Natüralizmi reddetmenin sonu zelil bir hayat değil mi?
1. İbn Arabi’nin sistemleştirdiği vahdeti vücut anlayışı Hinduizm ve Budizm’den ciddi alıntılar içeriyor. Antik Yunan felsefe etkisi de var. Bu durum nasıl açıklanabilir?
2. İbn Arabi’yi tekfir edenler olmuş mu?
3. Kuran-ı Kerim ve hadisler ortada iken ciltlerce kitap yazmanın gereği nedir? Sahabe ve tabiin örneği önümüzde. Fıkıh kitapları da sistemleştirildi ve önümüzde duruyor. Akaide gelirsek inan ya da inanma. Sonuçta iş yine İmana kalacak.
4. İbn Arabi ve Mevlana tipi tasavvuf öğretisinin kafirlere yeryüzünü teslim etmek demek olduğunu düşünüyorum. Natüralizmi, Budist rahipler gibi reddetmenin sonu zelil bir hayat değil mi?
Değerli kardeşimiz,
Natüralizmi reddetmenin sonu zelil bir hayat değildir; bilakis, hakikî hürriyetin kapısıdır. Çünkü naturalizm, varlığı sadece maddeyle açıklamaya çalışan dar bir bakış açısıdır. Halbuki insanın varlığı yalnız bedenden ibaret değildir; ruhu, vicdanı, sezgisi ve anlam arayışıyla birlikte ele alınmalıdır. Tasavvuf ehlinin dünyaya ilgisizliği bir acizlik değil, hakikati dünyevî menfaatlerden üstün tutan bir ruh yüceliğidir.
İbn Arabî ve kaynak meselesi
Bazı kimseler, İbn Arabî’nin “vahdet-i vücud” anlayışının Hinduizm veya Budizm’den etkilendiğini iddia etmiştir. Oysa benzer fikirlerin bulunması, “alıntı” anlamına gelmez. Çünkü hakikat tektir; değişik kültürlerde o hakikatin gölgeleri bulunabilir.
Kuran’daki tevhid ilkesi, “her şeyin Allah’ın emriyle var olması” fikrini içerir. Bu, Parmenides’in “varlık birdir” görüşüyle şekilce benzese de öz itibarıyla farklıdır. İbn Arabî’nin sistemi panteizm değil panenteizmdir: “Her şey O’dur” demez, “Her şey O’ndandır” der.
Tekfir meselesi
İbn Teymiyye gibi bazı alimler onu tekfir etmiş, fakat birçok büyük İslam âlimi bu hükmü reddetmiştir. Bediüzzaman Said Nursî, “İbn Arabî hâdî ve makbuldür; fakat her kitabında mürşid olamıyor” diyerek dengeyi ortaya koymuştur. Onun bazı ifadeleri zahiren hatalı görünse de niyeti ve hakikati tevhid üzeredir.
Kuran varken kitap yazmak
Kuran-ı Kerîm bütün hakikatlerin kaynağıdır; fakat her dönemin insanı onu yeniden anlamaya muhtaçtır. Bu sebeple tefsir, fıkıh ve kelâm gibi ilimler doğmuştur.
Kuran’ın derinliği sonsuzdur; her çağın müfessiri kendi idrakince o hakikati yorumlar. Bu, “fazlalık” değil, ilahi kelamın zenginliğine şahitliktir.
Tasavvuf ve dünyaya bakış
İbn Arabî ve Mevlana tipi tasavvuf, dünyayı inkâr değil, onu asıl gayeye bağlama çabasıdır. Onların dünyayı küçümsemeleri, tembellikten değil; “faniyi bâki olana tercih etmeme”den kaynaklanır.
Naturalizmin maddeyle sınırladığı bir dünyada, bu tür bir manevî perspektif aslında insanı yücelten bir direniştir, zelil bir hayat değil.
Özetle:
Vahdet-i vücud tevhidin derin bir yorumudur, Hinduizm veya Yunan felsefesinden değil; Kuran’ın “O her şeyi kuşatmıştır” (Fussilet, 54) hakikatinden beslenir.
Naturalizmi reddeden bir insan, maddeye değil manaya dayanır; ve bu, düşkünlük değil, ruhun hürriyetidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet