağını önceden tespit ederler. Günü ve saati gelince güneş tutulur. Şimdi şöyle soralım:

 “Güneş, onlar ‘şu günde şu saatte tutulacak’ dedikleri için mi o gün ve o saatte tutuldu, yoksa güneş o gün ve o saatte tutulacağı için mi, bilim adamları o şekilde tespit ettiler?”

Şimdi kader inancı açısından konuya bakalım:

“İlim maluma tabidir” düsturu gereğince, Yüce Allah (celle celâluhu) olanları ve olacakları İlm-i ezelîsi ile bilmektedir. Onun ilmi/bilgisi de maluma tabidir. O böyle bildiği için biz böyle yapmıyoruz, biz böyle yaptığımız ve yapacağımız için o öyle bilmektedir. Malum ilme tabi olsaydı, o öyle bildiği için biz böyle yapacaktık, bu takdirde irademizi o yönlendirmiş olacak ve hür irademizle serbest hareketimiz engellenecekti. Hâlbuki Allah (celle celâluhu) olmuş ve olacakları nasılsa öyle bilir. Yani onun ilmi de maluma tabidir.

“Her şey önceden biliniyor muydu?”

Evet, İlm-i Ezelî her şeyi önceden biliyordu. Fakat bilmek zorlamak değildir.

“Madem Cenab-ı Hak, İlm-i Ezelîsi ile Cennetlik veya Cehennemlik olduğumuzu biliyor, irademizle gayret sarf etmemize ne gerek var?”

O bizim Cennetlik ve Cehennemlik olduğumuzu bilir. Fakat biz serbest irademizle ne yapacaksak o öyle bilir.

Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. O’nun külli iradesi bizim cüz’i irademize tâbidir. Biz ibadethaneye gitmek istesek, O bu fiili yaratır. Meyhaneye gitmek istesek onu da yaratan Allah’tır. Biz cüz’i irademizi kötü yönde kullandığımız için mesuliyeti yüklenmekteyiz.

    Allah’ın yanında bütün kâinat bir atom gibidir. Yani bir atomu nasıl biliyor ve idare ediyorsa, sonsuz kâinatı da yine bir atom gibi görür, bilir ve idare eder. O’nun için az-çok, büyük-küçük farkı yoktur. Bize göre geçmiş ve gelecek olan her şey bir anda O’nun ilmindedir ( Sarıcık, M. Bilimlerin Işığında Yaratılış. Üsküdar Üniversitesi Yayını,  İstanbul, 2017) (Yayına hazırlayanların notu).


[1] Fâtır Suresi, 28.ayet.
[2] Ateş, S. Kur’an-ı Kerim’e Göre Evrim Teorisi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1972, c. 20, sy. 1, s. 131.
[3] Bakara Suresi, 65.ayet.
[4] Muhammed el-Emîn el-Hererî, Hadâiku’r-Ravhi ve’r-Rayhan, Dâru’l-Minhac, Cidde, 2009, I, 466.
[5] Nisa Suresi, 1.ayet.
[6] Zümer Suresi, 6.ayet.
[7] Rûm Suresi, 20.ayet. Diğer ayetler için bkz. Tâhâ Suresi, 55; Hacc Suresi, 5; Fâtır Suresi, 11; Mü’min Suresi, 67; Rahmân Suresi, 14.
[8] Sâffât Suresi, 11. Ayet. Şu ayetlerde de, insanın çamurdan yaratıldığı bildirilmektedir: En'am Suresi, 2; A’raf Suresi, 12; Secde Suresi, 7; Sâd Suresi, 71,76.
[9] Mü’minûn Suresi, 12.ayet.
[10] Hicr Suresi, 26.ayet.
[11] Rahmân Suresi, 14.ayet. Ayrıca, Hicr Suresi, 26, 28, 33.
[12]Mü’minun, 12-14. İbn Abbas, Şa’bî, Ebû’l-Âliye, Dahhak, İbn Zeyd gibi sahabe ve tabiun kuşağından pek çok müfessir, ayetin, ‘Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik.’ kısmıyla yaratılışın tamamlanmasının ardından gerçekleşen ruh üflemesinin kastedildiğini belirtmektedir. Bkz. Ebû Ca’fer Muhammed İbn Cerîr et-Teberî, Camiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’an, Dâru’s-Selam, Beyrut, 2007, VII, 5910; Ebû Muhammed Abdulhakk İbn Atıyye, el- Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitabi’l-Azîz,Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2007, IV, 138; Ebû Abdullah uhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Cami’u li Ahkâmi’l-Kur’an, Dâr-u İhya-i’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 2002, XII, 75.
[13] Mü’minun Suresi, 12-14.ayetler.
[14] Buhari, Kader, 1; Bed’ül-Halk, 6; Enbiya, 2; Tevhid, 28; Müslim, Kader, 1; Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, Kader, 4.
[15] 130 günlük bir zaman kastedilmektedir.
16] Vefa Guneymî, ed-Devâbidu’ş-Şer’iyye li’l-Mumaresâti’t-Tıbbıyyeti’l-Muteallika bi’l-Mer’a, Dâru’s-Sumey’î, Riyat, 2009, 266.
[17] Müslim, Kader 1.
[18] Muhammed el-Emin b. Abdullah el-Hererî, el-Kevkebu’l-Vehhâc ve’r-Ravdu’l-Behhâc fî Şerh-i Sahihi’l-Müslim b. el-Haccâc, Dâru’l-Minhâc, Cidde, 2009, XXIV, 517-8.
[19] Müslim, Kader 1.
[20] el-Hererî, el-Kevkebu’l-Vehhâc ve’r-Ravdu’l-Behhâc fî Şerh-i Sahihi’l-Müslim b. el-Haccâc, Dâru’l-Minhâc, Cidde, 2009., XXIV, 517-8.
[21] Müsfir b. Ali b. Muhammed el-Kahtânî, İchazu’l-Cenîni’l-Müşevveh ve Hukmuhu fî’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Mecelletu’ş-Şeria ve’d-Dirâsâti’l-İslamiyye, Kuveyt, yıl: 18, sy. 54, 2003, 166.
[22] Ahmed Şevki İbrahim, Metâ Bedet Hayatu’l-İnsan, 76;Guneymi, a.g.e, 272.
[23] el-Kahtânî, a.g.m., 166.
[24] İbn Hacer, El-Askalânî, Fethu'l-Bârî Bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, thk: M. Fuâd Abdülbâkî, Dâru’l-Meârif, Beyrut, trsz., XI, 490; Guneymî, a.g.e., 273.
[25] Buhari, Kader, 1; Bed’ül-Halk, 6; Enbiya, 2; Tevhid, 28;Müslim, Kader, 1; Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, Kader, 4, 8.
[26] Mü’minun Suresi, 14.ayet.
[27] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XI, 490.
[28] el-Kurtubî, Ebû Abdullah uhammed b. Ahmed, el-Cami’u li Ahkâmi’l-Kur’an, Dâr-u İhya-i’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 2002, XII, 75., VIII, 12.
[29] Kurtubî, a.g.e., VIII, 12; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XI, 494.
[30] Kurtubî, a.g.e., VIII, 12.
[31] İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb fî Ricâli’l-Hadîs, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2004, V, 548-50.
[32] Bu terkip, hadisleri 40, 45, 42 rakamlarından dolayı muzdarip gören Hayreddin Karaman’ın işkalini de gidermektedir. Farklı rakamlar alt ve üst sınırı belirtmektedir. (Hayrettin Karaman ruh üflemeyle alakalı hadislerde ızdırab olduğunu, "cenini öldürme, cenîn üzerinde tasarrufta bulunma" konusu ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını bu yüzden insanın yaratılması ve kaderinin belirlenmesi ile alakalı açıklamalar bağlamında zikredildiğini söylemesi isabetli bir yaklaşım değildir. Karaman, ruh üflemeyi yaratılışın başlangıcı olarak aldığından hadisleri modern tıbbın yaratılışla alakalı ulaştığı verilere de aykırı bulur. Gerçekte ise yaratılış ve ruh üflemesi birbirinden farklı hadiselerdir. Bkz: http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0077.htm
[33] el-Kahtânî, a.g.m., 171-2.
[34]Abdurrahim Hayrullah eş-Şerif, Şubuhat Havle Merâhili’l-Cenîn,http://quran-.com/quran/article/2309/
[35] bk. Nayif Munir Faris, el-I’cazu’l-Ilmî fi’l-Kur’an-ı ve’s-Sunne, Mektebet-u İbn Kesîr, Kuveyt, 2011, I, 212.
[36] bk. http://quran-m.com/quran/article/2309.
[37] İnsan Suresi, 2.ayet.
[38] Nuh Suresi, 13-14.ayetler.
[39] Zümer Suresi, 6.ayetler.
[40] Nuh Suresi, 13-14.ayetler.
[41] Nayif Munir, a.g.e., I, 213.
[42] Muhammed el-Barr, el-Cenînu’l-Müşevveh ve’l-Emradu’l-Verâsiyye, Dâru’l-Kalem-Dâru’l-Menâr, 1411, 35-48; el-Kahtânî, a.g.m., 168-170.
[43] Ebü’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrem İbnü’l-Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut ts., IX, 334.
[44] el-Mevsûatü’l-Fıkhiyye’de şöyle denmektedir; “Bazı müfessirler, nutfenin yalnızca erkeğin spermi olduğu görüşünü benimsemiştir. Gerekçe olarak da insanın,“Tazyikle atılan bir su”dan” (et-Târık 86/6) yaratıldığını bildiren ayeti göstermiş bunun da erkeğe ait sperm olduğunu ifade etmişlerdir. Bazıları da bunun erkeğin spermi ile kadının suyundan oluşan nutfe olduğunu belirtmiştir. Ulema ve müfessirlerin çoğunun kanaati de budur.” Bkz. Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, el-Mesvûatu’l-Fıkhıyye, Kuveyt 1409/1989, “Cenin” maddesi, XVI, 117, 118.
[45] İnsan Suresi, 76/2.
[46] http://www.jinekolojivegebelik.com/2012/05/sperm-ve-yumurtanin-birlesmes... ;https://www.youtube.com/watch?v=iKNPyJi-ouU
[47] Mü’minun Suresi, 13.ayet.
[48] Abese Suresi, 17- 19.ayet
[49] Necm Suresi, 45-46.ayet.
[50] Taberi, a.g.e., IX, 7715.
[51] Müslim, Kader, 2.
[52] Bakara Suresi, 233.
[53] Ra’d Suresi, 8.ayet.
[54] http://www.jinekolojivegebelik.com/2010/07/plasenta-bebegin-esi.html
[55] Mü’minun Suresi, 14.ayet.
[56] bk. Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, a.g.e., “Cenin” maddesi, XVI, 118.
[57] Alâk Suresi, 2.ayet.
[58] Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, a.g.e., “Cenin” maddesi, XVI, 118.
[59] Nayif Munir, a.g.e., I, 223.
[60] Mü’minun Suresi, 14.ayet.
[61] Hac Suresi, 5.ayet.
[62] Müslim, Kader 3.
[63] Mü’minun Suresi, 14.ayet.
[64] Mü’minun Suresi, 14.ayet.
[65] Zümer Suresi, 39/6.
[66] Williams P.L, Basic Human Embryology, 1984, s. 64.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun