Tür içi ve türler arası evrimle ilgili sorulara cevap var mı?

Tür içi ve türler arası evrimle ilgili sorulara cevap var mı?
Tarih: 13.05.2022 - 20:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İşte evrimin kanıtları diye sürülen bazı şeyler var. Sitenizdeki bilgileri okudum, lütfen sorularıma cevap verirseniz memnun olurum:
- Tür içi ve türler arası düzeyde oluşan evrim gerçeği, deneysel olarak da kanıtlanmış olup türleşme süreçleri doğada da gözlemlenmektedir.
- Fosiller canlıların jeolojik devirlerdeki evrimsel gelişmelerini gösterdiği için önemli olup paleontologlar yaşamın evrimsel tarihi hakkında bilgi edinmek için fosilleri inceler.
Vikipedi https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Evrimin_kan%C4%B1tlar%C4%B1
- Yukarıda makro evrimin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu yazıyor lütfen yazıyı okur musunuz yazıda psodogen ve filogenetiklerle ilgili ne söylersiniz? Deneysel olarak gözlemlenmiş.
- Burası bilimsel makale sitesi Ortak ataya dair daha fazla kanıt, psödogenler gibi kalıcı bir dejenerasyona uğrayarak işlevlerini yitirmiş genlerin çalışmayan evrimsel akrabaları olan ve organizmaların yakın akrabalarında da bulunan DNA bölgelerindeki gen kalıntılarından gelir.[4] (Bu bilgiyi linkteki psodogene tiklayip aldım wikipediadan aldim) Psödogenler genomdan atılmakta olan genetik malzemenin son aşaması olduğu düşünüldüğü için[4] çöp DNA (İng junk DNA) olarak sayılır.
- Buna rağmen, psödogen dizileri içinde onların ilginç biyoloji ve evrimsel tarihlerini izlemek mümkündür. Bunun nedeni psödogenin işlevsel bir gen ile ortak bir soya sahip olmasıdır. Bir psödogen ve onunla ilişkili işlevsel gen ortak bir ataya sahiptir ve milyonlarca yıl boyunca farklılaşarak birbirlerinden uzaklaşmışlardır.
- Modern türler arasındaki benzerlik derecesi canlı organizmaların yapılarının, genomlarının ve embriyo gelişimlerinin karşılaştırılmasıyla tespit edilir. 6-7-8 inci kaynakta evrimin morfolojik embriyolojik biyocografik kanıtları var ve Linkteki Yazıdaki her paragrafı ayrı ayrı değerlendirir misiniz lütfen?
- Ayrıca bakınız kısmında yaşamın evrimsel tarihi evrim zaman çizelgesi var onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu uzun metnin içinde ifade etmek istedikleriniz üç soru da özetlenebilir. Bu soruları şöyle ifade edebiliriz:

         Soru 1: Tür içi ve türler arası düzeyde oluşan evrim gerçeği, deneysel olarak da ispatlanmış mıdır?

         Soru 2: Psodogen ve filogenetik evrime delil olur mu?

         Soru 3: Fosiller makro evrime delil teşkil eder mi?

Şimdi bu soruların cevaplarına gelince:

Soru 1: Tür içi ve türler arası düzeyde oluşan evrim, deneysel olarak da ispatlanmış mıdır?

Cevap 1:

Canlı ve cansız kâinatta bir değişim olduğu görülen ve bilinen bir gerçektir. Ama bu değişim bir türün başka bir türe değişip dönüşmesi şeklinde değildir. Değişim belli sınırlar içinde olabilir. Sınırsız bir değişimden bahsedemeyiz. Tür içi değişim vardır ve canlı türlerinin tabiatta yaşayabilmesi ve farklı ortamlara uyum sağlayabilmesi için bu gereklidir de.

Yaratılışı savunanlar için bilimsel yönden hiçbir problem yoktur. Her canlıyı Allah yaratmakta ve her hücresinin ihtiyacını temin etmektedir. Yani bir atom dahi Allah’ın izin ve emri olmadan hareket edemez. Mesela, insanda ortalama 40-50 trilyon hücre vardır. Her hücrede bir saniyede Allah üç bin değişik reaksiyon, yani değişim meydana getirmektedir. Yani bir saniyede insanın bedeninde meydana gelen değişiklik: 50 trilyon x 3 bin= ... kadardır.

Burada bir tane reaksiyon hatalı olsa insanın hayatı tehlikeye girecektir.

Bu Allah’a verilmezse kime verilecektir? İnsandaki bu değişiklikleri havadaki serçe veya bataklıktaki kurbağa yapıyor olabilir mi? Bunu yapsa yapsa insan yapacak. Yeryüzünün en akıllı ve şuurlu varlığı insan olduğu halde kendi bedeninde meydana gelen değişikliği yapamıyor. Diğer canlılar bunu kendileri nasıl yapacak? Kuş yumurtadan kendisi nasıl çıkacak? Nasıl büyüyecek? Vücudundaki gelişme ve farklılaşmaları nasıl yapacak? Buzağı nasıl kendini yapacak? Gelişerek kendisini inek veya tosun haline nasıl getirecek?

Gen Havuzu 

Canlı türlerinin genetik yapıları fert olarak alınmaz. O türün bütün fertlerinin teşkil ettiği bir gen havuzu olarak düşünülür. Mesela, bütün insanların genetik yapısı bir gen havuzu olarak dikkate alınır. Bütün insanlar fotokopi kâğıdı gibi aynı genetik karakterde yaratılmamıştır. Fertler arasında bir takım genetik farklılıklar vardır. Farklı karakterdeki insanların evlenmesi ile farklı renk ve ırk karakterlerini, Mendel Kanunları olarak adlandırılan kurallara göre Cenab-ı Hak yaratır. Mesela göz rengi değişebilir. Boyda uzama veya kısalma olabilir. Göz, yüz ve baş şekilleri belirli oranlarda değişebilir. Ama bütün bu değişiklikler yine insan türü içinde kalan değişikliklerdir.

Bu insanda böyle olduğu gibi, bülbül türünde de böyledir. Gül türünde de böyledir.

Bu tip değişiklikler makro evrim değildir. Variyant veya varyasyondur. Bunlara çeşit olarak adlandırılır.

İşte evrimcilerin türler değişiyor dediği hadise budur.

Bir canlı grubu kendi içerisinde Allah’ın ilim, irade ve kudretiyle değişim ve farklılaşma gösterir. Buna variyant, yani çeşit denir. Nitekim Corona-19 virüsü kendi içerisinde pek çok variyant, yani değişme göstermiştir. Mesela 20 tutunma ayağı varsa, bunun biri veya ikisinin kaybolması yeni bir variyantı verir. Ama o yine Corona-19 virüsüdür. Bu virüsten bakteri veya fare meydana gelmez. Evrimciler gençleri bu konuda yanıltmak için variyanta mikro evrim diyorlar. Ondan sonra da bir genelleme yaparak; türler arası evrimde böyle meydana geliyor” deyip işin içinden çıkıyorlar.

- Peki, Allah isterse bir canlıdan bir başka canlı yaratamaz mı? Mesela fareden tavşanı?

 - Yaratır. Ama Allah’ın böyle bir kanunun yoktur. Her canlının genetik yapısını belli şartlar içerisinde sabit yapmıştır. O genetik yapı değişerek bir başka canlıyı meydana getirmiyor.

  Bu konuda Allah’ın koyduğu genetik kanunları vardır. Bu kanunları 1880’li yıllarda ilk keşfeden Mendel olduğu için Mendel Kanunları olarak adlandırılır. Bu kanunlara göre bir fert genetik bakımından %25 anneye, %25 babaya, %25 büyük anne ve %25 büyük babaya benzer.

Çevrenin veya canlının kendi vücudunda meydana gelecek bir takım değişiklikler sebebiyle yavrularında Mendel Kanunlarının etkisi değişebilir. Bunlar Mendel Kanunlarında sapmalar olarak genetik kitaplarında yer alır. Mendel kanunları haricindeki bu sapmalar yeni bir temel canlı tipini meydana getirecek tarzda değildir. Çünkü böyle büyük bir değişikliğe o canlının genetik yapısı müsaade etmeyecek tarzda yaratılmıştır. Öyle büyük bir değişiklik ancak embriyo safhasında olabilir. O safhada da canlı gelişemeyip ölür.

İşte üç senedir milyonlarca insanda farklı şekiller kazanan Covid-19 virüsü muhtelif varyasyonlar göstermiştir. Ama yine virüs olarak kalmıştır. Allah istese idi o virüsten bakteri, bakteriden de serçe yaratabilirdi. Ama günümüzde böyle bir yaratma kanunu yoktur. Geçmişte de olmamıştır. Çünkü olduğuna ait en küçük bir delil yoktur.

 Evrim konusunda karışıklığa sebep tür tanımıdır

Evrim konusunda kafa karışıklığına sebep tür tanımındaki belirsizliktir. Biyolojik evrimi anlamak için önce biyolojideki “tür” kavramını bakmak gerekir. Tür; «birbiriyle çiftleşebilen ve çiftleştiklerinde fertil yani üreyebilir yavrular meydana getiren canlılar topluluğuna» denir. Canlıların sınıflandırılmasında temel değişmez grup türdür (Species). Türün üzerinde cins, familya, takım, sınıf, bölüm ve âlem diye sıralanan üst gruplar vardır. Türün altında ise hayvanlarda ırk, bitkilerde ise varyete adı verilen tür içi gruplar vardır. Mesela, kedi bir türdür. Bunun Van kedisi, siyam kedisi, tekir gibi tür içi ırkları vardır. Kedi türü içinde çeşitlenmeler olabilir. Ancak kedinin başka yeni bir türe dönüştüğü görülmemiştir ve ilmen ve teknik olarak da mümkün değildir.

Hayvanlarda tür tanımında, türler arası üreme engeli esas alınmaktadır. Fakat bitkilerde durum farklıdır. Onlarla türler arası karşılıklı çaprazlaşma ya da melezleşme olarak ifade ettiğimiz türler arası üreme mümkün olmaktadır.

Bu karışıklığı önlemek için yaratılışçılar tür tanımı yerine, temel tip tanımını esas almaktadırlar. Mesela mısır temel tipi içinde; cin mısır, nişastalık mısır, tatlı mısır, sert mısır ve kuş mısırı bulunur. Bunlar temel mısır tipinin varyeteleridir.

Bir başka misal Darwin’in sadece gaga büyüklüklerine göre gruplandırdığı Galapagos adası ispinozlarıdır. Farklı tür olarak gösterilen ispinozların hepsi tek temel tipe bağlı ispinoz türünün varyeteleridir.

- Peki, bazıları niçin evrimi şiddetle müdafaa ediyor? Canlıların değişerek farklı canlıları meydana getirdiğini ileri sürüyor?

- Çünkü onlar bir yaratıcıyı, yani Allah’ın varlığını kabul etmiyorlar. Canlıların silsile halinde kendiliğinden birbirinden meydana geldiğini iddia ediyorlar.

Her canlının ayrı meydana geldiğini kabul etseler, o zaman her birisini tesadüf ve tabiatla açıklayamayıp mecburen Allah’a verecekleri için, silsile halinde tesadüfen meydana geldiğini iddia ediyorlar.

Yaratılışı savunanlar için bilimsel yönden hiçbir problem yoktur. Her canlıyı Allah yaratmakta ve her hücresinin ihtiyacını temin etmektedir. Yani bir atom dahi Allah’ın izin ve emri olmadan hareket edemez.

İşte bütün bunları Allah’a vermeden açıklamak mümkün değildir.

Onlara bunu sorsanız ister istemez “Allah” diyecekler. Çünkü akıl için yol birdir. Bunun başka açıklaması yoktur.

Soru 2: Epigenetikle yeni türler meydana gelebilir mi?

Gen nedir?

Genetik harflerin bir protein üretebilecek sayıda dizilmiş haline gen denir. İnsanın genetik yapısında 25.000 adet gen bölgesi tespit edilmiştir. Bu bölgelere ekson gen bölgeleri denir. İnsanın DNA'sında herhangi bir protein üretmeyen gen bölgeleri de mevcuttur. Bunlara intron bölge denir. Bu intron bölgeler, ekson bölgelerden %3 daha fazladır.

Son zamana kadar evrimci yaklaşımı savunanlar, bu intron bölgelere işe yaramayan atık veya çöp genler diyordu. Bunların virüslerle insanın DNA’sına  yapışan görevsiz artıklar olduğunu savunuyorlardı. Ancak genetik yapının sırları çözüldükçe bu bölgelerin DNA işleyişini kontrol ettiği anlaşıldı.

Böylece evrimci yaklaşımın sürdürdüğü bir saplantı daha bertaraf edilmiş oldu.

Ancak bu bölgelerde çok ilginç bir işleyiş daha yakın bir zamanda ortaya çıktı. Bu epigenetik idi.

Epigenetik genelde normal genetik prensiplerle izah edilemeyen değişimleri ifade etmek için kullanılır. Canlının genetik yapısını tayinde görevli nükleotid düzeninde hiçbir değişim olmadığı halde, canlının dış görünüşünde, yani fenotipinde bazı farklı karakterler ortaya çıkar.

Bunun sebebi, bazı çevre şartlarının etkisiyle, genetik yapıyı tayinde görevli DNA’nın bazı bölgelerinin geçici olarak çöp genler tarafından kapatılmasıdır. Kapatılan o bölgelerin genetik yapısı okunmadığı için, oradaki genlerin etkisi canlıda görünmemektedir. Bu duruma gen sessizleştirilmesi denir.

Bunun en sık görülen biçimi; genetik harflerin metil (-CH3) molekülleri ile geçici olarak kapatılıp, o bölgenin görevinin durdurulması şeklinde çalışır. Bu durumda kapatılan gen bölgelerinden üretilen protein miktarı azalır ve bu azalma sonucunda canlıda renk değişimi ve boy kısalması görülebilir. Bitkilerde yaprak yüzeyinin daralması gibi birçok özelliği etkileyen böyle bir yapıdır.

Epigenetiğin faydası, canlının değişen çevre şartlarına uyumunu sağlamaktır.

İnsanın cilt rengini tayinde melanin adı verilen bir protein görevlidir. Bu melanin pigmentleri ekson gen bölgesine kodlanmıştır. Bu genlerin işleyişi ise bir intron gen bölgesinden kontrol edilir. Normalde bu intron bölgelerin bir kısmı genetik harflerin uçlarına metil grupları bağlı olarak yaratılmıştır. Burada belirli ve az miktarda melanin üretilir. Ancak deri uzun süre güneşe maruz kalırsa, bu metil grupları genlerden koparılır. O zaman daha çok melanin üretilir. Böylece derinin rengi daha esmerimsi bir hal alır.

Ağır işlerde çalışan veya yoğun spor yapan kişilerin kaslarının gelişmesi, boylarının uzaması veya kısalması gibi değişikliklerin hepsinde aynı mekanizma işletilir.

Çevreye bağlı bütün bu değişler adaptasyon olarak da adlandırılır. Son zamana kadar bu değişimlerin sebebi olarak mutasyonlar gösteriliyor ve mikro evrim olarak adlandırılıyordu. Canlılarda bu mikro evrimlerin birikmesiyle makro evrimin yani bir türün başka bir türe dönüşünün gerçekleşebileceği ileri sürülüyordu.

Günümüzde adaptasyon mekanizmasında mutasyonlar değil, epigenetik işleyişin tayin edici olduğu anlaşıldı.

Bu metilasyon olayı iddia edildiği gibi sonradan çevreden kazanılmış bir avantaj değildir. Canlıların çevresel değişimlere ayak uydurabilmesi için yaratılmış ve takdir edilmiş olan bu işleyiş, o canlının yaratılışında Rabbimiz tarafından verilmiş bir ikramdır, bir avantajdır.

Bu genetik işleyiş önceden hesaplanmış ve genetik kodlara bu işleyişin nasıl yapılacağı da kodlanmıştır. Dolayısıyla bu metilasyon işleminde görev alacak enzimler ve bu enzimlerin çalışma kanunları da genetiğimizde mevcuttur. Yani bu tesadüfi ve rastgele bir işleyiş değil, aksine mühendislik gerektiren, çok dikkatli planlanmış bir olaydır.

On dokuzuncu yüzyılda DNA’nın keşfedilmediği, genetik işleyiş mekanizmalarının bilinmediği ve epigenetiğin hiç konuşulmadığı bir dönemde, Darwin’in ispinoza kuşlarında gagaların uzayıp / kısalmasını gözlemleyerek, ortaya attığı evrimci yaklaşım günümüzde de evrimciler tarafından ısrarla sürdürülmektedir. 

DNA’nın ve epigenetiğin anlaşıldığı bu dönemde, 150 yıl önceki evrim zihniyetinde ısrar, bilimsel düşüncenin değil, ateizmi esas alan ideolojik bir saplantının ürünüdür.

İlave bilgi için tıklayınız:

Epigenetik aktarım ve aile dizimi var mıdır?

Soru 3: Fosiller makro evrimi ispatlanmış mıdır?

Bu konuda derli toplu bir fikir sahibi olmanız için size uzunca bir yazı gönderiyorum. İnşaallah faydalı olur.

Ara form iddiaları ve evrim görüşünün çıkmazları

Evrim nedir?

Şimdi sizinle yediden yetmişe herkesin az-çok ilgilendiği evrim görüşü, bir başka ismiyle Darwinizm konusu üzerinde kısa bir değerlendirme yapacağız.

İsterseniz konuya şöyle bir soruyla başlayalım:

Bu evrim konusuyla niçin yediden yetmişe herkes ilgileniyor?

Çünkü bu evrim görüşü insanların geçmişi maymuna bağlıyor da onun için. Tabii herkes geçmiş atasının kim olduğu konusunda hem doğru bilgi sahibi olmak istiyor ve hem de hiç ilgisi olmadığı halde maymunun kendisine ata tayin edilmesine itiraz ediyor.

Peki, işin hakikati nedir? Niçin bunun üzerinde ısrarla duruluyor ve her meselede karşımıza çıkarılıyor? Bu hususta herhalde herkes doğru bilgi sahibi olmayı arzu eder.

Konun hemen başında şunu peşinen ifade edelim ki, bu sıradan bir teori değildir. Bu bir yaratıcıyı, yani Allah’ı inkârı esas alan pozitivist felsefeye dayalı bir görüştür. Ateizme dayalı bu görüş, güya bilimsel bilgi adı altında bir kanun şeklinde takdim edilmektedir.

Bu, bir milleti içten yıkmanın en kolay ve en etkili bir yoludur. Çünkü bu görüş, özellikle gençlere tesadüflerin eseri olarak meydana geldiğini, geçmişlerinin maymuna dayandığını, bunun da bilimsel bir bilgi olduğunu telkin etmektedir. Hâlbuki İslamiyet insanın en güzel şekilde ve topraktan yaratıldığını beyan buyurmaktadır.

Şimdi böyle bir telkin karşısında gençler şüpheye düşürüyor ve şöyle düşünüyorlar:

İlim insanın tesadüfen diğer canlılardan meydana geldiğini ortaya koyuyor. Din ise, insanın topraktan yaratıldığını beyan ediyor. O zaman ben bilime mi inanayım yoksa dine mi?

Böyle bir ikilem karşısında en azından tereddüde düşüyor. Tabii bir taraftan da bilimin hakikat olduğu dinin ise inanca ve metafiziğe dayandığı ve bilimsel olmadığı devamlı telkin ediliyor.

O zaman genç dine karşı ve mesafeli duruyor, en azından lakayt kalıyor Artık şer güçlerin bundan sonra işi kolaydır. Gençlere her şeyin tesadüf eseri olduğu, insanın da tesadüfen ortaya çıktığı, kimseye karşı bir sorumluluğunun olmadığı, haram-helalin kavramının bulunmadığı, istediği gibi yaşama hürriyetinin olduğu devamlı tekli ediliyor.

Artık bu propagandalara maruz kalan gençler her türlü menfi ideolojiye açıktır. Düzene, aileye, devlete ve dine karşı tavır almaya başlarlar.    

Hiçbir ilmi değeri olmayan, tamamen dinsizlik ideolojisine hizmet eden bu görüşün milletlerarası düzeyde ısrarla üzerinde durulmasının altında yatan budur. Yani bir milletin gençliğini dinine, devletine ve milletine düşman etme planıdır.

Bunun için bu evrim konusunun iç yüzünün iyi bilinmesine ihtiyaç vardır.

Madem bu konu o kadar önemlidir. O zaman bu evrim meselesine biraz daha yakından bakalım.

Şimdi isterseniz önce bu işe tariften başlayalım. Yani “Evrim nedir? Onu bir görelim.

Evrim tanımı

Evrim; değişme, başkalaşma, farklılaşma, ilerleme ve evolüsyon gibi pek çok kelime, tâbir ve deyim yerine kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Evrim, evolüsyon, tekâmül, terakki, istihale, tatavvur, tahavvül, tebdil, tebeddül, tağyir, tagayyür, terakki, tedenni, sudur, zuhur, tecdit, ontojeni ve filojeni’dir.

Bu terimlerin her birisi aslında farklı manaları ifade etmektedir.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir:

Peki, niçin bu kadar farklı manaları ifade eden tâbirler tek evrim kelimesi altında toplanmıştır?

İşte işin püf noktası buradadır. Böyle yapmakla bir taşla birkaç tane kuş vurulmaktadır.

Birisi, “Evrim” kelimesiyle doğruların yanında yanlış ve batıl itikatlarını da vermek kolay olmaktadır. Diğeri de kavram kargaşası meydana getirilmektedir. Yani, böylece “Evrim”den herkesin anladığı farklı bir mana ve düşünce ortaya çıkmaktadır.

Tekamül

Ne demek istediğimizi birkaç misalle arz etmeye çalışalım.

Mesela “Tekâmül”ü ele alalım. “Evrim”  yerine “Tekâmül” kullanılıyor.

“Tekamül”, bir şeyin zaman içerisinde tedricen, yani yavaş yavaş kemale ermesi, olgunluğa ulaşmasıdır. Yumurtadan çıkan civciv, sonsuz ilim, şirade ve kudret sayesinde tekâmül eder tavuk veya horoz olur. Elma çekirdeği tekamüle uğrar filiz, fidan ve meyveli ağaç haline getirilir.

İnsan anne karnında bir hücreden başlayarak tekâmüle tâbi tutulur, yaklaşık dokuz ay içerisinde bebek olarak dünyaya gönderilir. O da tekâmülle olgun insan haline gelir. 

Yerküre de birden bu şekli almış değildir. O da güneş ayrılarak buraya yerleştirilmiş, tekâmülle önce soğuyup kabuk bağlamış ve zamanla üzerinde yaşanılacak hale getirilmiştir.

Görüldüğü gibi tekâmül bütün varlıklarda cereyan etmektedir.

Kısaca söylemek gerekirse, canlı ve cansız âlemin tamamında tedrici tekâmül kanunu esastır.

Eğer siz “Evrim” kelimesinden “Tekâmül”ü kastediyorsanız, bu teori değil kanundur.

Tahavvül

Evrim yerine kullanılan bir başka misal “Tahavvül” kelimesidir. Hal değiştirme, bir halden başka hale geçme manasında kullanılır. Meyve ağacında tomurcuğun çiçeğe veya yaprağa değişmesi, çiçeğin meyveye dönüşmesi, meyvenin olgun hale gelmesi de birer tahavvüldür.

Tahavvülat-ı zerrat

Elementler için de “Tahavvülat-ı zerrat”, kelimesi kullanılır. Yani bir elementin veya atomun bir halden bir başka hale getirilmesi manasındadır. Mesela oksijen yakıcıdır. Hidrojen yanıcıdır. İkisi birleştirilince hal değiştirir. Yani tahavvül eder ve su teşekkül eder.

İşte canlıların, yani bitkilerin, hayvanların ve insanların vücutlarına alınan bütün besinlerin ayrıştırılması ve elementlerin birleştirilmesi hep birer tahavvülattır.

Eğer siz “Evrim” kelimesi ile “Tahavvülat”ı kastediyorsanız, o da teori değil bir kanundur.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:

Evrimcilerle yaratılışçıların anlaşamadığı konu nedir?

Onların anlaşamadığı konu; “Evrim”in “Evolüsyon” manasındaki kullanımıdır.

Evolüsyon medir?

Evolüsyon, bir canlı türünden bir başkasının, ondan da bir başkasının şeklinde bütün bitki, hayvan ve insanların silsile halinde birbirinden meydana geldiğini iddia eden bir görüştür.

Evrimciler bunun için bir soy ağacı hayal ederler. Bu ağacın köküne bir hücre yerleştirirler. Bu hücrenin cansız maddelerden kendi kendine meydana geldiğini kabul ederler. Daha sonra bu ağacı iki dala ayırırlar. Bir dalına bitkiler âlemini, diğerine de hayvanlar âlemini sıra ile yerleştirirler.

Bitkilerde tek çenekli olarak ifade edilen arpa, buğday, mısır ve çayırlar ilkel kabul edilir. Ağaç formunda olanlar ileri yapılı olarak hayal edilir. Yani önce arpa buğday ortaya çıkmış, bunlardan fasulye, patates, domates meydana gelmiş. Onların değişmesinden de armut, elma ve ceviz ağacı gibi bitkiler tesadüfen ortaya çıkmıştır.

Hayvanlar âlemi de böyle silsile halinde yavaş yavaş değişmelerle zaman içerisinde ortaya çıkmıştır.

İnsanın da tek hücreyle başlayıp tarla faresiyle devam eden hayatı, zincirin son halkasındaki maymunu değişmesiyle tesadüfen bu şekilde sonuçlanmıştır.

Evrimcilerin hayallerine göre çizdikleri evrim soy ağacı.

Soru: Peki, evrimcilerin, masallardaki cadı sopasıyla âlemlerin ve varlıkların değiştirildiği gibi, bu evrim sopasıyla canlıların değişerek birbirinden meydana geldiğine delil nedir?

Cevap: Her şeydir. Ya da hiçbir şey.

Evrimin delilleri her şeydir

Darwin 1850’li yıllarda, yani günümüzden yaklaşık 150 yıl önce bu görüşü ortaya attığında, canlıların böyle silsile halinde birbirinden meydana geldiğini gösteren binlerce geçiş veya ara formlarının bulunacağını vaad ediyordu.

Değişen çevre şartlarına uyum gösteren canlıların hayatta kaldığını, uyamayanların elendiğini, böylece farklı türlerin meydana geldiğini ileri sürüyordu.

Mesela, denizlerde suların çekilmeye başlamasıyla balıkların kurbağa dönüştüğünü iddia ediyordu. Ama aynı zamanda balık neslinin nasıl devam ettiğine hiç temas etmiyordu.

Kendisinden sonra gelen ve Darwin’den fazla Darwinci olanlar da canlılarda ve özellikle insanda görevi bilinmeyen pek çok organ bulunduğunu, bunların aslında, insanın hayvan soyundan gelen atalarından kalma işe yaramayan  körelmiş organlar olduğunu, bunun insanın evrimleştiğine en büyük delil teşkil ettiğini ileri sürüyorlardı. Bunun dışında ara formlar, embriyolojik deliller ve mutasyonlarla yeni türlerin teşekkül ettiğini iddia ediyorlardı.

Evrimin delileri hiçbir şeydir

Soru: Aradan geçen yüz elli yılda, varlığı iddia edilen ara formlardan kaç tane bulundu?

Cevap: Hiçbir şey.

Soru: Genetik bilimi evrimcilerin iddia ettiği evolüsyon manasında evrim görüşüne ne cevap veriyor?

Cevap:Evrime hayır” diyor.

Genetik bilimi, her bir canlı türünün kendine has genetik özellikleriyle yaratıldığını belirtiyor.

Uzayda Radyasyona Maruz Bırakılan Canlılarda Hiçbir Değişiklik Olmadı

Bir türün genetik yapısının, o canlının temel yapısını değiştirecek tarzda değişmesi mümkün değildir. Son elli yılda koli bakterisi (Esherichia coli) gibi tek hücreli organizmalar ve Sirke sineği (Drosophila)  gibi çok hücreli canlılar uzaya götürüldü. Ultraviyole ve radyasyon ışınlarına maruz bırakıldı. Başlangıçta bunların değişerek farklı canlıları meydana getireceği hayal ediliyordu. Fakat bütün o hayaller suya düştü. Organizmaların genetik yapısında bir değişiklik meydana gelmedi.

Sirke sineklerinin (Drosophila ssp) vücutlarında bazı anormallikler görüldü. Kanat şekilleri bozuldu. Gözlerin rengi değişti. Ayak sayılarında değişmeler oldu. Ama organizma yine sirke sineği idi. Hayal edilen yeni tür meydana gelmemişti. İşin daha garibi, bu canlılar yeryüzünde tabiî şartlara bırakılınca, vücutlarındaki o anormal yapıların yavrularına geçmediği görüldü.

Bir başka misal de günümüzdeki Covid-19 virüsü kendi içerisinde pek çok variyant, yani değişme göstermiştir. Ama o yine Corona-19 virüsüdür. Bu virüsten bakteri veya fare meydana gelmez. Evrimciler gençleri bu konuda yanıltmak için variyanta mikro evrim diyorlar. Ondan sonra da bir genelleme yaparak; türler arası evrimde böyle meydana geliyor” deyip işin içinden çıkıyorlar.

Bugün Tek Hücreyi Kim ve Ne Şekilde Yaratıyorsa, Dün De O Şekilde Yaratmıştır

Şimdi evrimcileri soy ağacına bir göz atalım. Burada bütün canlıların geçmişi tek bir hücreye bağlanıyor. Yani fi tarihinde nasıl olmuşsa olmuş, canlı bir hücre ortaya çıkmış, ondan da canlılar silsile halinde yeryüzüne sökün etmiş.

Peki, şu anda canlılar kaç hücreyle yeryüzüne ayak basıyor? Hepsi de yine tek hücreyle yeryüzüne gönderiliyor. Bizim her birimiz anne karnında tek hücreyle hayata başlamadık mı? Aynı şekilde bütün bitkilerin her birisi de, hayvanların her birisi de tek hücreyle hayata başlıyor. Bunun için tâ fi tarihine kadar gitmeye gerek yok.

Bugün her canlıyı tek hücreden kim ve ne şekilde yaratıyorsa, dün de her bir canlının atasını aynı şekilde yaratmıştır. Gelecek nesilleri de aynı şekilde yaratacaktır.

İnsanın Nasıl Yaratıldığından Çok, Niçin Yaratıldığı Önemlidir

Evrimciler insanı nasıl yaratıldığı ile meşgul ederek, niçin yaratıldığını unutturuyorlar. Hâlbuki insanın bu dünyaya gönderiliş gayesini bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir.

Bu dünyaya niçin gönderilmiştir? Burada asıl vazifesi nedir? Onu buraya kim göndermiştir? Ölümle buradan nereye gidecektir?

İnsan her şeyden önce bu soruların doğru cevabını bulmak ve bilmek mecburiyetindedir.

Evrim İddialarının Tutarsızlığı

Evrimsel görüş  genetik metaryal yani DNA keşfedilmeden önce dediler ki, ilk başta bir amino asit oluştu ve ondan sonra diğer amino asitler oluştu. Geliştiler, birleştiler ve bir protein oluşturdular. Bu iddialarına önce protein hipotezi dendi. Dediğimiz gibi o zamanlar DNA keşfedilmediği için canlılığın temeli protein zannediliyordu. Bu yüzden önce protein dediler. Ama şuan kendileri bu fikirden vazgeçtiler. Sebebi ise, genetik bilimi ilerledi ve DNA’yı keşfetti. Daha sonra, önce DNA dediler, sonra bundan da vazgeçtiler ve önce RNA dediler. Şimdi biraz kafa karıştırıcı oldu biliyorum, gelin bu süreci anlaşılır bir şekilde ele alalım.

Önce Protein

Amino asitler Rabbimizin emriyle birleşirler ve belirli bir dizilim oluştururlar. Bu dizilim sonucunda ortaya proteinler yaratılır. İşte bu proteinlerin evrimsel süreçte olabileceği iddia ediliyordu.

Hatta Miller yapmış olduğu deneyde tesadüfî ortamlarda aminoasit oluşturduğunu iddia etti. Ve diyor ki, tesadüfen bir amino asit oluşabiliyor, demek ki bunlar zamanla oluşup birleşip protein oluşturabilirler.  Miller bu deney için tesadüf şartlarını sağladığını söylüyor. Lakin bu şartları akıllı bilgili kudretli ve iradeli olan miller hazırlıyor. Yani olay tamamen tesadüfün eline havale edilmiş değil. Aksine bu şartları meydana getiren bir zatın olmak mecburiyetine işaret etmiştir.

Bilim adına pozitivist felsefenin hipnotize ettiği beyinler

Miller Deneyi

Miller’in deneyine bir göz atalım ve saçmalığını gösterelim.

Önce Miller’in nasıl bir ilmi kariyerde olduğuna bir bakalım.

 Bu zat bir kimya Yüksek lisans öğrencisidir ve deneyini yaptığı yıl 1953’tür. DNA’nın keşfi ise 1955 yılıdır. Yani o deneyini yaptığı zaman genetiğe ait pek çok şey bilinmiyordu.

Burada bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum:

Bu deney yapılalı yaklaşık 70 yıl olmuş. Evrimde kendi kendine ve tesadüfen meydana gelmeye delil konusunda niçin 70 yıl önce bir yüksek lisans öğrencisinin yaptığı deney hâlâ örnek olarak veriliyor? Bu size garip gelmiyor mu?

  Ben size şu kadarını söyleyebilirim ki, bu konuda yapılan bütün deneyler başarısızlıkla sonuçlanmış, kendi kendine veya tesadüfen organizmaların ortaya çıkmasının imkânsız olduğu görülmüştür. Bu konuda Miller deneyinin de elle tutulur tarafı yoktur. Ama en nihayet bir yüksek lisans öğrencisidir. Onun ilmi hataları öğrenci olduğu için üzerinde durulmaz.

Fakat gazın ayağı öyle değildir. O yüksek lisans öğrencisinin deneyi varlıkların güya tesadüfen meydana geldiğine bilimsel bir delil olarak takdim edilerek pek çok genç evrim adına şartlandırılmakta ve evrim taraftarı yapılmaktadır. Bunda büyük oranda başarılı oldular. Her yıl on binlerce genç, aslı esası olmayan fakat bilimsel bilgi gibi takdim edilen kendiliğinden oluş safsatasının arkasına takılarak yolunu kaybetti. 

İşte yüksek lisans öğrencisinin bilimsel bir değeri olmayan bir deneyinin 70 yıldır ders kitaplarında yer almasının sebebi budur.

Burada buna benzer yaşanmış bir olayı nakletmek isterim.

1930’lu yıllar Erzincan ilkokulu’nda okuyan Rafet Kavukçu’nun hatırasını kendisinden dinleyelim:

“1940’lı yılların başı. Erzincan’da ilkokula gidiyordum. Bir gün öğretmen dedi ki; ‘Allah diye bir şey yoktur. Her şey tabiat yapıyor. Tabiat ananın eseridir. Allah’tan şeker isteyin bakalım. Sınıfta hep beraber ‘Allah’ım bize şeker ver.’ diye bağırdık. Tabii bir şey yok. Öğretmen dedi ki; 'Bir de Tabiat ana bize şeker ver’ deyin. Biz de hep birlikte; ‘Tabiat ana bize şeker ver.’ diye bağırdık. Baktık, çatısı ahşap olan binanın tavanındaki delikten aşağıya şekerler düşmeye başladı. Sonradan öğrendik ki, öğretmen okulun hizmetçisini çatıya çıkarıp oradan şeker attırmış.” (bk. Özcan Ö. Ağabeyler Anlatıyor. Nesil Yayınları, 2018, 7/310)

Hatıra bu kadar.  “Bizim Miller Deneyi ile bunun ne ilgisi var?” diyeceksiniz.

Miller Deneyine bir göz atalım. Bakalım bir benzerlik var mı, yok mu anlayacağız.

Stanley Miller, ilkel atmosferin gaz bileşimi olarak kabul edilen gazların kendiliğinden bir araya gelerek tesadüfen bazı aminoasitlerin sentezlenebileceğini göstermek istemişti.

Metan, amonyak ve hidrojeni su içerisinde çözerek bir cam balona koyup elektrik deşarjına tâbi tutmuştu. Sistemde ısıtılan elementlerin buharını kurduğu soğuk tuzaktan geçirerek soğuyup yoğunlaşmasını sağlamıştı.

Bu denemede 24 saat içinde birçok bileşiğin yanı sıra tabiatta çok bulunan üç aminoasit damlacıklar halinde teşekkül etmiştir. Bunlar glisin, asparagin ve alanin’dir.

Soru: Deneyin amacı neydi?

Cevap: Kendi kendine tesadüfen amino asitlerin tabiat şartlarında meydana geldiğini ispatlamak.

Soru: Bu deneyin şartlarını hazırlayıp bir yapanı var mı?

Cevap: Var. Miller.

Peki, bu nasıl kendi kendine tesadüfen meydana gelmeye delil oluyor?

Yukarıda ilkokuldaki hatırada şekeri tabiat ana adına tavandan atan okul hizmetçisini öğrenciler görmediği için, şekeri tabiat ananın attığına inanmışlardı. Burada şekeri atan, daha doğrusu deneyi yapanı da söyledikleri halde, bu işin kendiliğinden ve tesadüf eseri olarak meydana geldiğine inanmamızı istiyorlar ve biz de buna can-ı gönülden inanıyoruz.

İşte dinsizliğe dayalı pozitivist felsefenin, bilim adına kendi kendine veya tesadüfen meydana geldiği safsatasına insanları inanma hususunda nasıl hipnotize ettiğinin en iyi bir göstergesi. Bilim adına ve bilim dünyasında bundan daha büyük bir yanılma olabilir mi veya düşünülebilir mi?

Tavandan atılan şekerlerin tabiat ananın gönderdiğine inanan ilkokul öğrencilerinden, bu safsatayı bilim diye takdim eden bilim adamlarının sizce bir farkı var mıdır? Böyle bir düşünceyi kabul ve müdafaa hem bu asrın ve hem de geçmiş asrın, bilim adına en büyük yüz karasıdır ve bilim insanı adına insanı, insanlığından utandırmaktadır.

Hem zaten “Kendi kendine olma” ifadesi mantık yönünden de geçersizdir. Çünkü başlangıçta kendisi olmayan bir şey kendisini nasıl yapacaktır?

İhtimal hesapları da tesadüfün imkânsızlığını gösteriyor

Buraya kadar aminoasitlerin tesadüf eseri oluşmayacağını anlattık. Miller deneyinin çürüdüğünü gördük.

Haydi diyelim aminoasit, yine de olay burada bitmiyor. Çünkü amino asitlerin rastgele bir araya gelmesi sadece bir amino asit yığını oluşturur bir protein oluşturmaz.

Çünkü Miller’in dediği gibi tesadüfen amino asitler oluşsa bile, yinede bu bir proteinin kolayca oluşacağını göstermez ki. Çünkü amino asitler düzenli ve anlamlı bir şekilde dizilirler sonucunda proteinini oluştururlar. Eğer bir amino asitin sırası bile değişse oluşan şey protein olmaz. Sadece amino asit yığını olur. Peki bu amino asitler tesadüfen düzgün dizilimi gerçekleştirip, ortaya bir protein çıkarabilir mi?

Mesela hemoglobin proteinini ele alalım. Bu hemoglobin proteini kanın içerisinde oksijeni taşımayı sağlıyor. Bu proteinin içerisindeki düzgün dizilim oluşturan içerisindeki amino asitlerin birinin yeri değişse Akdeniz anemisi dediğimiz kansızlık hastalığı ortaya çıkıyor. Peki gerçekten bu amino asitler tesadüfen düzgün bir protein dizilimi oluşturabilirler mi?

Hemen hesaplayalım. Hemoglobin proteinini üzerinden bir hesaplama yapalım. Hemoglobinin içinde 564 tane amino asit bulunuyor. Toplamda ise 20 çeşit amino asit var, yani 20 çeşit amino asit 564 farklı konuma anlamlı bir şifre için dizilim gerçekleştirecek. Ve biz bunun hesaplamasını yaptığımızda 20 üzeri 564 çıkıyor. Bunu yine daha kolay anlamak ondalık şeklinde yazalım. 10 üzeri 734, yani 10’un yanına 734 tane 0 koyacaksınız ve çıkan sayı kadar deneme yapacaksınız ki ortaya bir protein çıksın. 

Evrimsel düşünce diyor ki, tamam zor bir ihtimal ama milyonlarca yılda olabilir. Evrenin yaşı 14 milyar olmasına rağmen biz size 100 milyar yıl süre verelim ve 100 milyar yıl boyunca saniyede 1000 defa bu deneme gerçekleşsin. Ortaya çıkan deneme sayısı sadece 22 basamaklı. ama bir proteinin oluşabilmesi için gerekli deneme sayısı 734 basamaklı olmak zorundaydı. Yine evrimin bu konudaki tutarsızlığını gördük.

İndirgenemez Komplekslik

Daha sonra önce DNA dediler. Çünkü genetik bilimi ilerledi ve DNA keşfedildi. Hemen evrimciler dedi ki, ya canlılığın temeli protein değilmiş proteinler DNA’lardan üretiliyormuş. Bu yüzden ilk önce DNA oluştu. Bunu söyleyerek değiştirdikleri bu kararlarını ele alalım.

Bu iddiaları yani önce DNA oluştu iddiaları yine tutarsız bir iddiadır. Proteinin oluşabilmesi için DNA gerekli olduğu gibi DNA’nın oluşabilmesi için Proteinler yani enzimler gereklidir. Yani biri olmadan diğeri olmuyor, buna indirgenemez komplekslik deniyor. Proteinler zaten DNA sarmallarından oluşuyor. Bu yüzden DNA olmadan Protein olmuyor. DNA’daki 3.5 milyar harfin bir araya gelmesi ve birleşmesi için enzimler gerekiyor. Enzimler de proteindir. Yani protein olmadan DNA da olmuyor. İşte baktığımızda önce DNA ya da Önce protein denilemez. Evrimin bu konudaki iddiaları tamamen yanlıştır. Evrimsel sürece göre birinin daha önce var olup evrimleşmesi lazım. Ama Görüyoruz ki yaratılışçı iddianın dediği gibi her ikisinin aynı anda var olması gerekiyor. Evrimin bu konuda da tutarsızlığı görülmektedir.

Önce RNA

Bundan sonra evrimciler şöyle bir şey söyledi. O zaman RNA önce oluşmuştur. Yani bir çeşit kaçamak yol aradılar, ama bu yolda kapalı. Çünkü RNA en karasız moleküldür, yani çok narindir. Normal ortamda birkaç saniyede parçalanır..

Peki, normal şartlarda birkaç saniye yaşayıp sonra parçalanan RNA, milyonlarca yıl evrilmeyi nasıl bekleyecek? Bu imkânsızdır tabii ki. Bunun yanında zaten RNA da sarmal bir yapıdan oluşur. Bu yapının oluşabilmesi için enzimler gereklidir. Dediğimiz gibi enzimler birer proteindir. Aynı DNA gibi RNA ile Proteinler arasında da indirgenemez komplekslik vardır. Biri olmadan diğeri olamaz. Yani biri diğerinden önce var olamaz. Yaratılışçıların dediği gibi ikisinin aynı anda var olması zaruridir.

Evrimin değişkenlik gösteren 3 fikrinin geçersizliği gayet açıktır.

Antioksidan savunma sistemleri ve evrim çelişkisi

Vücudumuzda ortalama 50 trilyon hücre bulunuyor. Vücudumuz bu hücrelerin birleşimi ile oluşur. Her bir hücreye günde 10.000 tane radikal saldırı gerçekleşiyor. Bu saldırıların eğer biri bile başarılı olursa hücre ya kanser olur ya da programlı ölüme gider. İşte hücreleri bu saldırılardan korumak için yaratıcı antioksidanları görevlendirmiştir. Eğer antioksidanlar olmazsa bu saldırıların hepsi başarılı olacak ve hücrenin hayatını devam ettirmesi imkânsız olacaktır.

Evrimsel görüşe göre önce hücre oluşmuştur, daha sonra hücre milyonlarca yıl içerisinde kendine bir savunma sistemi geliştirmiştir. Günde 10.000 saldırı alan bir hücrenin bir savunma sistemi olmadan milyonlarca yıl hayatta kalabilmesi nasıl mümkün olacaktır? Böyle hayali bir düşünce bilimsel kabul edilebilir mi?

Düşünün ki sizin o kadar çok düşmanınız var ki, her gün evinize 10.000 tane saldırı oluyor ve bu saldırılar her gün güvenlik ekibiniz tarafından engelleniyor. Biz bu güvenlik ekibini ortadan kaldırsak yaşamamız mümkün olabilir mi? Tabii ki olamaz.  Aynen öylede, her gün 10.000 saldırıya maruz kalan bir hücre, hiçbir savunma sistemi olmadan milyonlarca yıl kendine bir savunma sistemi üretmeyi bekleyemez.

İşte bu yüzden hücrenin evrimleşmesi kabul edilemez.

Kafa karıştırıcı şempanze benzerliği

Evrimciler diyor ki bütün canlılar birbirlerinden evrimleşerek meydana gelmiştir. Buna dayanak olarak genetik benzerliği gösteriyorlar. Mesela şempanze ve insan.  Genetik benzerlik %96, aradaki fark %4. Evrim bu farkın milyonlarca yıl içinde kapandığını söylüyor. Ama birazdan yapacağımız hesaplama ile göreceğiz ki değil milyonlarca, 100 milyar yılda böyle bir şeyin olması mümkün değildir.

İnsan vücudunda 50 trilyona yakın hücre vardır. İnsan bu hücrelerin bir araya gelmesi ile oluşur. Her bir hücrede ise DNA bulunur ve bu DNA’lar, 3.5 milyar harf dediğimiz nükleotitlerden oluşmaktadır. 3.5 milyar nükleotit ise Adenin, Guanin, Sitozin ve Timin adı verilen 4 tane harfin düzenli bir şekilde yan yana diziliminden meydana getirilir. AGST gibi.  4 harfin düzenli şekilde dizildiği 3.5 milyar nükleotitlerden, bir tanesi bile yanlış denk gelse genetik bozukluklar ortaya çıkıyor. O kadar hassas bir dizilimden bahsediyoruz.

Bir hücrede 3.5 milyar nükleotid var demiştik. Şempanze ile aramızdaki genetik farklılık ise %4’dü. Yani 3.5 milyar harfin %96’sı birbirine benzerken, %4’ü farklıdır. Evrimcilerde bu %4’lük kısmın milyonlarca yıl içinde kapandığını iddia ediyor.

Bakalım böyle bir şey mümkün mü?  Bu 3.5 milyarın %4’ü değişip insan genine benzemesi gerekiyor. Böyle bir şey mümkün mü hemen hesaplayalım. 3.5 milyarın %4’ü 140 milyondur, yani şempanze ile insan arasındaki farklı nükleotit sayısı. Bu dizilim 4 farklı harften oluştuğuna göre, 4 farklı harf 140 milyon farklı konumda dizilecek demektir. Bunu ihtimal hesabına vurursak, 4 üzeri 140 milyonda birdir.

Kolay anlayabilmemiz için şöyle yazalım, 10 üzeri 80 milyon.  Şimdi bu rakam ne demek? 10’un yanına 80 milyon tane 0 koyacaksınız ve ortaya çıkan rakam kadar deneme yapacaksınız.

İşte o zaman şempanzenin insana benzemeyen %4’lük genini insana benzetmeyi başarabilirsiniz. Peki, bu mümkün mü? Şuan evrenin ömrü 14 milyar, ama biz biraz daha süre verelim ve 100 milyar yıl boyunca saniyede 1000 defa denendiğini farz edelim. Kaç defa deneme yapılmış oluyor? Sadece 22 basamaklı bir sayı kadar deneme yapılmış oluyor ama bu %4’lük farkın kapanması için 80 milyon basamaklı bir deneme sayısı gerekliydi.

    Bilim 10 üzeri 60’lık bir ihtimali imkânsız olarak kabul ederken 10 üzeri 80 milyonu kabul etme çabası boşunadır. Evrimin dünyadan beklentileri için kâinatın ömrü yeterli değildir.

Mutasyon

Evrimin temel dayanaklarından biri de mutasyondur. Mutasyon, canlı vücudunda meydana gelen ani değişikliklerdir. Bir hücredeki DNA sarmalında meydana gelen en ufak bir değişikliğe mutasyon denir. Evrimciler, canlıların mutasyona uğrayarak birbirinden teşekkül ettiğini ileri sürerler.

Bu mutasyonlara örnek olarak insanda 6 parmaklı doğumlar çift kafalı bebekler verilebilir. Tek bir hücrenin içerisindeki milyonlarca harften sadece birkaçı yer değiştiriyor ve insanlar çift kafalı doğabiliyor.

Evrim diyor ki bu mutasyonlar milyonlarca yıl boyunca öyle bir şekilde gerçekleşti ki faydalı oldu. Yani o hücre içindeki milyonlarca harfin dizilimi bozuldu, tabii bu yetmiyor bir de milyonlarca yıl böyle devam etti varsayılıyor.

İnsan organizmasında hayatı boyunca 100’den fazla yeni mutasyon gözlenmektedir ve bir kısmı nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu çerçevede % 2-3 bebekte görülebilen bebek anomalisi, onbinlerce insanda görülen Mendelian Hastalıklar, insan soyunun DNA’sının bozulmaya doğru gittiğini düşündürmektedir. Ayrıca yeni oluşan mutantların, hep özelliksiz hatta hasta olduğu gösterilmiştir. Böylece mutasyonlar, bırakın o cinsin dışına taşırılabilen gelişmeleri, mevcut canlıyı bile daha donanımlı hale getirememiştir. Bilim bize, mutasyonların genetik yapımızı daha iyiye değil, daha kötüye doğru götürdüğünü göstermiştir. Dolayısıyla mutasyon, yeni bir canlı türünün başlangıcı olamaz.

Adaptasyon

Adaptasyon, canlının çevreye uyumudur. Canlı çevreye nasıl uyacaktır? Elbette bu uyum, kendisine verilmiş olan organ ve duygularla sınırlıdır. Mesela, bir canlı bataklıkta yaşıyor olsun. Onun genetik potansiyeli Allah tarafından bu bataklığa göre planlanmıştır. Burada bulunmanın getireceği bir takım maksimum ve minimum şartlar olacaktır. O değişim şartlarının sınırlarında hayatta kalıp kalmamayı, bu canlının genetik potansiyeli tayin edecektir. Değişen çevre şartlarına göre, bu canlının yapısında, o çevreye uyum bakımından meydana gelebilecek bütün değişiklikler adaptasyon olarak nitelendirilmektedir.

İşte bu değişikliklerin sınırı, o canlının yaratılışında Allah (Celle celâlehu) tarafından ona verilmiş olan yapılardır. Biz her bir canlının genetik potansiyel sınırının ne olduğunu fenotipiyle, yani onun dış görünüşüyle bilemeyiz. Bunu tayin için o canlıyı suni olarak o çevrenin maksimum ve minimum şartlarına tâbi tutarak hayat sınırlarını anlamaya çalışırız.

Mesela, balığın belli bir radyasyona tutulunca hangi değişikliklerin olabileceği, ezbere söylenemez. Daha doğrusu, öyle bir yaklaşım ilmî olmaz. Balığı alırsın ve istediğin dozda radyasyona tutarsın. Ondan sonra da sonucu yazarsın. 

Görünen o ki, Allah (Celle celâlehu) her bir türü, yaşayabileceği çevre şartlarına göre belli bir genetik potansiyelde yaratıyor. Ona tanıdığı değişim sınırları içinde o varlık bir takım şekil değişiklikleri gösterebiliyor. Bütün bunlar her an Allah’ın (Celle celâlehu) ilim, irade ve kudretiyle oluyor ve şekilleniyor.

Bilimin görevi, bir yaratıcıyı inkâr değil, mevcut canlıların yapılarını en ince ayrıntılarına kadar tetkik etmek olmalıdır. Yoksa bir takım ideolojik ve felsefî düşünce ve hayal mahsulü şeyleri ilim adı altında takdim ederek, insanları gereksiz ve lüzumsuz şeylerle meşgul etmek, en azından bilim ahlakına yakışmaz.

Sonuç

Fransız İhtilali’nden sonra, yani yaklaşık iki yüz yıldır, dünyada ilmî çalışmalar bütün ateizme dayalı pozitivist felsefe düşüncesine göre şekillendirilmiştir. Bu felsefeye göre, kâinatta bir yaratıcı yoktur. Her şey gelişigüzel ve tesadüfen meydana gelmektedir.

Zaman zaman Batı âleminde de bu eğitim sistemine karşı sesler yükselmektedir. Fakat onların sözleri genelde hasıraltı edilir ve o ilim adamları toplumda itibarsızlaştırılır.

Onlardan birkaçının evrim teorisi hakkında ifadeleri şöyledir:

Antropolog Walker, Evrim Teorisi’nin savunulmasını, bu teorinin bir yaratıcıyı reddetmesine bağlar ve şunu belirtir:

“Birçok bilim adamı ve teknoloji uzmanının Darwin Teorisi’ni savunmalarının tek sebebi, bu teorinin bir yaratıcının varlığını reddetmesinde aranmalıdır.” (Walker, M. Quadrant. Ekim, 1982, s. 44)

Evrim görüşü, bütün varlıkların ortaya çıkışını tesadüflerle açıklamaktadır. Pierre Grassé de, “tesadüf” kavramının bir ilah hâline getirildiğinden şikâyet eder ve şöyle der:

“‘Tesadüf’ kavramı, ateizm görüntüsü altında, kendisine tapınılan bir ilah hâline gelmiştir.” (Grassé, P. P. Evolution of Living Organisms. Academic Press, New York,  1977, s.107)

Dinsizliği esas alan bu felsefî düşünce, ispatlanmış bilimsel bilgi gibi eğitim kurumlarında sistemli bir şekilde takdim edilir.

Böyle bir yaklaşımla gençler kendi millî, manevi, kültür ve dinî değerlerinden ve bağlarından koparılarak her tür menfi propagandaya ve zararlı alışkanlıklara açık hale getirilmektedir.

Bir milleti içten yıkmanın en kolay yollarından birisi budur. Onun için bu evrim teorisine sıradan bir teori şeklinde bakılmamalı, bu teorinin arkasında dünya çapında çok güçlü lobilerin olduğu hesaba katılmalıdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Evrimin Dayandığı Deliller 

Evrimin delili olarak ileriye sürülen ara (geçiş ...

Yüzde Doksansekiz Şempanze mi?(Bilim Yaratılış Diyor-1 ...

Evrimci bir ateistin iddialarına ne dersiniz? 

İnsanın Geçmişi

Varlıklar, canlılar birden mi yaratılmıştır, tedricen mi yaratılmıştır ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun