Epigenetik aktarım ve aile dizimi var mıdır?

Tarih: 07.09.2021 - 20:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Günümüzde sıkça bahsedilen, travmaların ana kaynağı olarak belirtilen ve bilimsel olarak ispatlandığı ifade edilen "epigenetik aktarım" ve "aile dizimi" dinimizin ruhuna ve kader anlayışına uygun mudur?
- Fiziksel anlamda genetik aktarımın belli düzeylerde olduğunu biliyoruz. Fakat atalarımızın yaşadıkları travmaların genetik hafıza yoluyla aktarılması ve tüm bu travmaların ceremesini çekmek zorunda olmak ne kadar adildir?
- Dinimizde "temiz" bir soy ile alakalı yapılan dualar ve izdivaçta temiz soydan gelmelerine dikkat etme kriterinin, yukarıda anlatılanlarla ilgisi var mıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Önce epigentiğin tarifine bir göz atalım.

Epigenetiğin Terminolojisi

Epigetik nedir?

Latincede Epi: “üst” demektir. Epigenetiğin kelime manası; genetik üstü, yani genetiğin üstünde cereyan eden manasındadır.

“Genetik” kelimesine benzerliğinden dolayı epigenetik terimi; “Genom”, “Epigenom”, “Genetik kod”, “Epigenetik kod” gibi terimlerin paralel olarak kullanılmasına yol açmıştır.

Epigenom, genom terimine paralel olarak bir hücrenin tüm epigenetik durumunu ifade eder.

Aynı şekilde “Epigenetik kod” terimi, hücrelerin birbirlerinden farklı fenotiplerinin oluşumunu sağlayan epigenetik özelliklerin tümünü anlatmak için kullanılmaktadır.

En geniş kullanımıyla epigenetik kod, her molekülün pozisyonunu gösterecek şekilde gen ifadesinin şematik olarak gösterilmesi anlamında, bir epigenomik harita olarak hücrenin total durumunu ifade eder.

Terim manası ise, bir organizmanın DNA baz sırasında herhangi bir değişim olmaksızın genlerinin ifadesinde ve dolayısıyla bu organizmanın veya hücrelerinin fenotipinde meydana gelen kalıtsal değişimleri araştıran bir bilim dalıdır. Bu değişimler organizmanın gelişimi süresince ve hücre bölünmeleri boyunca varlığını devam ettirir ve uygun durumlar olduğunda da yeni nesillere aktarılabilir.

Epigenetik olaylarda organizmanın DNA’sının baz diziliminde herhangi bir değişim söz konusu değildir. Bunun yerine genetik olmayan bazı faktörler organizmanın genlerinin kendilerini farklı şekilde ifade etmelerini ve davranmalarını sağlarlar. Bunun sonucu olarak da organizmanın veya hücrenin fenotipinde (dış görünüşünde) farklılıklar görülür.

Moleküler temelleri çok karmaşık olan epigenetik olayların nasıl gerçekleştiği günümüzde bütün ayrıntısı ile tam olarak bilinmemektedir.

En iyi bilinen epigenetik mekanizmaları şöyle ifade edebiliriz:

a. Genellikle DNA’nın temel yapısına dokunmadan, genlerin aktivasyonunda ve ifadesinde meydana gelen değişimler,

b. DNA bazlarının metillendirilmesi gibi modifikasyonlar,

c. Kromatin yapısında oluşan ve kromatinin yeniden şekillenmesini sonuç veren değişimler.

Epigenetik değişimler hücreler bölündüğünde kaybolmadan devam eder ve oluşan yavru hücrelere aktarılır. Epigenetik değişimlerin büyük çoğunluğu ferdi organizmanın sadece kendi hayatı boyunca görülür. Ancak döllenmede kullanılacak sperm veya yumurtada meydana gelen epigenetik değişimler, belli bazı durumlarda bir dölden diğerine geçebilir.

Kısaca söylemek gerekirse epigenetik yapı genelde şahsın kendi hayatıyla ilgilidir. Yumurta ve spermin teşekkülünde meydana gelecek bir değişiklik yavrularına da geçebilir.

Epigenetik, bazı genlerin çeşitli sebepler dolayısıyla sessizleşmesidir.

Gen sessizleşmesi nedir?

Genlerin kendi yapılarını ifade edemez duruma gelmelerine “Gen sessizleşmesi” adı verilmektedir. Yani bir genin, maruz kaldığı bir etki sebebiyle tesirini gösterememesidir.

Gen sessizleştirilmesi, gen düzenlenmesinde etkili olan epigenetik süreçleri ifade etmek için kullanılan genel bir terimdir. Bu terim genel olarak genetik materyalin modifikasyonu dışında diğer bir mekanizma ile bir genin kapatılması ve ifade edilemez hale gelmesi anlamına kullanılmaktadır. Hücrede normal şartlar altında ifade edilen bir gen, bu mekanizma ile kapatılmakta ve sessizleştirilmektedir.

Birtakım sebeplerden dolayı bazı genlerin sessizleşmesi sonucu birçok enzim aktifleşir veya pasifleşir. Enzimlerin bu şekilde değişime uğraması, kanser ve diyabet gibi hastalıkları başlatabileceği gibi, bu hastalıklardan korunmaya da yardımcı olabilir.

İnsanın bütün özelliklerini ihtiva eden genetik yapı, temelde nesiller boyu aynı kalmakla birlikte, çevrenin fert üzerinde en az hayat boyu bazı kalıcı etkiler sağladığı da görülmektedir. Metil veya etil gruplarının değişimini sağlayan her etkinin, doğrudan veya dolaylı olarak ferdin hayatına tesir ettiği anlaşılmaktadır. Bunlar göz önüne alındığında, yenen gıdaların cinsi ve şekli kadar, haram ve helal olması da insanın bünyesinde epigenetik yapıya tesir eden değişiklikleri sağlayabileceği anlaşılıyor.

Özellikle kişinin haram yiyeceklerden kaçınmasına hem hadislerde ve hem de ayetlerde işaret edilmiştir. Kur’an’da temiz ve helal şeylerden yenmesine sıkça yer verilir:

"...O peygamber onlara marufu (aklın ve dinin hoş gördüğü şeyi) emreder, kötülükten sakındırır, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar...” (Araf, 7/157)       

"Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin!.." (Bakara, 2/168)

Bir hadiste de “Kişi ağzına haram bir lokma götürse, kırk gün duası (tam olarak kemaliyle) kabul olunmaz.” buyrulur. (bk. Deylemi, 5/363, h.no: 8446; Umdetu’l-Kari, 11/174)

Haram gıda ile beslenen vücudun ibadet etmeye istekli olmadığı, haram lokmanın 40 gün tesirini icra ettiği gibi hususlar, bu epigenetik değişikliklere birer işaret olarak algılanabilir.

Nitekim yenen besinlerin insanın davranışları üzerindeki etkili olduğu, günümüzde doktorlar ve biyologlar tarafından da ileri sürülmektedir. Doktorlar anne adaylarına, bebeğin anne karnında sağlıklı gelişmesi ve o bebeğin dünya hayatında davranışlarına menfi yönde etki edecek beslenme ve yaşam tarzlarından kaçınmalarını öğütlemektedirler. Mesela, annenin hamile iken çok kırmızı et yemesinin, bebek erkek ise, onun gelecekte sperm sayısını olumsuz yönde etkileyebileceği ifade edilmektedir. (http://www.pressturk.com. Erişim: 31.10.2011)

Epigenetik yapıda gen sessizleştirilmesini şöyle bir misalle de anlayabiliriz:

Mesela, çok zeki bir kimse, uyuşturucu ilaçlar alırsa, o zekanın gereği olan birtakım davranışlar ortaya çıkamaz. Niçin? Çünkü alınan o uygunsuz ilaçlar, düşünce ile alakalı bazı genlerin etkilerini göstermelerine engel olur. O çok zeki kimse, bakarsınız evin yolunu bulamaz hale gelir.

Bu epigentik değişimler kader anlayışına uygun mudur?

İncir ağacının kader programı incir çekirdeğinde toplanmıştır. İncir ağacı, çiçeği ve meyvesi o program çerçevesinde şekillenecektir. İncir çekirdeğinde de o program DNA yapısında şifrelenmiştir.

Bir halı dokunmadan önce programı bilgisayarda hazırlanır. Halı o programa göre dokunur. Bilgisayardaki halının o programı onun kader defteridir denilebilir.

İşte insanın kaderi de âdeta bütün şekil, yapı ve davranışlarını içine alan bir yazılım programıdır.

İnsanın içinde bulunduğu zamanı, bütün geçmiş ve geleceği, Allah’a göre bir andır. Yani her şey onun ilmindedir. Allah’ın kader defterinde her şeyi tayin ve tespit edip yazmış olması, insanın iradesini bağlamaz. Mesela, siz bir öğretmen olarak bir öğrencinin anlayış kapasitesine göre sizden alacağı dört imtihan notunu sene başında not defterine yazsanız. Sene sonunda da o öğrenci tam sizin yazdığınız notları almış olsa, o notları siz önce yazdığınızdan dolayı mecburen tam o notları alıyor denebilir mi? O sizin ferasetinizi ve insanları iyi tanıdığınız gösterir.

İnsanın anne ve babasının hatalarını çekmesi adalete uygun mudur?

Böyle bir soru kaderin doğru anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kader ikiye ayrılır.

1. Izdırari kader

Bizim ihtiyarımız dışında olan kaderdir. Mesela, şu memlekette dünyaya gelmek, şu anne babadan dünyaya gelmek, vücut azalarının şöyle veya böyle olması gibi yaratılışlar.

Bunlardan insan mesul değildir. Mesela, “Sen niçin bu asırda dünya geldin?” şeklinde bir sorunun bize sorulmayacağını vicdanen biliyoruz. Dolayısıyla anne ve babanın yanlış davranışlarından dolayı genetik yapımızda meydana gelecek bir olumsuzluktan sorumlu olmadığımız gibi, öyle bir olumsuzluk belki bizim ahreti kazanmamıza vesile olacaktır.

Mesela, Hz. Yusuf gibi bir güzellikle dünyaya gönderilen bir insanın, kendisini haramlardan muhafaza ederek ahireti kazanması çok kolay değildir. Ama aynı şahsın epigenetik kanalıyla intikal eden bir gözün şaşılığı, o kişinin ahireti kazanmasına vesile olabilir. Yani şunu demek istiyoruz: İnsan dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Mesela, nasıl ki elma çekirdeğinde elma ağacı olma istidadı vardır. O çekirdekten elma ağacının çıkması için soğuk görecek, sıcak görecek ki neticede elma ağacı ortaya çıksın.

İşte insanı da Cenab-ı Hak esfel-i safilinden âlây-ı illiyine kadar, yani cehennemin en derin yerinden cennetin en yüksek yerine kadar, bir başka ifade ile yerden göğe kadar olan mertebelerden herhangi birisine namzet olacak şekilde yaratmıştır. Dolayısıyla insandaki bu istidat ve kabiliyetlerin ortaya çıkması ve ahiret için layık olduğu mertebeyi kazanması için imtihana tabi tutulmaktadır. Yani, insanın bir eli yağda, bir eli de balda olacak. Hiç sıkıntı çekmeden gidip cennetin ortasına oturacak. Böyle bir hayat tarzı peygamberlere de verilmemiştir. Hatta insanlar içinde dünyada en çok sıkıntı ve ızdıraba maruz kalanlar peygamberler olmuştur.

Burada şunu söylemek istiyoruz:

Anne ve babanın yanlış davranışından dolayı genetik yapılardan kaynaklanacak olumsuzluklarla imtihan olmazsa, Allah mutlaka başka ve belki daha ağır imtihanlara tabi tutacaktır. Onun için Allah’ın verdiğine rıza göstermek lazım.

Atalardan travma aktarılmaz. Allah herkese layık olduğu şekli ve vücudu vermiştir. Hiç kimseyi de o vücuttaki organlardan dolayı sorumlu tutmaz. Ancak o vücudun ve organların yerli yerinde kullanılıp kullanılmadığından sorumlu tutar. Hiç kimsenin Allah’tan mükemmel bir vücut alacağı yoktur. Herkes bu dünyaya ahiret hayatı için imtihan edilmeye gönderilmiştir. Yani ahiret hayatı bu dünyadaki imtihanı kazanıp kazanmamaya bağlıdır. Sermaye de ömürdür. Dolayısıyla vücut olarak ne vermişse ona şükrederiz.

2. İhtiyari kader

Bu da bizim kendi ihtiyarımız dâhilindeki davranışlarımızdır. Bu davranışlarımızdan sorumluyuz.

Kısaca söylemek gerekirse, gençlerde şöyle yanlış bir telakki var: Dünya yiyip içip hoş geçme yeri olacak. Hiç sıkıntı çekmeyecek. Bütün arzu ve istekleri dünyada yerine gelecek. Hâlbuki Kur'an’da mealen şöyle buyruluyor:

"Dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Esas hayat ahret hayatıdır..." (Enam, 6/32)

Bir hadiste de dünya hayatı şöyle tanımlanıyor:

"Dünya hayatı, bir yolcunun bir ağacın gölgesinde eğlenmesi kadardır." (Tirmizi, Zühd 44)

Yani bir Müslüman için esas hayat ahiret hayatıdır. Bu ebedî bir hayattır. Oradaki hayat tarzı da buradaki kısacık dünya hayatında kazanılacaktır. Bir kimsenin ahiret hayatında makamı yükseldikçe, dünyadaki imtihanı şiddetlenmektedir. Dolayısıyla dünya hayatına bu şekilde nazar edilirse, beklentilerimiz ve arzularımız İslam’ın istediği tarzda olacaktır.

Bir Müslüman gayrimüslim gibi hayatını tanzim edemez. İslamiyet’in emrettiği tarzda bir hayat anlayışını benimsemeyip İslam dışı bir hayat tarzı benimsenirse, öyle bir hayat tarzını insanı ebedî bir felaketi götürecektir.

Elbette isteyen istediği hayat tarzını seçmekte serbesttir. Şu halde yanlış bir tercihte bulunan kimse, bu tercihinin sonucuna da katlanacaktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+

Yorumlar

RumeysaC

Soruda asıl öğrenmek istediğim atalar'dan travma aktarılır mı sorusuydu.fiziksel anlamdaki aktarımları olduğunu malumumuz.fakat happy genetik aktarım da travmaların aktarıldığı savunuluyor ve şöyle örneklendiriliyor; bir fareye muz verilirken her seferinde elektrik de veriliyor.ve farenin muza tepkisi geliştiriliyor farenin yavrusunda bu etki gözükmüyor fakat torununa muz gösterildiğinde aynı tepkileri veriyor. İşte bu bilimsel verilere dayanarak insanın,anneannesinin annesine hamileyken aslında anneannesinin karnında bir hücre olarak var olduğu ve anneannesindeki travmalarında torununa geçeceği ifade ediliyor. Ve deniyor ki kaderimiz atalarımıza göre şekilleniyor.aile diziminde de şöyle örnek veriliyor birisi depresyona giriyor ve psikologa gidiyor,ruh durumunu anlatmak için kendimi yukarıdan aşağıya atma isteği geliyor. Soyuna baktıklarında aynı şekilde kendini öldüren bir atasının olduğunu ve bunun aktarıldığıni söylüyorlar.bir siteden aldığım aile dizimi hakkındaki bilgi şöyle:"Bazen kontrolsüzce bir şeylerin bizi yönlendirdiğini hissederiz ve olaylara verdiğimiz tepkiler kendi irademiz dışında otomatik olarak gelişir. Ailemize ve atalarımıza olan sadakatimizden dolayı onların kaderlerini, öfkelerini, depresyonlarını ve benzeri duygularını tekrar ederiz. Bu da hayatımızda bir türlü çözemediğimiz sorunlara ve kısırdöngülere neden olur. Köklerimizden genetik hafıza ile aldığımız mirasa onların kaderleri de dahildir. Aile sisteminde dışlanmış biri varsa aileye onu hatırlatmak için onun kaderini tekrar ederiz. Mesela aile de dışlanmış alkol bağımlısı biri var , yeni nesilden torunlardan biri de alkol bağımlısı olup o kişiyi aile sistemine hatırlatmaya çalışır ve aile gerçek anlamda o kişiyi görüp kabul edene kadar bu döngü sürer. Çünkü Aile de herkese bir yer verilmeli, saygı duyulmalı ve onurlandırılmalıdır. Sistem de herhangi bir nedenle dışlanan kişi bir şekilde temsil edilir. Bu bazen kadın- erkek ilişkilerinde karşımıza çıkar bazen de iş hayatında. En çok hayatımıza çektiğimiz kişi (karakter) aslında reddettiğimiz kişidir. Burada kişiyi kaderiyle ve her haliyle içten kabul çözüme giden ilk adımdır."
sorum şu;bizim kontrolümüz dışında atalarımızın yaşadıklari travmaların bize aktarıldigi dini inancımız açısından doğru mudur?Gerçekten kaderimiz şekillenirken atalarımızın yaşadığı travmaların payı var mıdır? Yani biz onların yaşadıklarını tekrar yaşamak zorunda mıyız?(ne kadar adil oldugunu bu yönüyle sormuştum)

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editör (hasanfidan)

Genetik yapının nesilden nesile aktarıldığı bir gerçektir. Ancak içki bağımlısı olmak veya intihar etme isteği genetik değil fiziksel ve ruhsal bir bozukluktur. Aileden biri alkol bağımlısı ise sonraki nesillerde de böyle bir bağımlılık devam edecektir yargısı ne dini açıdan ne hukuki açıdan ne de akli önermeler bakımından doğru değildir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun