"Yalnızlık Allah'a mahsustur." sözünü kullanmak doğru mudur? Dinimiz yalnızlık konusunda ne der?

Tarih: 24.03.2007 - 21:17 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah Samed'dir. Hiç bir şeye muhtaç değildir, ancak her şey Ona muhtaçtır. O vardı, ondan başka hiç bir şey yoktu. Her şeyi yaratan, her yarattığını devam etiren ve mahlukatın devamı için gerekli ihtiyaçlarını da giderek Odur. Bu sözü bu anlamda değelendirmek mümkündür.

İnsan ise doğuştan medenidir, toplum halinde yaşar. Hiç kimse yalnız başına bütün ihtiyaçlarını karşılayamaz, birbirleriyle yardımlaşarak ve dayanışarak yaşarlar.

Allah’ın yarattığı insan, O’ndan uzak olduğu nisbette gurbette demektir. Gurbet; yalnızlığı, çaresizliği, bunun neticesi olan melali ve hüznü icab ettirir, insanda bir avunma ve teselli ihtiyacı doğurur. Bu sebepten: “Yalnızlık Allah’a mahsustur!” denilmiştir. O’ndan gayrısının teselli ve ilgiye ihtiyacı vardır. Bütün bu fıtri hususiyetler, -cennet, bütün güzelliklerlele dolu olduğu halde- Adem aleyhisselamın kendi cinsinden bir eş yaratılmasını istemesini gerekli kılmıştır.

İnsan tüm öbür canlılar arasında özünü erginleştirme hususunda kendi kendine yeterli değildir, iyi bir ömür sürmesi ve işlerinin doğru dürüst yürümesi için çok sayıda kimsenin mutlaka ona yardımcı olması lazımdır. Bundan dolayı hükema / filozoflar insan 'medenî bi't-tab', yani tabiatı gereği medenidir, demişlerdir. İnsanî mutluluğu gerçekleştirmek için bir çok kişinin bulunduğu Medine'ye/şehire muhtaçtır. Hem tabiî hem zaruri olarak herkes başkalarına muhtaçtır. Bu yüzden o insanlarla iyi ilişkiler kurmak ve onları samimi surette sevmek zorundadır. Çünkü onlar onun özünü erginleştiriyor ve insanlığını tamamlıyorlar. O da ötekilerine karşı aynı şekilde davranıyor. Doğal ve zorunlu olarak durum bu olunca, akıllı ve ârif bir insan nasıl yalnızlığı ve tek başına yaşamayı tercih eder ve başkalarındaki fazileti görüp, nasıl onlarla ilişkiler içinde bulunmaz." (bk. Tehzibu'l-ahlak, Kahire 1320, s. 23; Maverdi, Edebu'd-dünya Ve'd-din, Kahire 1973, s. 132.)

Müslüman alimler: "İnsan doğal olarak toplumda yaşar." anlamına gelen "İnsan tabii olarak medenidir." sözüyle yalnız ve tek başına yaşamayacağı hususunu vurgulamışlardır. Bu anlamda ilkel ve bedevî, göçebe kavimler de medenidirler, şehirlerde oturmasalar ve yerleşik hayat sürmeseler bile. Çünkü onlar da toplum halinde yaşamakta, yardımlaşarak birbirinin ihtiyaçlarını gidermektedirler.

İbn Haldun,

"İnsan için toplum hayatı yaşamak zorunludur. İnsan tabii olarak medenidir."(Mukaddime, Tunus 1984, s. 77)

sözüyle bu hususu dile getirmiştir. Yani, insanların bir arada yaşamaları / ictimâ zorunludur. Onlar bu hususu medine/site (şehir) terimiyle ifade ederler. Umran'ın manası da bu demektedir. Bundan dolayı İbn Haldun, biri hadari umran diğeri bedevî umran olmak üzere, umranı ikiye ayırır. Tıpkı yerleşik toplumlar gibi, konar-göçer toplumların da kendilerine özgü bir medeni / ictimâi yaşayışları ve kültürleri bulunduğu tespitini yapar.

Taşköprîzade, özetle bu konuda şunları söyler:

"Malum ola ki, insan nev'inden bütün milletler, insanoğlunun her sınıfı 'medenî bi't-tab'dır. Sayıları çok az olan Allah'ın koruması altındaki insanların hepsi, celb-i menfaat ve def-i mezarrat tabiatı üzere bulunur. Bunun neticesinde fertlerden her biri, öbürünün elinde olanı almak, elinde olanı da başkasına vermemek için mücadele ederler. Bu da ya savaşa veya düşmanlığa yol açar. Bunun için herkese eşit olarak uygulanmak üzere hükümler ve kanunlar konulmuştur. Siyaset ilmi öyle bir ilimdir ki, devlet başkanlıklarının nevileri, siyaset tarzları ve temeddün cihetinden olan içtimaât / cemiyetler... o sayede bilinir ve onun ahkamıdır. Faydası ise, medenî içtimaların iyi yolunu bilmektir..."

Siyaset ilmi devlet başkanları ve adamları için faydalı olduğu gibi, sair fertler ve şahıslar için de faydalıdır. Buna "sair nas dahi temeddün ve istinâs için muhtaçtır. Zira insan medenî bi't-tab'dır. Ve her şahsa vaciptir ki medine-i fazılayı mesken edine ve orada ikameti tercih ede. Ve dahi kendisi ehl-i Medine'ye vech ile nâfi ve onlardan ne gûne muntefi'dir, bilmek gerektir. (Mevzuatu'l-ulum, I, 432-433; Nasiruddin Tusi, Ahlak-ı Nasırî, Tahran, ts. s. 74)

İnsanın yalnızlığı ise bambaşkadır:

Yalnızlık, yanında başkası olmayan, tek başına olmak halidir. İnsan yalnız mıdır? Yalnızlık, modern hayatın çıkmazıdır. Bakmaz mısınız hayatımıza, kalabalıklar içinde yalnız değil belki de yapayalnızız. Milyonlarlayken yalnızlık çeken bir hayat sürmekteyiz. Bazen yalnızlığımızın dahi farkında değiliz. Sanal bir gülüş, yapay bir sohbet, kurgular üzerine bina edilmiş hayatın mahkumlarıyız.

Seyredilenler, göz gezdirilenler, dinlenilen şeyler yalnızlığımızı belki de kat ve kat artırmaktadır. Ne tapular, ne paralar, ne de tatmin edilemeyen arzular, yalnızlığımızı bitiremediği gibi artırmaktadırlar. Sahte umutlar, kuru temenniler, tükenmez ihtiraslar yalnızlığın hücresine bizi mahkum etmektedirler.

"Yalnızlık Allah’a mahsustur." deriz de, biz Allah ile olabildik mi bilemeyiz. Doymayacak nefsi doyurmak isteyen, bitmeyecek arzuları tatmin etmeye koşan, ölüme karşı direnen, yalnız değil de nedir. Ümitleri, korkuları kendi cinsinden olan yalnız değil midir.

Bedenler kalabalıklarda da gezse de, ruhlarımız yalnızsa ne çıkar alkış ve kınamalardan. Varlık ne para, ne makam, ne de dünyadır. Yalnızlık arttıkça, kalabalıklara ve maddeye esarette artmıştır. Gardıroplar elbise dolu, fakat ruhlarımız yalnız ve çıplaktır. Eşyalar, arabalar, aletler ve bitmez tükenmez bir yarış yalnızlığı getirmiştir. Neden ve niçini olmayan bir koşu hayatımızı tüketmektedir.

Yalnızlık geceye mahsus değil, gün ışığında da yalnızdır günümüz insanı. Reçetesini bulamayan hasta gibi çaresiz bekleyiştedir. Büyük ümitler, anlamsız hedefler, faydasız rekabet, çürümeye mahkum güzelliklerle avunarak yalnızlığını gidermek istemektedir.

Hasedi gıptayla, ümidi aldanışla, cehaleti tefekkürle, şehveti iffetle karıştıranlar yalnızlığın girdabına yuvarlanmaktadır. Kimileri aklı gideren içkiyle, kimileri gösteri olan ibadetle, kimileri de şeytani zanlarla yalnızlığı satın almışlardır.

Yalnızlığını psikologa giderek atlatmaya, psikiyatristten tedaviyle şifa bulmaya koşmak günümüzün revaçta modası oldu. Sözüm ona terapilerle ve uzmanlarla geçen bir hayatta yalnızlık çaresiz toplumsal bir dert olmuştur. Selamlar, tokalaşmalar, hal hatır sormalar ruhunu yitirmiş, hedefsiz atılan ok gibi gayesini yitirmiştir.

Sadece madde ve menfaat dost sanılmış, onlar için çok şey kurban edilmiştir. İnsandan ümidini kesenler kuşla, köpekle hayata tutunmak için çırpınır olmuşlardır. Moda adına kendini ucuzlatanlar, gelecek adına gününü ziyanda harcayanlar, kar adına zarara batanlar hepsi, belki hepimiz sahte “güvenlerle” aldanıştayız.

Kötüleşen hayat hem yalnızlığı, hem de kalabalığı korku anına getirmiştir. Korkuların cirit attığı topluluklar yalnızlık kelepçelerinin anahtarını bulamamışlardır. Günü kurtarmak adına ellerini birbirine vurarak ses çıkarmayı korkularının gizlenmesi için yapmıştır.

O’nsuz olan daima yalnızdır. O’nu unutan yapayalnızdır. O’nun dinlediğini, gördüğünü, bilmeyen veya bilmezce hayat sürenler yalnızdır. O’nu bilsek, bulsak ve tanısak yalnızlıklar sona erer. Kalabalıklarda dahi O yoksa kalbimizde yine yalnızız. O huvedir. O gaibin ve şahadetin bilenidir.

O’nunla olduğunu unutmak kötülüklerin içine batmaktır. O’ndan gaflet etmek her şeyi menfaat saikıyla sevmektir. O’na sen diyecek kadar yakın olmak, ben zamirinden O’nu bulabilmek ve zamirler üstü Allah diyerek yalnızlığımıza son vermek mümkündür.

Allah bizimle beraberken biz kiminleyiz acaba?.. Allah bize ikramlar sunarken biz kime teşekkür etmekteyiz. Allah bizi sevgisine davet ederken biz kimi sevmekteyiz. Allah, yalnız olduğumuz zamanda kendini, ananı ve ağlayabileni, büyük arşında gölgelendirecektir. Ne mutlu O’nunla yalnızlığını giderenlere.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun