Ben merkezli telkinlerin İslam'daki yeri nedir?
- "Ben başarılıyım, ben mutluyum" gibi telkinlerin İslam'daki yeri nedir?
- Bu tür telkinler caiz mi?
- Bu konuda nasıl bir his ve duygu içinde olmalıyız?
Değerli kardeşimiz,
Cevap 1:
Bir asker, kendisine emanet verilen bir silah için benim silahım derken, bana zimmetli, sorumluluğu bana aittir demek ister. Yoksa benim malım ve benim mülküm anlamında söylemez.
Allah’ın askeri olan her insan da kendine verilen ruh ve ruha ait duygulara, beden ve bedene ait cihazlara ya da bunların vesilesi ile yapılan işlere benim derken, bana zimmetli, benim sorumluluğumda anlamında söylemeli, niyeti, hedefi, maksadı bu olmalı.
Sonuçta, mal da mülk de ruh da beden de dünya da ahiret de Allah’ındır.
Buna göre, ben diye benim diye ben yaptım diye sahipleneceğimiz bir nimet, bir başarı, bir fazilet, bir kabiliyet yok.
O halde insan kendine düşen görevleri helal ve meşru dairede, hakkıyla, yerinde ve yeterince yapacak, ancak başarıyı kendinden değil Allah’tan bilecek; şükrünü Ona yapacaktır.
Özetle, insan kendine verilen nimetleri kabul edecek, ama kendinden bilmeyecek.
Cevap 2:
İnsan, canlılar arasında yaratılış itibarıyla en aciz, en fakir en muhtaç olanıdır. Hem kendi cinsinden olanlara hem diğer her şeye muhtaçtır. Bu konuda bir serçe kuşuna dahi yetişemez.
Bu acizliğine ve fakirliğine rağmen dünyayı verseler gözü doymaz, gözü diğer gezegenlere, kâinattaki diğer her şeye kayar…
İşte bu insanı Allah, yeryüzü halifesi ilan etmiş. Böylece insan kendisindeki bu acziyet ve fakirliğe rağmen anlasın ki, bütün ihtiyaçlarını karşılayan bir “Zat” var ve onun gözünü, kalbini de sadece O tatmin edebilir.
Evet, insana Cenab-ı Hak tarafından verilen bütün latifeler, yani duygular, kabiliyetler ve özelliklerin tamamı onun yaratanını bulması, her şeyini O’na borçlu olduğunu bilerek O’na istinad ve O’ndan istimdad etmesi, dolayısıyla da O’na hür iradesiyle kulluk vazifelerini harfiyen yerine getirmesi içindir.
Böyle olunca da insan, makamları sabit olan ve nefis ve hür iradeleri olmayan Allah’ın emirlerini tartışmasız yerine getiren meleklerin makamının üstüne, yani âlâ-yı illiyyîne çıkar.
Şayet insan bütün bunların rağmına, Allah’ını bulmaz, tanımaz ve O’na isyankar olup “Ben!” deyip her şeyi kendinden bilirse de esfel-i sâfilîne, yani aşağıların aşağısına düşer.
Kur'an bunu ne güzel ifade eder:
“Tîn’e ve zeytûne, Sînâ dağına ve şu güven veren şehre, Mekke’ye andolsun ki biz insanı hakikaten ahsen-i takvîmde, (en güzel biçimde) yarattık. Sonra onu (isyanı, vahiy yolundan sapması, hep kötü şeyleri düşünüp yapması yüzünden) esfel-i sâfilîne, yani aşağıların aşağısına çevirip indirdik...” (bk. Tîn, 95/1-5)
Yani Allah, insana muhakeme, irade gücü ve yeteneği vermiştir. Kulağını, gözünü, gönlünü, aklını vahiyden koparıp heva ve hevesine bağlayan insan, Allah’a olan nankörlüğü, O’nu inkârı, ilâhî hükümleri tanımaması ve hareketlerindeki isyanı sebebiyle, Allah katında hayvanlardan da aşağı olmayı ve cehennemin en alt tabakasına gitmeyi hak etmiştir.
Nitekim ayetin ifadesiyle, nice insanların kalpleri vardır, onlarla ilâhî hakikatleri anlamazlar; gözleri vardır, onlarla İslâm’a ait gerçekleri görmezler; kulakları vardır, onlarla İslam’a dair emirleri işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağı / daha şaşkındırlar. (bk. A’raf, 7/179)
İnsan elbette kendine güvenmeli, helal dairede çalışmalı, gayret edip sebat etmelidir. Bunları yaparken de her an, her şeyin Allah’ın izni ile olduğunun şuurunda Allah’a tevekkül edip, sonuç ne olursa olsun şükretmeli, sabretmelidir.
Ancak günümüzde kulu Allah’tan tamamen gafil bırakan “Özgür birey” ve “Ben” merkezli söylem ve telkinler İslâm’a uygun değildir.
Onun içindir ki ecdadımızın dilinden olaylar karşısında “Elhamdülillah”, “Sübanallah” ve “Allahu ekber” nidaları hiç eksik olmazdı.
Bir damla su “Ben!” dese ne hükmü var? Ama o damla su okyanusa karışınca âdeta deniz kadar kıymet alır.
Belki onun içindir ki Batı lisanlarında zamirler, “Ben-sen-o…” sıralamasıyla sayılırken, Arapça “O-sen-ben…” sıralamasıyla sayılır. İşin sırrı da belki buradadır.
Peygamber Efendimiz (asm), hayatımızın her anına rol model olmalıdır; varlığımızı, başarımızı, yaptıklarımızı kendimizden bilmememiz gerektiğini bize sayısız hadisleri aktarmakla beraber, aktaracağımız olay ne kadar derin manalarla doludur ve belki sualinizin en güzel cevabıdır:
Bir gün Efendimizin (asm) kapısı çalınır.
“Kim o?” diye buyururlar.
Dışarıdaki “Ben!” der.
“Ben deme! Adını söyle!” diye talim ederler. (bk. Buhari, İstizan 17)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Birisi bizi överken nasıl davranmalıyız? "Sesin çok güzel." diyen ...
- "Ben" ne demek?
- İnsanın kendisinde bulunan ene / benlik duygusunun, hakka bakan ...
- Özgüven, nefsine güvenmek midir? Yani Allah'a güvenle kendine ...
- İnsanın egosu, benlik duygusu kuvvetli olursa; devamlı kendi zarar ...
- İnsan bir hiç midir? Hiç benlik yapmamaya hiçlik denir mi ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Enaniyet yapmak ne demektir?
- "Benlik" duygusu insana niçin verilmiştir?
- Benlik
- İnsan nedir, nasıl tarif edilebilir?
- Kişinin ilmiyle dalalete düşmesi nasıl olur?
- Enaniyet gerekli değil midir, din enaniyete zarar vermez mi?
- İnsanın kendisinde bulunan ene / benlik duygusunun, hakka bakan tarafı ile Rabb'ini bulacağı söyleniyor; doğru mu?
- Enaniyyet, gurur, tekebbür, iftihar kavramlarını, geniş manasıyla ve örneklerle açıklar mısınız?
- "Ben" ne demek?
- Yaratmak kelimesini kullanmak caiz midir? Allah sıfatlarını cüz'i olarak insanlara da vermiştir. Görmek, bilmek, işitmek, vs. gibi. "İnsan da görür" dediğimizde günaha girmiyoruz değil mi? Bilgisayar dilinde "dosya yaratmak" diyorlar?..