ALLAH’IN YARATMA HAKİKATİNE BİR YAKLAŞIM

Dr. Öğr. Üyesi Ali TENİK
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Urfa.
[email protected]

     Allah, insan hayatı için gerekli ne varsa her şeyi kitabında açıkladığını, hiçbir şeyin muallâkta kalmadığını açık ve net bir şekilde ilan etmektedir. Bu gerçeği de şu cümleyle beyan buyurmaktadır:

     “Yaş ve kuru her ne varsa apaçık kitapta açıklanmıştır.”[1]

     Hatta dalında kıpırdayan ya da düşen yaprağın O’nun bilgisiyle olduğunu açıkça beyan etmektedir.[2]Allah, yer ve gökler arasında yarattığı ve sürekli yaratmada olduğu her nesneyi ve bütün varlıkları bir gaye ve ölçüye göre yaratmaktadır.[3]Yaratılan tüm mevcûdat da insana hizmet ve fayda vermek için yaratılmaktadır.[4] Fakat Allah’ı tanıma ve yaşama hakikatinden mahrum olan insanların mesela toprağın verdiği her türlü üründe insanların hem kendilerine olan yararından, hem de niçin, nasıl yaratıldığı ve ne olduğu konusunda bilgileri yoktur.[5]

     Yaratıcı, yaratılan her nesneye ve her varlık türüne hâkim olduğundan dolayı, onların türemesini ve evrimini de iki parmağı arasına almıştır.[6]

     “O, her canlının yaratılış ve türeyiş seyrini bilir. Bunların hepsi Allah’ın ilmi dâhilinde gerçekleşmektedir.”[7]

     Bu yüzden “O’nun bilgisi olmadan hiçbir varlık teşekkül etmemekte, türememekte ve hiçbir olay gerçekleşmemektedir; öyle ki ne meyve kabuğunu çatlatır ne de bir dişi gebe kalabilir.”[8]

     Zira O, bütün varlıkların türeyişlerinin sebebidir. En küçük varlık olan proton-nötron-elektrondan, en devasa varlıklara kadar her şeyi çift yaratarak[9] her an ve her mekânda türeyişlerini sağlamaktadır. Yani O’nun;

     “Yer ve gökleri ve bunların içinde üretip çoğalttığı bütün canlı varlıkları yaratması O’nun işaretlerindendir/ayetlerindendir.”[10]

     Bu da gösteriyor ki, Allah bütün varlıkları yarattığı gibi bu varlıkların türeyip çoğalmasının hakikatini de bizzat kendi hükmüne göre gerçekleşmektedir. Tıpkı;

      “Yeryüzünü yaydık, üzerine dağlar yerleştirdik ve üstünde her tür güzel bitki yerleştiriyoruz[11] hakikatinde vurguladığı gibi, kendiliğinden meydana gelen gelişen hiçbir varlık türü yoktur ve kendiliğinden olmamaktadır ve olması da mümkün değildir. Bu ilâhî hakikatler de gösteriyor ki, ancak bu gerçekleri kabul edip onlara “iman” edenler için, “Kendi yaratışlarında ve O’nun yeryüzüne serpiştirdiği canlı türlerinden önemli mesajlar vardır.”[12]

    Yukarıda misalleri verilen bazı ilâhî hakikatlere bakıldığında, görünen ya da görünmeyen bütün canlılar üzerinde tek tasarruf ve hâkimiyet hakkı onları yaratan Yaratıcı’nındır. Onun için O, dilediği şekilde varlıkların türeyişine müsaade etmekte ve her an bir yaratışta olduğu için de yeni canlı türleri yaratmaktadır.[13]

     “Evrimci ve yaratılışçı”lar bazıları da bu gerçeklerin farkında olarak ya da olmayarak bu konudaki bilgilerinin kendi akıllarının ürünü olduğunu iddia etmektedirler. Fakat onlar, bütün bilimleri ilk yaratanın ve bu bilimlerin her bir bölümünü yarattığı kâinattaki nesneye yerleştiğinin bilincinden ve farkında değillerdir. Onlar zan ediyorlar ki, bu bilgileri ya kendilerinde önce yaşamış kendileri gibi insanlar ya da ilk defa kendileri icat etmektedir. Onlar, birçok konuda olduğu gibi yaratılış konusunda da kendi hayallerine göre ya da salt pozitivist akla dayalı iddialarını aklını kullanamayan kitlelere sanki yeni ve orijinal düşüncelermiş gibi sunmaya ve kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

     Konunun arka planına bakıldığında, gerçeklerin böyle olmadığı net bir şekilde anlaşılmaktadır. Zira yukarıda da ifade edildiği şekilde, Allah her ilmin harcını kendisi koyarak, bütün ilimlerin ilk öğretmeni, ilk pîri olarak insanları varlıklarda bulunan kendi ilmini keşfederek kendi hayatlarını bu ilimlerle dizayn etmeye davet etmektedir. O’nun hiçbir işinin gayesiz ve ölçüsüz olmadığı ve her şeyi bir ölçüye göre yarattığından dolayı insanlardan da bu ölçüye uymalarını dilemektedir.[14]

     Yarattığı hiç bir şeyde bir sapmanın ve yanılgının olmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İşte bu gerçeklerden sonra Allah, insana hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadığı bilgileri kabul edip bunlarla hayatını düzenlemeyi yasak etmektedir. Ve insandaki idrak ve algı organları olan kulak, göz ve kalbin bu asılsız bilgiden dolayı sorumlu olacağını net bir şekilde açıklamaktadır.[15] Fakat insanlar hayatlarıyla ilgili birçok konuda Allah’ın net olarak bildirdiği bilgiye göre değil, ya başka insanların ya da kendi aklının ürünü olan bilgilerin peşine düşerek bu bilgilerle hayatlarına şekil vermektedirler.

      İnsan tek öğretmen, yanılmaz zat, tek gerçek âlim kişinin Allah olduğunu akledip farkına varırsa varlıkların neden, niçin ve nasıl yaratıldığı konusunda aklında ve kalbinde herhangi bir çelişkinin kalması söz konusu olamaz.

      Aklın Değeri

     Tarihsel süreçte insanlar akla, kendi inanç, inanış ve düşüncelerine göre farklı yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Meselâ materyalist anlayışa göre akıl, beynin eşya üzerinde çıkarımlar ortaya koymasıdır. Felsefecilere göre akıl, beynin bilme, doğru düşünme ve herhangi bir konuda hüküm çıkarmasıdır. İlk çağ düşünürlerinden Herakleitos’a (MÖ 490) göre, hakikati öğrenmek için duyusal algı ile akla ihtiyacı vardır. Fakat duyusal algı güvenilir değildir. Zira ruhları eğitilmemiş insanlar için göz ve kulak kötü tanıklardır. Akla dayanmayan duyusal algılara güvenmek kaba ruhlu insanlara özgüdür. Herakleitos’a göre, insana muhakeme yetisi kazandıran bir “tanrısal akıl” vardır. Bu akıl, hakikatin ölçüsüdür. İnsan denilen varlık aklını çok az kullanır.[16] Yine ilk çağ düşünürlerinden Parmenides (MÖ 450) ise bilgi olarak aklı ön planda tutarken, duyuların yanıltıcı olduğunu söylemektedir.[17]

     Ünlü düşünür Aristoteles, bilgi edinme aracı olarak kabul ettiği aklı, ruhun bir melekesi olarak görmektedir. Ona göre insan, akılla diğer varlıklardan öne çıkmıştır. Akıl, ruhun kendisiyle düşünüp anladığı bir melekedir. Akıl, bütün kavranabilirleri kabul eden özdür. Akıl ile mâkuller (akledilen nesne) arasında, hisseden süje ile hissedilen objeler arasında bir ilişki vardır. Akıl, sadece mâkulleri almaya kabiliyetli olmaktan başka bir özelliğe sahip değildir. Aklın objesi ister kuvve hâlinde ister fiil hâlinde olsun eşyada ve zihinde olanları kavrayabilenlerin bütünüdür. Aristo, aklı ikiye ayırır; birincisi pasif akıldır. Bu akıl, duyum ve imajlardakini alır. İkincisi faal akıldır ki kavranabilirleri kavrayan etken akıldır.[18]

     Kur’ân’a göre akıl, insandaki algının, idrak etmenin, farkındalık meydana getirmenin, izanın ve anlayışın cevheri ve özüdür. Bu cevher, Allah’ın eşyaya tecellî ettiği ilim çerçevesinde hüküm ortaya koymaktadır. Allah, kitabında dört algı, idrak merkezi üzerinde hassasiyetle durarak insanlardan bunlarla akl edip hakikatlere varmayı istemektedir. Bu algılar; göz, kulak, kalp beynin muhakemesi olan akıldır. Akıl, bir nur/aydınlanma olduğu gibi, Allah’ın yarattığı en şerefli cevher ve varlıktır.[19] Çünkü akıl, ilmin kaynağı, esası ve doğuş yeridir.[20] Akıl, ilim ve hikmetin bilkuvve olarak bulunduğu yerdir. Aklın ilâhî vasfının ortaya çıkması için eğitimden geçmesi zorunludur.[21]

      Allah’ın her sözünü dinleyip, en güzel olan bu sözlere uyarak hakikate ulaşmak gerçek akıl sahibi olmaktır.[22] Bu akıl, her türlü şüpheden, kirden, mâsivâdan uzak olan saf ve temiz akıldır. Kitabın tanımıyla “ulu’l-elbâb” olan akıldır. Aynı şekilde insan varlığının aslı olan şuur hâli, farkındalık ve idrak zindeliği akıl ya da kalp olarak tabir edilir. Akıl farkında olmaktır; âtıl olanı anlayan faal hakikattir. Akıl, faal olma vasfını ilâhî cevher ve canlılığından almaktadır. Aynı şekilde akıl, Allah’ın insana üflediği “nefhâ-yı Rahmânî” ve Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini veren “kelâm-ı Rabbânî”den bir hakikattir.[23]

       İnsan, Allah’ın kendisine olan en büyük hediyesi akıl hakikati olduğunu bilebilirse ve en değerli cevherlerden olan akılla Allah’ın yazılı ve dikili ayetleri üzerinde düşündüğünde, Allah’ın kendi ayetlerinde insan için elzem ve gerekli olan her şeye açıklama getirdiğinin farkına varır. Allah’ın seksene yakın ayetle aklın önemine değinmesi ve aklın devreye girmesi için insandaki idrak duyularının açık tutulmasını dilemesi, insanın hakikatlere gitmesinin yolu olarak görmesindedir. Yani insan kulağını, gözünü, kalbini ve diğer algı organlarını devreye sokmadan akl etmesi mümkün değildir.[24]

     Allah, aklın yanı sıra, kalbinde kendisinin gerçeklerini idrak etmede en az akıl kadar önemli olduğunu ifade etmektedir. “Onlar, Kur’ân’ı düşünmezler mi yoksa kalpleri kilitli midir?[25] Allah, diğer taraftan da kalbi akl etmenin merkezi olarak göstermektedir:

     “Onunla akl etmeleri için onlara kalpler verdik”.[26]

     Kısacası Allah’ın kendi nefhasında yarattığı ruh, insanın bedenine girdikten sonra bedenin bütün organları ruhun hâkimiyetine girer[27].

     Kur’ânî aklın fonksiyonuna bakıldığında, Allah’ın hayatın kendisi olarak tanımladığı dini[28] insanlar arasında yanlış bir algıyla bilinen belli başlı bazı ibadetler olarak değil, yaratılan her şey ve Allah’tan peygamberler vasıtasıyla gelen tüm hakikatler üzerinde faaliyet gösteren bir hakikattir. Müslüman’daki akıl cevheri, bütün eşya üzerinde düşünerek, tefekkür ederek varlıktaki Allah bilgisini/hikmetini keşfederek O’nun dileğine göre bir hayat yaşamayı gaye edinir. Bu ilâhî akıl, Allah’ın kitabında açıkladığı ayetlerle kâinatta ve insanın kendi bedeninde mevcut olan Allah bilgisine göre yaşamayı “din/İslâm” olarak kabul etmektedir. Kur’ânî akıl insanlara, namazı, orucu, haccı, zekâtı, peygamberlere imanı, helâlı, haramı dinin/hayatın bir gereği olarak kabul ettiği gibi, insanın hayatı için de; sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tıp, biyoloji, fizik, kimya, hukuk, tarih vb. diğer bütün ilimleri de aynı derecede gerekli ve farz olarak görmektedir. Ve Allah bütün bu ilimlerin ilk muallimi, ilk öğretmenidir. Zira Allah, insana bizzat kendisinin bilgi vererek örettiğini, bu bilgiden önce herhangi bir bilgiye sahip olmadığını açıkladığı gibi,[29] kendi bilgisinin dışındaki bilgilendirmelerin insanı gerçekten ziyade yanlışa götüreceğini açıkça beyan buyurmaktadır[30].     

     Varlıkların Yaratılış Gerçeği

     Allah, varlıkları dilediği şekilde farklı türlerde yaratmakta ve yarattığı varlıkları da farklı şekillerde çoğaltmaktadır. O, farklı türde ve sayısızca yarattığı varlıkları da yeryüzünün her tarafına yaymıştır.[31]Allah, yarattığı ve sürekli yaratmada olduğu bütün mevcudatın numunesini, nev’ini, rengini, cinsiyetini vb. her bir özelliğini belli ölçülere göre koymakta ve bu ölçüde de zerre kadar bir sapma meydana gelmemektedir. Bu hakikati de yazılı ayetlerinde açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Allah yeri ve gökleri ve bunların içinde bulunan her şeyi birbirleriyle tam bir uyum içinde yaratmıştır. Allah’ın yaratışında kesinlikle bir aksaklık görülmez. Sürekli de bakılıp araştırılsa tekrar tekrar incelense bile hiçbir şekilde bir eksikliğin ya da sapmanın bulunması sözkonusu değildir.[32] Varlıklardaki tür teşekkülü, değişimi, dönüşümü de yine kendisinin dileğiyle gerçekleşmektedir. Bir canlıdan başka bir canlının ya da türün meydana gelmesi de yine kendisinin koyduğu sebeplerle gerçekleşmektedir. Varlık türlerinin farklı teşekkülleri hakkında çeşitli teorik ve deneye dayalı teoriler ortaya koyanlar, Allah’ın ayetinde ifade ettiği gibi, “Hepsi bir araya gelse bile bir sinek yaratmaktan acizdirler”[33]gerçeğine muhatap olan insanların, varlıkların türleri ve bu türlerden farklı türlerin çoğalması hakkında insanlara gerçek bilgiler vermesi söz konusu değildir.

      Allah yarattığı her şeyi çift yaratarak varlık türünün çoğalmasını sağlarken, diğer taraftan yarattığında herhangi bir eksiklik olmaması için de bütün mevcudatı bir ölçüye göre yarattığı gibi, yarattığı her varlığı da güzel ve noksansız yaratmıştır.[34]Allah her canlının yaratılış ve türeyiş seyrinden haberdardır ve her konu O’nun bilgisi çerçevesinde gerçekleşmektedir. Yani O, zerreden küreye her şeye hâkimdir.[35]

     Öte taraftan Allah, her an bir yaratmadadır. Yarattığı her varlık O’nun belirlediği ölçüye göre hareket etmektedir. Şu hakikat de unutulmamalıdır ki, Allah bütün varlıklar için farklı ölçüler koymuştur. Her varlığın takip ettiği bir hayat çizgisi mevcuttur. Bir canlıdan başka bir tür teşekkül etse bile Allah o canlı üzerinde başka bir türün teşekkül ilkelerini de koymuş, o varlığın teşekkülü bu ilâhî hakikatle gerçekleşmektedir.

    Evrimciler varlık türlerinin çoğalmasını ya da herhangi bir tür çeşidinin farklı iklim ve çevre şartlarına maruz kaldığında bu varlık üzerindeki değişimleri kendilerince büyük bir başarının neticesi olarak görmektedirler. Mesela balıklarda yüzme keselerinin hava soluyan akciğerlere dönüştüğü kabul edilmektedir. Aynı şekilde bir canlının aynı organı zamanla farklı iki görevi yerine getirmektedir. Canlılardaki bu özellikleri ve gelişmeleri düşünerek, tefekkür ederek bunu bilimsel olarak insanlara sunmak çok güzeldir. Fakat asıl olan bu gerçeklerin ilk ortaya koyan gücün kim olduğu ortaya konulup bu gerçeğin itiraf edilmesidir. İşte Darwin gibi insanlar, ilk yaratılışa dokunmadan üzerinde düşünmeden sonradan sürekli ve kesintisiz meydana gelen ilâhî hakikatlerin kendi akıllarınca ortaya konduğunu iddia etmektedirler.

      Varlık türlerinin çeşitliliği, zenginliği ve her birinin farklı özelliklere sahip olduğu bir gerçektir. Sürekli yaratmada olan bir Yaratıcı, her an farklı özelliklere sahip sayısız varlık yaratmaktadır. Sadece günümüz bilimi üç milyon böcek türünü, on beş bin sinek türünü tepit etmişse demek ki, varlıkların türeyişi Darwin vb. evrimci ve yaratılışçıların düşündüğünün çok ötesindedir. Onlar, türlerin çeşit ve benzerliklerini anlaşılmaz görmektedirler. Oysa Allah, her varlığı her türü kendi yaratılış ölçüsüne, çizgisine göre yaratmaktadır.

     Pozitivist bir akıl, ilâhî akılla bakmadığı sürece bu geçekleri kavraması mümkün değildir. Onlar, basit akıl çözümleriyle türlerin büyükten küçüğe doğru kendi içinde farklı bölünmelere gittiğini iddia etmektedirler.[36]

     Türlerin değişimi üzerinde duranlar, ancak yarış atı ile koşum atını, tazı denilen av köpeğiyle samsuna denilen savaş köpeği cinsini misal verirler.[37] Fakat o bilmez ki, Allah, her varlığı farklı bir karakter ve yapıda yaratmaktadır.  

     Sonuç

     Neticede, mevcut bütün varlıklar üzerinde düşünmek, onların yaratılışını, neden, niçin yaratıldıklarını ve her varlığın farklı özelliklerini bilmek düşünen insanlar için kaçınılmaz bir sorumluluktur. Yaratıcı, insanlardan yarattığı her varlık üzerinde düşünmeyi, o varlıklarda kendileri için hayati olan bilgiyi elde etmelerini önemle istemektedir, dilemektedir. O, çıplak gözle görünmeyen bir varlıktan en devasa varlığa kendi bilgisini nakış nakış işlemiş ve bu bilgiden de insanın faydalanmasını istemektedir. Bu yüzden insanları dikeyine, derinlemesine olan tefekküre çağırmaktadır. Hangi toplumda ve hangi kültürde yaşarlarsa yaşasın, eğer insan, kendine sunulan en önemli değer olan “ilâhî akıl” la hareket ederse, Allah’ın “Akl edin, tefekkür edin” hükümleriyle varlığa ve olaylara bakarsa, işte o vakit her baktığı yerde ilâhî gerçekleri görür ve yaşar. Allah’ın sıklıkla “düşünün” dediği hakikati unutan ya da bunu fark edemeyenler, varlık ve hadiseler üzerinde tefekkür etmeyi başkasına bırakan, tabiidir ki, nasıl düşüneceğini de bilemeyecektir.

     Fakat o, yaratıcının kendisinden istediği “tefekkür” gerçeğini idrak ederse, varlık üzerinde evrimci ve yaratılışçıların düşündüğünün mislince düşünüp oradaki ilâhî bilgiyi algılayarak hem kendisi gerçekleri algılayacak hem de insanlara bunu aktarabilecektir.


[1]En’âm Suresi, 59.ayet.
[2] Aynı ayet.
[3]Sâd Suresi, 27. ayet.
[4] Bakara Suresi, 29. ayet.
[5]Yâsin Suresi, 36. ayet.
[6] Müslim, Kader, 2654.
[7] Hud Suresi, 6. ayet.
[8] Fussilet Suresi, 47. ayet.
[9] Zuhrûf Suresi, 12. ayet.
[10] Şûrâ Suresi, 29. ayet.
[11] Kâf Suresi, 7. ayet.
[12] Câsiye Suresi, 4. ayet.
[13] Rahman Suresi, 29. ayet.
[14] Ra’d Suresi, 8. ayet.
[15] İsrâ Suresi, 36. ayet.
[16] Wilhem Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe, Çev. Oğuz Özgül, Pencere Yayınları, İstanbul 2011, s. 111-1136.
[17] Bertrand Russel, Batı Felsefesi Tarihi, İlya Yayınları, İzmir 2001, I, 78-79.
[18] Süleyman Hayri Bolay, Aristo Metafiziği ile Gazâlî Metafiziğinin Karşılaştırılması, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1986, s. 93-94.
[19] İbnü’l-Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, Beyrut 1995, 5: 197.
[20] Gazâlî, İhyâ, 1: 118.
[21] Gazâlî, Mizânu’l-‘amel, nşr. Süleyman Dünya (Kahire: 1964), 147.
[22] Zümer Suresi, 18. ayet.
[23] William Chittick, Kozmos’taki Tek Hakikat, trc. Ömer Çolakoğlu, (İstanbul: Sufi Kitap, 2010), 69-70.
[24] Bakara Suresi, 171. ayet.
[25] Muhammed Suresi, 24. ayet.
[26] Hacc Suresi, 46. ayet.
[27] Ali Tenik, Tasavvufî Bilgi-Allah’ı Allah’la Tanımanın Hakikati-, Litera Yayıncılık, İstanbul 2017, s. 125.
[28] Maide Suresi, 36. ayet.
[29] Bakara Suresi, 30-33. ayetler.
[30] Âl-i İmrân Suresi, 85. ayet.
[31] Bakara Suresi, 164. ayet.
[32] Mülk Suresi, 3. ayet.
[33] Hacc Suresi, 73. ayet.
[34] Secde Suresi, 7. ayet.
[35] Hûd Suresi, 6. ayet.
[36] Charles Robert Darwin, Türlerin Kökeni, çev. Ömer Ünalan, Kor Kitap, İstanbul 2017, s. 80-81.
[37] Darwin, Türlerin Kökeni, s. 234.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun