EVRİMİN DELİLİ OLARAK İLERİYE SÜRÜLEN ARA (GEÇİŞ) FORMLAR

Prof. Dr. Âdem TATLI
Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Kütahya (E).
[email protected]

     Evrim görüşüyle bütün canlıların tek hücrenin farklılaşmasıyla zaman içerisinde birbirinden evrimleşerek meydana geldiği iddia edilmektedir. Bu iddiaya delil olarak türlerin aralarında geçiş formlarının bulunacağı ileri sürülmüştü. Ancak, yaklaşık 150 yıldır bu iddiayı doğrulayacak hiçbir misal ortaya konamadı.

     Evrim zincirinin eksik halkalarını tamamladığı farz edilen ve bazı özellikleri bakımından kendisinden önceki canlıya, bazı özellikleri bakımından da kendisinden sonraki canlıya benzeyen organizmalara “ara form” veya “geçiş formu” adı verilir.

     İddia edildiği gibi, bütün canlılar tek hücreden köken alarak silsile hâlinde birbirinden hâsıl edilmiş iseler, o zaman ara form özelliğine sahip organizmalardan fosil hâlinde bol miktarda mevcut olması gerekirdi.

    Ara fosil formu bakımından canlıları sırası ile gözden geçirelim.

     Protozoalardan Omurgasız Metozoalara Geçiş

     Yeryüzünde ilk canlılar günümüzden takriben 1.5 milyar yıl önce Antekambriyen devrinde görülür. Bunlar Protozoalar’dan tek hücreli suyosunlarıdır.  Bu canlı grubu ilk yeryüzünde göründüğü şekil ve yapısı itibariyle aynen günümüzde de mevcuttur.     Bu Antekambriyen devrinden sonra gelen Kambriyan devrinde canlılar, öyle evrimcilerin iddia ettiği gibi, tek hücreliden çok hücreliye doğru tedrici bir geçiş göstermemektedir. Bu devirde görülen çok hücreli canlıların hem kendi aralarında benzerlik yoktur ve hem de kendilerinden önceki canlılarla bir benzerlik göstermezler.

     Çok hücreli canlıların birdenbire ortaya çıkışı, “Kambriyan patlaması” olarak adlandırılır. Bu canlıların başında; süngerler, mercanlar, Trilobit’ler, Brachiopod’lar, Molluska’lar, Echinoid’ler ve Arthropod’lar gibi ileri derecede kompleks yapıya sahip omurgasızlar gelir[1].

     Antekambriyen’deki tek hücreli mikroorganizmalarla Kambriyen’deki bu ileri derecede kompleks yapıya sahip omurgasızlar arasında bir ilgi ve bağın olmadığına Guttman 1999 yılında neşrettiği biyoloji kitabında yer verir[2].

     Diğer taraftan Axelrod, George ve Kay gibi araştırıcılar, Kambriyen omurgasızlarının, geçit formu olmadan Antekambriyen sonunda birdenbire yeryüzünde göründüklerini belirtirler[3],[4].

     Richard Monestarsky de, yeryüzünde kompleks hayatın aniden ortaya çıktığını belirtir ve şöyle der:

     “Günümüzdeki kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu gelişleri Kambriyen devrinin başına rastlar. Denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu devirde başlamıştır”[5].

     Evrimci İngiliz zoologlarından Richard Dawkins de, kompleks canlıların birden ortaya çıktığına şöyle işaret eder:

     “Kambriyen tabakalarındaki omurgasız grupları, sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan orada meydana gelmiş gibidirler. Tabii ki bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları memnun etmektedir”[6]

    Omurgasızlardan Omurgalılara Geçiş[7]

     Genellikle omurgasızların iç kısımlarında yumuşak bölümler, dışlarında ise sert kabuklar vardır. Omurgalılarda durum değişiktir. Onlarda içte iskelet yer alır.

     Kambriyan devrinden sonra gelen ve günümüzden takriben 430 milyon yıl önce görülen Ordovisiyen devrinin sonlarında ve 330 milyon yıl önceki Devoniyen çağı başlarında çenesizler (Cyclostomata), kıkırdaklı balıklar (Elasmobranchii) ve kemikli balıklar (Teleostomi) gibi omurgalılar mevcuttur.

     Ommaney “The Fishes” adlı eserinde, Romer de “Vertebrata Paleontology” adlı eserinde bu balıklarla ataları kabul edilen omurgasızlar arasında bağlantı sağlayacak fosilin bulunmadığını belirtirler[8].

     Evrimci paleontolog Gerald Todd da, balık grupları arasında geçit formunun olmadığına dikkati çeker ve şöyle der:

     “Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve birdenbire ortaya çıkarlar ve kendilerini ata olabilecek hiçbir canlı grubuyla bağlantı göstermezler”[9].

     Gordon Taylor da, yüzgeçli ve eklemliler arasında geçit formunun olmadığını şöyle dile getirir:

     “Dünyadaki fosil koleksiyonlar içerisinde yüzgeçli ve eklemli canlılar arasında, birinin diğerinden meydana geldiğini gösteren hiçbir ara formu yoktur”[10].

    Balıklardan Kurbağalara Geçiş

     Yassı yüzgeçli balık (Rhipidistian crossopterygian) ile kuyruklu su kurbağası (lchthyostega), balıklarla kurbağalar arasında geçiş formu olarak ileriye sürülür (Şekil 1a ve 1b).

     Yassı Yüzgeçli Balık ya da Coelecanth olarak adlandırılan Rhipidistian crossopterygian’ın belli bir devre yaşadığı, çevre şartlarının değişmesiyle kurbağaları hâsıl ederek, Kretase devri sonunda, yani günümüzden takriben 70 milyon yıl önce ortadan kalktığı kabul ediliyordu. Hublin, “The Hamlyn Encyclopedia of Prehistoric Animals” adlı eserinde, bu fosil forma aynı gruptan Latemaria chalumnea balığının 1935’te Mozambik’te, 1939’da Madagaskar’da, 1953’te Komor Adaları’nda, 1955’te Afrika’da olmak üzere pek çok yerde yakalanmış olmasının, onun ara formu olma özelliğini ortadan kaldırdığını belirtir[11] (Şekil 2). 

Şekil 1. a) Kuyruklu su kurbağasının atası kabul edilen yassı yüzgeçli balık   (Rhipidistian crossopterygian), b) Kuyruklu su kurbağası (lchthyostega)’nın verilerine göre çizilmiş resim.

     Robert Carroll, “Omurgalı Paleontolojisi ve Evrimi” adlı eserinde, balıklarla kurbağalar arasında geçiş formu bulunmadığına işaret eder ve şöyle der:

     “Elimizde, ilk kurbağalarla balıklar arasında geçiş formu özelliğine sahip fosiller yoktur”[12].

     Edwin Colbert ve Morales de, geçmişteki kurbağalarla günümüzdekilerin aynı yapıda olduklarına dikkati çeker:

     “Paleozoik devir (Birinci zaman) kurbağalarının ortak bir ataya sahip olduklarını gösterecek tek bir delil yoktur. Bilinen en eski kurbağalarla günümüzdekiler birbirlerine benzerdirler”[13].

                 

    Şekil 2. Yassı yüzgeçli balık (Coelecanth) grubundan Latimaria.

    Kurbağalardan Sürüngenlere Geçiş

     Kurbağa ve sürüngenler arasında geçişi sağlayan formlar olarak, Permiyan başında yaşamış olan Seymouria ve Didactes ileri sürülür. Hâlbuki bugünkü bilgilerin ışığında, kurbağalarla sürüngenlerin Karbonifer devresinde birlikte yaşadıklarını görüyoruz. Dolayısıyla aynı devirde çevre şartlarının kötüleşmesiyle hem kurbağalardan sürüngenlerin hâsıl olmasını, hem de kurbağaların varlığının devamını izah etmek mümkün değildir. Nitekim Seymouria bazıları tarafından, “sürüngenlerin atası” değil, “çok gelişmiş gerçek bir kurbağa” olarak kabul edilir[14].

     Robert Carroll, “Sürüngenler Kökeninin Problemleri” adlı eserinde, kurbağalardan sürüngenlere geçişi gösteren bir fosilin bulunmadığına dikkati çekerek şöyle der:

     “İlk sürüngenin gerçek atası olabilecek, elimizde tek bir fosil örneği yoktur. Dolayısıyla böyle bir ara formun bulunmayışı, kurbağadan sürüngene geçişin olduğu iddiasını geçersiz kılmaktadır”[15].

      Sürüngenlerden Kuşlara Geçiş

     Sürüngenden kuşa geçişte sürüngen pullarının tüye dönüştüğü ileri sürülür. Fakat bazı evrimciler bu görüşün yanlışlığına işaret etmektedirler. Bunlardan Barbara, konuyu şöyle değerlendirir:

     “Tüyler oldukça kompleks bir yapıya sahiptirler… Pullarla tüyler arasında geçiş özelliğine sahip hiçbir form yoktur”[16].

     Brush da tüylerin bir anda ortaya çıktığı görüşündedir ve şunu dile getirir:

     “Tüyler, fosil kayıtlarında sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda ortaya çıkar” [17].

     Feduccia, sürüngenden kuşa geçişin imkânsız olduğunu dile getirir:

     “Sürüngenden kuşa geçiş, biyofizik açısından mümkün değildir”[18].

      Archeopteryx (Arkeopteriks)

     Sürüngenlerle kuşlar arasında geçiş formu olarak Arkeopteriks ileri sürülür.

     Üst Jura devri kalkerleri arasında fosili bulunmuştur (Şekil 7.4).

                 

Şekil 3. a- Arkeopteriks fosili, b- Arkeopteriks’in tahmin edilen şekli.

     Arkeopteriks takriben günümüzden 140 milyon yıl önce yaşamıştır (Şekil 3). Genellikle kuş formunda olan Arkeopteriks’in sürüngen benzeri özellikleri şöyle sıralanabilir:

a) Kanatların kenarında pençelerin bulunması.

b) Ağzında dişlerin varlığı.

c) Kuyruğunda omurganın mevcudiyetidir.

     “Jura Devri Kuşları Teoriye Meydan Okuyor” adlı eserde Arkeopteriksin sürüngenlerle kuşlar arasında geçit formu olmadığı belirtilir ve bununla ilgili şu hususlar ileri sürülür:

  1. Günümüzde Güney Amerika’da yaşayan Hoatzin kuşu (Opisthocomus hoatzin) ile Afrika’nın Tourako kuşu (Musophogidae familyasından Touraco coryhaix)’nun gençlik devresinde de kanatlarının kenarında pençe vardır ve Hoatzin kuşunun omurga yapısı da Arkeopteriks’e benzerlik gösterir (Şekil 4). Ayrıca Güney Amerika’da yaşayan deve kuşu (Ostrich)’nun kanatlarında da üç pençe vardır[19].
  2. Arkeopteriks, günümüz kuşlarınki gibi, asimetrik tüy yapısına sahiptir. Bu da onun uçtuğunun bir delili olarak alınır.
  3. Arkeopteriks’te uçmak için gerekli olan göğüs kemiğinin olmadığı” iddia ediliyordu. Son bulunan yedinci Arkeopteriks fosilinde göğüs kemiğinin varlığı anlaşıldı.

     1995 yılında Çin’de Omurgalı Paleontoloji Enstitüsü’nden Paleontolog Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou, “Confuciusor” adını verdikleri bir kuş fosili buldular.     Arkeopteriks ile aynı yaşta, yaklaşık 140 milyon yaşında olan Confuciusor’un dişleri yoktu, gagası ve tüyleri günümüz kuşlarıyla aynı özellikteydi. İskelet yapısı da günümüz kuşlarıyla aynı olan bu kuşun kanatlarında, Arkeopteriks’te olduğu gibi pençeler vardı.

             

              Şekil 4 . Kanatlarında pençelere sahip Hoatzin kuşu.

     Shipman, Confuciusor’un bulunmasının, Arkeopteriks’in “kuşların atası” olma tezini çürüttüğünü belirtir[20].                                                                                                    

     1996 yılında Hou, Martin ve Alan Feduccia tarafından Çin’de 130 milyon yaşında, Liaoningornis adı verilen bir kuş bulundu. Arkeopteriks’ten 10 milyon yıl daha genç olan Liaoningornis’in günümüz kuşlarında bulunan uçuş kaslarının tutunduğu göğüs kemiğine sahip olduğu bildirilmekte, günümüz kuşlarından tek farkının “ağzında dişlerin bulunması” gösterilmektedir. Feduccia, Liaoningornis’in, “Kuşların kökeninin dinozorlar olduğu” iddiasını da geçersiz kıldığını dile getirir[21].

     Kuşlarla alakalı bir başka fosil de Batı Teksas Çölü’nde bulunmuştur. Sankar Chatterjee tarafından 1984’te değerlendirilen iki parçalı bu fosil, “İlk kuş” (Protoavis) olarak adlandırılmakta ve günümüzden 225 milyon yıl önce yaşadığı belirtilmektedir[22].

      Arkeopteriks’in 140 milyon yıl önce yaşadığı dikkate alınırsa, Sankar Chatterjee tarafından bulunan fosilin Arkeopteriks’ten 85 milyon yıl önce yeryüzünde yaşadığı anlaşılır.

     Evrimcilerin iddiasına göre Arkeopteriks, dinozorlardan evrimleşmiş olmalıdır. Ancak son bulunan fosillerin ışığında evrimcilerin bir kısmı, Arkeopteriks’in ara form olma özelliğini kabul etmemektedirler. Bunlardan kuşlar üzerinde ihtisas sahibi olan Alan Feduccia, şu ifadeyi kullanır:

“Yirmi beş sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim. Dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. ‘Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği’ görüşü, paleontoloji alanında 20’nci yüzyılın en büyük utancı olacaktır!” [23]

      2 Eylül 1987 tarihli “Punch” dergisinde Arkeopteriks ile alakalı değişik bir iddia yer almıştır. “William Hewison” imzasıyla neşredilen makalede, 1861 yılında bulunan Arkeopteriks fosiline ait tüy izlerinin, Richard Owen tarafından baskı kalıbıyla sonradan konduğu ileri sürülmektedir. Arkeopteriks hakkında yaygın kanaat, dişli bir kuş olduğu ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalktığı yönündedir[24],[25],[26].

     Nitekim günümüzde bazı sürüngen ve kurbağaların dişleri varken diğer bazılarının yoktur.

    Sürüngenlerden Memelilere Geçiş

     Sürüngenlerin atası olarak seymouria ve didactes alınır. Memelilerin öncüsü sayılan synopsidae alt takımı sürüngenlerin atası kabul edilen bu takımlardan daha önce yeryüzünde görülmektedir. Dolayısıyla memelilerin atasının sürüngenler olması imkânsızdır.

     Kemp, “Memelileri Hâsıl Eden Sürüngenler” adlı eserinde, sürüngenlerden memelilere geçişi gösteren ara formların olmadığını ısrarla belirtir[27].

     Romer, “Omurgalı Paleontolojisi” adlı eserinde, uçan memelilerden yarasanın, sürüngenlerden geldiğini gösteren fosilin bulunmadığına dikkati çeker[28].

     Ommaney de, yaşlı tabakalar arasındaki bulunan yarasa fosillerinin günümüzdekilerden farksız olduğunu belirtir[29].

     Neo-Darwinist Teori’nin kurucularından evrimci George Gaylord Simpson, “İnsandan Önceki Hayat” adlı eserinde, memelilere dair ara form olmağını belirtir ve şöyle der:

     “Sürüngen devri’ olarak bilinen Mesozoik Çağı’nın canlıları, aniden memeliler devrinde değişmiştir. Sanki bütün başrol oyunculuğunu çok sayıda ve türdeki sürüngenlerin üstlendiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında, başrolünde memelilerin yer aldığı, sürüngenlerin kenara itildiği yeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devre ait izleri yoktur”[30].

     Yüksek Yapılıların Evrimine Misal Olarak At İleri Sürülür

     Yüksek yapılı canlılardaki evrime, atın filojenisi esnasında geçirdiği iddia edilen değişiklikler misal verilir. Weller’in iddiasına göre, Eosen devrinde yaşamış, “İlkel at” olarak ele alınan Eohippus’un ön ayakları dört, arka ayakları üç toynaklı idi. Yürürken bütün toynakları yere yapışıyordu[31].

     Johnson’a göre, atın üçüncü toynağı gelişirken değerleri gitgide indirgenerek kaybolmuştur. Buna sebep olarak da, erken devirlerdeki atların orman ağaçlarının genç dal ve yapraklarıyla beslendiği, fakat Miyosen’den itibaren otlakların dominant hâle gelmesiyle otla beslenmeye başladıkları ileri sürülür.

     Besin kaynağını çayırların teşkil ettiği açık düzlüklerde düşmandan korunmanın ancak süratli koşmakla mümkün olacağı, bunun da üçüncü toynağın genişleyip gelişmesine, diğerlerinin de kaybolmasına sebep olduğu varsayılır. Üçüncü toynağın haricindekiler körelmiş ve artık işe yaramayan organ hâline gelmiştir[32].

     Atın Evriminin Değerlendirilmesi

     Toynak sayısının azalması, beslenme şekli ve dolayısıyla koşma ve düşmanlarından kaçmaya bağlanmaktadır.

     “Kullanılan organın geliştiği, kullanılmayanın köreldiği” kurgusu, “Lamarck Prensibi” olarak bilinir. Son 20 yıldır, Lamarck Prensibi’nin modifikasyona dayandığı, yani soma hücrelerindeki değişikliğin yavrularına intikalinin mümkün olmadığı, ancak eşey hücrelerindeki bir değişikliğin kalıtımla geçtiği anlaşılmıştır. Kaldı ki, aynı mantıkla hareket edilirse, düşmanlarından kaçan tavşan başta olmak üzere pek çok hayvanın benzer bir değişikliğe niçin maruz kalmadığının da izahı gerekecektir.

     Wells de bu konuda şunu söyler:

     “Atın evrimiyle ilgili olarak Darwin’in 1882’de ölümünden üç yıl önce, Yale Üniversitesi paleontoloğu Othniel Marsh, modern tek toynaklı atların, küçük dört toynaklı atadan nasıl geldiğini göstermek için at fosillerini ihtiva eden bir çizim yayınladı. Sadece ayak kemiklerini ve dişleri ihtiva eden Marsh’ın çizimi, çok geçmeden kafatasıyla desteklendi ve at fosillerinin resimleri biyoloji ders kitaplarında ve müzelerde ‘evrimin delili’ olarak hızla yerini aldı[33].

     Atın ayağındaki çıkıntıların lüzumsuz organ olduğu da tartışmalıdır. Zira bunların bazı görevleri vardır. Cousins’e göre bu görevler şunlardır:

1. Bacağı kuvvetlendirme görevi yapar.

2. Birçok bacak kasının tutunma noktasıdır.

3. İncik kemiğiyle meydana getirdiği oluğa topuğun üst destek kirişi yapışır ve atın ağırlığını taşıma görevini yerine getirir[34].

     Dunouy ve Goldschmidt, tek toynaklı atın, günümüzden 130 milyon yıl önce Mesozoik devrinde, yani çok toynaklı attan evvel yeryüzünde mevcut olduğunu belirtir. Onlara göre, çok toynaklı atların ilki ise Eosen devrinde, 55 milyon yıl önce ortaya çıkmış, sonuncusunun nesli de Miyosen’de yaklaşık 25 milyon yıl önce ortadan kalkmıştır[35],[36].

     Evrimci biyologlardan Boyce Rensberger, atın evrimini belirten fosil serilerinin gerçekte bulunmadığını, farklı canlılara ait iskeletlerin yan yana dizilerek bu serilerin elde edildiğini belirtir ve şöyle der:

     “Yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış dört toynaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan silsile hâlinde birtakım değişmelerle günümüzdeki atın evrimleştiği’ iddiası, geçerliliğini yitirmiştir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri tamamen farklı olarak ortaya çıkmakta, hiç değişmeden kalmakta, sonra da bunların soyu tükenmektedir. Dolayısıyla bunlar ara form değil, her birisi ayrı yapıya sahip farklı birer formdurlar” [37].

İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden evrimci Colin Patterson da benzer görüşü dile getirir ve şu değerlendirmeyi yapar:

     “Elli yıl önce hazırlanmış olan ve hâlâ müzenin alt katında duran atın evrimi sergisi, hayalî kötü bir hikâyeden başka bir şey değildir! Atın evrimi, birbirini takip eden yüzlerce ilmî kaynak tarafından ‘büyük bir gerçek’ gibi sunulmuştur. Ancak bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları, spekülasyondan başka bir şey değildir”[38].

     Atın evriminin dayandığı fosillerin Hindistan, Güney ve Kuzey Amerika ile Avrupa’da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle meydana getirildiği belirtilir. Bu hususta evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Birbirinden farklı 20’den fazla atın evrim şeması vardır. Bu sıralamalardaki ortak nokta, 55 milyon yıl önce Eosen Devri’nde yaşamış Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının “atın ilk atası” olduğuna inanılmasıdır. Hâlbuki Hitching, “atın atası” olarak sunulan bu Eohippus’un, günümüzde Afrika’da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi olmayan “Hyrax” isimli hayvanın aynısı olduğunu belirtir[39].

     Evrimcilerden Gordon Taylor, “The Great Evolution Mystery” adlı eserinde, at serileriyle ilgili olarak şunu belirtir:

     “Paleontologlar, evrimciler tarafından ileri sürülen at serileriyle ilgili fosilleri ortaya koyamamışlardır. At serisi ‘evrim konusunda çözüme kavuşturulmuş örnek’ olarak takdim edilir, ama gerçek öyle değildir. Eohippus’tan günümüzdeki at Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Farklı kaynaklardan gelen canlılara ait fosillerin bir araya getirilip arka arkaya dizilmesi mümkündür, fakat canlılar tarihinde bu sıralamayı doğrulayacak hiçbir delil yoktur[40].

     Öyle anlaşılmaktadır ki, çok toynaklı at tiplerinin her birisi ayrı bir formdur ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır... Tek toynaklı atın nesli de tek toynaklıdır.

    Böceklerin Geçmişi

      Böceklerin de kehribar, volkan külleri ve kömür gibi materyaller içinde fosilleri bulunmuştur. Kehribar içinde rastlananların iç organları, doku ve hücre yapıları dahi gayet güzel muhafaza edilmiş olduğundan mevcutlarıyla karşılaştırma imkânı vermektedir. Brues, “Insects in Amber” adlı eserinde, 350 milyon sene önce yaratılmış böceklerle günümüzdekiler arasında şekil yönünden farklılık olmadığını belirtir[41].

     Ancak geçmiştekilerden bazıları bugünkü akrabalarından daha büyük ve iri idiler. Meselâ büyük hamam böcekleri ve dev karıncalar gibi. Böceklerin bir özelliği, çok değişik formlara sahip olmalarıdır. Dolayısıyla hangi kaynaktan meydana gelmiş olabileceklerini ortaya koymak zordur. Olsen, “Hayatın Evrimi” adlı eserinde, böceklerde uçma hadisesinin nasıl başlamış olduğu hakkında hiçbir bilginin olmadığına dikkati çeker[42].

    Geçiş Formlarıyla İlgili Genel Değerlendirme

     Canlıların yeryüzüne gelişlerini evrim görüşü, “kademeli ortaya çıkış”la açıklamaktadır. Basitten yüksek yapılılara doğru canlı organizmalar zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelmiş olmalıdır. Bunun da delili, fosiller olacaktır. 1850’li yıllarda bu görüş ortaya atıldığı zaman genel düşünce bu yönde idi. Ancak geçen zaman içerisinde bu görüşü doğrulayacak fosil materyallerin bulunamaması, evrimcilerin bu görüşü eleştirmelerine sebep olmaktadır. Ünlü İngiliz paleontoloğu Derek, bu hususta şöyle der:

     “Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde meydana gelen gruplar görürüz”[43].

     Evrimci Carlton da benzer görüşü dile getirir:

     “Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? Fosil kayıtlarının bu soruya cevabı ‘hayır’dır” [44].

     Oxford Üniversitesi’nden Tom, türlerin birbirine geçişini gösteren fosilin olmadığını belirterek şöyle der:

     “Fosil kayıtlarına göre, pek çok tür, birdenbire ortaya çıkar, hiç değişime uğramadan birkaç milyon yıl kalır ve birdenbire kaybolur. Bir nesilden diğerine türlerin geçişini gösteren tek bir fosil örneği yoktur”[45].

     Steven da kademeli evrimi doğrulayacak fosil delilinin bulunmadığına dikkati çeker ve şunu belirtir:

     “Bilinen fosil kayıtları, kademeli evrimin geçerli olabileceğine dair hiçbir fosil örneği sunamadı”[46].

     Adler, ara form araştırıcılarının elde ettikleri karşısında hayal kırıklığı içerisinde kaldıklarına dikkati çeker ve şöyle der:

     “Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor”[47].

     Evrimci Mark, türlerin aniden ortaya çıkıp yine aniden kaybolduğunu dile getirir:

     “Türler aniden teşekkül eder ve yine aniden yok olurlar. Bu durum, türlerin Allah tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçılara destek sağlamaktadır [48].

     Harvard Üniversitesi’nden evrimci Gould, evrim soy ağacının, fosil kayıtlarına değil, evrimcilerin hayaline dayanılarak çizildiğini belirterek şu görüşü dile getirir:

     “Kitaplarımızda yer alan evrim soy ağaçları, fosil kayıtlarına değil, bizim tasarımlarımıza dayalıdır”[49].

     Yeryüzünde jeolojik devirler boyunca farklı organizmalar, değişik canlı tipleri ortaya çıkmış, bunların bir kısmı hiç değişiklik geçirmeden, bir kısmı da ufak tefek değişikliklerle günümüze kadar gelmiştir. Bazısı da belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Burada dikkati çeken bir husus, zamana bağlı olarak, yüksek yapılı organizmaların yavaş yavaş yeryüzünde görünmeleridir. Bunun tek açıklaması olabilir. O da, kademe kademe iyileşen yeryüzü şartlarına uygun canlıların gönderilmesidir. Bir başka ifadeyle, koyun, çimenler ve otlar hâsıl edildikten sonra yaratılmıştır. Ara form veya geçiş formu olarak ileri sürülen fosillerin ara form olma özelliği yoktur. Şimdiye kadar ileriye sürülen fosillerin yeterli ve güvenli bir materyal olmadığı artık genel bir kanaat hâline gelmiştir.

         İnsanın Geçmişi

     İnsanın geçmişi ile ilgili ara form olarak ileriye sürülen fosillerin belli başlıları şunlardır:

       1. Uzun Kollu Maymun (Ramapithecus)

       İnsanın atası olarak verimciler tarafından ileriye sürülen varlık Ramapithecus’tur. Bunun pliyosen devrinde, yani günümüzden yaklaşık 14 milyon yıl önce yaşadığı iddia edilir.

                         

                        Şekil 5. Ramapithecus’ta parabolik çene.

       Sadece Çene kemiğinden bilinen ve diş yapılarına dayanılarak insanın atası olduğu iddia edilen bu varlığın yapılan çalışmalarla bir homonid olmadığı, uzun kollu maymun olduğu ortaya konmuştur[50]

      2. Güneyin Maymunu (Australopithecus)

      İnsanın atası olarak ileriye sürülen bir başka grup da Australopithecus grubudur. Bunun muhtelif formları ileriye sürülmektedir. Bu isim, Doğu Afrika’da Louis Leakey ve diğer birçokları tarafından bulunmuş değişik fosillere verilmiştir. Dart tarafından bulunan fosiller “Australopithecus africanus” (Afrika adamı) olarak adlandırılmış, daha sonra Zinantropus, Paranthropus, Pleisanthropus, Telanthropus ve Homo habilis’ler de bu gruba dâhil edilmiştir.

Australopithecus, iki-üç milyon yıl önce yaşamış, dik yürüyen ve kaba aletler kullanan hominid bir varlık olarak ileriye sürülür. Beyin hacmi, bazı ileri yapılı maymunlardaki kadar, yaklaşık 500 cc’dir. Dişleri ise Ramapithecus’unkilere benzer olduğu ileri sürülür.

     Tanzanya’nın Olduvai Gorge bölgesinde Louis Leakey tarafından bulunan Zinjanthropus boisei’nin, Australopithecus robustus’un bir varyetesi olduğu belirtilir. Bundan sonra Australopithecus iki tür altında gruplandırılmıştır. Birisi A. africanus, diğeri ise A. Robustus’tur.

     2.1. Afrika Adamı (Australopithecus africanus)

     1924 yılında Dart tarafından Afrika’da bulundu. Küçük diş, küçük çeneli ve ince yapılıdır. Kafatası hacmi, günümüz insanının yaklaşık 1/3’ü kadar, yani 500 cc, yaşı da 1,8-2,6 milyon yıl olarak tahmin edilir.

             

     Şekil 6. Australopithecus africanus (Afrika Adamı) (Lucy Adamı). Bu iskeletteki fosillerin her birisi farklı canlılara aittir. Bu iskelete dayanarak sol alttaki resim çizilmiştir.

       Evrimci Gould, Afrika maymunu Austrolopithecus afarensis’in insanın atası olamayacağını belirtir. Afrika maymununa ait olduğu kabul edilen fosil parçalarının değişik organizmaların fosilleri olduğuna ve bunların yanlış birleştirilmiş bulunduğuna dikkati çeker[51].

     2.2. Australopithecus boisei (zinjanthropus)

     Bu formun, Australopithecus robustus’un varyetesi olduğu ileriye sürülür. 1959 yılında Leakey tarafından Tanzanya’da bulunmuştur. Çok kalın dişli, kalın çeneli, üst şakak kemikleri goril ve orangutanda olduğu gibi çıkıntılıdır. Diş kemeri ve çene kavisi çok paraboliktir. İleri yapılı maymunlardan orangutan ve şempanzeye benzer. Kafatası hacmi 500 cc, yaşı da 2 milyon yıl olarak ileriye sürülür.

     Gerek A. africanus gerekse A. robustus’un leğen, kol ve ayak kemiklerinin bazı parçalarına dayanılarak, Australopithecus’un dik yürüyen bir varlık olduğu iddia edilir[52].

       Australopithecus’un kritiği

     Geçmişe ait fosil materyallerinin hemen hiçbirisi bir bütünlük arz etmemektedir. Yani eldeki fosil materyal, ait olduğu ileri sürülen organizmanın çok az bir kısmını temsil eder. Bunda, farklı organizmalara ait parçaların, tek türe ait olduğu farz edilerek bir araya getirilmiş olmasının da rolü büyüktür. Ayrıca fosil yaş tayinlerinde de çok büyük hatalar olabilmektedir. 

     Australopithecus fosili üzerinde senelerce araştırma yapan Oxnard ve Zuckerman, Australopithecus’ların dik yürüyen bir varlık olmadığını belirtirler. A. africanus’un el, bilek, ayak, omuz ve leğen kemikleri üzerinde Oxnard ve Zuckerman’ın yaptığı çok yönlü istatistikî araştırmalarla, bunların insana değil, orangutan ve şempanzeye benzediği belirtilmiştir[53].

     A. africanus üzerinde bir ekiple 15 yıl çalışmış olan Zuckerman bu hususta şöyle der:

     “A. africanus’un insanın atası olması imkânsızdır[54].

     Mantagu, kafa yapıları bakımından bütün Australopithecus’ların tamamen ileri yapılı maymunlar (apes)’a benzediğini belirtir[55].

     Evrimci Gould, Afrika maymunu Austrolopıthecus afarensis ve A. Africanus’un insanın atası olamayacağını nazara verir ve Afrika maymununa ait olduğu kabul edilen fosil parçalarının değişik organizmaların fosilleri olduğunu ve bunların yanlış birleştirildiğini belirtir[56].

     3. Homo erectus Grubu            

    Java Adamı, Pekin Adamı, Heidelberg Adamı ve Meganthropus, Homo erectus” adı altında gruplandırılmıştır. Bunların takriben 500 bin yıl önce yaşadığı kabul edilir. Dik yürüdükleri, beyin hacimlerinin yaklaşık 1000 cc olduğu belirtilir.

     Darwin’in Türlerin Kökeni (The Origin of Species) eserini yayınladığı 1858 yılından az bir süre sonra, ondan ilhamla Ernst Haeckel de The History of Creation adlı eserini yayınladı. Haeckel bu eserinde, “İnsanın atası” olarak Dilsiz Maymun Adam’ı ileri sürdü. Buna bir de Latince isim koydu: Pithecanthropus alalus...

     Bu hayalî varlık, fosil olarak bulunduğu zaman, bazı özellikleri bakımından insana, bazı özellikleri bakımından da maymuna benzeyecekti. Bu varlığa ait kalıntıların bulunacağı yeri de belirtmişlerdi: Madagaskar’dan Hindistan’a ve Hint Okyanusu’ndan Endonezya’ya uzanan hipotetik antik Lemura kıtası[57].

     3.1. Java Adamı   (Pithecanthropus erectus)

     Hollandalı anatomist Eugene Dubois, 1887 yılında karısı ve çocuklarıyla birlikte Doğu Hindistan’da Hollanda kolonisi olan Java’ya, “Hollanda ordusu sağlık elemanı” olarak yola çıktı. Dubois, Haeckel’in ileri sürdüğü Dilsiz Maymun Adam’ı, yine onların gösterdiği yerde bulmaya gidiyordu. Dubois, Sumatra’ya varışından itibaren iki yıl içinde hükûmeti, Java’da paleontolojik kazı yapmaya ikna etti. Trinil köyü yakınındaki Solo Irmağı kenarında kazıyı yapmak için mahkûm işçiler ve bu kazıyı kontrol etmek için de askerler verildi. Dubois’in bu kazılarda alan çalışmasına katılmadığı, mahkûm işçilerin periyodik olarak taşıdığı bulguları evinde incelemekle yetindiği belirtilir[58].

     1891 yılında Dubois, önüne gelen kemikler arasında iki önemli bulguyla karşılaşmıştır. Bunlar, bir ay arayla aynı fosil yatağında bulunmuş bir diş ile bir kafatası idi. Ancak bunların kazı esnasında kaydı tutulmadığı için tam yerleri tespit edilememişti. Başlangıçta Dubois bunların bir şempanzeye ait olduğu kanaatine vardı. Ancak birkaç ay sonra mahkûmlar aynı kazı alanında bir uyluk kemiği buldular. Bu, dik yürüyen bir insanın uyluk kemiğiydi. Dubois bu parçaları birleştirerek Pithecanthropus erectus (Homo erectus) (Dik Yürüyen Maymun Adam)’u meydana getirdi. Bu varlığın beyin hacmi yaklaşık 900 cc kadardı. 1898 yılında da bir küçük azı dişi bulundu. Bu dişlerin de Pithecanthropus’a (Homo erectus’a) ait olduğu belirtildi. Bu varlığın yaşı da 500 bin yıl olarak tahmin edildi (Şekil 7).

           

       Şekil 7.“İnsanın atası” olduğu farz edilen fosillere dayanılarak çizilmiş Homo erectus (Jawa Adamı) resmi.

         Dubois bu fosilleri 1895 yılında Leyden’de yapılan Milletlerarası Zooloji Kongresi’nde açıkladığı zaman, İngiliz zoologları bu fosillerin insana, Almanlar insan benzeri maymuna, Fransızlar ise ileri yapılı maymun ile insan arasında bir geçiş formuna ait olduğunu ileri sürdüler.

     Java Adamı’nın (Homo erectus) kritiği

     Koenigswald, Java Adamı’ndaki büyük iki azı dişinin orangutana, küçük azı dişinin de insana ait olduğu kanaatindedir. Kafatasının da şempanze ve gibbonların kafataslarına benzediğini belirtir[59].        .

     1906 yılında Dubois’in fosilleri bulduğu yerde büyük bir kazı yapılmış, fakat küçük bir kemik parçası haricinde bir şey bulunamamıştır. “Java Adamı”(Homo erectus) olarak adlandırılan varlığın, hakikatte şempanze veya goril tipi bir maymun olduğu, maymuna ait kafatasının insanın uyluk kemiğiyle birleştirilerek buna “Pithecanthropus erectus” (Jawa Adamı-Homo erectus) adı verildiği ifade edilir[60].

     Burada dikkati çeken husus, Pithecanthropus (Homo erectus) fosilini bulan Dubois’in 1922 yılındaki itirafının dikkate alınmayışıdır. Howells, “Mankind in the Making” adlı eserinde, Dubois’in, ilk fosili bulduğu yerde, beyin hacmi günümüz insanınkine yakın iki kafatası bulduğunu belirtir. Ancak, Dubois, bulduğu bu kafataslarını 30 yıl açıklamamıştır. Otuz yıl sonra Dubois, Java Adamı (Pithecanthropus-Homo erectus) olarak ileriye sürdüğü varlığın, aslında büyük bir gibbon maymunu olduğunu itiraf etmiştir[61].

     Dubois’in bu açıklamasına Arkeoloji Ansiklopedisi de yer vermiştir ve orada şöyle denmektedir:

     “Dubois’in, önce ‘dik yürüyen insan’ ismini verdiği yeni statü, çok muhalefetle karşılaştı. Ama sonradan Dubois’in kendisi de fikrini değiştirip, bulduğu fosillerin büyük bir ape (iri yapılı maymun) olduğunu söylemesine rağmen, bu kafatası genel bir kabul gördü[62].

    3.2. Piltdown Adamı (Eanthropus dawsoni)

     1912 yılında Londra Tabiat Tarihi Müzesi Müdürü Arthur Smith Woodward ile tıp doktoru Charles Dawson tarafından, İngiltere’nin Piltdown yakınındaki bir çakıl çukurundan bir çene ile kafatası fosili, bir merasimle çıkarıldı. Çene kemiği maymununkine, dişlerle kafatası ise insanınkine çok fazla benzerlik gösteriyordu. Bu materyaller, “Piltdown Adamı” (Eanthropus dawsoni) olarak adlandırıldı. Yaşı da 500 bin yıl olarak tespit edildi.

     1950 yılında Piltdown Adamı’nın yaşını tespit için, kemiklerin topraktan absorbe ettikleri fluorid miktarı testine tabi tutuldu. Şayet fosil iddia edildiği gibi toprakta 500 bin yıl kalmışsa, çok fazla fluorid ihtiva etmesi gerekiyordu. Fakat bu fosilde hiç fluorid yoktu... Böylece Piltdown Adamı’na ait materyalin fosil olmadığı ve bulunduğu zaman toprakta bir yıldan fazla kalmadığı anlaşıldı.

     Daha sonra ciddi bir incelemeye tâbi tutulan kemiklerin, eskiye ait olduğu görüntüsünü vermek için potasyum dikromat ile lekelendirildiği anlaşıldı. Çene kemiği üzerindeki dişler, yıpranmış ve aşınmış bir görüntü verecek tarzda eğeylenmişti193.

     Bununla, 10 yaşındaki bir orangutan çenesi insan kafatasıyla birleştirilip insan dişleri de çene kemiğine monte edilerek, maymun-insan arası bir varlığa benzetilmek istenmiştir (Şekil 8).

     Bu işin sorumluları arandığı zaman kimse suçu üzerine almadı. Bu işi tezgâhlayıp büyük bir merasimle çakıl çukurundan çıkaran Arthur Smith Woodward ile tıp doktoru Charles Dawson ise ölmüştü. Konuyu takdim eden dergi ve diğer yayın organları da mesuliyeti kabul etmediler.

     1930’lu yıllarda “İnsanın önce beyni mi, yoksa vücudu mu gelişti?” tartışmalarına, Piltdown Adamı’ndan delil getirilerek cevap veriliyordu. Nitekim Smith, bu konuya işaret ederek şöyle der:

     “Piltdown Adamı’nın en ilgi çekici tarafı, ‘insanın evriminde ilk sırayı beynin aldığı’ yolundaki düşünceleri haklı çıkarmasıdır. ‘İnsanın kafa yapısının gelişimi sayesinde maymunluktan kurtulduğu’ fikri en gerçekçi görüştür. İnsan, beyni aşırı şekilde gelişmiş bir orangutandan ibarettir. İşte, Piltdown kafatasının önemi, bu hükümleri kesin şekilde doğrulamasından gelmektedir[63].

     Clark Howell ise, Piltdown Adamı’yla ilim çevrelerinin 50 yıl aldatıldığına dikkati çeker:

     “Piltdown Adamı, insan kafatası ve maymun çenesinden oluşan yaratıktan başka bir şey değildi. Bu, bilerek tezgâhlanan bir aldatmacaydı. Bunu, ‘insanın 500 bin yıl önce yaşamış maymunla ortak atası’ olarak takdim ettiler. Bu konu üzerinde yaklaşık 500 kitap yazıldı. Paleontologlar bu buluşla 50 yıl boyunca boş yere oyalanıp durdular”[64].

     Yaklaşık 50 yıl, dünyanın en büyük otoritelerinin araştırmalarına rağmen, Piltdown sahtekârlığının anlaşılmaması, şimdi diğer fosiller hakkındaki şüpheleri daha da artırmıştır. S. Zuckerman, Java Adamı’na ait Dubois fosillerinin ilim adamları tarafından ciddi bir araştırmaya tâbi tutulunca neticenin Piltdown Adamı’nınkinden farklı olmayacağı kanaatindedir[65].

             

       Şekil 8. Piltdown Adamı (Eanthropus dawsoni). İnsan kafasına orangutan çenesi

takılmıştır. “İnsanın atası” olarak kabul edilen bu fosilin çenesinin orangutan maymununa, kafatası ve dişlerin insana ait olduğu ve çeneye uydurmak için eğelendiği anlaşılmıştır[66].

            3.3. Pekin Adamı (Sinanthropus pekinensis)

            

                  Şekil 9- Pekin Adamı (Sinanthropus pekinensis). Alçıdan yapılmış Pekin Adamı modeli.

     Dr. Davidson Black tarafından Çin’in Pekin şehrine 40 km mesafede bir çukurda 1921 yılında iki azı dişi bulundu ve bunlar “Sinanthropus pekinensis” olarak adlandırıldı. 1927 yılında W. C. Pei üçüncü azı dişini, 1928 yılında ise kafatası parçaları ile iki alt çene buldu. Black, bu fosillerin de Pekin Adamı’na ait olduğunu bildirdi[67].

     Pekin Adamı’na ait materyallerin, iki diş hariç, İkinci Dünya Harbinde Japonlar’ın burayı işgali sırasında kaybolduğu ileri sürülmektedir. O’cconel, o tarihlerde Çin’de bulunduğunu, Japonların buraya girmediğini, evrimcilerin bu materyalleri kendilerinin imha ettiklerini, böylece alçı modellerinin kendi evrimci düşüncelerine göre şekillendirdiklerini belirtir[68].

      3.4. Nebraska Adamı (Hesperopithecus heroldcookii)

     1922 yılında Henry Fairfield Osborn tarafından Batı Nebraska’da büyük bir azı dişi bulunmuş ve bu diş, Hesperopithecus haroldcookii (Nebraska Adamı) olarak adlandırılmıştır

         

            Şekil 10. Nebraska Adamı (Hesperopithecus heroldcookii). Bir domuz azı dişine dayanılarak çizilmiş resim.

       Günümüzden takriben 500 bin yıl önce yaşadığı tahmin edilen bu varlığın, insanın tarih öncesi atasına ait olduğu, yarı maymun, yarı insan özelliği taşıdığı ileri sürülmüştür ve bu düşünce ile yukarıdaki resim çizilmiştir.

     Bu dişin sonradan bir domuza ait olduğu anlaşılmıştır[69].

     3.5. Neanderthal Adamı (Homo sapiens neanderthalensis)

     1856 yılında Dr. Fuhtrott tarafından Almanya’nın Düsseldorf civarındaki Neanderthal vadisinin Feldhofor mağarasında bulunmuştur. Homo sapiens’in bir ırkı olan Neanderthal Adamı’nın kafatası büyüklüğü, ortalama olarak günümüz insanınki kadardır. 35-100 bin yıl önce yaşadığı tahmin edilir. Neanderthal Adamı, yüz yıldan daha uzun süredir “kalın kaşlı, kaba tabiatlı, vahşi karakterli ve eğik yürüyen bir varlık” olarak tarif ve takdim edile gelmiştir. Aslında Neanderthal Adamı’nın şu andaki insanlardan farkı, çeşitli kabilelerin birbirleri arasındaki farktan daha azdır[70].

     Neanderthal ırkının özelliklerinden ileri fırlamış ağız ve kaş çıkıntısı, zenci ırkının tipik karakteridir. Neanderthal adamı eğik iskelet yapısına sahiptir. Ivanhoe, “Neanderthals Had Rickets” adlı makalesinde, bu yapının, kuyruksuz maymunlara akrabalığından dolayı değil, D vitamini noksanlığının sebep olduğu eklem ve kemik hastalığından kaynaklandığını belirtir[71].

     Neanderthal Adamı’nın bitki yetiştirdiği, zarif/güzel aletler ile boyanmış resimler yaptığı, bazı dinî inanışlara sahip olup ölülerini gömdüğü ve bir yazı çeşidi kullandığı bilinmektedir[72].

     Bugün Neanderthal Adamı, “Homo sapiens” (günümüz insanı) olarak sınıflandırılmaktadır. Neanderthal Adamı’nın bir iş elbisesi giyerek bizim caddelerimizde yürümüş olması hâlinde diğer insanlardan ayırt edilemeyeceği belirtilir[73] (Şekil 11).

     Paleontolog Erik Trinkaus, günümüz insanı ile Neanderthal Adamı arasında farkın bulunmadığına dikkati çeker ve şöyle der:

     “Neanderthal kalıntıları ve günümüz insan kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neanderthal’in anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zekâ seviyesi veya konuşması bakımından günümüz insanından hiç farkı yoktur[74].

    Neanderthal Adamı’nın zamanla dominant ırklar tarafından absorbe edildiği ileri sürülmektedir[75].

           

     Şekil 11- Neanderthal Adamı.

      Neanderthal Adamı hakkında çok değişik görüş ve düşüncelere rastlanmaktadır. Bu konuda hemen herkesin bir yorum getirdiğine dikkati çeken Wells şöyle demektedir:

     “Son zamanlarda haberlerde Neanderthal Adamı hakkında bitmeyen tartışma yer almaktadır: ‘Onlar bizim atalarımız mıydı veya sonunda modern küresel ailemizin içinde yutulmuş bir insan ırkı mıydı. Hemen hemen her ay bir görüşün savunucusu yazılı veya sözlü medyaya çıkarak konuyu ele almaktadır. Öte yandan, aradan birkaç ay geçtikten sonra bir başkası aynı eminlikle öncekine karşıt görüşü öne sürmektedir[76].

     Aynı konuya temas eden James Shreeve de şunu belirtmektedir:

    “Arkeolog, anatomist, genetikçi, jeolog ve tarih uzmanı olan 150 bilim adamıyla konuştum ve bazen Neanderthal’lerin insanın evrimindeki yeri konusunda 150 farklı görüşe rastladığım oldu! Neanderthal’lerle ilgili her teorem, ülkenin farklı bölgelerindeki hava durumuna benzer; ondan hoşlanmıyorsan biraz bekle, değiştiğini görürsün![77].

     İnsanın Geçmişiyle İlgili Değerlendirme

     Genetiğin babası sayılan evrimci T. Dobzhansky, ırklarla ilgili olarak şu ifadeyi kullanmıştır:

     “Darwin’den bu yana bir buçuk asır geçtiği halde insan türündeki farklı ırkların orijinine ait problemi çözemedik. Mesele hala bir asır önceki kadar karışık[78].

    Ünlü paleontolog David Pilbeam, insanın geçmişiyle ilgili şunu söyler:

    “Yayınlanan kitaplar şunu söylemeye çekiniyorlar ki, ben de dâhil olmak üzere, kuşaklar boyu insan evrimini araştıran kişiler karanlık içinde çırpınıyoruz. Elimizde olan bilgiler, teorilerimizi şekillendirmek için son derece güvenilmez ve yetersizdir. İnsanın geçmişiyle ilgili, içimize yerleşmiş bulunan ön kabullerin farkındayım. Bunları zihnimden çıkarmak için gerçekten çaba gösteriyorum. Geçmişteki teorilerimiz, elde olan gerçek bilgimizden çok, bizim o andaki ideolojimizi yansıtıyordu!”[79], [80].

     Arizona Devlet üniversitesi antropologu Geoffrey Clark, 1997 yılında yazdığı eserinde şöyle der:

     “Bir asırdan fazla bir süredir bilim adamları, modern insanın kökenleri konusunda bir uzlaşmaya varmaya çalışıyorlar. Niçin başarılı olamadılar? Çünkü paleoantropologlar peşin ön yargılardan ve varsayımlardan yola çıkmaktadırlar. Bu sebeple insanın evrimini açıklayan modeller sırt sırta binmiş iskambil kâğıtlarına benzemektedirler. Bir kâğıdı hareket ettirdiğinizde, tüm yapı çökme tehlikesiyle karşı karşıya gelir[81].

     Henry Gee, insanın geçmişiyle ilgili eserinde şunu söyler:

     “İnsan evrimine ilişkin tüm deliller küçük bir kutuya sığabilmektedir. Bir fosil dizisini alıp onun bir nesli temsil ettiğini savunmak, test edilebilir bilimsel bir hipotez değildir. Bu çocukları uyutmak için anlatılan masallara benzemektedir. Eğlendirici, hatta öğretici olabilir, ama ilmî değildir[82].

     Schiller, insan soyunun, diğer canlılardan farklı olarak ortaya çıktığına dikkati çeker:

     “İnsanın geçmişiyle ilgili fosiller, beklenen geçiş formlarını ortaya koyamadı... Bütün bunlardan sonra bizim, insandan aşağı bir varlıktan evrimleşmeyip, doğrudan kendi neslimizden geldiğimiz rahatlıkla söylenebilir[83].

     Pensylvania State Üniversitesi Antropoloji Profesörü Robert Eckhardt, insanın geçmişiyle ilgili olarak şöyle der:

     “Hominoidler serisinde, insanın hominid (İnsanımsı) atası olduğunu gösteren morfolojiye sahip bir fosil yoktur”[84].

          Sonuç

     Aneximander Milattan önce 400’lü yıllarda insanın balıktan meydana geldiğini ileri sürmüştü. Yaklaşık 2500 yıldır evrimciler ısrarla canlıların tek hücreden başlayarak silsile halinde evrimleşerek birbirinden meydana geldiğini iddia etmektedirler.  Bu iddialarını göstermek için 1800’lü yıllarda hayali evrim soy ağacını çizdiler. Bu ağacı iki büyük dala ayırarak birisine bitkiler âlemini, diğerine de hayvanlar âlemini dizdiler. Bu dizileri birbirine bağlayan geçiş formlarına ait fosillerin zamanla bulunacağını iddia ettiler.

     Geçen 150 yıl içerisinde binlerce fosil bulundu. Fakat hiç birisi, bir canlıdan bir başkasının meydana geldiğini gösteren ara form özelliğini göstermemektedir. 

     Evrim görüşünün ileriye sürüldüğü yıllarda tek hücreli canlıların uzun süre ultraviyole ışınlarına maruz kalmasıyla başka canlıya değişeceği düşünülüyordu. 1960’lı yıllarda uzaya gönderilen tek hücreliler yıllarca ultraviyole ışınlarına maruz kaldığı halde hiç birisinden yeni bir tür ortaya çıkmadı.

     İşte bütün bunlar her bir canlı türünün doğrudan kendi genetik karakterleriyle yaratıldığını göstermektedir.


[1] Cloud, P. Pseudofosils, A Plea For Caution. Geology. November. 1973, p. 123.
[2] Guttman, B. S. Biology. Boston: WCB/ McGraw-Hill, s.718,  1999.
[3] Axelrod, D. Early Cambrian Marine Fauna. Science. 1959, Vol. 128. p.7.  
[4] George, T.N. Fossils in Evolutionary Perspective. Science Progress. 1960,  Vol. 48, January, p.5.; Kay, M. and Colbert, H.E. Stratigraphyand Life History. New York. John Wiley and Sons. 1965, p.102.
[5] Monestarsky, R. Mysteries of the Orient. Discover, Nisan, 1993, s. 40.
[6] Dawkins, R.The Blind Watchmaker. London,W.W. Norton, 1986, s. 229.
[7]Daha geniş bilgi için: Âdem Tatlı. Evrim ve Yaratılış. Hilal Ofset Isparta,4. Baskı, 2014. 316 s
[8] Ommaney,F.D. "The Fishes.Life Nature Library." New York. 1964, s.60.; Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.15-33.
[9] Todd, G.T. Evolution of the Lung and the Origin  of Bony Fishes: A Casual    Relantionship. American Zoologist, cilt 26, no: 4, 1980, s.757.
[10] Taylor, G. R. The Great Evolution Mystery. Harper &Row, 1983, s.60.
[11] Hublin, J. The Hamlyn Encyclopedia of Prehistoric Anima1s. New  York. 1984,  p.120.
[12] Carroll, L. R. Vertebrate Paleontology and Evolution. New York W.H.Freeman and Co., 1988, s. 4, 138.
[13] Colbert, E. H., & Morales, M. Evolution of the Vertebrates. New York, John Wiley and sons, 1991, s. 99.
[14] Curtis, H. and Barnes, S. Invitation to Biology. 5. baskı, New York: Worth Publishers, s.405, 1994.
[15] Denton, M. Evolution. A Theory in Crisis. Burnett  Books, London, 1985.
[16] Barbar, J. Stahl. Vertebrate History: Problems in Evolution. New York: Dover    Publication, 1985, s.349-350.
[17] Brush, A.H. On the Origion of  Feathers. Journal of  Evolutionary Biology. Vol.9, 1996, s.131-33.
[18] Anonim. Jurassic Bird Challanges Origin Theories. Geotimes. Vol. 41, 1996, s.7.
[19] Grimmer, J.L. Natural Geographic. 1962,  August. p.391.
[20] Shipman, P. Birds do it...Did Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat 1997, s.31.
[21] Feduccia, A. Old Bird. Discover. 21 Mart,1997.
[22] Time, 25 August.1986.p.36.
[23] Shipman, P. Birds do it...Did Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat 1997, s.28.
[24] Beddart, F.E.  The Structure and Classification of Birds. Longmans, Green and Ca., London.1989, p.160.
[25] Gregory, W.K. New American Academy of Science. Annals, 1916, Vol.  27.p.31.
[26] Nouy, L. Human Destiny. The New American Labrary. New York. 1947, p.58.; Swinton,W.E. In Biology and Comparative Physiology of Birds. Ed.By. A.J. Marshall Academic Press,New York, 1960, Vol. p.1
[27] Kemp,T. The Reptiles That Became Mammalls. New Scientist. 1982, Vol. 92.
[28] Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.303.
[29] Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.15-33.
[30] Simpson, G. Life Before Man. New York, Time-Life Books, 1972, s. 42.
[31] Weller, M. J. The Course of Evolution. New York. 1969, pp. 689.
[32] Johnson,W.H., Laubenga, R. A. and De Lanney, L. E. General  Biology. Third Edition. New York. 1965, 788 pp.
[33] Wells, J. A.g.e. s. 181.
[34] Cousins, F.W. Creation Research Society Quaterly. 1971, Vol. 8. P. 99.
[35] Dunouy, L.Human Destiny.The New American Library. New York.1947,P.74.
[36] Goldschmidt, R.B. American Scientist. 1952, Vol. 40.p.97.
[37] Rensberger, B. Houston Chronicle, 5 Kasım, 1980, Bölüm 4, s.15.
[38] Patterson, C. Harper’s.  Şubat, 1984, s.60.
[39] Hitching, F. The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong? New  York.Ticknor and Fields, 1982, s.30-31.
[40] Gordon, R.T. The Great  Evolution  Mystery. London, Sphere Books, 1984, s.230.
[41] Brues, C.T. Insects in Amber. Scientific American. 1951,Vo1.185.s.60.
[42] Olsen,E.C. The Evolution of Life. The New American Library. New York.  1965, p.180.
[43] Derek, A. The Nature of the Fosil Record. Proceedings of British Geological   Association. Cilt 87, 1976, s.133.
[44] Carlton, B. Statis:The  Life in the Balcance. Geotimes, Vol. 40, Mart 1995, s.18.
[45] Tom, S.K. Mammal-Like Reptiles and the Origin of Mammals. New York American Pres, 1982, s.363.
[46] Steven, M. S. Macroevolution: Pattern and Processs. San Francisco. W.H. Freeman and C., 1979, s.39.
[47] Adler, J. Who Doubts Evolution? New Scientist, sayı 90,1981, s.831.
[48] Mark C. The Revial of the Creationist Crusade. Maclen’s, 19 Ocak, 1981, s.56.
[49] Gould, S., J. Evrimin Düzensiz Adımları. Naturel History. Mayıs,1977, s.13.
[50] Shipman, P. Baffling Limb on the Family Tree. Discover, 1986, September; Pilbeam,D.R .Nature. 1968, Vo1.219 p.1335; Simons, E. L. and Pilbeam, D.R. Folia Primital. 1965, Vo1.3. p. 81; Eckhard, R.B. Population Genetics and Human Origins. Scientific American. 1972, Vol.226.
[51] Gould, J. L. and Keeton, W. T. Biological Science. 6. baskı, New York: W. W. Norton, s. 347, 1996.
[52] Broom, R and Schepers, G.W.H.Transv. Mus.Mem. 1946, Vol.2. p.1-272;Clarck, G. Journal of Anatomy. London. 1947, Vol. 19.P.300-333.
[53] Oxnard, C. University of Chicago Magazine, 1974, p.8-12.
[54] Zuckerman, S. Beyond the Ivory Tower. Toplinger Publ. Co.New York. 1970, pp. 11-12,64,75-94.
[55] Montagu, A. Man: His First Million Years. Word Publishers. Yonkers. 1957, p.51-52.
[56] Gould, J. L. and Keeton, W. T. Biological Science. 6. baskı, New York: W. W. Norton, s. 347, 1996.
[57] Richard, M. Shattering the Myths of Darwinism. Terc. İ. Kapaklıkaya. Son Tartışmalar Işığında Darwinizm’in Mitleri. Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003.
[58] Richard, M. Shattering the Myths of Darwinism. Terc. İ. Kapaklıkaya. Son Tartışmalar Işığında Darwinizm’in Mitleri. Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003.
[59] Boule, M. and Valoıs, H.M. Fossil Man. The Dreyden  Press. New York. 1957,  p.118-123.
[60] Gish, D.T. Evolution: The Fossils Say No! 1981. Terc. Â. Tatlı,  Fosiller ve Evrim. Cihan Yayınları, İstanbul. 1984.
[61] Howells, W.  Mankind in the Making. Doubleday and CO. Garden City  N.Y.P. 1967, 155-156.
[62] Cottrell, L. The Concise Encylopedia Archeology. Hawthorn. New York. 1960, P. 394.
[63] Smith, G. S. Wood word's tony. New Scientist. 1979, 5 April, p.44.
[64] Howell, C. Early Man.New York: Time Life Books, 1973,s.24-25.
[65] 186. Zuckerman, S. Beyond the Ivory Tower. Toplinger Publ. Co.New York. 1970, pp. 11-12,64,75-94.
[66] http://www.history.com/news/piltdown-man-hoax-100-years-ago
[67] Boule, M. And Valois, H.M. Fossil Man. The Dreyden  Press. New York. 1957,  P.118-123.
[68] O'connel, P. Science of Today and the Problems of Genesis. Hawthome, CA. 1969.
[69] Gish, D.T. Evolution: The Fossils Say No! 1981. Terc. Â. Tatlı,  Fosiller ve Evrim. Cihan Yayınları, İstanbul. 1984.
[70] Dobzhansky, T. Chamging Man. Science. 1967, Vol.155, p.  410.
[71] Anhoe, F. Neanderthals Had Rickets. 1970, Nature. 8.Aug.
[72] Use of Symbols Anteclates Neanderthal Man. Science Digest.Vol.1.73.1973.p.22
[73] Gish, D.T. Evolution: The Fossils Say No! 1981. Terc. Â. Tatlı,  Fosiller ve Evrim. Cihan Yayınları, İstanbul. 1984.
[74] Trinkaus,  E. Hard Times Among the Neanderthals. Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s.10.
[75] Şengün, A. Evrim. Sermet Matbaası. Kırklareli. 1984, s.142.
[76] Wells, J. Icons of Evolution, Science or Myth? Çev. Orhan Düz. Evrimin İkonları, Bilim Mi Mit Mi? Gelenek Yayıncılık. Kurtiş Matbaası, İstanbul, s. 206, 2003.
[77] Shreeve, J. The Neanderthal Enigma. New York: William Morrow, s.252, 1995.
[78] T. Dobzhansky. Science. Vol.127, s. 1958, S.1091.
[79] Pilbeam, D. American Scientist, sayı, 66,1978, s. 379.
[80] Pilbeam, D. Rearranging Our Family Tree. Nature, Haziran, 1978.
[81] Clark, A.G. Though a Glass Darkly: Conceptual Issues in Modern Human Origins Research, s.60-76, 1997.
[82] Gee, H. In Search of Deep Time: Beyond the Fosil Record to a New History of life. New York: The Free Press,, s. 23, 32, 116-117, 202, 1999.
[83] Schiller, R. New Findings On The Origin of  Man. Reader’s Digest, 1973, August, p.89-90.
[84] Eckhardt, R. Population Genetics and Human Origins. Scientific American, number 226,1972, p.94.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun