Peygamberimiz yağmaya izin mi vermiş?
Ebu Cendel bin Süheyl, Hudeybiye'den sonra eşkıya olup yağmalar yapması dinen neden caiz oldu? Biliyorsunuz Ebu Cendel bin Süheyl, Hudeybiye antlaşmasından sonra eşkıya oldu. Sonra Mekkelilerin mallarını yağmalamış, zorbalık yapmış falan. Benim anlamadığım barış yürürlükte iken bir Müslümanın böyle bir şey yapması neden caiz? Sonuçta bu sahabe Müslümandı. Peygamberimiz de eşkıyalık yapmasına ses etmedi. Yani İslam zulmün dini değil diyoruz ama burada eşkıyalık caiz mi olmuş oldu? Yani günümüze bakarsak hangi durumlarda böyle eşkıyalık benzeri şeyler caiz oluyor?
Sadece öğrenme amaçlı soruyorum amacım kavga değil yanlış anlamayın.
Değerli kardeşimiz,
Ebu Cendel’in ve arkadaşlarının yaptığı eşkıyalık değil, zulme karşı sivil bir direniştir.
Peygamber Efendimiz (asm) Hudeybiye Antlaşması’na tamamen uymuş, bu gruba doğrudan izin vermemiş, ama zalimlere gitmelerini de söylememiştir.
Kureyş’in talebiyle sonradan Medine’ye kabul edilmeleri, antlaşmanın ruhuna sadık kalındığını gösterir.
Hz. Peygamber (asm) hiçbir zaman “yağmaya izin vermemiştir.”
Bu olay, bir adaletsizliğe karşı kendi başına gelişen direniş hareketidir ve Efendimiz (asm) antlaşma ahlakını sonuna kadar korumuştur.
Konunun detayına gelince:
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, mazlum ve mağdur olan şahabi Ebû Cendel b. Süheyl ile beraberindekilerin davranışlarını, antlaşma dışı kalan ve zulüm altındaki müminlerin, kendilerini koruma ve kurtarma eylemi olarak değerlendirmek daha münasiptir. Kendilerine hiçbir çıkar yol bırakmayan ya dinini değiştireceksin ya da işkence ve belki de sonuçta ölüme mahkûm olacaksın tercihinde bırakılan mazlum müminlerin, müşrik ve zorba bir idareye karşı buldukları haklı bir çıkar yoldur.
İkincisi, Hz. Peygamber (asm) efendimizin onların bu şekildeki davranışlarını emretmediği anlaşılmakta ancak kerih görüp hoşuna gitmediği bilgisine de sahip değiliz. Belki yaptıklarını Ebu Basir, Ebu Cendel ve beraberindeki sahabilere ait bir içtihat olarak da değerlendirebiliriz. Kendi durumlarını ve şartlarını da nazara alarak bunun en doğru bir yol olduğuna karar vermiş olabilirler. Neticede hayra vesile olmuş, yanlış bir maddede ısrar eden Kureyşliler bizzat kendileri onun iptalini istemişlerdir. Bu sahabilerin yeni Müslüman olmuş, dinin daha pek çok emir ve yasaklarını bilmediklerini de dikkate almak gerekir.
Kureyş ile yapılan Hudeybiye Antlaşmasında şöyle bir madde vardı:
Medine'deki Müslümanlardan Mekke'ye iltica edenler Müslümanlara iade edilmeyecek, fakat Mekke'den Medine'ye velev Müslüman dahi olsalar iltica edenler, istendiği takdirde geri verileceklerdir.[1]
Hz. Peygamber (asm) bu antlaşma maddesine uyarak kendilerine sığınmak isteyen Müslüman olmuş ve babası Süheyl’in işkencesine maruz kalmış ama bir şekilde kaçarak oraya gelmiş olan Ebu Cendel'i daha antlaşma esnasında bütün itirazlara rağmen antlaşmaya sadık kalmak için geri iade etmiştir.
Müslümanları derin üzüntüye sevk eden ve “Yevmü Ebî Cendel” diye anılacak olan bu olaya çok üzülen Resul-i Ekrem Ebû Cendel’i teskin etmeye çalıştı ve Kureyşliler’le yaptığı antlaşmaya sadık kalacağına dair Allah adına söz verdiğini belirterek ona sabır tavsiye etti; Cenab-ı Hakk’ın kendi durumunda olanlar için yakında bir çıkış yolu göstereceğini söyledi.[2]
Sonraları da yine benzer bir şekilde Medine’ye kadar gelmiş Ebû Basir denen sahabiyi Kureyş'in isteği üzerine onlara teslim etmiştir. Bu iade işlemiyle, Ebu Basir ve Ebu Cendel, artık Resulullah’ın (asm) idaresi ve antlaşma sorumluluğu altından çıkmış oldular. Dolayısıyla, onlar kendi başlarına hareket eden, esaretten kurtulmuş ve Müslümanların otoritesine tabi olmayan bir grup idiler.
Hatta Ebu Basir, kendisini Mekke’ye götürmekle görevlendirilen iki kişiden birini öldürmüş ve bir şekilde onlardan kurtulmuştur. Diğeri de durumu haber vermek için Medine’ye Hz. Peygamberin yanına gelmişti. Sonradan Ebu Basir de Peygamberimizin yanına gelmiş ve şunları söylemiştir: “Ya Resulallah! Ahdin yerini buldu, sen üzerine düşeni yaptın, beni teslim ettin. Ben ise dinimden döndürülmekten veya bana işkence etmelerinden kendimi ve dinimi korudum.”[3]
İbn İshak'ın rivayetinde de geçtiği gibi, Ebu Basir'in öldürdüğü adamın yakınlarından olan Süheyl, diyet talep ettiğinde, Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Muhammed'in (asm) bu konuda bir sorumluluğu yoktur, zira o üzerine düşeni yerine getirdi ve onu elçinize teslim etti; onu (adamı) kendi emriyle öldürmedi. Ebu Basir'in yakınlarına da bir şey gerekmez, zira o onların dininden değildir."[4]
İbn Hacer, bu konuda şunları ifade etmiştir: “Ebu Basir'in yaptığı bir ihanet sayılamaz, çünkü o, antlaşma esnasında Mekke'de hapsedilmişti. Hz. Peygamber (asm) ile Kureyş arasındaki sözleşmeye girenler grubunda değildi… Ve Ebu Basir'in yaptığı gibi yapan birine kısas veya diyet gerekmez. Geri iade etme şartının, Daru'ş-Şirk'ten gelen kişinin, İmam'ın (devlet başkanının) bölgesinde kalmaya devam etmesiyle ilgili olduğu ve İmam'ın elinin altında olmayan veya ona sığınmamış olan kişileri kapsamadığı anlaşılmaktadır. Bazı sonraki dönem alimleri buradan şu hükmü çıkarmışlardır:
Örneğin, Müslüman hükümdarlardan biri, bazı müşrik hükümdarlarla barış (sulh/müsaade) yapsa, ancak başka bir Müslüman hükümdar onlara savaş açıp onları öldürse ve mallarını ganimet alsa, bu caizdir. Zira barış yapanın ahdi (sözleşmesi), barış yapmamış olanı kapsamaz.”[5]
Ebu Basir’e Medine’de himaye hakkı tanınmadığı için Ebu Basir kendisinin tekrar iade edilebileceği endişesiyle Medine’yi terk eder. [6] (Elbette Ebu Basir Medine’de kalamaz çünkü bu antlaşmaya açıkça aykırı olurdu.)
Bunun üzerine Ebu Basir ne Mekkelilerin ne de Medinelilerinin hükmü altında olmayan İs’ adında bir yere gitti. Burası Zu’l Merve bölgesinde olup deniz sahiline yakın bir yerdir ve Mekkeli müşriklerin Şam’a gönderdikleri ticaret kervanlarının yolu üzerindedir.[7]
Ebu Basir’in bu durumunun haberi Mekke’de kalmak zorunda olan ve zulüm altındaki diğer Müslümanlara bir şekilde ulaşmıştır. Onların içinden Ebu Cendel ve aynı durumdaki 70 kadar Müslüman farklı zamanlarda Mekke’den kaçarak Ebu Basir’in bulunduğu vadiye gelmişler, burada bir birlik oluşturmuşlardır. Bu birlik Mekkeli müşriklerin kervanlarına saldırılar düzenliyor ve Mekkelilere hem maddi hem de moral açıdan önemli zararlar veriyorlardı.
Zamanla Mekkeliler için bu durum katlanılmaz bir hal alınca Efendimize (asm) mektup yazdılar. Mektupta Hudeybiye antlaşmasındaki iade şartından vazgeçtiklerini, Mekke’den Medine’ye gidecek kimselerin geri iadesini istemeyeceklerini, onların emniyet ve selamet içinde olacaklarını söylemişler, Ebu Basir ve arkadaşlarının yaptıkları bu işe son verilmesini istemişlerdir.
Neticede her iki sahabi ve arkadaşları da antlaşma dahilinde olan bir yerde değillerdi. Hz. Peygamberin emriyle de oraya yerleşmemişlerdi. Kendi kararları neticesinde böyle bir durum ortaya çıkmıştı.
[1] Sîre, 3/332; Tabakât, 2/97; Müsned, 4/325; Taberî, 3/79.
[2] Asri Çubukçu, “Ebû Cendel”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 10/118-119.
[3] Buhârî, “Şurût”,15.
[4] İbn Hacer, Fethü’l-bârî, 5/351.
[5] İbn Hacer, Fethü’l-bârî, 5/351.
[6] Buhârî, “Şurût”, 15.
[7] M. Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/260.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Ebû Cendel (r.a.)
- Hudeybiye
- Savaş anlaşma hükümleri sonradan bozulabilir mi?
- HUDEYBİYE ANTLAŞMASI
- Ümmü Gülsüm (r.anha)
- Müslümanlar için büyük bir sadakat imtihanı olan Hudeybiye Antlaşmasının maddeleri nelerdir? Hudeybiye Antlaşması nasıl bir fetihtir?
- Vefalı
- Efendimiz Hz. Muhammed'in kronolojik hayatı kısaca nasıldır?
- Fethedilen Mekke...
- Peygamberimiz Hz. Muhammed'in diplomatik faaliyetleri ve günümüze bakan taraflarını değerlendirebilir misiniz?