Uhud Savaşı'nda Peygamberimiz dağa doğru kaçtı mı?
Değerli kardeşimiz,
İbn Hacer gibi en büyük bir hadis, tarih ve siyer alimi, bu konuyu şöyle özetlemiştir:
Uhud savaşında Müslümanlar, mağlup olduktan sonra üç gruba ayrıldılar.
1. Az sayıdaki bir grup, Medine yakınlarına kadar kaçmış ve savaş bittikten sonra dönmüşlerdir. Ali İmran suresinin 155. ayeti bunlar hakkında inmiştir.
2. Bir grup, Hz. Peygamber (a.s.m)’in öldürüldüğü haberini alınca, şaşkına dönmüş ve kendi nefislerini kurtarma derdine düşmüştür. Fakat bunlar, öldürülünceye kadar savaşma azmini yitirmemiş olan yiğitlerdir. Sahabenin büyük bir bölümü bu gruptadır.
3. Bir grup da, -düşmanın olanca hücumlarına rağmen- asla kaçmaya tenezzül etmeyen Hz. Peygamber (a.s.m)’in yanında sebat eden kahramanlardır (İbrahim, canan, Kütübü site, 11/474). Hz. Peygamber (asm), -Kur’an’da da açıklandığı üzere- yerinde sabit kalıp, arkadaşını yanına çağırıyordu. Savaşın sonuna doğru, yaralı olduğu halde, yanındakilerle beraber, diğer arkadaşlarının toplandığı dağa çıktı.
Bunların sayısı farklı şekilde verilmesine rağmen, Vakidi gibi bazı tarihçilere göre, bu zatlar; Mühacirler'den Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas, Talha, Zübeyr, Ebu Ubeyde.. Ensar'dan ise, Ebu Dücane, Hubab b. El-Münzir, Asım, b. Sabit, Haris b. Sımme, Sehl b. Huneyf, Sa’d b. Muaz, Üsayd b. Hudayr adlı şahıslardır.(Fethu’l-Bârî, 7/346-360).
Sahabiler, Hz. Muhammed (a.s.m)’in hayatta olduğunu duyduktan sonra hemen etrafında toplanmaya başlamıştır. Ve bir gün sonra, düşmanın tekrar geri gelmesini engellemeye yönelik olarak, beşer üstü bir cesaret ve misli görülmemiş bir taktikle düşmanın peşine düşmüş ve onların geri gelme cesaretlerini kırmıştır. Çağımızda savaş uzmanı bazı gayrimüslimler bile bu taktiğe hayranlığını ifade etmişlerdir.
“Medine’ye götürülmez, çünkü Uhud'da Allah tarafından korundukları halde bir çok ceset veren Muhammed, Medineli halk karşısında güvenirliliğini yitirebilirdi” yorumu ise, ancak mürtet bir kimsenin yapabileceği bir palavradır. Zaten Uhud dağı, Medine’nin hemen yakınında bir yerdir. Yetmiş kişi, Medine’nin içine ne diye götürülsün ki... Özellikle, özel bir konumu olan Uhud şehitleri için neden özel bir şehitlik yeri olmasın ki... Kaldı ki, Medine’nin kadınları dahil herkes buraya koşmuştu. Yani, Uhud şehitlerinin Medine halkından gizlenecek bir tarafı mı vardı? Bunun imkân ve ihtimali var mı?
“Medineli halk karşısında güvenirliliğini yitirebilirdi.” ifadesi ise, çok komik ve ahmakçasına yapılan bir hezeyan-ı küfridir.
Sa’d b. Ebi Vakkas: “Uhud savaşında Hz. Peygamber (a.s.m)’in sağında ve solunda, savaşarak onu koruyan iki kişi görmüştüm ki, onları ne daha önce ne de daha sonra görmedim.” (Buharî, Magazî, 18) diyerek, onu -Cebrail ve Mikail adlı- iki meleğin koruduğunu söylemek istemiştir.(İbn Hacer, 7/358). Böyle bir zatın düşmandan korkmak gibi bir endişesi olabilir mi?
Unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber (a.s.m), bütün insanlara bir muallim, bir rehber olduğu gibi, hayatıyla da onlara bir önder, bir örnektir. Bu sebepledir ki, peygamberler meleklerden değil, insanlardan seçilmiştir. Eğer Hz. Peygamber (a.s.m), diğer insanlar gibi, açlık, susuzluk, soğuk, hastalık çekmeseydi, bize her yönüyle nasıl örnek olabilirdi?
Bu hikmet içindir ki, bir tarafında Cebrail bir tarafında Mikail onun hizmetindedir, fakat beri taraftan kâfirler tarafından dişi şehit edilir, yaralanır, sıkıntılar çeker.
Kendisine öldürmeye teşebbüs eden, onu yaralayan, dişlerinin kırılmasına sebep olan, azılı düşmanları için “Allah’ın kavmim cahildir, gerçeği bilmiyorlar. Ne olur, onları bağışla!” (İbn Hacer, 7/373) diyen bir insan, peygamberden başka bir şey olabilir mi?
“Kim müşrikleri -benden değil- bizden uzaklaştırırsa cennette benim arkadaşımdır.” (İbn Hacer, 7/360). Burada da tahrif ve tahrip yapılmıştır. Bu hadisi, sebepler dairesinde bir insan olarak peygamber dahi olsa, Allah’ın kâinattaki cari olan prensiplerine göre hareket etmenin önemini anlamak gerekir. Bununla beraber, “çünkü Uhud'da Allah tarafından korundukları halde bir çok ceset veren...” şeklindeki ifade de gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü öyle bir korunma vadi yoktur. Aksine Hz. Peygamber (a.s.m) gördüğü bir rüyadan ötürü, Medine’nin dışlına çıkmak istememiş, fakat istişarede Uhud’a çıkmaya yönelik oyların çokluğuna uymuştur.
Uhud Savaşı'nın başında zafer kazandıkları halde, Hz. Peygamber (a.s.m)’in emrini unutup ganimete koşan okçuların bu isyanlarından ötürü bir şamar yediler ve sonunda mağlup oldular. Bu savaş, herkese bir derstir ki, Allah’a ve Resulüne (asm) karşı çıkanların akıbeti kötü olacaktır. Müminlerin cezası genellikle dünyada olmasına karşılık, kâfirlerin cezası ahirette verilecektir.
Ateistin inanmadığı, fakat orada bulunan binlerce sahabenin iman ettiği ve daha sonra da milyonlarca alimlerin doğruluğunu, Allah’tan geldiğini tasdik ettiği şu ayetlerde Uhud'daki maplubiyetin gerekçesi özetlenmektedir:
“Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradıysanız, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şehitler edinsin. Allah zalimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Âl-i İmran, 3/140-142).
Ateistlere karşı dinimizi savunmak için, en az onlar kadar kitap okumalıyız, fikir üretmeliyiz, gerçeği öğrenmeyi dert edinmeliyiz..
Ateist, mecnun insan demektir. Deli olanlara nasıl laf anlatabilirsiniz ki! Üstelik, İslam’dan dönerek mürtetlik çukuruna düşenlerin vicdanı, aslî kâfirlerden çok daha hırpalanmıştır. Bu gibi mürtetlerin küfrü sadece normal bir küfür itikadıyla kalmaz, İslam dinine karşı -diğer kâfirlerden kat kat fazla olarak- besledikleri kin, nefret, onların basiretlerini öyle köreltmiştir ki, önyargı fanatizmiyle tam bir gönül körlüğünü yaşamaktadır. Bunların vicdanları, kalpleri gibi, akılları da paslanmıştır. Bu sebeple, bunlara hidayet duasını yapmaktan başka yapılacak fazla bir şey yoktur. Bununla beraber, bu insanlardan bir kısmı, İslam’ı, İslam Peygamberi (sav)'i küçük düşürme uğruna en büyük iftira ve yalancılığı yapmaktan çekinmezler. Örneğin; soruda yer alan “Peygamberimiz Uhud savaşında müşrikler yandan saldırınca dağa doğru kaçar.” ifadesi, yatsıya varmadan sönmeye mahkum bir yalandır.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Uhud Savaşında Peygamberimiz dağa doğru kaçtı mı?
- Bedir Savaşı'nda, Allah'ın yardımıyla melekler de savaşa katılarak savaş kazanıldığı halde, Uhud Savaşı'nda melekler niye yardımcı olmadı da savaş kaybedildi?
- Peygamber Efendimiz'in bir cariyenin elinden tuttuğu ile ilgili hadisi açıklar mısınız?
- "Bir cariye bile Hz. Peygamber'in elinden tutardı,..” anlamına gelen hadisi açıklar mısınız? Hz. Muhammed'in kadınlara dokunmadığını biliyorduk?
- Peygamber Efendimizin müezzinlerinden olan Sa'dü'l-Karaz hakkında bilgi verir misiniz?
- Sa`d bin Rebi`nin, hanımını boşayıp Abdurrahman bin Avf ile evlendirmek istemesi teklifini nasıl anlamalıyız?
- Peygamber Efendimizin yaptığı savaşların nedenleri nelerdir?
- Hz. Muhammed’in kadınlara selam vermesi, onun kadın düşkünü olduğunu mu gösterir?
- Savaşçı melekler şimdi niye yok, Uhud savaşında neden yardım etmediler?
- Kim yedi acve hurması yerse, ona zehir ve sihir tesir etmez, sözü hadis mi?