İLK İNSAN HZ. ÂDEM KISSASINDA YARATILIŞIN GAYE VE HİKMETİ

Dr. Öğr. Üyesi Fatih TOK
Osmangazi Üniv. İlahiyat Fak. TİBB Tefsir Anabilim Dalı. Eskişehir. 
[email protected]
   

     Kur’an-ı Kerim bizlere ilk insanın Hz. Âdem yaratılışı ve onun hayatı ile ilgili bazı bilgiler sunmaktadır. Bu bağlamda  Ayrıca kendisine ilmin verildiği (isimlerin öğretildiği) ve onun Allah tarafından gönderilen bir rehbere tâbi olması gerektiğinin bildirildiği aktarılmıştır. Yine kıssa içerisinde İblis’in suçu Yaratıcı’ya atıp isyana devam ettiği, kendisini yoktan var edenin emrini sorguladığı ve beğenmediği ve bu yüzden küfre düşüp lanetlendiği belirtilirken, Hz. Âdem’in ise suçu kendisinde görüp pişmanlığını ifade ettiği ve tövbe ederek tekrar Allah’ın hidayetine tâbi olduğu ifade edilmektedir.

     Kıssada anlatılanlar dikkatle incelediğinde onun, ilk insan üzerinden tüm insanlara yaratılışın; Nasıl?, Niçin?, Neden? Ve kim tarafından? Olduğuna dair insan zihnine takılan tüm sorulara birer cevap mahiyetinde olduğu anlaşılır. Zira bu tür soruların cevaplarını arayan insanoğlunun zaman içerisinde yaratılışa, varlığa, bilgiye, hayata, ahlaka dair birçok felsefe geliştirdiğini görmekteyiz. İşte ilk insanın kıssası da bir açıdan insanoğlunun bu tür sorularına cevaplar ihtiva etmektedir. Biz de araştırmamızda Kur’an’daki bu kıssanın unsurları çerçevesinde, yaratılışın gayesi ile hayatın mahiyeti hakkında bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

     Kıssa kelimesi Kur’an lügatinde; hikâye etmek, anlatmak, sözlü beyanda bulunmak, iz sürmek, adım adım takip etmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.[1] Kur’an ıstılahı açısından düşünüldüğünde ise, “Geçmiş kavimlerin tarihi izlerini açığa çıkarmak suretiyle unutulmuş veya bilinmeyen olaylar üzerinde dikkatleri yoğunlaştırarak insanı derinden derine tefekküre yönelten bir olgu” olarak tanımlanabilir.[2]

     Kıssalar Kur’an-ı Kerim’deki ayet sayısının yaklaşık olarak üçte birini teşkil etmektedir.[3] Kur’an kıssalarında zaman mefhumuna rastlanmazken mekân ve isimler ise nadiren yer alır. Yusuf kıssasını istisna edecek olursak, kıssalar mesaj verilecek kadarıyla pasajlar halinde ve yer yer tekrarlarla anlatılmıştır. Canlı, müşahhas, hareketli temsilî ve edebî bir üslupla anlatılan kıssalar Arapların az çok bildiği ve aşina olduğu kıssalardan seçilmiştir.[4]

     Kur’an-ı Kerim’de kıssaların, yani öncekilerin hayat hikâyelerinin anlatılmasının bazı sebep ve hikmetleri vardır. Öncelikle Cenab-ı Hak kıssa anlatımı ile Kur’an’ın ana gayesini, yani insanların hidayetini gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Ayrıca inanan ve inanmayan tüm insanların ibret almasını sağlamayı,[5]  Hz. Muhammed’in nübüvvetini ispat etmeyi,[6] peygamberi ve müminleri teselli etmeyi[7] ve tüm peygamberlerin dinlerinin bir olduğunu ortaya koymayı[8] hedeflediğini söyleyebiliriz. Keza bu bağlamda kıssaların bazı ilmi gelişmelere işaret anlamı da taşıdığı ifade edilmiştir.[9]    

      İlk İnsan Hz. Âdem’in Kıssası

     Hz.Âdem’in kıssası Kur’an-ı Kerim’de yedi farklı surede anlatılmaktadır.[10] Âdem ismi Kur’an-ı Kerim’de 25 yerde zikredilmektedir. Kıssa anlatılırken Hz. Havva’dan hep eşi olarak bahsetmektedir. Hz. Âdem kıssasının vazgeçilmez unsurları ise İblis ve ilk yaratılış sahnesinde yer alan meleklerdir. Bu kıssayı okurken onların da durumunu göz önünde bulundurmak durumundayız.

     Bu kıssanın ele alınmasının nedeni ise, Hz. Âdem’in kıssasının Yaratan, yaratılan varlıklar ve özellikleri, yaratılışın başlangıcı ve sonrası, hayatın anlamı ve gayesi üzerine bilgiler verdiğine dair kanaatimizdir. Diğer kıssalarda peygamberlerin karşısında hep inanmayan bir kitle varken burada sadece İblis’ten bahsedilmektedir. Olayda Hz. Âdem’in karşısında onunla mücadele eden onu Allah’ın yolundan alıkoymaya çalışan başka herhangi bir kitle söz konusu değildir. Bu da onun ilk insan oluşunun bir göstergesidir. Her hangi bir kitleyi davet etmekten ziyade kendi imtihanıyla uğraşıyor. Kendisinden sonra yaratılan eşi ile birlikte bir imtihana tâbi tutuluyor. Öyle ki onlara yönelik gelen yasaklama emri de “…siz ikiniz şu ağaca yaklaşmayın…”[11] demektedir. Bu ifadede çoğul bir hitap yoktur. Bu da imtihan esnasında başka insanların olmadığı ve yalnız ikisinin imtihana tâbi tutulduğunu gösteriyor.

     Kıssada Hayata Dair Bilgiler

     Hz. Âdem ve Eşi Hz. Havva ilk yaratılan insan oldukları için onlar üzerinden Rab, görünen ve görünmeyen varlıklar ve özellikleri, insan, yeryüzü, hayat ve ölüm, vazife, insanın gücü ve sınırı, varlık, bilgi, zaman ve mekân, hidayet, nimet, üstünlük ve alçaklık, günah, pişmanlık, tövbe, haddini bilme, dürüstlük ve fesat hali, itaat ve isyan, insanlar arası ilişki vs gibi hususlarda insanlara bilgi vermektedir.

     Yaratıcı ve yaratılış, varlık türleri, hayatın anlamı, ölüm ve ötesi gibi konularda şayet insana vahiy ile herhangi bir bilgi gelmemiş olsaydı, muhtemelen insan bu hususlarla ilgili düşünce ve arayışlar içinde olacaktı. Zira bir düşünce faaliyeti olan felsefe de bu bağlamda bazı soruların cevaplarını aramaktadır. Tarih boyunca filozoflar İlah (Yaratıcı), yaratılış, insan, ruh, bilgi, vazife ve ahlak/değer gibi birçok mesele hakkında düşünüp yazmışlardır. İnsan zihninin tabii olarak öğrenmek istediği/isteyeceği bu gibi sorulara Kur’an’da özellikle de ilk insan Hz. Âdem’in kıssası üzerinden bazı cevaplar vermiştir. Biz de bu yazıda söz konusu kıssa üzerinden Yaratıcı, yaratılış, varlıklar ve hayata dair bazı hususları tespit edip paylaşmak istiyoruz. 

     Varlıklar ve Özellikleri

     Allah yarattığı ilk insana muhatap olacağı varlıklar ve onların özelliklerini bizzat tecrübe ile gösterirken, sonraki insanlara da onun kıssası üzerinden varlıklar ve özellikleri hakkında bilgiler vermiştir. Aşağıdaki ayet-i kerimelerde görüyoruz ki, ilk insanın kıssasında Yaratıcı insanın muhatap olacağı bazı varlıkları zikrediyor.

     “Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler, Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.”[12]

     “Hani meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.”[13]

     “Hani Rabbin meleklere, "Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin" demişti. Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler. Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı.”[14]

     Ayetlerde Yaratıcı olan Rabbin yanı sıra melek, cinlerden olan İblis ve insan türünden bahsediliyor. Bu kıssa bir yandan Yaratıcı ve diğer varlıklardan haber verirken bir yandan da onların bazı özellikleri hakkında bizleri bilgilendirmektedir. Bu varlıkların ilki aynı zamanda diğer varlıkların yaratıcısı olan Rab’dir.

     Yaratıcı

     Rab, farklı kategorilere ait varlıkların var olma sebebidir. O varlıkları farklı şekillerde ve özelliklerde yaratmıştır. Ancak bu konuda bizlere ne kadar canlı ve iradeli ne kadar cansız varlık yarattığına dair bilgi vermekten ziyade bizimle alakalı olan varlık türlerinden bahsetmiştir. Mesela aşağıda mealleri verilen ayet-i kerimelerde insan için yaratılan yeryüzü ve gökyüzü hakkında bilgi verilmiştir. Yeryüzü insanın hayat alanı olarak yaratılmıştır.

     “De ki: "Siz mi yeri iki günde (iki devrede) yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir."  O, dört gün içinde (dört devrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. Böylece onları, iki günde (iki devrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir.”[15]

     Keza Allah insan türünü topraktan, cinleri ise zehirli, yalın bir ateşten yarattığına dair bizlere bildirimde bulunuyor. “Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı. ‘Cin’i de yalın bir ateşten yarattı.”[16]

     Bu bağlamda ayrıca insanın hayatını ve vazifesini devam ettirirken muhatap olacağı bir varlık olan meleklerden de bahsetmektedir. Zira melekler bir yandan insanın yaşadığı kâinatın işleri, İlahî mesajın insana ulaşması ve ölüm gibi meselelerde görev almaktadırlar. Burada dikkat çeken husus ise insan (Âdem) ile cin (İblis) benzer bazı özellikler sergilerken melekler onlardan daha farklı bir hususiyettedir. Aşağıda söz konusu bu varlıkların özelliklerine ve aralarındaki farklara değineceğiz.

     Melekler

     Bakara suresinde Rabb’in insan yaratacağına dair sözü üzerine melekler olayın hikmetini sorgularken aslında bir yandan da kendi özelliklerinden bahsetmektedirler. Daha doğrusu Rab onların sözü üzerinden onların bazı hususiyetlerini bizlere haber vermektedir. Söz konusu ortamda melekler, “Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz”[17]demektedirler. Yani onlar sürekli Allah’ı hamd ile tesbih ve takdis ettiklerini, asla O’na isyan etmediklerini, O’nun her emrini yerine getirdiklerini ifade ediyorlar. Başka bir ayet-i kerimede de Cenab-ı Hak, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.”[18] Buyurarak onların bu özelliğine dikkat çekmiştir. Bu yüzdendir ki Âdem’e secde edin emrini hiç itirazsız yerine getirmişlerdir. İşte Hz. Âdem kıssasındaki bu sahne insanın hayatında yeri olan melekler hakkında bize bir takım bilgiler aktarmaktadır.

     Keza İblis’in, Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya yasak ağaçtan yedirmek, yani onu Allah’ın emrine isyan ettirmek için ileri sürdüğü gerekçelerden biri de, o ağaçtan yedikleri takdirde “melekleşecekleri” yalanıdır. Bu ifade de meleklerin Allah katındaki değerini göstermesi açısından önemlidir.

     Cinler

     Rab, cinlerin hem yaratıldığı maddeyi ve hem de özelliklerini oldukça geniş açıklamaktadır. Rahman suresindeki, “Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.”[19]ayete göre cinler, hem insanlardan önce yaratılmış hem de farklı bir maddeden (zehirli, yalın ateş) yaratılmıştır. Dikkat çeken bir husus ise, cinlerin de insanlara benzer bazı özellikler taşımaları ve bu imtihandan sonra da insana düşman olmalarıdır. Kehf suresindeki, “Hani biz meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin" demiştik de İblis'ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis'i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!”[20]ayeti hem İblis’in cinlerden olduğunu, hem isyan ettiğini ve hem de insana düşman olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

     İblis’in en önemli özelliği insan karşısında kendini üstün ve büyük görmesidir. Bunu ise kendi kazandığı herhangi bir meziyet sayesinde değil de, Allah’ın onu yarattığı maddeye bağlamıştır. Bu bağlamda birkaç ayet meali verebiliriz:

     “Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.”[21]

     “Allah, "Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?" dedi. (O da) "Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın" dedi.”[22]

     “Allah, "Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne?" dedi. İblis dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem."[23] 

     İblis bir yandan isyanında suçu Rabbine attı, diğer yandan da her yolu deneyerek, sağdan soldan önden arkadan alttan üsten gelerek, yeminler edip yalanlar söyleyerek insanı Rabbine isyan ettirmeye çalıştı. Aşağıdaki ayet-i kerimeler bu durumu anlatmaktadırlar:

     “Şeytan dedi ki: " (Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım”. "Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın."[24]

     “Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki:(Öyle ise, yasak ağacın meyvesinden yiyin ki melek olasınız yahut Cennet’te ebediyyen kalasınız)" Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.""Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim" diye de onlara yemin etti.”[25]

     “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”[26]

     “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”[27]

     Şeytan yaptıklarından pişmanlık duymadı, tövbe etmeye yanaşmadı. Kıyamete kadar aldığı süreyi de hem isyan etmek ve hem de insanı isyana sürüklemekle geçirmeye çalıştı. Tüm bu tavırları sonucu İblis kâfirlerden oldu ve lanetlendi. Ona tâbi olan insanlar da şeytanlaşmış olarak kabul edildi ve Rab cehennemi İblis ve onun yolundan gideceklerle dolduracağını bildirdi.

     İnsan

     İlk insan Hz. Âdem hayat alanı olan yeryüzünün hammaddesi olan topraktan yaratılmış ve yeryüzüne halife tayin edilmiştir. Bir bakıma yeryüzü insan için yaratılmışken insan da yeryüzü için yaratılmıştır. Oranın halifesi yani hem istifade edicisi hem de imar ve inşa edicisi olarak vazifelendirildi.

     “Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler, Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.”[28]

     Ancak ayet-i kerimede meleklerin ifadesinden anlaşıldığına göre insan fesat çıkaran, kan döken yani Rabbinin emirlerine isyan eden bir varlık olacaktır. Zira insan bunu ilk adımda ispat etti. Hz. Âdem ve Hz. Havva Rabbinin yasak ağaç konusundaki emrini ihlal ettiler ve Rablerinin “apaçık düşmanınız, dikkat edin” dediği İblis’in emir ve tavsiyelerine uydular. Ancak insanı bu hususta İblis’ten ayıran önemli bir özellik ortaya çıkmıştır ki bu, insanın hem yaratılış fıtratını ortaya koymuş hem de insanı lanetlenen İblis’in durumuna düşmekten kurtarmıştır.

     Zikredilen ayetlerden anlıyoruz ki insan günah işleyebilen, zaman zaman Rabbine isyan edebilen bir varlıktır. Hatta öyle ki, cennet nimetleri içerisinde mahrum kaldığı bir meyve dahi onu günaha isyana sürükleyebilmektedir.[29]

     Ancak insan olarak kalabilmesi için bu hatalarının farkına varması, suçu kendinde araması ve hemen Rabbinden özür dilemesi gerekir. Tıpkı Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın yaptığı gibi:

     “Dediler ki: "Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz."[30]

     Aslında Rab Hz. Âdem’e “esma”yı (her şeyin isimlerini) öğretmiştir. “Allah Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti.[31]Yani insana hem bilgi hem de kabiliyet vermiştir. Ancak bilgi insanı yanlışa düşmekten alıkoyamamıştır.

     Hz. Âdem ve Hz. Havva isyan edince çıplak bir halde kaldılar ve bu zor ve rezil durumdan kendilerini kurtarabilmek için de cennetteki yapraklarla örtünmeye çalıştılar. Ancak Rab, “takva elbisesi daha hayırlıdır”[32] buyurarak insanın kusurlarını yaprakların veya elbisenin değil de “takva elbisesinin”, yani onun Allah karşısındaki sorumluluk bilincinin örteceğini söylemiştir.

     Maide suresinde anlatılan Hz. Âdem’in iki oğluna dair kıssayı dikkate aldığımızda ise, insanın her türlü bilgi ve kabiliyetine rağmen çok aciz, bilgisiz kalabileceğine işaret etmektedir. Burada ayrıca insanın nefis diye İblis haricinde bir güçlü düşmanının daha olduğunu görüyoruz:

     “Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti. "Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır."  Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.”[33]

     Son olarak diyebiliriz ki, insan yanlış yaptığı zaman, şeytana veya nefsine uyduğu zaman sonunda pişman olmalı ve Allah’tan bağışlanma dilemelidir. Allah’ın hiddet ve gazabından yine O’na sığınıp yalvarmalıdır. Zaten kulluğunun gereği de budur.

     Yaratılış ve Gayesi

     Rab yeryüzünü ve gökleri insan için yaratmıştır. İnsana çeşitli kabiliyetler vererek onu yeryüzünde halifelikle görevlendirmiştir. İlk insan yaratılırken Allah tarafından bu husus açık bir şekilde ifade edilmişti. Bu husustaki bazı ayet mealleri:

     “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”[34]

     “Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti.”[35]

     “O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi imtihan etmek için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır.”[36]

     Burada başka ayet-i kerimeler ışığında belirtelim ki Cenab-ı Hak insandan sadece kendisine kulluk beklemektedir. Yani insan, Hz. Âdem’in yaptığı gibi İblis’in ya da onun yolunda gidenlerin değil de, yalnızca Rabbinin emir ve yasaklarına uymalıdır. Bu durum sadece insan için değil de cinler, görünür görünmez tüm varlıklar için geçerlidir. Zira Rab,“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[37] buyurmaktadır.

      Bilgi ve Kaynağı

     İnsanın yeryüzünü tanıması, halifelik vazifesini yerine getirebilmesi hatta hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan en önemli unsurlardan birisi de bilgidir. Bu bağlamda Hz. Âdem kıssasında geçen bazı ifadeler bizlere bilginin kaynağı ve çeşitleri hakkında bilgi vermektedir.

     “Allah Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi. Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler. Allah şöyle dedi: "Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle." Hz. Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?" dedi.”[38]

Söz konusu ayet-i kerimelerde Rab, Hz. Âdem tüm varlıkların isimlerini öğrettiğinden bahsetmektedir. Meleklere verilmeyen bu bilginin ne ifade ettiğine dair yukarıda bazı bilgiler sunmuştuk. Bu husus, Hz. Âdem’e bütün eşyanın isimlerinin ya da eşyadan nasıl istifade edileceği bilgisinin yahut da tüm bunları keşfetmesine yarayacak özel bir kabiliyetin verilmesi olabilir

     Ayet-i kerimelerde dikkat çeken önemli hususlardan birisi de, bu bilginin kaynağının Allah olmasıdır ki, melekler de aynı hususu ifade ediyorlar. Muhtemeldir ki bu kabiliyet, insanın akıl kabiliyeti ile elde ettiği/edeceği bilgi türünden bahsetmektedir. Ancak Cenab-ı Hak bir başka bilgi türünden bahsediyor ki o da peygamberler aracılığıyla insanlara ulaştırdığı vahiydir. Bu, Taha suresinde olduğu gibi bazen zikir ismini de almaktadır.

     “Derken, Âdem (vahiy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb'ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.”[39]

     “Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi. Allah şöyle dedi: "Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker." "Her kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz."”[40]

     Dikkat çeken bir nokta ise, insanın hem dünyada ve hem de ahirette sıkıntıya, dalalete düşmemesinin de bu bilgiye tâbi olmasına bağlanmasıdır. Birinci bilgi türünü akıl, ikincisini de nakil olarak nitelendirirsek, insanın her iki bilgi türüne ihtiyacının olduğu ortaya çıkmaktadır.

     Sonuç

     Yaratılan ilk insanın kıssası aslında her bir insanın kıssasıdır. Öyle ki, insanların düşünüp dile getirdiği birçok sorunun cevabı bu kıssada dile getirilmektedir. Bu şekilde bizleri zihnen ve kalben rahatlatan birçok husus söz konusu kıssada anlatılmıştır. Bununla birlikte Kur’an her detayı açıklamamakta ve onları, her şeyin isimlerini öğrettiği insana bırakmaktadır. Bu yüzden insan bir yandan kendisine verilen kabiliyetleri kullanarak bilgi üretmeli, bir yandan da kendisine gönderilen vahye tâbi olarak kalbini tatmin etmelidir. Bu iki bilgi türü biri diğerinin alternatifi değil, birbirlerinin tamamlayıcısıdır. İnsan bunlar birlikte olduğu zaman ancak kalben ve zihnen mutmain olabilir.

     Rab, Hz. Âdem’in kıssası üzerinden tüm insanlara hem muhatap olacakları varlıklar ve özellikleri hakkında bilgiler vermiş ve hem de insanın yaratılış aşamaları, sorumluluğu, bilgi kaynakları, fıtrî özellikleri gibi hususlar hakkında açıklamalar yapmıştır. Kısacası bu kıssa her insanın kendinde bir şeyler bulacağı bir “ilk insan” kıssasıdır.


[1] Yusuf Suresi, 3; Kehf Suresi, 64; Kasas Suresi, 11.Kur’an-ı Kerim’de kıssaları ifade etmek için; Nebe’ (Kehf Suresi, 13; Yusuf Suresi, 102; Ali İmran Suresi, 44; Şuara Suresi, 69), hadîs (Naziat Suresi, 15) ve darb-ı mesel (Yasin Suresi, 13) gibi kavramlar da kullanılmıştır.[2]Demirci, M. Tefsir Usulü, İFAV, İstanbul, 2016, 52. Baskı, s. 210.
[3] Bu konuda yapılan bir araştırmaya göre Kur’an’da yer alan 6236 ayet-i kerimenin 1787 tanesi kıssalarla ilgilidir. Bu oranda ayetlerin % 27.65’ine tekabül etmektedir. Bkz. Mustafa Kara, “Kur’an Kıssalarında Konu ve Kapsam Merkezli Bir Analiz”, İslami İlimler Dergisi, 2014, Yıl. 9, C. 9, S. 1, s. 94-99.
[4] Demirci, M.Tefsir Usulü, s. 213-214; Mustafa Kara, “Kur’an Kıssalarında Konu ve Kapsam Merkezli Bir Analiz”, s. 94-99.
[5] Yusuf Suresi, 111; Hicr Suresi, 75; Hac Suresi, 45-46; Şuara Suresi, 10-191.
[6] Yusuf Suresi, 102; Kasas Suresi, 44-45; Hud Suresi, 49.
[7] Hud Suresi, 120; Bakara Suresi, 214.ayet.
[8] Enbiya Suresi, 48-92; Araf Suresi, 59-85; Hud Suresi, 25-99; Şuara Suresi, 10-191.
[9] Bu konudaki ayetler için bkz. Furkan Suresi, 53; Rahman Suresi, 19-20; Enam Suresi, 125; Hicr Suresi, 22; Rad Suresi, 3; Zariyat Suresi, 47; Kıyamet Suresi, 3-4; Enbiya Suresi, 30. Kur’an’da kıssa anlatımının sebep ve hikmetleri için bkz. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü, s. 211-213; Mustafa Öztürk, Kur’an Kıssalarının Mahiyeti, İstanbul: Kuramer, 2016, s. 213-374; İdris Şengül, “Kıssa”, DİA, İstanbul: 2002, C. 25, s. 500.
[10] Hz. Âdem kıssasının anlatıldığı sure ve ayetler: Bakara Suresi, 30-39; Al-i İmran Suresi, 33-34; Araf Suresi, 11-25; Hicr Suresi, 26-44; İsra Suresi, 61-65; Kehf Suresi, 50; Taha Suresi, 115-127; Sad Suresi, 71-85. ayetler.
[11] Araf Suresi 19. ayet.
[12] Bakara Suresi, 30. ayet.
[13] Bakara Suresi, 34. ayet.
[14] Hicr Suresi, 28-31. ayetler.
[15] Fussilet Suresi, 9-12. ayetler.
[16] Rahman Suresi, 14-15. ayetler.
[17] Bakara Suresi, 30. ayet.
[18] Tahrim Suresi, 6. ayet.
[19] Hicr Suresi, 26-27. ayetler.
[20] Kehf Suresi, 50. ayet.
[21] Bakara Suresi, 34 ayet; Araf Suresi, 11. ayet.
[22] Araf Suresi, 12. ayet.
[23]Hicr Suresi, 32. ayet.
[24] Araf Suresi, 16-17. ayetler.
[25] Araf Suresi, 20-21. ayetler.
[26] Taha Suresi, 120. ayet.
[27] Araf Suresi, 20. ayet.
[28] Bakara Suresi, 30. ayet.
[29]  Zira Rab insana, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (Araf Suresi, 19) buyurarak bir ağaç hariç her türlü yiyeceği ve içeceği emrine vermiştir.
[30] Araf Suresi, 23. ayet.
[31] Bakara Suresi, 31. ayet.
[32] Araf Suresi, 26. ayet.
[33] Maide Suresi, 27-31.ayetler.
[34] Bakara Suresi, 29.ayet.
[35] Bakara Suresi, 30.
[36] Enam Suresi, 165.
[37] Zariyat Suresi, 56.
[38] Bakara Suresi, 31-33.ayetler.
[39] Bakara Suresi, 37.ayet.
[40] Taha Suresi, 122-124.ayetler.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun