Anne karnındayken bedene ruh üflenmesi nasıl gerçekleşiyor?

Değerli Kardeşimiz
 

RUH CENİNE NE ZAMAN ÜFLENİR?

ÖZET

Bu araştırma, cenine ruhun nefh edildiği vakti ele almaktadır. Bu konu, mesela çocuk aldırma (kürtaj) gibi mühim meselelerle çok sıkı bağlantısı olan önemli bir mevzudur. Araştırmada ruh ve hayatın şer'î naslardaki anlamını ve ruhla hayatın aynı şey olmadığını, ruhun hayattan başka olduğunu açıkladım. Mesela bitki canlı bir varlıktır. Fakat onda ruh yoktur. Ruh konusunu araştırmada bir sakınca olmayacağını da açıkladım. Bu araştırmada Ruhun cenine nefh ediliş vaktini beyan eden şer'î nasları aktardım. Hadisleri inceledikten ve karşılaştırdıktan sonra, ruhun cenine, yaygın olarak bilindiği şekilde üçüncü kırk günden sonra değil, ilk kırk günden sonra nefh edildiği sonucuna vardım.

Arapçada "Ruh" kelimesi, "Rîh: bir şeye girmek" kelimesinden türemiştir.(1) Nefh edildiği(üflendiği) için ruh adı verilmiş olabilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ona biçim verip kendisine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin."(2) Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır:

"Sonra ona biçim verip kendisine ruhundan üfledi..."(3)

'Ruh' kelimesi, müzekker(eril)dir. Çoğulu 'ervah'tır. Hem müzekker hem müennes(dişil) olarak kullanıldığını söyleyenler de olmuştur. Müennes olarak kullanımı, muhtemelen ruhun nefs anlamına alınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bazılarına göre ruh ve nefs aynı şeydir.(4)

Terim anlamına gelince; çoğu Kur'ân-ı Kerim'de olmak üzere çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Aşağıdaki anlamlar bunlardandır:(5)

1. Kur'ân-ı Kerim. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İşte sana da, emrimizle bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, endisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun."(6)

Bu ayette Kur'ân-ı Kerim ruh olarak adlandırılmıştır. Çünkü Kur'ân'da insanlar için hayat vardır.

2. Cebrâîl Aleyhisselam. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Uyarıcılardan olasın diye onu Emîn ruh(Cebrâîl) senin kalbine indirmiştir."(7)

3. Vahiy. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"...Kavuşma günü hakkında (insanları) uyarmak için kendi iradesiyle vahyi kullarından dilediğine indirir."(8)

4. İsa Aleyhisselam. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"...Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur..."(9)

5. Cibrîl'den başka büyük bir melek. Bu meleğin ismini zikreden ilim adamı bulamadım. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ruh'un ve meleklerin saf saf sıralanacakları gün..."(10)

"Melekler ve Ruh o gecede,Rablerinin izniyle her bir iş için iner de iner."(11)

6. Ruh adıyla anılan, yiyip içen insanoğlu gibi, yaratılmış bir tür.(12) Muhtemelen bunlar cinlerdir.

7. Meleklerden yiyip içen bir sınıf.(13) Bu görüşe dair bir delil bulamadım. Maruf olana göre, melekler yemezler içmezler.

8. Kuvvet. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"...İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir..."(14)

9. Hayvan ruhu

10. İnsan anne karnındayken kendisine nefh edilen(üflenen) insan ruhu. AllahTeâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Sonra ona biçim verip kendisine ruhundan üfledi..."(15)

Hiç şüphesiz bütün bu manalardan bizi ilgilendiren, diğerleri değil, yalnızca sonuncu anlamdır.

RUH KONUSUNA DALMAK CAİZ MİDİR?

Allah Teâlâ: "Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki 'Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir.Size pek az ilim verilmiştir."(16) Buyurduğu halde ruh konusunda araştırmalara dalmak caiz midir? Bu soruyu pek çok insan sormaktadır. Buna birkaç yönden cevap verilebilir:

1. Bu ayette zikredilen ruh, insan ruhu değildir. Burada söz konusu edilen ruh, Cebrâîl yahut başka bir melek veya İsa Aleyisselamdır. Yahut da bunların dışında ruhun yukarda zikredilen anlamlarından biridir.(17)

Gerçekte, ağır basan görüşe göre ayette geçen ruh, insan ruhudur.(18) Fakat diğer görüşlerde söz konusu edilen anlamlarda kullanılmış olma ihtimali de vardır.

2. Ayette Yüce Allah, ruh konusunda soru soranların suallerine cevap vermemektedir. Çünkü bu soruyu soranlar, öğrenmek için değil, kargaşa çıkarmak ve sıkıntı meydana getirmek için böyle bir sual sormuşlardır.(19) Buna göre ayette, 'Ruh'un, ilim ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanın hakkında bilgi sahibi olamayacağı gaybî meselelerden olduğuna dair herhangi bir delalet yoktur.

3. Ayette geçen "... Size pek az ilim verilmiştir." İfadesi, 'Ey Yahudiler, Tevrat'ta size az bir ilim verilmiştir. Ruh bilgisi, bundan değildir.' Anlamınadır.(20)Bir çok sahih hadiste, bu konuda soru soranların Yahudiler olduğu yer almıştır. Buna göre ayetin anlamı, dile getirdiğimiz mana olur. Dolayısıyla bu ayetten, insanların, Kıyamete kadar 'Ruh'un durumuyla ilgili bir şey bilmelerinin mümkün olmadığı anlamı çıkmaz.

4. Hakkında soru sorulan, 'Ruh'un hakikati ve mahiyetidir.(21) Beşerin bilmesi mümkün olmayan, işte budur. Bunun hikmeti ise şudur: İnsanlar, kendi ruhlarının hakikatini kavramaktan aciz iseler, 'Zâtı ilâhiyye'nin hakikatini nasıl kavrayabileceklerdir? Bunu kavramaktan öncelikle aciz kalırlar.(22) Ağır basan görüş, işte budur. Allah en iyisini bilir.

Ruhun niteliklerine, varlığının veya yokluğunun belirtilerine gelince; bunu insanların bilmesi mümkündür. Bundan dolayıdır ki Rasulüllah (s.a.s.), sahih hadislerde bize, ruhun cenine nefh ediliş vakti, ruhların bir araya getirilmiş ordular gibi olduğu, onlardan birbirini tanıyanların uyuştuğu, birbirini tanımayanların uyuşmadığı gibi ruha ilişkin bazı meseleleri haber vermektedir. Yine ruhun müminin ve kafirin cesedinden çekilip çıkarılış tarzıyla ilgili,(23) onun definden sonra cesede geri döndürüleceğiyle ilgili,(24) fakat ruhun, 'Berzah'ta cesetle ilişkisinin dünyadaki ilişkisinden başka olduğuyla ilgili ve daha başka ruha ilişkin bazı hususlarda haberler vermiştir. Demek ki sahih olan görüşe göre, ruha ilişkin bazı şeyleri araştırmaya dinen herhangi bir engel yoktur.(25)

İNSAN RUHU

İlim adamları ve filozoflar, binlerce yıldır ruhu tanımlamaya çalışmaktadırlar. Tıpkı modern tıbbın ruhun hakikatine yahut da en azından bazı niteliklerine, varlığının veya yokluğunun belirtilerine ulaşmaya çalışması gibi. İşte hakkında çeşitli görüşler bulunan, -ki bunlar çoktur, hatta yüze ulaştığı söylenmektedir(26)- bu konuyla ilgili bazı görüşler:

Bazıları ruhun hayat olduğunu söylemişlerdir. Onun nefes olduğu da söylenmiştir. Çünkü nefes kesildiği zaman insan ölür. Kimileri de onun kan olduğunu söylemiştir. Çünkü kan kaybıyla hayat sona erer. Bazıları ona bedenin niteliklerinden biri, bazıları da bedenin bir kısmı demiştir.(27) Gazali şöyle söylemektedir: "Ruh, insanın, bilgileri algılamasını, üzüntülerin verdiği acıları ve sevinçlerin verdiği zevkleri hissetmesini sağlayan soyut yönüdür."(28) Feyyumî de şöyle söylüyor: "Ehl-i Sünnetin görüşüne göre ruh, beyana ve hıtabı anlamaya yetenekli nefsi nâtıkaª olup, cesedin yok olmasıyla yok olmaz."(29) İbnü'l-Kayyim ise şöyle diyor: "Mahiyeti itibariyle, algılanabilir nitelikteki bedene muhalif bir cisimdir. O, nuranidir, ulvidir, hafiftir, canlıdır ve hareketlidir. Uzuvların özüne nüfuz eder ve onlarda suyun gülün içinde hareket ettiği gibi hareket eder."(30) İbn Kesir de onun, bedende, suyun ağacın damarlarında dolaştığı gibi dolaşan ve cismani olmayan öz olduğunu nakletmiştir.(31) Cürcânî de şöyle diyor: "O, insanın, cismani olmayan, bilen, algılayan yönüdür."(32)

Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnetin ruhla ilgili tanımları, onun hakikatine değinmemekte, bazı niteliklerini, görevlerini ve etkilerini anlatmanın dışına çıkmamaktadır.

Her halükarda ilim adamları, algılama, ihtiyari hareketler, işitme, görme ve hissetmenin, cesette ruhun var olduğunu gösterdiği, bunların yokluğunun ise cesette ruhun bulunmadığını gösterdiği hususunda görüş birliği halindeler.(33)

"...Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, 'Haydi ruhlarınızı çıkarı(p teslim edi)n! Allah'a gerçek olmayan şeyler izafe ettiğiniz ve onun ayetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız' diyecekleri zaman hallerini bir görsen!"(34) ayetinde olduğu gibi bazen ruha 'nefs' denmektedir.

Şu ayetler ruhun nefisten başka olduğunu göstermektedir:

"Ona biçim verip kendisine ruhumdan üflediğim zaman..." (35)

"...Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ama ben senin nefsinde olanı bilemem..."(36) Çünkü birini diğerinin yerine koymak sahih değildir. Eğer farklılık olmasaydı bu geçerli olurdu.(37)

Ruha bazen kalb denir. Bazen da hayat denir. Bu kullanım, bazen akıl sahibi olmayan varlıklara hatta mecazen cansız varlıklara kadar uzanır.(38)

Ruhun bedenle beş çeşit ilişkisi vardır:(39)

1. Anne karnında cenin halinde iken.

2. Canlı olarak yer yüzüne çıktıktan sonra.

3. Uykuda. Bir yönden bedenle ilişkisi olmakla birlikte bir yönden de başka alemlerle ilgisi olan.

4. Berzah'ta.

5. Kıyamet gününde. Bu en mükemmelidir. Çünkü buradaki ilişki öyle bir irtibat ki beden bu irtibatla birlikte ne ölüm kabul eder,ne uyku ve ne de bozulma.

KUR'ÂN-I KERİM'DE HAYAT

'Hayat' kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli anlamlara gelmektedir. En önemlileri şunlardır:

1. İman

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kafirlere işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir." (40) Ayetteki 'ölü iken dirilttiğimiz' ifadesi, 'kafir iken imana eriştirdiğimiz' demektir. Bir diğer ayette de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'ın ve Rasulünün çağrısına uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda toplanacaksınız." (41) Bu imanın bütün şubelerini kapsamaktadır.

2. Şehitlerin hayatı

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah yolunda öldürülenlere'' ölüler' demeyin. Hayır onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz." (42) Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Tam tersine onlar diridirler, Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar." (43)

3. Bitkilerin hayatı

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti..."(44) Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır: "...Canlı olan her şeyi sudan yarattık..." (45) Bu, insan, hayvan, bitki ve tüm canlı varlıkları kapsar.

4. İnsan, hayvan ve benzerlerinde mevcut olan hayat

Yeryüzüne indirildiği zaman, Yüce Allah, Adem'e şöyle buyurmuştur: " ...Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz..." (46) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani İbrahim, 'Rabbim, Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster' demişti.(Allah ona), 'İnanmıyor musun?' deyince, 'Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için' demişti. 'Öyleyse dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler..." (47)

Kur'ân-ı Kerim'de yer aldığı gibi işte bunlar, hayat kelimesinin en önemli anlamlarıdır. Nebevi Sünnette bunun üzerine eklenecek ilave bir anlam bulamadım. Hiç şüphesiz bu anlamlardan burada bizi ilgilendiren, üçüncü ve dördüncü anlamlardır. Birinci ve ikinci anlamın konumuzla ilgisi yoktur.

RUH İLE HAYAT ARASINDAKİ FARK

Şimdi de ruh ile hayat arasında bir fark var mı, ona bakalım.

Bazıları yukarıda zikrettiğimiz gibi ruhu hayat olarak görmektedir. Bu görüş için, şer'î naslardan yahut aklî veya ilmi bir delil zikreden görmedim.

Bu meselede benim doğru kabul ettiğim görüş, ruhun hayattan başka olduğu, bu ikisinin bazen birleştiği bazen de ayrıldıkları görüşüdür. Bunu gösteren çeşitli deliller bulunmaktadır. İşte bu delillerden bazıları:

1. Yukarda zikrettiğim bazı şer'î naslarda görüldüğü ve botanik bilginlerinin hiçbir şüpheye meydan ermeyecek şekilde belirttikleri gibi bitki canlı bir varlıktır. Beslenir, fotosentez yapar, gelişir ve çoğalır. Fakat onun iradesi ve seçimi yoktur. Bitki, ruhu olmayan canlı bir varlıktır. Bildiğim kadarıyla hiçbir şer'î nasta, insan, hayvan ve kuş hakkında yer almış olduğu gibi, bitkide ruh olduğu yer almamaktadır.

2. Cenin, kendisine ruh üflenmeden önce canlı bir varlıktır. Döllenme anından ve rahme ulaşma öncesinden itibaren beslenir ve gelişim gösterir. Hiç şüphesiz bu esnada kendisinde hayat vardır.

İbn Kayyim şöyle söylemektedir: Ruh üflenmeden önce ceninde, tıpkı bitkide olduğu gibi gelişme ve beslenme hareketi vardır. Bu gelişme ve beslenme hareketi, iradeye dayalı değildir. Kendisine ruh üflenince, bu gelişme ve beslenme hareketine, hissetme ve irade hareketi de eklenir.(48)

Bırakın döllenmiş hücreyi, spermde bile hayat vardır. Şu kadar var ki yumurta ile birleşme olmaksızın onda hayatını sürdürme ve gelişme yeteneği yoktur. Aynı şekilde yumurtada da hayat vardır. Ancak o da döllenme olmaksızın varlığını sürdürme yeteneğine sahip değildir. Döllenme tamamlandığı zaman ise, varlığını sürdürmeye ve gelişmeye elverişli ilk insan hücresi oluşur.

Şu halde cenin, döllenmeden itibaren canlı bir varlıktır. Fakat şer'î nasların açıkladığı gibi onda kesinlikle ruh yoktur. Bundan dolayıdır ki o, iradeli hareketlerde bulunamaz. İradeli hareketler, ruhun varlığının delilidir.(49)

3. Ruh üflenmeden önce nasıl ki ceninde hayat varsa, ruh çıktıktan sonra da cesette hayat kalır. Bu organdan organa değişir. Bazısında hayat, ölümden sonra yalnızca dakikalarla ifade edilebilecek kadar bir süre devam ederken, bazısında saatlerce sürebilir. Bu organlar bitkin düşüp duruncaya kadar görevlerini yapmaya devam eder.

Hatta günümüzde, böbrek, kalp ve başka organ nakillerinde olduğu gibi, insan organlarından bir çoğunu, hayatını muhafaza ederek insandan ayırmak, sonra da onu bir başka bedene nakletmek mümkün hale gelmiştir.

5. Uyku halindeki kişi, hiç şüphesiz hayattadır. Vücudunun sistemleri çalışmaktadır. Solunum yapar, kalbi atar ve diğer hayat belirtileri kendini gösterir. Fakat onda ruh var mıdır? Bu, ilk etapta garip karşılanacak bir sorudur. Fakat şer'î naslara baktığımızda, buna cevap teşkil edecek çeşitli sarih naslar bulabiliyoruz. Bu nasların en önemlileri şunlardır:

a. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır : "Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır." (50)

Buna göre Allah ölüm esnasında ve uyku esnasında ruhları alıyor; ölümüne hükmedilmiş olanların ruhları tekrar cesetlerine gönderilmiyor, ölümüne hükmedilmemiş olanların cesetleri ise uykuda alındıktan sonra tekrar bedenlerine gönderiliyor.

b.Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O, geceleyin sizleri kendinizden geçirip alandır..." (51)

c. Hz. Peygamber (s.a.s.), uykudan uyandığında " Hamd, bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a mahsustur. Dönüş, ancak onadır." Derdi.(52)

d. Rasûlüllah (s.a.s.) bize, uykuya yatacağımızda şöyle dememizi emretmiştir: " Allah'ım, Senin adınla yanımı yere koyup oradan yine Senin adınla kaldıracağım. Eğer nefsimi (ruhumu) tutarsan onu bağışla. Şayet gönderirsen, onu salih kullarını muhafaza ettiğin şekilde muhafaza et.(53)

e. Ebu Katade hadisi. O şöyle söylemiştir: Bir gece Rasûlüllah (s.a.s.) ile birlikte yolculuk yaptık. Topluluktan bazıları, gecenin sonuna doğru 'Mola versen(54) Ey Allah'ın Rasûlü' dediler. Rasûlülah, 'Uyuyup kalarak namazı geçirmenizden korkuyorum' buyurdu. Bilal 'Ben sizi uyandırırım' dedi. Bunun üzerine yattılar. Bilal de (nöbeti esnasında) sırtını binitine dayamıştı. Gözlerini uyku bastı. Nihayet o da uyuyup kaldı. Rasûlüllah (s.a.s.), güneşin üst yuvarlağı doğmuş haldeyken uyandı ve 'Ey Bilal, Hani, söylediğin nerde kaldı?' dedi. O da 'Üzerime daha böyle hiç uyku çökmedi.' Deyince Rasûlüllah, 'Şüphesiz ki Allah dilediği zaman ruhlarınızı alır ve dilediği zaman onları geri döndürür...' buyurdu.(55)

Bu naslar, Allah'ın uyuyan kişinin ruhunu aldığını göstermektedir. Fakat bu geçici yahut cüz'i bir alıştır. Bu alış esnasında, ölüm halinde olduğu gibi ceset bozulmaz.

Bu durumu ilim adamları çeşitli ifadelerle anlatmışlardır. Bazıları, ruhun bedenle uyku halindeki ilişkisi, uyanıklık halindeki ilişkisinden farlıdır; Uyanıklık halindeki ilişki, uyku halindekinden daha güçlüdür, demişlerdir.(56)

Bazıları da şöyle söylemektedir: Ölümle uykuyu aynı noktada birleştiren husus, ruhun bedenle ilişkisinin kopmasıdır. Bu kopuş, bazen zahiren olur ki bu uyku halidir. Bunun içindir ki, uyku ölümün kardeşidir denmiştir.Bazen da batınen olur ki bu da ölümdür.(57)

Ebu İshak ez-Zeccâc şöyle diyor: Uyku halinde insandan ayrılan nefs(ruh), temyiz için olandır. Ölüm halinde ayrılan ise, hayat için olandır. Bununla birlikte solunum da ortadan kalkar.(58)

İbn Hacer de şöyle diyor: Ruhun alınmasından dolayı mutlaka ölüm gerçekleşmez. Ölüm, ruhun bedenle ilişkisinin zahiren ve batınen kopmasıdır. Uyku ise yalnızca zahiren kopmasıdır.(59)

Ebu Nasr el-Kuşeyrî, 'Uyku halinde ruh alınmaz, uyku halinde alınan nefstir' diyenlerin bu görüşlerini reddederken şöyle diyor: Bu, gerçekten uzak bir ihtimaldir. Çünkü "... Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır..."{Zümer 39/42} ayetinden anlaşılan, her iki halde de alınanın aynı şey olduğudur. Öyleyse Allah ruhu iki durumda almaktadır; uyku halinde ve ölüm halinde.(60)

İbn Kesir, uyku halinde ruhun alınmasını küçük ölüm şeklinde adlandırmaktadır.(61)

İşte bu şekilde, uyku halinde ruhun alınması hususundaki naslar sarihtir. Bu nasları zahirinden koparmak için hiç bir delil yoktur. Bu naslar ruh ile hayat arasındaki farkı pekiştirmektedir. Allah daha iyi bilir.

RUHUN VERİLMESİ (NEFHEDİLMESİ )

I. Konuyla ilgili naslar

1. Abdullah b. Mes'ud  (r.a.) Hadisi:

Abdullah b. Mes'ud (r.a.) şöyle söylemiştir: Rasûlüllah (s.a.s.) -ki o, doğru söyler ve kendisine doğru bildirilir- bize, (insanın yaratılış evrelerini) şöyle anlattı: "Sizden birinizin yaratılışı** annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada bunun gibi 'alaka' olur.*** Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur. Sonra Allah bir melek gönderir ve kendisine dört şey emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)...(62)

2. Birinci maddede zikredilen hadisin Müslim rivayeti: "Sizden birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra onda bunun gibi 'alaka' olur.¨ Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur. Sonra ona melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)..." (63)

3. Huzeyfe b.Esîd (r.a.) in, Peygamber (s.a.s.) e ulaştırdığı rivayete göre Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Nutfe, rahimde kırk yahut kırk beş gecede yerleştikten sonra, üzerine melek girer ve: 'Ya rabbi, Şaki mi olacak, said mi?' diye sorar ve bunlar yazılırlar.Tekrar: 'Ey Rabbim, erkek mi olacak yoksa dişi mi?' diye sorar. Bunlar da yazılır. Ameli, eseri, eceli ve rızkı hep yazılır. Sonra sayfalar dürülür. Artık o sayfalara ne bir ekleme yapılır ne de onlardan bir şey eksiltilir." (64)

4. Huzeyfe b. Esîd (r.a.), Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir. Melek ona şekil verir; kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra:'Ya Rabbi, erkek mi olacak, dişi mi?' diye sorar. Rabbin dilediğine hükmeder, melek de yazar. Sonra: 'Ya Rabbi eceli?' der. Rabbin dilediğini söyler. Melek yine yazar. Sonra: 'Rızkı?' der. Rabbin dilediğine hükmeder. Melek yine yazar.Sonra melek, yazılan sayfa elinde olduğu halde çıkar. Emrolunduğunun üzerine hiçbir ekleme yapmaz ve ondan hiçbir şey eksiltmez." (65)

5. Huzeyfe b. Esîd (r.a.), kulaklarıyla Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Nutfe,rahimde kırk gece kalır. Sonra melek ona şekil verir..."(66)

6. Rasûlüllah (s.a.s.) in sahabisi Huzeyfe b. Esîd (r.a.), kendisine ref' ederek Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah,kendi izniyle bir şey yaratmak dilediği vakit, rahime müvekkel bir meleği, kırk küsur gece dolunca gönderir..."(67)

7. Cabir.b.Abdillah (r.a.), Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Nutfe, rahimde kırk gün yahut kırk gece karar kıldığı zaman Allah ona bir melek gönderir. Melek: 'Ya Rabbi, rızkı nedir?' der..." (68)

II. Son beş hadis, ruhun verilmesini(üflenmesini) açıkça zikretmemektedir. Bu hadisler ancak, ceninin yaratılmasını ve kaderinin yazılmasını ifade etmektedir. Bunları burada zikretmemin sebebi şudur: Birinci ve ikinci hadis, kaderin yazılmasının ruhun üflenmesiyle birlikte olduğunu açıkça belirtmektedir. Mesela ikinci hadis şöyle söylüyor: "Sonra ona melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)..." Burada ruhun üflenmesiyle kaderin yazılmasının birbirinden ayrılmazlığı söz konusudur. Bu ikisi birlikte meydana gelmektedir. İkisinin ayrı zamanlarda olduğunu açıklayan bir tek hadis yoktur. Bunun için, ruhun üflenme, kaderlerin yazılma veya ceninin yaratılma zamanını zikreden hadislerin hepsini delil gösterdim. Bunların hepsi, bir vakitte ve meleğin bir gönderilişinde tamamlanmaktadır.

III. İlim adamlarının iki hadisin arasını bağdaştırma konusundaki görüşleri

İlim adamları, Buhari ve diğerlerinin rivayet ettiği Abdullah b. Mes'ud hadisi ve yine Müslim'in rivayet ettiği aynı hadisle, Huzeyfe hadisinin rivayetleri ve Cabir hadisi arasında bir teâruz (birbirine ters düşme) bulunduğunu gözlemlemişlerdir.

Birinci hadisin zahiri, Ruhun üflenmesi ve insanın kaderinin yazılmasının, üçüncü kırk günden sonra yani beşinci ayın başında olduğunu açıklamaktadır. Halbuki diğer hadislerin hepsi, bunun ilk kırk günden sonra, yani yaklaşık olarak ikinci ayın ortalarına doğru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu, hadis alimlerinin, "Muhtelifu'l-hadis"§ adını verdikleri şeydir.

Hadis alimleri, böyle durumlarda, aralarında tercihe gitmeden önce, birbirine zıt olan hadisler arasını bağdaştırmaya çalışmanın zaruri olduğunu ifade etmektedirler. Bu mümkün olmazsa, bu hadisler arasında tercihe gitmekten başka çare kalmaz; racih olan (ağır basan yani daha kuvvetli olan) alınır, mercuh olan(hafif kalan yani racihe göre daha zayıf kalan) terk edilir.(69)

Bu hadislerden birinin diğerini neshetmiş olması da mümkün değildir. Çünkü nesh, ancak emirlerde ve nehiylerde olur, haberlerde olmaz.

Birinci hadisle diğerlerinin arasını bağdaştırma konusunda ilim adamlarına ait pek çok görüş vardır. Fakat bunları üç gurupta toplamak mümkündür.

Birincisi, bu hadislerin birini diğerine hamletmeksizin zahirlerine göre aralarında uyum sağlama çabasıdır. İşte bunlardan bazıları:

1. Bir defa ilk kırk günden sonra bir defa da üçüncü kırk günden sonra olmak üzere kaderlerin yazılması iki kere gerçekleşir. Ruhun üflenmesi de ikinci yazımla birlikte yani üçüncü kırk günden sonra olur.(70)

İbn Kayyim şöyle söylemektedir: Bunun bir benzeri şudur: Yüce Allah yaratılmışların kaderlerini gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce takdir etmiştir. Sonra Kadir gecesinde yıl içinde olacakları aynı şekilde takdir eder. Bu, genel takdire göre daha özel bir takdirdir.(71)

İbn Receb el-Hanbelî de şöyle söylüyor: Daha zahir olan(azhar), bunun bir defa vuku bulmuş olmasıdır.(72)

Bildiğim kadarıyla cenin için anne karnında iken iki defa yazım olduğu bir tek hadiste bile geçmemektedir.

2. Kaderin yazılması ilk kırktan sonra, şekil verme (tasvîr), ikinci kırktan sonra ruhun üflenmesi ise üçüncü kırktan sonra gerçekleşir. (73)

Bu görüş, nasların desteklemediği bir yaklaşımdır. Çünkü naslar, meleğin görevlendirilişiyle ilgili olarak, şekillendirme, ruh üfleme ve kaderin yazılmasının kendisinde gerçekleştiği bir tek gönderilişten söz etmektedir. Allah daha iyi bilir.

3. Kaderin yazılması ilk kırktan sonra, şekillendirme ve ruh üflenmesi ise üçüncü kırktan sonra olur.(74)

Bu görüş, genellikle ilk kırktan sonra henüz yaratılışın gerçekleşmemiş olduğu şeklindeki yanlış kanaate dayanmaktadır. Tam tersine yaratılışın büyük bir kısmı bu evrede tamamlanmaktadır.(75)

4. Bu, ceninden cenine değişir. Bazı ceninlere, ruh ilk kırktan sonra, bazılarına ise üçüncü kırktan sonra üflenir.(76)

Bazıları da ceninlerin çoğuna ruhun, üçüncü kırktan sonra, bir kısmına ise ilk kırktan sonra üflendiğini söylemektedir.(77)

İbn Hacer, ilk görüşün yani kaderlerin yazılmasının iki defa vuku bulduğunu ifade eden görüşün daha uygun olduğunu söylemektedir.(78)

5. Konuyla ilgili rivayetlerin farklılığı, hamilelik sürelerinin farklılığına dayanmaktadır. Çocuk vardır, altı ayda doğar, çocuk vardır iki yılda. İkisinin arasında bir çok basamak vardır.(79)

Bu görüş doğru değildir. Çünkü tıbben hamileliğin on ayı geçmediği artık apaçık ortadadır. On ayı geçtiği zaman cenin anne karnında ölmektedir.

Bazı fakihlerin, hamilelik süresinin bazen bu süreyi aştığı yolundaki görüşlerine gelince; bunlar mevsuk haberlere dayanmakta, veya cenin anne karnında ölmekte ve kireçleşerek orada uzun süre kalmakta ve bunu hamilelik süresinden saymaktadırlar. Yahut da bu, psikolojik hamilelik durumlarından olup bazen süre uzamakta sonra bu esnada hakiki hamilelik ve doğum gerçekleşmekte ve insanlar bunu, iki sene veya daha önceden gerçekleşmiş bir hamilelik zannetmektedirler.(80)

6. İbn Mes'ûd'un rivayeti kızlara, Huzeyfe'nin rivayeti ise erkeklere hamledilir.(81) Bu, cinsiyet bezesinin, erbezi veya yumurtalık olarak ayrılmasında erbezinin oluşumunun, yumurtalıktan önce olması üzerine bina edilmiş bir görüştür. Bu eski alilerimizin zikrettiği bir meseledir. Tıbbî olarak ancak yirminci asrın yetmişli yıllarına doğru bilinebilmiştir. Fakat aradaki fark bu dereceye varmaz. Fark üç beş günü geçmez.Her ikisi de yedinci hafta bilinir.(82)

İbn Receb, bunun Huzeyfe hadisinin zahirine muhalif olduğunu söylemektedir.(83)

İkincisi, Son altı hadisin ilk hadise hamledilmesi. Bu görüş sahipleri, İbn Mes'ûd hadisini, kaderin yazılmasının şekillendirme zamanında gerçekleştiğini gösteren diğer hadisleri tefsir edici nitelikte görmektedirler.(84) Şöyle söylüyorlar: Bu ancak 'Mudğa'* aşamasından sonraki dördüncü evrede olur. Bu ilim adamları 'Mudğa'nın üçüncü kırk günde olduğu kanaatindedirler. Bunun, İbn Mes'ûd hadisine uygun düştüğünü söylemektedirler.(85)

Diğer bir yorum da İbn Mes'ûd hadisinin dışındaki hadislerde geçen 'kırk gün' ifadesiyle üçüncü kırk günün kastedildiği değerlendirmesidir.

İbn Kayyim, bunun, çok uzak bir ihtimal olduğunu, hadisin zahirinin bunu kesinlikle reddettiğini söylemektedir.(86)

Üçüncüsü, Birinci hadisin diğer hadislere hamledilmesi.

Müteahhirinden bazı ilim adamlarının tercihi budur. Şöyle söylemektedirler: 'Yaratma, şekillendirme ve kaderlerin yazılması, ikinci kırk günde gerçekleşir. Bu, İbn Mes'ûd hadisine ters düşmez.' Bu ilim adamları, bu konuda bazı tabiplerin görüşlerine dayanmaktadırlar.(87)

Bu kanaatteki ilim adamları, İbn Mes'ûd hadisini şöyle değerlendirmektedirler: Rasulüllah(s.a.s)in, '...sonra ona bir melek gönderilir...' ifadesi, kendisinden önceki '... Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur...' cümlesi üzerine değil, 'sizden birinin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır.' cümlesi üzerine atfedilmiştir. 'Sonra orada bunun gibi 'alaka' olur. Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur.' Cümleleri, matuf ile matuf aleyh (kendisi atfedilenle üzerine atıf yapılan) cümleler arasında itiraziye (ara cümle) olur. Bu da üç 'evre'nin ara verilmeden peş peşe zikredilmesi içindir. Bu tür kullanımlar caizdir. Kur'ân-ı Kerim'de, sahih hadislerde ve Arap dilinde yer almaktadır.(88) Bu ilim adamlarının sözlerinin gereği şudur: Ruhun üflenmesi, ilk kırktan sonra tamamlanır. Çünkü yaratma ve kaderin yazılması, birinci ve ikinci hadislerin işaret ettiği gibi ruhun üflenmesi döneminde olmaktadır.

IV. Tercih

Şüphesiz ilim adamlarının büyük bir çoğunluğu(cumhur), ilk hadisin zahirine göre hareket ederek ruhun üflenmesinin, üçüncü kırk günlük dilimden sonra hemen veya on gün içinde yani her iki halde de beşinci ayın başında olduğu kanaatine varmışlardır. Bu görüş öyle şüyu bulmuş ve yaygınlaşmıştır ki artık bir çok ilim adamı nezdinde, kendisinde hiç şüphe bulunmayan bir gerçek ve tartışılmaz bir inanç haline gelmiştir. Hatta bazı alimler bunun üzerinde ittifak olduğunu aktarmışlardır.(89)

Öyle görünüyor ki bunu, ilkinki hadisin zahirine göre hareket edenler yapmışlardır. Çünkü ilkinki hadis daha meşhurdur, kaynakların çoğu onu zikretmiştir. Huzeyfe hadisini ise yalnız Sahih-i Müslim'de, Cabir hadisini de yalnızca İmam Ahmed'in Müsned'inde bulabiliyoruz.

Bundan dolayıdır ki bu mevzuya giren ilim adamlarından bir çoğu, bu hadislerden bir şey aktarmamışlardır. İlmi açıdan bu kabul edilebilir bir durum değildir. Konuyla ilgili hadislerden bir kısmını bırakarak diğer bir kısmına itimat etmek doğru olmaz. Tam tersine bir konuyla ilgili hadislerin hepsini bir araya getirerek aralarını uzlaştırmak gerekir.

Bazı ilim adamları da bu hadisler arasında tercih yapmaya meylederek İbn Mes'ûd hadisini tercih etmişlerdir.(90) Tercihin, ancak uzlaştırmanın mümkün olmaması halinde olacağı malumdur. Oysa yukarda zikrettiğimiz gibi burada uzlaştırma mümkündür. Kaldı ki uzlaştırma mümkün olmasa dahi birinci hadisin diğerlerine tercih edilmesi konusunda soru işaretleri vardır.

Bazıları da bir kısım insanların, yaratmanın, daha önce değil de ancak üçüncü kırk gün içinde olacağı yolundaki zanlarına dayanarak Huzeyfe ve Cabir hadisleriyle Müslim rivayetini, İbn Mes'ûd hadisiyle uzlaştırmak için zahirlerinden çevirerek(91) onun üzerine hamletmişlerdir. Halbuki bu zannın hatalı olduğu ortaya çıkmıştır. Böyle bir zan,hadisleri zahirlerinden çevirmek için geçerli değildir.

Bazıları da 'Nutfe dört aylık olunca, Allah ona bir melek gönderir de melek kendisine ruh üfler' hadisi gibi ruhun üflenmesinin dört aydan sonra olduğunu açıklayan zayıf hadislere itimat etmişlerdir. Halbuki bu hadis munkatı'dır.(92) Yahut da 'Nutfe anne karnında değişmeden kırk gün olduğu gibi kalır...' (93) hadisi gibi 'Nutfe', 'Alaka' ve 'Mudğa' evrelerinden her birinin kırk gün olduğunu açıklayan zayıf rivayetlere dayanmaktadırlar.

Heysemî, (bu hadisin senedindeki ravilerden bazılarıyla ilgili olarak) şöyle söylemektedir:Ebu Ubeyde, babasından işitmemiştir.Ali b.Zeyd de 'seyyiü'l-hıfz'dır.(94)

Dört ayı veya her bir 'evre'nin kırk gün olduğunu açıkça telaffuz eden hadislerin hepsi de zayıf hadislerdir. Bunları delil olarak almak uygun değildir.

Öyle görünüyor ki en doğrusu, ilk hadisi diğerleri üzerine hamletmektir. Çünkü birinci hadiste 'dört ay' veya 'nutfe evresi'nin tek başına kırk gün olduğu telaffuz edilmemektedir. Tam tersine , 'sizden birinin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır.' İfadesinden, nutfeden alakaya, alakadan mudğaya kadar yaratılışın hepsinin kırk gün içinde tamamlandığı anlaşılır.(95) Bunun içindir ki herhangi bir sahih veya hasen rivayette, bu cümleden sonra nutfe kelimesi gelmemiştir.

'Sonra orada bunun gibi 'alaka' olur. Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur.' İfadesine gelince; bununla kırk günlük sürelerin kastedildiği açık değildir. Tam tersine başka anlamlara gelmesi ihtimali de vardır. Mesela, alaka ve mudğa evreleri de ceninin henüz ruhunun bulunmaması ve kaderinin yazılmamış olması açısından nutfe gibidir, şeklinde bir değerlendirme yapabiliriz. Bu ifadelerden sonraki 'Sonra ona melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir' sözü de buna işaret etmektedir.

Hadiste geçen 'bunun gibi' ifadesiyle sürenin kastedilmediğini destekleyen hususlardan biri de bizzat bu İbn Mes'ûd hadisinin Müslim rivayetidir. Bu rivayet şöyledir: "Sizden birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra onda bunun gibi 'alaka' olur. Sonra yine onda bunun gibi 'mudğa' olur...' Hadiste geçen ve tercümede 'onda' şeklinde yansıtılan 'fî zâlike' ifadesi, 'fî zâlike'l-vakt : O vakitte' anlamınadır ki bu da başka değil, ilk kırk gündür. Dolayısıyla hadiste geçen 'bunun gibi' ifadesinin, 'vakit'ten başka bir anlamla açıklanması uygun düşer. Hiçbir zorlamaya gitmeksizin anlam şöyle olur: Sonra bu vakitte tıpkı bu yaratılışın toplanması(Cem') gibi alaka olur,mudğa olur. Burada alaka ve mudğa ile ilk toplanma -ki bu nutfedir-arasında bir benzerlik vardır. Bu benzerlik, henüz ruhun bulunmaması olabilir-ki bana göre kuvvetle muhtemel olan budur- yahut henüz kaderin yazılmamış olması veya bunların oluşumunun bir defa da değil de tedrîcî olarak gerçekleşmesi yahut da ceninin bütün bu aşamalarda yaratılışının henüz tamamlanmamış bulunması olabilir. Allah en iyisini bilir.

Bazıları, bizim bu değerlendirmemize göre Rasulülah (s.a.s.)�in 'Sonra 'alaka' olur.' İfadesinin izah edilemeyeceğini zannetmektedirler. Buna şöyle cevap verilebilir: Burada 'sonra' edatıyla yapılan sıralama, haber verilenin değil, haberlerin sıralanması kabilindendir.(96)

İşte bu şekilde ilk hadisin birden fazla anlama gelme ihtimali vardır. Diğer hadisler ise sarihtir, tek değildir ve birden fazla sahabiden rivayet edilmiştir. Hiç şüphesiz ihtimalli olan, sarih olana hamledilir. Tersi yapılmaz. Dolayısıyla sarih olan, ihtimalli olana hamledilmez. Allah en iyisini bilir.

RUH HANGİ GÜN ÜFLENİR? (NEFHEDİLİR?)

Ruhun ilk kırk günden sonra üflendiğini tercih ettikten sonra, ruhun üflendiği günü kesin bir şekilde bilmek mümkün müdür? Sorusuna gelelim.

Şu ana kadarki gelişmeler çerçevesinde ilmî olarak ruhun üflendiği günü bilmemiz mümkün değildir. Konuyla ilgili hadisleri ise ruhun üflendiği günü belirleme yönünden dört guruba ayırabiliriz.

Birinci gurup: Ruh, kırkıncı gece ile kırk beşinci gece arasında üflenir. "Nutfe, rahimde kırk yahut kırk beş gecede karar kıldıktan sonra, üzerine melek girer..." Yukarda geçen üçüncü hadis.(97)

İkinci gurup: Kırk ikinci geceden sonra üflenir. "Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi..." Dördüncü hadis.

Üçüncü gurup: Kırk geceden sonra üflenir. "Nutfe, rahimde kırk gece kalır. Sonra melek ona şekil verir..." İkinci, beşinci ve yedinci hadisler.

Dördüncü gurup: Kırk küsür gece dolunca üflenir. Yedinci hadis.

Bu rivayetlerin arasını uzlaştırmak mümkün müdür?

Bu rivayetler birkaç şekilde uzlaştırılabilir:

Birincisi, bu, ceninden cenine değişir.(98) Ruhun üflendiği en az süre kırk, en çoğu da kırk beş gecedir. Ceninlerin çoğuna ruh, kırk iki geceden sonra yani kırk üçüncü gün üflenir. Bu, hadiste geçen kırk yahut kırk beş gece ifadesini ravinin tereddüdü olarak değil de hadisin bir parçası olarak saydığımız takdirdedir. Aslolan, sika ravi, duyduğunu rivayet eder. Bu ifadenin, ravinin tereddüdüne dayandığını gösteren bir şey bulamadım. Ancak şu söylenebilir: Bu hadis, Ebu't-Tufeyl'den o da Huzeyfe'den olmak üzere tereddüt taşımayan başka rivayetlerle de aktarılmıştır. Fakat zahirde bu rivayetler de belli bir gün üzerinde ittifak etmemektedir.

Hadisteki tereddütlü ifadenin, hadisin aslında yer almadığını, bunun raviden kaynaklandığını farzederek bunun diğer rivayetlere vurulmasının uygun olacağını düşünürsek; bu takdirde ruhun üflenmesi, kırkıncı gün ile kırk üçüncü gün arasında olur.

Ruhun üflenmesinin, ceninden cenine değişeceğini söyleyen görüşü destekleyen hususlardan biri de muhtemelen, ruhun üflenmesinin, yaratılış evreleriyle bağlantılı olmasıdır. Yukarda, ceninlerin gelişim hızının, tıpkı çocuklarda ve erginlerde olduğu gibi farklılık gösterdiğini anlatmıştık.(99) Dolayısıyla buna bağlı olarak ruhun üflenme zamanının, ceninden cenine farklılık göstermesinde yadırganacak bir şey yoktur.

İkincisi, Ruhun üflenmesine ilişkin sürenin kırk günü aşan kısmı belirlenmemiştir.(100) Dolayısıyla ruhun üflenmesi konusunda muayyen bir gün belirleyemeyiz. Fakat ruhun, kırk ile kırk beşinci gün arasında üflendiğinde şüphe yoktur. Bu, ne bundan önce ne de sonradır. Ancak bunun hangi günde olduğunu bilemeyiz.

Bu görüş, bazı ravilerin, rivayetlerinde hata ettikleri düşüncesi üzerine bina edilmiştir. Şu kadar var ki ravilerin rivayetlerinde hata ettikleri düşüncesine ancak, rivayetler arasını uzlaştırmak mümkün olmadığı zaman gidilir. Aslolan, sika ravinin hata etmemiş olacağıdır. Tersi değildir. Burada hadislerin arasını uzlaştırmak mümkündür.

Bazı ravilerin hata etmiş olduğunu kabul etsek bile, burada bu görüş sahiplerinin söylediklerine değil, tercihe gitmek uygun düşer. Bunun içindir ki diğer uzlaştırma yollarından birini almamız daha doğru olur.

Üçüncüsü, üçüncü hadisteki(Nutfe, rahimde kırk yahut kırk beş gecede...) ifadesinde ravinin tereddüdü vardır. Dolayısıyla bu hadis, ifadesinde tereddüt bulunmayan diğer hadislere hamledilir.Diğer hadisler de şöyle uzlaştırılır:

Dördüncü hadisin açıkça ifade ettiği gibi ruh, kırk ikinci geceden sonra üflenir. Bu altıncı hadiste geçen "kırk küsur gece dolunca..." ifadesine de uygundur. Çünkü ruh, kırk ikinci gecenin sona ermesiyle üflenir. İki tam geceyle birlikte üçüncü gecenin bir kısmı, küsur kavramına dahildir. Buna göre bu iki hadiste verilen rakamlar, ruhun üflenme zamanını ifade eden adedi belirlemek üzere yer almış olmaktadır.

Kırk adedini telaffuz eden rakamlar ise yaklaşık ifade olmak üzere zikredilmişlerdir. Dilde-özellikle zaman ifadelerinde- bu tür kullanımlar çoktur.(101)

Dördüncüsü, Üçüncü, beşinci ve yedinci hadislerin, ruhun cenine, nutfe rahimde karar kıldıktan kırk gün sonra üflendiğini açıkça ortaya koydukları görülmektedir. Kırk rakamını telaffuz eden bütün rivayetler bu konumdadır. Şu halde bu rivayetlerden maksat, ruhun cenine, döllenmeden sonra değil,nutfenin rahimde yerleşmesinden kırk gün sonra üflendiğidir.

Dördüncü hadisteki "Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi,..." ifadesine gelince; bu, ruhun, döllenmeden kırk iki gece sonra gerçekleştiği anlamınadır. Altıncı hadis de bu konumdadır.

Nutfenin (zigot), döllenmeden itibaren üçüncü günde rahmin içine girdiği de ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bu görüşe göre hadisler arasındaki uyum şöyledir: Cenine ruh,döllenmeden kırk iki gece veya nutfenin rahmin içine girmesinden kırk gün sonra üflenir.

Şu kadar var ki üçüncü hadiste , rahimde yerleştikten sonra ifadesi yer almaktadır. Bunun, 'nutfei emşâc'in(katışık nutfe) oluşumu anından itibaren altı yedi güne ihtiyacı vardır. Bu, yaklaşık olarak üçüncü günde gerçekleşen rahmin içine girişin dışındadır.

Nutfei emşâc(katışık nutfe), rahmin içine girdiği zaman hemen yerleşmez. Rahmin cidarına tutununcaya kadar üç beş gün daha yolculuğuna devam eder ve orada yerleşir.

Bu sebeple bu görüş, kuvvetli değildir. Allah en iyisini bilir.

Beşincisi, Üçüncü görüşte açıklandığı gibi ruh cenine, yumurtanın döllenmesinden itibaren değil, -üçüncü hadiste ifade edildiği şekilde- nutfenin rahimde yerleşmesinden itibaren kırk ikinci geceden sonra üflenir. Çünkü nutfe, yaklaşık olarak ancak yedinci günde, rahim cidarına tutunduğu esnada yerleşir. Buna göre ruhun üflenmesi, kırk dokuzuncu geceden sonra yani sekizinci haftanın başında olur. Allah daha iyisini bilir.

Benim kuvvetli bulduğum görüş budur. Çünkü bu, hiç birini ihmal etmeksizin rivayetler arasında uyum sağlamakta ve 'rahimde yerleşme'yi zikretmeyen hadisleri mutlak kabul ederek mukayyed hadisler üzerine hamletmektedir.

Ruhun üflenmesinin ceninden cenine değişeceğini söyleyen birinci görüşe -ki bu güçlü bir görüştür-itimat ettiğimiz takdirde de netice itibariyle ruh, cenine kırk yedinci gece ile kırk dokuzuncu gece arasında üflenmektedir.

'Kırk beş gece' rivayetine itimat ettiğimizde ise ruhun üflenmesi elli ikinci geceye kalmaktadır. Allah daha iyisini bilir.

ARAŞTIRMANIN SONUÇLARI

1. Ruhu araştırmaya dinen bir engel yoktur.

2. Şerî nasların delalet ettiği gibi ruh hayattan başkadır.

3. Ağır basan görüşe göre cenine ruh, hamilelikten itibaren üçüncü kırk günlük zaman diliminden sonra değil, ilk kırk günden sonra üflenir.

4. Ruhun cenine dört aydan sonra üflendiğini açıkça ifade eden sahih veya hasen bir tek hadis yoktur.

6. İbn Mes'ûd hadisinin Buhari rivayetini, bu hadisin Müslim rivayeti ve diğer beş hadisle uygun düşecek şekilde anlamak uygun olur.

7. Naslardan racih olan (ağır basan/kuvvetli olan) a göre, ruh cenine, döllenmeden itibaren kırk günden sonra üflenir.

Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

Kaynaklar:
(1) Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya (Ö.395H/1004M), Mu'cemu Mekâyîsi'l-lüğa, 6C, Tahkik: Abdüsselam Harun, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî,Kahire 1980, II/454.
(2) Sâd suresi, 38/72
(3) Secde suresi, 32/9
(4) Ahmed b. Ali el-Mukrî el-Feyyûmî (Ö.770H/1368M), el-Mısbâhu'l-Münîr fî Garîbi'ş-Şerhi'l-Kebîr, Tahkik: Abdülazim eş-Şenâvî, Dâru'l-Maârif, Kahire, s.245 (Bundan sonra bu kaynağa, 'Feyyûmî, Mısbâhu'l-Münîr' şeklinde atıf yapılacaktır.
(5) Ahmed b.Ali b. Hacer el-Askalânî (Ö.852H/1448M), Fethu'l-Bârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî, 13 C.+ Mukaddime,el-Matbaatü's-Selefiyye, Kahire, VIII/402.(Bu kaynak bundan sonra, 'İbn Hacer, Fethu'l-Bârî ' şeklinde gösterilecektir.) ; Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî (Ö.671H/1272M), el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, 20 C, Dâru'l-Kütüb'l-Arabî, Kahire 1967M, X/323.(Bu kaynak bundan sonra geçtiği yerlerde 'Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân' şeklinde gösterilecektir.)
(6) Şûrâ suresi, 42/52.
(7) Şuarâ suresi, 26/193-194.
(8) Gâfir suresi, 40/15.
(9) Nisâ suresi, 4/171.
(10) Nebe' suresi, 78/38.
(11) Kadr suresi, 97/4. Not: Bu son iki ayette geçen ruh kelimesiyle Cibrîl'in kastedildiğini ifade eden bir çok müfessir vardır. (Mütercim)
(12) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/402.
(13) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/402.
(14) Mücadele suresi, 58/22.
(15) Secde suresi, 32/9
(16) İsrâ suresi, 17/85.
(17) İsmail b. Kesir el- Kuraşî ed-Dimeşkî (Ö.774H/1372M), Tefsiru'l-Kur'âni'il-Azîm, 4C, Dâru Ihyai't-Türâsi'l-Arabî, Kahire 1969, III/61 (Bundan sonra bu kaynağa, İbn Kesir, Tefsir şeklinde atıf yapılacaktır.); İbnHacer, Fethu'l-Bârî, VIII/402.
(18) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/402-403.
(19) İbn Kesir, Tefsir, III/61.
(20) Kurtubî. el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, X/324; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/404.
(21) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/402
(22) Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmi'l-Kurân, X/324.
(23) Ebu Davud, Süleyman b. El-Eş'as es-Sicistânî (Ö.273H/886M), es-Sünen, IIC, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Kahire1952, II/540. (Bu kaynağa bundan sonra, ' Ebu Davud, Sünen' şeklinde atıf yapılacaktır.
(24) Ahmed b. Huseyin el-Beyhakî(Ö.728h/1065M), İsbâtü Azâbi'l-Kabr, Dâru'l-Furkân, Amman 1983, s. 38
(25) İbn Teymiyye, Ahmed b. Abdülhalim (Ö.728H/1327M), Mecmûu'l-Fetâvâ, XXXVIIC, IV/231.(Bundan sonra bu kaynağa, 'İbn Teymiyye, Fetâvâ' şeklinde atıf yapılacaktır.); İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/404; İbn el-Kayyim, Muhammed b. Ebî Bekr (Ö.751H/1350M), er-Rûh, IC, Dâru'l-Fikr, Amman 1985,s.212. (Bu kaynak geçince, 'İbn Kayyim, Ruh' şeklinde zikredilecektir.
(26) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/403.
(27) İbn Teymiyye, Fetâvâ, III/31; Feyyûmî, Mısbâhu'l-Münir, s.245; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/403.
(28) Gazali, Ebu Hamid, Muhammed b. Muhammed (Ö:505H/1111M), Ihyau Ulûmi'd-dîn, 5C, Dâru'r-Reşad el-hadîse, el-Mağrib, IV/494. (Bundan sonra bu kaynağa, 'Gazali, Ihya' şeklinde atıf yapılacaktır.)
ª 'Nefsinâtıka', insanın canlılar arasındaki yerini belli eden, külli ve cüz'î meseleleri algılayan, zatında maddeden soyutlanmış fiilinde ise maddeden kopamayan cevheri, özü demektir. (Çeviren)
(29) Feyyûmî, Mısbâhu'l-Münir, s.245.
(30) İbn Kayyim, Ruh, s. 249.
(31) İbn Kesir, Tefsir, III/61.
(32) Ali b. Muhammed eş-Şerîf el-Cürcânî (816H/1413M), et-Tarifat, Mektebetü Lübnan, Beyrut 1978, s.118.
(33) Gazali, Ihya, IV/494; İbn Kayyim, Ruh, s. 249; Ahmed er-Ramlî (Ö.1004H/1595M) Nihayetü'l- Muhtâc ila Şerhi'l-Minhâc, VIII C;Hamişinde Haşiyetü'ş-Şibramlisi ve er-Raşîdî var. VII/15; Ali b.Süleyman el- Merdâvî (Ö.855H/1451M), el-İnsaf fi Ma'rifeti'r-Râcih mine'l-Hılaf ala Mezhebi'l-İmam Ahmed b.Hanbel, Matbaatü's-Sünneti'l-Muhammediyye, Kahira 13761 H/1451M, VII/331, IX/452.
(34) En'am suresi, 6/ 93.
(35) Sâd suresi, 38/72
(36) Maide suresi, 5/116.
(37) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/403.
(38) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, VIII/403.
(39) İbn Kayyim, Ruh, s.65.
(40) En'am suresi, 6/122
(41) Enfal suresi, 8/24.
(42) Bakara suresi, 2/154.
(43) Âl-i Imran suresi, 3/169.
(44) Nahl suresi, 16/65.
(45) Enbiya suresi, 21/30.
(46) Araf suresi, 7/25.
(47) Bakara suresi, 2/260.
(48) İbn Kayyim, Muhammed b. Ebî Bekr (Ö.751H/1350M), et-Tibyan fi Aksâmi'l-Kur'ân, I C, el-Mektebetü't-Ticariyye el-Kübra, Kahire 19331, s. 351. (Bundan sonra bu kaynak geçince 'İbn Kayyim, Tibyan' şeklinde gösterilecektir.
(49) İbn Kayyim, Tibyan, s. 339-351.
(50) Zümer suresi, 39/42.
(51) En'am suresi, 6/60.
(52) Muhammed b. İsmail el-Buhârî (Ö. 256H/869M), el-Câmiu'l-Müsnedü's-Sahîhu'l-Muhtasar min Umûri Rasûli'llah sallallahü aleyhi ve sellem ve Sünenihi ve Eyyâmih bi şerhi İbn Hacer, XIII C+Mukaddime, et-Tab'atü's-Selefiyye,11/115. {Buhari, Deavat 8} Hadis No: 6314. (Bundan sonra bu kaynağa 'Buhari, Sahih' şeklinde atıfta bulunulacaktır.); Müslim b. Haccac en-Nisâbûrî (Ö. 256H/874M), Sahihu Müslim, V C, Tahkik: Muhammed Fuad Abdülbaki, Dâru Ihyai'l-Kütübi'l-Arabiyye, Kahire 1955, 4/2083 {Zikir 17} Hadis No:2711, Babu ma yekûlü ınde'n-nevm. (Bu kaynağa bundan sonra 'Müslim, Sahih' şeklinde atıf yapılacaktır.)
(53) Buhari, Sahih, Tevhid 13; 13/378, Hadis No: 7893. Babü's-Süâl bi Esmâillahi Teâlâ; Müslim, Sahih, 4/2085 {Zikir 17} Hadis No: 2714, Bâbü ma Yekûlüınde'n-Nevm.
(54) 'Gecenin sonuna doğru mola vermek' karşılığıyla çevrilen terim, 'Ta'rîs'tir. 'Ta'rîs, yolcunun, gecenin sonunda uyku ve dinlenme için mola vermesi demektir. Ebu's-Saâdât el-Mübarek b. Muhammed el-Cezerî (İbn Esîr, Ö. 606H/1209M), en-Nihaye fi Garîbi'l-Hadis ve'l-Eser, IV C, el-Mektebetü'l-İslamiyye, 3/206. (Bundan sonra bu kaynak geçince 'İbn Esîr, Nihaye' şeklinde gösterilecektir.)
(55) Buhari, Sahih, 3/66; {Mevakît 35}, Hadis No: 595; Ebu Davud, Sünen,1/104 {Salat 11} Hadis No:435; Nesâî Ahmed b. Şuayb b. Ali (Ö. 303H/915M), es-Sünen, IV C Her cild iki cüz, Dâru'l-Fikr,Beyrut 1930, 2/106, Kitâbü'l-İmâme, 47 Bâbü'l-Cemâa li'l-fâiti mine's salât. (Bu kaynağa bundan sonra 'Nesâî, Sünen' şeklinde atıf yapılacaktır.)
(56) İbn Kayyim, Ruh, s.65.
(57) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/114.
(58) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/114.
(59) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, II/67
(60) Süleyman b. Ömer el-Uceylî (Ö.1204H/1789M), el-Fütûhâtü'l-ilâhiyye bi Tavîhi Tefsiri'l-Celâleyn li'd-Dekâikı'l-Hafiyye, IV C, Matbaatü İsa el-Halebi, Kahire, III/602.
(61) İbn Kesir,Tefsir, IV/55.
** Yaratılış şeklinde çevirdiğimiz kelime, hadiste 'halk' olarak geçmektedir. (Çeviren)
*** 'Alaka' ve 'Mudğa' kelimeleri, insanın yaratılış evrelerini anlatan ayetlerde de geçmektedir. {Bakınız: Mü'minûn suresi, 23/14; Hac suresi 22/5} 'Alaka'nın, erkeğin spermiyle döllenmiş kadın yumurtasından oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli, 'Mudğa'nın da, ceninin, üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıdığı, henüz uzuvlarının oluşmadığı evresi olduğu ifade edilmektedir. (Bakınız: Kur'ân-Kerim Meâli, Diyanet İşleri Başkanlığı yayını, Hazırlayanlar: Doç. Dr. Halil Altuntaş, Dr. Muzaffer Şahin. Bu ayetlerle ilgili açıklamalar.) (Çeviren)
(62) Buhari, Sahih, Kitabü Bed'i'l-halk (Babu zikri'l-melâike) 6/303, Hadis No:3208; Kitabü'l-Enbiya 1, VI/363 Hadis No:3332;Kitabü'l- Kader 1, XI/6594; Kitabü't-Tevhid 27, (Kavlühü Teâlâ ve lekad sebekat kelimetüna) XIII/440; Ebu Davud, Sünen, Kitabü's-Sünne 16 (bab fi'l-kader) II/530; Tirmizi, Muhammed b. İsa b. Sevra(Ö:279H/892M) el_Câmi', Dâru'l-Fikr, Beyrut 1980, V C, Kitabü'l-Kader 4, III/302, Hadis No: 2220, (Bu kaynağa bundan sonra 'Tirmizi,Cami' şeklinde atıf yapılacaktır.); Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî (Ö.241H/855M), el-Müsned, VI C, Dâru'l-Fikr, Beyrut,I/382,430; (Bu kaynağa bundan sonra 'Ahmed b. Hanbel, Müsned' şeklinde atıf yapılacaktır.)
(63) Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2643, IV/2036
(64) Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2644, IV/2037; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/7.
(65) Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.
(66) Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.
(67) Müslim, Sahih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.
(68) Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/397. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid' de şöyle söylüyor: "Bu hadisin senedinde ismi geçen Hasîf hakkında İbn Maîn ve bir gurup hadisçi sika demişlerdir. Ancak Hasîf'in sika olup olmadığı ihtilaflıdır. Hadisin diğer ravileri sikadır." Ancak beşinci maddede zikrettiğimiz Huzeyfe hadisi, bunu desteklemektedir.
§ "Hadis ilminin en önemli konularından biri olan muhtelifu'l-hadis, iki hadisin mana yönünden zâhiren birbirine zıt olarak varid olması halinde aralarında cem ve telif yapılması, yahut iki hadisten birinin tercihiyle diğerinin terki ve tercih olunanla amel edilmesidir." Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1980, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayını (Çeviren).
(69) Hafız Irakî, Abdurrahim b. Huseyn (Ö. 806 H/1403M), et-Takyîd ve'l-İzah Şerhu Mukaddimeti İbni's-Salah, el-Mektebetü's-Selefiyye, 19691, s. 285; Suyutî, Abdurrahman b. Ebi Bekr (Ö. 911 H/1505 M), Tedrîbü'r-Râvî fi Şerhi Takrîbi'n- Nevevi, II C, Dâru'l-Kütübi'l-Hadîse, Kahire 19662, II/197.
(70) İbn Receb el-Hanbelî, Abdurrahmanb. Şihabü'd-din Ahmed (Ö. 795 H/1392 M), Câmiu'l-Ulûmi ve'l-Hıkem, Bir cilt, Mektebetü'r-Risâle el-Hadîse, Amman, s. 51. (Bu kaynağa bundan sonra 'İbn Receb, Câmiu'l-Ulûm' şeklinde atıf yapılacaktır)
(71) İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed b. EbîBekr (Ö.751H/1350M), Avnu'l-Ma'bûd'un hamişinde basılan Ebu Davud şerhi, el-Matbaatü's-Selefiyye, XII/478 (Bundan sonra bu kaynağa 'ibn Kayyim, Şerhu Süneni Ebî Davud' şeklinde atıf yapılacaktır)
(72) İbn Receb, Câmiu'l-Ulûm, s. 51.
(73) Yahya b. Şeref en-Nevevî(Ö.676H/1277M), Şerhu Sahîhi Müslim. IX C, Her mücelled iki cilt, Dâru ıhyai't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut, XVI/190. (Bundan sonra bu kaynak geçtiğinde 'Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim' şeklinde atıf yapılacaktır.
(74) İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV/240; İbn Receb, Câmiu'l-Ulûm, s. 47; Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim,XVI/191; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/484; İbn Kayyim, Tibyan, s.347.
(75) Dr. Bâr, Halku'l-İnsan, s. 378.
(76) İbn Receb, Câmiu'l-Ulûm,s.51.
(77) Muhamed b. Allan es-Sıddîkî (Ö. 1057H/1647M), Delîlü'l-Falihîn li Turukı Riyâzi's-Salihîn, VIII C, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut, IV/8. (Bundan sonra bu kaynak geçtiğinde, 'Sıddîkî, Delîlü'l-Falihîn' şeklinde atıf yapılacaktır.
(78) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/486.
(79) Halil b. Ahmed es-Sehâranfûrî (Ö.1346H/1927M), Bezlü'l-Mechûd fi Halli Ebî Davud, XX C, Dâru'l-Kütübi'l-İliyye, Beyrut, XVIII/238.
(80) Bâr, Halku'l-İnsan, s. 452 vd.
(81) Sıddîkî, Delilu'l-Falihîn, IV/8.
(82) Bâr, halku'l-İnsan, s. 397; Dr. En-Nesîmî, et-Tıbbu'n-Nebevî, III/337
(83) İbn Receb, Câmiu'l-Ulûm, s. 48.
(84) Kurtubî. el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, XII/8.
* 'Mudğa' ile ilgili açıklama için s. 9 daki ilgili dipnota bakılabilir.
(85) İbn Teymiyye, Fetâvâ,IV/242; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/485.
(86) İbn Kayyim,et-Tibyan, s. 346-347; Bakınız: Üçüncü hadisten sonuncusuna kadar ilgili hadisler.
(87) İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV/242;İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/485.
(88) Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI/191; İbn Receb, Câmiu'l-Ulûm, s. 51.
(89) Kurtubî. el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, XII/8; Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI/191; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/481,484,485.
(90) İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV/241
(91) İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV/242; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/484.
(92) Bu hadisi İbn Ebi Hatim tahric etmiştir. Bakınız: İbn Receb, Câmiu'l-Ulum, s. 49; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/486.
(93) Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/374.
(94) el-Heysemî, Ali b. Ebî Bekr (Ö.807H/1404M), Mecmau'z-Zevâid ve Menbau'l-Fevâid, X C, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut, Tarih yok, VII/193. 'Seyyiü'l-hıfz', hadisleri iyi ezberleyemeyen raviler hakkında kullanılan bir hadis terimi olup cerh lafızlarındandır.(Çeviren)
(95) İbn Kayyim, Tibyan, s. 337; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/481
(96) İbn Receb, Câmiu'l-Ulum, s. 49; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/485.
(97) Bu hadis ve bundan sonra gelecek hadislerin tahrici yukarda geçmiştir.
İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/485.
(98) İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/481.
(99) Bâr, Halku'l-İnsan, s. 233.
(100) İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV/241; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/481.
(101) İbn Teymiyye, Fetâvâ, IV/241.
Dr. Şeref Mahmut el-Kuzât
Ürdün Üniversitesi Şeriat Fakültesinde öğretim üyesi. Aynı zamanda Ürdün İslâmî Tıp Cemiyeti üyesi. Doktorasını 1981 yılında Ezher Üniversitesinde tamamladı. Dirâsât Dergisi, XIII.Cilt, Sayı: 12.
Tercüme: Dr. Ekrem KELEŞ, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Selam ve dua ile...
 

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun